DİNİ ALLAH’A HAS KILMAK!






Atilla MORÇOL
16.10.2012/Konya

“Dini Allah’a has kılmak” tan bu güne kadar anlaşılan genellikle dine dayalı bir İslam devleti olmuştur.Dini bir devlet kurulunca din Allah’a has kılınmış olunacağı zannı ne yazık ki asıl konuyu,asıl gerçeği hep ikinci plana itmiş,üstünü adeta örtmüştür. Eğer öyle olmuş olsaydı,bu gün;Suudi Arabistan’da da ,İran İslam Cumhuriyetinde de “din Allah’a has kılınmış” olurdu. Ama ne yazık ki alakası yoktur. Suudilerin ne halde oldukları ortadadır, İran ise Suriye’de  mülhit Baas Rejimine verdiği askeri,ekonomik destekle oluk oluk masum kanı akıtılmaktadır.
Dini Allah’a has kılmak Müslümanların üzerine tahmil edilen bir vecibedir!Tevhid’e ermek,şirkten teberri etmektir. Geçmiş ümmetlerin ve bu gün Müslümanların başına gelen tevhitten sapma,yozlaşma,bozulmaya,şirke karşılık Vahye uymaya delalet etmektedir.
Üstad Mustafa İslamoğlu Hoca  (Dini Allah’a Has Kılmak)  “halis  kavramıyla ilgili olarak şu analizi yapmıştır.“Ha-le-sa kelimesi bir şeyi saf/safî kılmak, bir şeyden ayrılmak, bir şeye varmak/yetişmek, gösterişi bırakmak, arı, katışıksız gibi anlamlara gelmektedir. Halis kelimesi de saf, çok beyaz anlamındadır.Yusuf suresinde bu kelime şu şekilde geçmektedir: "felemma’stey’esuu minhü halesû": Yani başkalarından ayrılıp seçildiler (Rağıb), kendilerine özgü oldular, özgeleştiler... Rağıb el-İsfehani’ye göre, ‘Halesa’ kelimesi ‘safî’ kelimesiyle aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir. Aradaki fark şudur: ‘Halesa’, önce kiri vardı, arındı, temizlendi anlamına gelmektedir. Safi ise, baştan beri temizdi, kiri hiç olmadı demektir.”
İhlas kelimesinin  “ha-le-sa”  dan  üretilmesi manidardır.İhlas ve halis;biri içten ve samimiyetle Allah’a teveccüh etmek,diğeri  Allah’a has ,özgü kılmak anlamına gelmektedir.İhlas olmadan yapılan ibadetlerin bir anlamı olmadığı gibi,dini Allaha has ,halis,özgü kılmadan da edinilen dinin bir anlamı olmadığı bir gerçektir. Biri riya anlamına gelir,diğeri şirk!Yani İhlas olmadan yapılan ibadetler gösteriş için olacağından  çirkin bir durum oluşturmakta ve elim bir azap nedenidir. Allah’a has kılınmayan bir din ise şirk dini anlamına gelmektedir. Tevhid dininin ise; Allah’ın Vahiyle  bildirdiği gerçek,tartışmasız,mutlak  bilgiye dayalı ,zanna,hurafeye,bidatlere,menkıbelere  bulaşmamış;  arı,duru,halis,saf din anlamına geldiği malumdur.
“Halbuki onlar ancak şununla emr olunmuşlardı: hakperest müvahhid (hanîfler) olarak dîni Allah için halis kılarak yalnız Allaha ıbadet etsinler ve namazı dürüst kılsınlar ve zekâtı versinler ve odur «dîni kayyime»” (Beyyine 5)
O halde siz, dini Allah için halis kılarak hep O'na yalvarın. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.” Mü’min 14
"Bilmez misin, gerçek din (ed-Dînü’l-Halis) Allah’ındır. Allah’ın dışında birtakım dostlar (evliya) edinenler ise, ‘onlara, yalnızca bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz’ (kanısındadırlar). Oysa Allah, ihtilafta oldukları bu konularda aralarında hüküm verecektir. Elbette Allah, yalancı kafiri hidayete erdirmez." (39/Zümer, 1-3).
Bu ayetlere  müminlerin vereceği cevap ise;  yine ayni Süre’de Peygamberin cevabı gibi olması gerektiği açıktır.
“De ki, ben Dînimi O’na has kılıcı olarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum. Yine, müslümanların ilki olmakla da emrolundum. De ki, eğer Rabbime isyan edersem, büyük günün azabından korkarım. De ki, dînimi O’na has kılıcı olarak ben Allah’a ibadet ederim. Siz de O’nun dışında dilediğinize ibadet edin." (39/Zümer, 11-15).
“Halis din” olduğuna göre “halis olmayan din” de var demektir. Olmasaydı Allah cc dikkat çekerek, “halis din Allah’ındır” demezdi. Şirk,Allah’ın halis dininden sapmadır,safiyetini bulandırma,has haline yabancı şeyler karıştırmaktır. Bu nasıl olur? Hangi süreç, hangi pratikler; saf olan yani Allah’a has kılınmış bir dini karışık hale getirir? Böyle bir din anlayışının yani Allaha has kılınmayan bir din;Allah’a dua eder gibi peygamberlere,ölmüş yada hayatta olan şeyhlere dua eder,onlardan yardım dilenir.Onların  ölmüş olsalarda dünyadaki “tasarruflarının” devam ettiğine inanırlar. Oysaki ölmez olan ancak Allah’tır ve kullarının yardımına cevap verecek olan da Ancak Allah’tır. Her yerde ve her an hazır ve nazır olan ancak Allah’tır. Diyorlarki “biz sadece  velileri,şeyhleri vesile kılıyoruz tabiî ki Allah’tır yardım eden!” iyi de zaten putçuluk ve şirk vesile  edinmek,aracıya gereksinim duymaktır.
