Yas
tutabilmek
DEVLETLERİN resmi kurumlarının
tarihteki çok acı bir olayla ilgili yargıda bulunmalarını kabul edilmez
buluyorum. Her devletin heybesinde irili ufaklı katliamlar, toplu
tecavüzler, mala mülke el koymalar vardır. Hatta diyebiliriz ki devlet, hele de
bir etnik grubun üstünlüğüne dayalı ulus-devlet olabilmenin önkoşuludur bu
türden bir vahşet. Dolayısıyla devletlerin bu
konularda birbirlerine söyleyecek fazla bir lafı olmadığına inanıyorum. Son tahlilde
devletlerin dünyası ‘gücü gücü yetene’ dünyasıdır. Ahlaki sorgulamaların o
dünyanın mantığı içinde pek de yeri yoktur.
Devletler, Osmanlı Ermenilerinin en az yüzde 45’inin
yok olması/ edilmesiyle sonuçlanan İttihat ve
Terakki siyasetini
adlandırma hakkına sahip olmayabilirler. Ne var ki bu durum yaşananların,
sonuçları itibarıyla etnik temizlik/insanlığa karşı suç/ soykırım
kategorilerinden biriyle adlandırılamayacakları anlamına gelmiyor.Nihayetinde 1915’te
yaşanan olay, Osmanlı Ermenilerinin binlerce yıl yaşadıkları topraklarından
izleri kalmayacak şekilde fiziksel, toplumsal ve kültürel olarak
silinmeleridir.
1915’te yaşananların arka planı, savaş koşulları,
isyan, ihanet, Anadolu’ya gelmiş, kendileri de yerinden yurdundan olmuş
Müslümanların varlığı, Avrupalı büyük güçlerin oyunları ve kışkırtmaları,
Balkan Savaşı’nın yarattığı travma ve yok olma korkusu gibi bağlamı belirleyen
olgular da bu sonucu değiştirmiyor, yumuşatmıyor. Olgunlaşabilen
toplumlar, geçmişlerine bakıp kendileriyle bir hesaplaşmayı
gerçekleştirebiliyor. Son derece tatsız,
acı ve kabullenilmesi güç olayları bir bağlama da oturtuyorlar elbette. Ne var
ki, sonuçta toplumsal bir ruh tazelenmesi ancak geçmişin
insani tarafını “ama” sözcüğüne başvurmadan, mazeretler üretmeden yapabilmekten
geçiyor.
Rahmetli Gündüz Aktan, toplumsal psikoloji
konusunda epey düşünmüş bir aydındı. Kendisiyle pek çok konuda ters düştük,
atıştık. Bazen yazdıklarını sırf kimi okurlarını sinir etmek için yazdığını
bile düşündüğüm olmuştu. Onun bana yakın gelen tespitlerinden biri, “Türkiye’de
yaşayanların kendi acılarının yasını tutmamış olmalarının onların ruhunda bir
boşluk bıraktığıydı”.
“Büyük Felaket: Soykırım Gölgesinde Ermeniler ve
Türkler” adlı kitabın yazarıThomas de Waal, soykırım kelimesi
hakkında yazdığı bir makalede Türkiye’deki Cumhuriyet projesiyle ilgili şu tespiti
yapar: Mustafa Kemal tarafından 1923’te
kurulan Türkiye Cumhuriyeti, örgütlü unutma üzerine kurulmuş bir
devletti. Yalnızca geç Osmanlı döneminde Ermeni, Süryani ve Rumlara yönelik
suçların değil 1923’ten önce Müslüman halkların Anadolu ve Balkanlarda
yaşadıkları acıların da unutulmasını istemişti.”
Bu unutma belki yeni devlet kurulurken anlaşılır bir
tercihti. Kabul edilir olmasa bile. Talat Paşa’nın imparatorluk yıkarken devleti
kurtarmak projesi, Anadolu’nun gayrimüslimlerden arındırılmasını gerektiriyordu. “Tehcir” ve kıyımlar
sonucunda gerçekleşen de bu oldu. İttihatçıların
çoğunun Cumhuriyet’in kurucularından olması, Ermeni mallarını gasp edenlerin
yeni devlete bunların elden çıkmaması karşılığında sadakat bildirmesi ve
bağlantılı nedenlerle unutma herkesin işine de geldi.
Bundan sonra sanırım hatırlamak
gerekiyor. Hem çöken bir imparatorluğun dışında kalanların
yaşadıkları acıları hem de imparatorluktan ulus-devlete geçerken Anadolu’da,
buranın köklü halklarına yaşatılanları. O zaman yalnızca bir ruh tazelenmesi ve
ferahlığı hissedilmeyecek, hangi ülke kendi
tarihimizle ilgili ne dedi diye harap olmayacağız.
Yorumlar
Yorum Gönder