Kayıtlar

Mart, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
İslam / Demokrasi ve Müslümanlar Atilla MORÇOL Kayseri;29.03.2011              Demokrasi bir dinmidir?  Bu soruya “evet” diyenler olduğu gibi “hayır” diyenler çoğunluktadır. Daha çok katı selefi akım mensupları ve bu akımın etkisinde kalanlar demokrasiyi “din” olarak görme eğilimindedir. Şia ve Sünni dünyada  birçok  alim,aydın şahsiyetler demokrasiyi olumlayan görüşe sahiptirler. Bunlardan biri meşhur allame Şeyh Muhammed  Huseyin Fadallah’tır. Bir diğeri  Türkiye’nin yakından tanıdığı Fethullah Gülen Hocadır.Her iki şahsiyetinde demokrasiyi olumladıkları bilinmektedir. Buna karşılık aşırı Selefi akımın en önemli temsilcilerinde halen Ürdün  Zindanlarında hapis olan Ebu Muhammed El-Makdisi şiddetle demokrasiye karşıdır ve O’nun nazarında “demokrasi” bir “şirk” ve “tağut” hükmündedir. Müslaman halkların çoğunlukla demokrasiye karşı sempatisi  hatta özlemi olduğu  bilinmektedir. Zira  kendilerini Batılı ülke halkları ile mukayese ettiklerinde; eğitim, sağlık, zenginlik, özgürlük
Ortadoğu devrimleri İslamcılığın evrimi mi? Prof. Dr. ÜMİT CİZRE; İstanbul Şehir Üniversitesi Star Gazetesi/28.03.2011 Dünyanın sayılı İslamaloglarından Gilles Keppel geçtiğimiz hafta Kudüs’teki Hebrew Üniversitesi’nde Ortadoğu’daki son gelişmeleri ‘anlamak’ amacıyla düzenlenen konferansta Tunus ve Mısır’da devlet başkanlarını deviren, Bahreyn ve Libya’da devirmeye çalışan, diğer komşu ülkelerde özgürlüklerin genişletilmesi talepleriyle statükoları sarsan sunaminin İslami bir dil, taban, liderlik ve içerikten yoksun olmasının olağanüstü bir öneme sahip olduğunu ve bu durumun radikal İslam’ın can çekişmesi anlamına geldiğini söylüyordu. Radikal İslam’ın kitleleri militanlaştırma anlamında 1990’lı yıllarda krize girdiğini ve 11 Eylül’ün bu krizin bir sonucu olarak yapıldığını ifade eden Keppel’e göre rejim deviren bu yeni hareketler, radikal İslam’ın sonunu ilan etmekte ve girişimci orta sınıfların omuzlarında yükselen  Türkiye tipi, siyasal sisteme katılımı “önce araç sonra adı
İslamcı bir düşünürün şok tahlili Mustafa ÖZCAN/Dünya Bülteni/18.03.2011 Geçenlerde e-mail adresim üzerinden sorgulama kipinde garip bir mesaj aldım. Mesaj sahibi galiba kendi kendini vasi atayarak, Müslüman Kardeşler ve benzeri İslami hareketlerle alakalı içten analizlerimizden rahatsız olmuş ve İslami hareketlerin selametini bizi susturmakta buluyor. Herhalde biz yazmadıkça İslami hareketler sağlıklı kalacak! Bu tipler, hezimet dönemlerinde pek ortalıkta görünmezken, nedense güçlü görüntülü zamanlarda ortaya çıkarlar ve sonrasında yeniden gözden kaybolurlar. Biz mihnet dönemlerinde sıkıntı çekerken onlar sonrasında vekil olur. İslamcılar gündem kaçağı olduklarında bu arkadaşlar da Kaddafi’nin tabiriyle uykuya yatıyorlar. Ardından, son Arap Devriminde olduğu gibi hareket olduğunda ise mangalda kül bırakmıyor ve her şeyi kendilerine mal ediyorlar. Tanımadığım ve hiç bir derinliği olmayan bu zevatın irticali mesajlarını muhatap ve kaale almadım ama yine ısrarla ve sis