Şirkin her türlüsünü şiddetle reddedip,Tevhide yönelip gözetmek temel hareket tarzı olmalıdır. Lakin,bunun içinde öncelikle dini anlayışın Vahiyle inşa edilmiş olması şarttır.Allah’ı,Rasulullahı,melekleri,insanı,hayatı,ölümü,ahret yurdunu,Haşri,Cennet ve Cehennemi,hak ve batılı; Kuranla anlamaya çalışıp, Kuranla tanımadan; doğru pratikler ortaya koyulması boşunadır. Velev ki ihlas ve samimiyet olsun! Ebu Lehebin  dinine olan samimiyeti ile Kabenin duvarlarına yaslanıp ağladığı bilinmektedir. Onların kendi şirk inançları için canlarını ve mallarını harcadıkları malumdur. Ama akideleri bozuk olunca, Allah telakkileri de bozuk oluyor ve yaptıkları amelde bomboş, kıymetsiz; hatta yapana, hesabı zor bir yüke dönüştüğü bir an dahi göz ardı edilmemelidir.
Yani ihlas salt samimiyet  demek değildir. Şuurlu bir samimiyet şarttır. Vahye dayalı bir iman,Allah  ve Vahiy merkezli bir din değil de  hurafe,bidat,menkıbe,mezuu rivayet merkezli bir dini anlayışın samimiyetinden ve ihlasından bir fayda gelmeyeceği aksine felaket olacağı bilinmelidir.
Dini Allaha has kılmak esas itibariyle,Vahiyle inşa olmuş bir akıl,Vahiy temelli bilgi ve Vahiy temelli bir imanla mümkündür.Dini Allaha has kılmak Vahyi anlamak ve ahlak edinmektir. Vahiyle inşa olmak,Allahı yegane Rab kabul ederek ve asla Allah’ın Rabliğine şerikler koşmayarak ihlasla Vahye uymakla mümkündür.
İnsanları, hocaları, şeyhleri, söylemleri, anlayışları, rivayetleri, iddiaları Vahiyle test etmek, Vahye uyanı kabul etmek uymayanı ise reddetmekle din Allaha has kılınmış olmaktadır. Aksi durumda “bir bildiği vardır!” yada” biz bilemeyiz şeyhim bilir, falancı, filancı bilir!” demek olur ki dinde saflık, arılık, haslık kaybolmaya başlar.
Dini Allah’a has kılmak demek; tek merci olarak Allah’ı kabul etmek, Allah’ın elçilerini Vahyi insanlara ulaştıran kul peygamber görmek, ibadeti ve yardımı Allah’a hasretmek, Rabliği, Melikliği ve İlahlığı ancak Allah’ta tahsis etmek, şefaati Allah’tan beklemek,din gününün yegane sahibin Allah olduğuna inanmak demektir.
Örneğin;”sen olmasaydın alemi yaratmazdım!” mealindeki “kudsi hadis”  denilen sözün Tis’a da geçmediğini,Acluni’nin Keşfu-l Hafa’da mevzu/uydurma olarak kaydedildiğini(İsmail İbn Muhammed el Acluni Ö H.1162;Keşful Hafa 2.cilt sayfa 232 2123 Nolu Hadis)  bildiği halde kişinin bu rivayetin metnini Vahiyle kritik etme zahmetine girmeden “Bu rivayet mevzu olsa hiç falan alim eserlerinde kudsi hadis diye bahsedermi?Falan alim bunu  kabul ettiğine göre bende kabul ederim!” diyerek Allah ve Rasülü adına uydurulmuş bir sözün arkasına düşmek,dini Allah’a has kılmamak anlamına geldiği açıktır.Bu rivayet hadi neyse(!) akidevi ve ameli konularda mesela kader,ahret,hesap,mizan,ibadet,amel konularında Vahiyle bağdaşmayan birçok rivayet,görüş,anlayış söz konudur.
Peygambere ve bazı din bilginlerine yada “evliyaullah” tabir edilen kişilere öldükleri halde tasarrufu devam ediyor diyerek,Allah’tan başkasından yardım dilemek,imdat istemek,ne Vahiyle bağdaşır ne de Rasulullah’ın  örnekliği ile örtüşmektedir. Cevizini dahi kaybedip Abdulkadir Geylani Üstadına bir  Fatiha gönderip ondan yardım isteyip bin kez bu yardımı gören merhum Saidi Nursiye sormıyoruz ama takipçilerine sormak lazımdır ki,neden Rasulullah’tan değilde Abdulkadir Geylani? Mademki öldükten sonra tasarrufu bu dünyada devam edenlerin başında Rasulullah gelmektedir,niçin Rasulullahtan yardım istenmezde (Esteğfirullah) Abdulkadir Geylaniden istenir. 
Tüm bu Vahiy dışı hurafe,bidat,uydurma,menkıbe öyle bir bataklık oluşturmaktadır ki; Vahiyle insanlar arasında aşılması zor bir engel oluşturmakta, kafaları karıştırmakta,hakkın üstünü örtmektedir. 
Hurafe bataklığının en önemli kaynağı hadis uydurmacılığıdır. Vaktiyle Emeviler ve Abbasiler döneminde  ki Mevzuu Rivayet Sektörünün ürettiği yüz binlerce uydurma hadis,metin kırıtiğide yapılmadığından din hakkında yazılan tüm kitaplara bir şekilde girmiştir. Hele de tasavvuf erbabı bu mevzular üzerinden kendi teorisini ve inanç sistemini kurgulamış ve inşa etmiştir.Ortaya Vahiyle yer yer çatışan/çelişen bir dini anlayış peydahlanmıştır.Ki “Şirk” te tam olarak budur.
Rasulullah bu tehlikeyi görmüş olmalı ki sağlığında ümmetini uyarmıştır.Uydurma/mevzuu rivayetlerle ilgili Rasulullah sav den nakledilen ikaz ve uyarılar bu çevreler tarafından nedense hep göz ardı edilmiştir.
El Mugire b. Şube ra.den ;Resulullah(sav)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir;