İslami Camiada  Din-Devlet Tartışmaları / Hamdi TAYFUR  İslami Yorum/ İlkbahar 2011 “Din ve devlet” başlığı altında çıkarttığımız yaz–2010 sayısının ardından İslami camiada bu konuda muhtelif tartışmalar yapıldı. Yapılan tartışmalara ve eleştirilere başlıklar halinde biraz değinmemiz gerekiyor. “İslam Devleti” kavramından vazgeçmek Müslümanları depolitize mi eder? Tartışmaların merkezinde yer alan bir konu “İslam devleti” kavramından vazgeçmenin, Müslümanların siyasi ideallerinden vazgeçmeleri ve tamamen depolitize olmaları anlamına gelip gelmeyeceği meselesiydi. Bu tarz bir itiraz, “İslam devleti” kavramının yakın dönemlerdeki bazı düşünürler tarafından İslam tarihinde oluşmuş algılardan yola çıkarak üretilmiş insani bir proje ve öneri olduğunun anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır. Oysa siyaset, insanın toplumsal bir varlık oluşunun kaçınılmaz bir gerekliliğidir. Bu nedenle Müslümanlar siyasetten bigâne kalamazlar. Sorun, “İslam devleti”, “hilafet” gibi muhtelif devlet proj
Fırtına dediğin böyle kopar 03 Mart 2011 Perşembe İmmanuel Wallerstein Bundan 51 yıl önce dönemin İngiltere Başbakanı, muhafazakar, Harold Macmillan Güney Afrika hükümetini, iktidarının temeline aparthaydı koyan parti tarafından yönetilen hükümeti, işaret ederek konuşuyordu. Onun bu konuşması "değişim rüzgarı" olarak adlandırıldı. Cümlelerini tekrar okumak anlamlı: "Değişim rüzgarı bu kıtaya doğru esiyor, memnun olalım ya da olmayalım, ulusal bilincin gelişmesi politik bir gerçekliktir. Bunu biz de politik bir gerçek olarak kabul etmeliyiz ve ulusal politikalarımız tüm bunları dikkate almalı." Güney Afrika Başbakanı Hendrik Verwoerd bu konuşmadan hiç memnun olmadı ve konuşmanın tüm önerilerini ve dayanak noktalarını reddetti. 1960 yılı Afrika yılı olarak adlandırıldı çünkü o yıl 16 koloni bağımsız devlet oldu. Macmillan'ın konuşması gerçekten de kıtanın güney yarısında bulunan bu eyaletlerdeki beyaz yerleşimcilere sesleniyordu. Maden kaynaklarının çoğu
Demokrasi Bir Dindir / Ebu Muhammed El-MAKDİSİ   İslami Yorum/ İlkbahar 2011 Bilindiği üzere bu habis kelimenin aslı Yunanca olup “Demos” (halk) ve “Kratos” yani yönetim, yetki ve yasama anlamına gelen iki kelimenin birleşmesinden meydana gelmektedir. Dolayısı ile demokrasi kelimesinin tercümesi, harfiyen “halkın idaresi” “halkın otoritesi” ya da “halkın yasama yetkisi” anlamına gelir. Demokrasinin halkın egemenliğine dayandığına dair bu tanım demokratlara göre onun en büyük özelliklerindendir. İşte bundan dolayı da devamlı, demokrasiyi övüp dururlar. Ancak bilinmelidir ki, onların övüp durdukları bu özellik (yani demokrasilerde egemenliğin insana ait olması) küfrün, şirkin, İslam dinine ve tevhid milletine son derece ters düşen batılın özelliklerinden bir özelliktir. Geçtiğimiz satırlarda da belirttiğimiz gibi insanların yaratılmasında, kitapların indirilmesinde, peygamberlerin gönderilmesindeki en yüce esas, İslam’daki en sağlam kulp, ibadetlerde Allahu Tealâ’yı belirlemek ve O
İslam'da Demokrasi / Malik B. Nebi İslami Yorum/İlkbahar 2011 Beyler, İslam halkları olarak, bizimle aynı şartlarda yaşayan ve sömürgeci devletlere boyun eğen diğer Afro-Asyatik halklar gibi sömürge yıllarında bu devletlerin kültür ve uygarlığıyla kaynaşan, genellikle galip olanın adet ve geleneklerini mağlup olana dayattığı o süreçte bu devletlerle yaşadığımız ilişki yüzünden Batı dünyasının değer ve kriterlerinin, tarihsel tecrübesinin varisleri olan insanlarız. Sosyal gerçekliğimizi ölçmek için bunların birçoğunu esas kabul ettik. Kendi geçmişimizi bunlar ışığında ve Batılı halkların mevcut konumlarıyla büyülenmiş gözlerimizle tartar olduk. Bu halklar bizlere kendi gelenek, anlayış ve kavramlarını, hayat tarzlarını empoze ettiler. Bunları fikir ve kanaatimizce benimsenen, mantığımız için delil sayılan kesin gerçekler olarak gördük. Bunların ne sıhhat derecelerini, ne de kişiliğimiz ve hayat felsefemizle uyumlu olup olmadıklarını araştırdık. Düşünce yapımız üzerinde öyle d