       “Kim bir hadisin uydurma olduğunu bildiği veya zan ettiği halde benden rivayette bulunursa iki yalancıdan birisi de kendisidir.”
Hz. Ali ra.den ; Resulullah(sav)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir ;

        “Her kim , yalan olduğunu sandığı bir hadisi benim hadisim olmak üzere rivayet ederse iki yalancıdan birisi de odur.”
Ebu Hureyre ra.den; “Resulullah(sav) buyrdular ki;

      “Benim söylemediğim bir şeyi kim bana bile bile isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.”

Ebu Katade ra.den ;Şöyle demiştir ;”Resulullah(sav) bu minber üzerinde iken şöyle buyurduğunu (bizzat)  işittim ;
     “Benden çok hadis rivayet etmekten kaçının.Her kim benim üzerimde (benim ağzımdan) bir şey söylemek isterse hak veya doğru (bu terettüt ravidendir) söylesin.Kim benim söylemediğim bir sözü kasten uydurup bana isnad ederse cehennemdeki yerine yerleşsin.”

 Abdullah İbni Zübeyr ra.den şöyle dediği rivayet edilmiştir; “Ben babam Zübeyr b. El Avvam ra. dedim ki;
       (Abdullah) İbni Mesud ra. , falan ve filan sahibinin hadis rivayet ettiklerini işittiğim gibi neden senin ,Peygamber(sav) ‘in hadislerinden bir şey haber verdiğini işitmiyorum. Zübeyr ra. şöyle cevap verdi;
      -İyi bilki ben Müslüman olduğum andan beri Resulullah(sav)’in yanından hiç ayrılmadım (Yani benim bu tutumum ,uzun zamandan beri sahabilik şerefine mazhar olduğum halde onun yanında az bulunduğumdan ileri gelmiyor.” Fakat ben Resulullah(sav)’ın ; “Kim benim ağzımdan kasten yalan söylerse cehennemdeki oturağını hazırlasın!” buyurduğunu işittim.(Yani hadis riveyetinde bulunmama mani budur.Çünkü eksik veya fazla söyleme hatasına düşebilirim.)

Ebu Said ra.den ;Resulullah(sav) ‘in şöyle dediği rivayet edilmiştir;

      “Her kim ki taammüden üzerimde yalan uydurursa ateşten oturağına hazır olsun.”
Kuranda olmayan ve Rasulullah’ın Kurandan anlayarak  çıkarttığı bir şey olmaksızın ortaya atılan her söz,her dini ritüel,her amel,her anlayış,düşünce bidattir.Hadis-i şerifte, (Her bid'at sapıklıktır) buyuruldu. (Müslim) (Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehenneme götürür.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai]
Yani Tevhid dinine davete,Kurana gelin dendiğinde hep direnirler,kırk dereden su getirtirler,tepki gösterirler,şirki,hurafe ve menkıbe kendilerine anlatıldığında huşu içinde mest olurlar.Buna bu günde şahit değilmiyiz!Neden insanlara Kuran’ın anlamı okunduğunda yaban eşeklerinin aslandan kaçışı gibi kaçarlarda, anlamadıkları kuran tilaveti karşısında yada menkıbe,hurafe,bidatler anlatıldığında itiraz etmeden saatlerce dinlerler. Üstelik bu hurafeler bir kez dinlendiği halde bu insanların kafalarına şak diye girer!Neden? İşte cevabı;
(Onlara şöyle cevap verilir): "Bu azab size şu sebeptendir: Siz tek Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. Ama O'na ortak koşulunca inandınız. Artık hüküm, o yüce ve büyük Allah'ındır." Mü’min 12
Ve peşinden mü’minlere uyarı gelmektedir;” O halde siz, dini Allah için halis kılarak hep O'na yalvarın. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.” (Mu’min 14)
Allah’a yalvarıp Allah’tan yardım dilemek! Medeti Allah’a hitaben bizzat Allah’a  yapmak. “Ancak  Sana  kulluk eder ancak senden yardım dileriz!” başka hangi manaya gelirki!? Siz her nerde olursanız olun imdadınızı ancak Allah duyar! Başkası değil! Başkası da duyar,imdadımızı Allah’a ulaştırır,Allaha bizim için dua eder,Velilerin duası kabul olur,çünkü onların günahları azdır yada yoktur,vesiledir,evliyadır demek; suphan olan Allah’a eş koşmaktan başka ne anlama gelir!Allah’ın  görmek,duymak,Mevla,sığınak gibi sıfatlarını Allahtan başkalarına da layık görmektir.
Hele de ölmüş kimselerin “dünyadaki tasarruflarının devam ettiğini” iddia etmek,bu kimselere ölümsüzlük isnat etmektir. Zamandan ve mekandan münezzeh olduğu anlamına gelmektedir. Öyle ya öldüğü halde bir insanın dünyadaki tasarrufu başka nasıl devam edebilir!? Halbuki Rabbimiz;”      
 "O diridir. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse Dîni Allah’a has kılıcılar olarak yalnız O’na dua edin. Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır." (40/Mü’min, 65).
            Buyurmaktadır. Diri olan ancak Allah’tır.Ölülere değil,Allah’a dua edin,ancak Allah’tan yardım dileyin!Sizi duyacak molan ancak Allah’tır,ölüler değil!
Hemen itiraz gelir;”peygamberler,evliyaullah ölü değilki!O onlar şehidtir,canlıdır.Bizi duymaktadırlar!Tasarrufları halen devam etmektedir!” İyide bu Allaha ait olan ölümsüzlüğü peygamberlere ve “evliyalara” da vermektir ki şirk demektir. Birde müridlerinin imdadına koştuğunu düşünürsek her yerde hazır ve nazır,müreine şah damarı kadar yakın demek olur ki şirk başka nasıl olur?
De ki: “Rabbim adalet ve itidali emretti. Her secdenizde, her namaz zamanında veya mekânında, yüzünüzü O'nun kıblesine yöneltiniz! İhlâsla, ibadetinizi yalnız O'nun rızası için yaparak Allah'a kulluk ediniz! Çünkü ilkin sizi O yarattığı gibi, dönüşünüz de yine O'na olacaktır. ” A’raf 29 [2, 139; 31, 29]”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası