Bangladeş Dosyası


Tarihi Süreciyle
‘Bangladeş Siyaseti ve Savaş Suçları Yargılaması’
  
Hazırlayan:
Hasan BOZDAŞ(Hür Dava Partisi Dış İlişkiler Başkanlığı Danışmanı)
Zeynep BOZDAŞ(Hür Dava Partisi Dış İlişkiler Başkanlığı Danışmanı)

Ocak 2014
                                                    



I. GİRİŞ
Bangladeş, özellikle son dönemlerde Cemaat-i İslami Partisi’nin liderlerine verilen idam ve müebbet hapis cezalarıyla gündeme geldi. 2010’dan bu yana Müslümanlar üzerindeki baskının iyiden iyiye kendini gösterdiği Bangladeş’te, özellikle Cemaati İslami liderleri 1971 yılındaki Bağımsızlık Savaşı’nda işlenen suçlara ortak olmak iddiasıyla suçlanıyorlar. Bu kişilerin, 3.000.000 insanın öldürülmesi, 200.000 kadına tecavüz edilmesi, yağma, kundaklama gibi ağır suçlarla yargılandığını, bir kısmının mahkûm edildiğini, bir kısmının da infazının gerçekleştiğini görüyoruz.
Bu yargılamada sadece Cemaat-i İslami değil, ana muhalefette bulunan sağcı Bangladeş Milliyetçi Partisi(BNP) mensupları da yargılanmaktadır. İktidardaki Awami Ligi Partisi’nin, bunun öncesinde bugün itham edilen Cemaat-i İslami Partisi ile siyaseten beraber hareket ettiği, koalisyon çalışmaları yaptığı bir gerçektir. Güçlü bir şekilde iktidara gelmenin cesareti ile bugün en büyük muhalif güçleri yargılaması oldukça düşündürücüdür.
Özellikle İslami bir hareket olan ve büyük mütefekkir Ebu’l A’la Mevdudi’nin yolunda devam eden, İslami siyasetin önemli bir aktörü Cemaat-i İslami’nin, böyle çirkin ithamlarla yargılanması birçok insanda kuşku uyandırmış ve belki de karalama kampanyaları hedefine ulaşmıştır. Amacımız, suçlandıkları 1971 Bağımsızlık Savaşı’nı Bangladeş’in tarihinden itibaren irdelemek, Cemaat’in siyasi ve İslami politikalarına göz atmak, Bangladeş siyasetinin rotasını bir taslak halinde sunmaktır.
Çalışmamızın ‘Bangladeş’in yapısı, tarihi ve siyasi dönemleri’ ile ilgili kısımlar, ülkenin resmi sitelerinden derlenerek hazırlanmıştır. İnsan hakları ve ihlalleri, savaş suçları yargılaması ile ilgili kısımlar ise uluslararası kuruluşlar  ‘South Asia Terrorism Portal’, ‘International Federation of Human Rights’, ‘Human Rights Watch’, ‘Asian Human Rights Commision’, ‘Odhikar’ gibi kuruluşların yayımladıkları raporlarla ve insan hakları kuruluşlarının temsilcileriyle görüşmeler neticesinde hazırlanmıştır. Çalışmamız hazırlanırken, Türkiye’den de Uluslararası Hukukçular Derneği ve Mazlum Der’in bölgeye ilişkin raporları göz önünde bulundurulmuştur.
Çalışmamızın, Bangladeş’te yaşananlar konusunda kamuoyunu bilgilendirmesini ve bilinçlendirmesini umuyoruz.
II. BANGLADEŞ’İN COĞRAFİ, SİYASİ VE DEMOGRAFİK YAPISINA BAKIŞ
            A. BANGLADEŞ’İN COĞRAFİ YAPISI
Güney Asya’da yer alan Bangladeş, coğrafi konumu itibarı ile Uzakdoğu ülkeleri ve Güney Asya ülkeleri arasında köprü teşkil etmektedir. Başkenti Dakka(Dhaka)’dır. Kuzey, doğu ve batı sınırlarından Hindistan ile, Güneydoğu’dan Burma ile komşu olup, güneyi Bengal Körfezi çevrilidir. Yüz ölçümü, 143.999 kilometre karelik bir alandan oluşmaktadır.
           B. BANGLADEŞ’İN DEMOGRAFİK YAPISI
Yaklaşık 180 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık 7. ülkesidir. Nüfusun %98’ini, Bangladeş’in yerli unsurları olan Bengalliler oluşturmaktadır. Diğer etnik unsurların başlıcaları Marmalar, Garolar, Çakmalar, Hasiler, Tripuriler’dir.
Nüfusun yaklaşık olarak %90’ı Müslüman olup, dünya üzerinde en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkelerden biridir.
Bengalliler, neredeyse tüm Güney Asya’ya yayılmış etnik bir unsurdur. Bangladeş terimi, ‘Bengal Yurdu’ manasına gelmektedir.
Bengalce, Hint-Avrupa dil ailesi içerisinde yer almaktadır. Ülkenin resmi dili Bengalce, yabancı dili İngilizcedir. Resmi din İslam’dır. Müslümanların çoğunluğunu Sünniler oluşturmaktadır. Hindular, Müslümanlardan sonraki en kalabalık din grubudur.
Budist, Anemist ve Katolik Hristiyan nüfustan bahsetmek mümkündür. İngiltere kontrolünde misyonerlik faaliyetleri de sistemli bir şekilde yürütülmektedir.
            C. SİYASİ, İDARİ VE EKONOMİK YAPI
Çok partili, demokratik bir sisteme sahip; 1972 yılında yürürlüğe giren bir anayasa ile idare edilen Bangladeş, devlet başkanı ve parlamento üyelerini beş yılda bir seçmektedir. Mevcut devlet başkanı ‘Zillur Rahman’dır. Parlamentosu, 300 sandalyeden oluşmaktadır. Ülke; ‘Birleşmiş Milletler’, ‘İslam Kalkınma Bankası’, ‘İslam Konferansı Örgütü’, ‘Uluslararası Para Fonu’, ‘İngiliz Uluslar Topluluğu’ üyesidir.
2008 yılı genel seçimlerinde iktidara gelen Awami Ligi(Awami League), sosyal demokrat-ulusal sol anlayışa sahip bir partidir. Partinin liderlik koltuğunda ve başbakanlıkta, ülkenin kurucu cumhurbaşkanı Şeyh Mucibur Rahman(Sheikh Mujibur Rahman)’ın kızı Şeyh Hasina Vecid(Sheikh Hasina Wajed) bulunmaktadır.
Bangladeş Milliyetçi Partisi(Bangladesh Nationalist Party-BNP), liberal ve muhafazakâr çizgide siyaset yapmakta, başkanlık koltuğunda 1991-1996 ve 2001-2006 dönemleri başbakanı Halide Ziya(Khaleda Zia) oturmaktadır. Parti, şu anda ana muhalefet partisi konumundadır.
Parlamentoda, sosyalist bir anlayışa sahip olan Milli Parti(Jatiya Party) ve komünist, Leninist düşüncedeki İşçi Partisi(Workers Party) de temsil edilmektedir.
Ülkede, Pakistan ve Hindistan’da olduğu gibi kadınlar siyasette oldukça aktiftir. Ülkenin en büyük iki partisinin başında kadın siyasiler bulunmaktadır. Bununla birlikte kadınlar için hem parlamentoda hem de yerel yönetimlerde saklı kadrolar bulunmaktadır. Son olarak 19 kadın milletvekili doğrudan meclise girmiş, yerel yönetimler için kadınlara %30 kadro ayrılmıştır.
Ülke, 7 idari bölgeden oluşur. Bunlar; Barisal, Chittagong, Dhaka, Khulna, Rajshahi, Rangpur, Sylhet bölgeleridir.
Çalışan nüfusun yaklaşık %70’i tarım, %20’si sanayi sektöründedir. Fakat Bangladeş, gıda yönünden kendi ihtiyaçlarını ürettikleriyle karşılayamamakta, ithalata ihtiyaç duymaktadır. Dış ticaret yönünden en fazla ABD ile ilişkidedir. Ülkede işsizlik oranı yüksek dolaylarda seyretmektedir. Neredeyse her iki kişiden biri işsizdir.
Bağımsızlığından 1982 yılına kadar olan süreçte sosyalist bir anlayışın hâkim olduğu Bangladeş ekonomisi, 1982 yılından itibaren serbest pazar ekonomisine dönüşmüştür.
            D. EĞİTİM YAPISI
Ülkede okuma yazma oranı %40 dolaylarında seyretmektedir. Ülkede, resmi okullarla birlikte din müfredatı gören medreseler de eğitim-öğretim faaliyetine katılmaktadır.
Hristiyan misyonerler ülkede pek çok okul ve eğitim kurumu yoluyla ciddi bir faaliyet yürütmektedir. Yabancı dil eğitimi, İngilizce olarak sürdürülmektedir.
           
 III. BANGLADEŞ’İN TARİHİ YAPISINA BAKIŞ
            A. 1947 ÖNCESİ HİNDİSTAN
Hindistan’ın 1500’lü yıllarda Avrupalılar tarafından fark edilmesinin ardından, bu topraklara doğru büyük bir göç furyası başlar. Kısa bir zaman sonra, önemli ölçüde kolonileşen İngilizler, kontrol edilemez bir güç haline gelir ve Hindistan Şirketi(India Company)’ni kurar. 1757 Plassey Savaşı’nda yerel yöneticileri yenen ‘şirket’ Birleşik Krallık’tan kendi lehlerine birçok yasa talep edecek, fabrikalar kuracak, Hindistan’da ‘şirket’e ait büyük bir ordu oluşturacak, isyanları yine Hintlilerden oluşan bu orduyla bastıracaktır. Böylelikle halk köleleştirilecek; Britanya, bu toprakları büyük ölçüde sömürecektir.
İdari olarak onlarca prenslik ve küçük devletten oluşan Hindistan topraklarında, prenslerin kendi toprakları üzerindeki hâkimiyeti devam etmiştir. Yöneticiler, şirket’e çok fazla muhalefet etmemiştir. Şirket, krallık üstü bir yapı kurmuştur. Çıkan isyanlarda prensler ve liderler, halktan değil şirket’ten yana tavır koymuşlardır.
1857 İsyanı, Batı ve Doğu Hindistan Şirketi(West, East Indian Company)’ne karşı ciddi bir askeri muhalefettir. Bu isyanda da prensler sessiz kalmış, sadece birkaç küçük prenslik ayaklanmaya katılmıştır. 1858 yılında Hindistan şirketi feshedilerek; ülke doğrudan Birleşik Krallık’a bağlanmıştır. Bu isyan, Hindistan’da gereken önemi bulmuş ve tarihçiler tarafından Birinci Hindistan Bağımsızlık Savaşı olarak adlandırılmıştır. Bu isyanın nedeni ise şirketin askerlerine(ki bu askerlerin büyük çoğunluğu Müslüman, Hindu ve Sihdir.) sağladığı silah kartuşlarının(kurşun) sığır ve domuz yağı ile kullanılması olmuştur. Domuz, Müslümanlar açısından haram; sığır ise Hindular açısından kutsaldır.  Bunun öğrenilmesi ile şirket ordusundaki askerler isyana girişmiş ve isyanı başlatan kişi olan Hindu dinine mensup Mangal Pandey isimli asker idam edilmiştir.
İlerleyen zamanlarda isyan yatışmış ve Hindistan halkı siyasi örgütlenmelere girişmiştir. 1885 yılında 70 kadar Hint delege bir araya gelerek Hint Ulusal Kongresi’ni kurmuştur. Toplumun sadece elit kesimi temsil edilen Hindistan’da; Hint Ulusal Kongresi, bir takım sivil hak ve inisiyatifler için girişimde bulunmuş, parlamenter sistemi yerleştirmek istemiştir. 1900’lerin başında da Kongre, partileşmiştir.
Kongre içerisinde Müslümanlar ve Hindular arasında görüş ayrılıkları oluşmuş, kongre üyesi Müslüman Seyid Ahmed Han(Sir Syed Ahmed Khan) Kongre’den ayrılmıştır. Çünkü sadece belli bir kesimin temsil edileceği, bundan dolayı gruplar arasında derin görüş ayrılıklarının oluşacağı bir parlamento fikri ona doğru gelmemiştir. Müslümanlar da bu fikirden dolayı uzun zaman siyasetten uzak durmuşlardır.
1929 yılında Hindistan Ulusal Kongresi, Birleşik Krallık’a karşı bağımsızlık kazanmak için bir sivil itaatsizlik eylemi başlatmıştır ve bu düşüncenin mimarı Hindistan’ın babası olarak anılacak kişi olan Mahatma Mohandas Karamçand Ghandi’dir.
Uzun eylem, direniş ve eziyet dolu günlerin ardından 1947 yılında Hindistan, Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını almıştır. Fakat Hindular ve Müslümanlar arasında çatışmaya varan çok ciddi ayrılıklar neticesinde Mahatma Ghandi’nin, Hindistan’ın bağımsızlığını ilan ettiği gün; Ghandi’nin yakın arkadaşı Müslüman Muhammed Ali Cinnah da Pakistan topraklarının bağımsızlığını ilan etmiştir.
            B. 1947-1971 YILLARI ARASI PAKİSTAN VE KISA TARİHİNE BAKIŞ
1947 yılından önce bir tarihi olmayan Pakistan, bugün kendi topraklarında kurulmuş ilk devlet olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla Hindistan tarihini konuşmadan Pakistan tarihini konuşmak mümkün değildir.
Henüz sömürgeci Birleşik Krallık’ın hüküm sürdüğü dönemde, Müslümanlar bir araya gelerek Tüm Hindistan Müslümanları Birliği(All India Muslim League)’ni kurmuştur, çünkü Hint Ulusal Kongresi, Müslümanların ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Müslüman Ligi’nin içerisinde Pakistan devletini kuracak olan Muhammed Ali Cinnah ve şair-mütefekkir Muhammed İkbal de yer almıştır. Müslümanlar, Kongre ile paralel gitmişler, Hindistan’ın özgürlüğünü savunmuşlar, Müslümanların da Hindularla aynı haklara sahip olması için mücadele etmişlerdir. Fakat Hindistan’ın Müslümanlar ve Hindular arasında bölüşülmesi gerektiği söylemi 1940’tan beri Müslüman Ligi içerisinde dile gelmiştir. Bunun en büyük sebebi, diğer dini unsurların Müslümanlara uyguladığı şiddet politikasıdır. Bağımsızlıktan sonra Pakistan ve Hindistan arasında mübadele yapılmış, Sihler ve Hindular Hindistan’a iade edilmiş, bazı Müslümanlar da Pakistan topraklarına geçmiştir.
Pakistan, bağımsızlığını kazandığı dönemde iki ayrı toprak parçasından oluşmuştur. Bugün, Pakistan olarak bildiğimiz devlet Batı Pakistan, Bangladeş olarak bildiğimiz devlet ise Doğu Bengal ya da Doğu Pakistan olarak adlandırılmıştır. Toprakları arasında fiziki bir bağlantı olmayan Batı ve Doğu Pakistan arasındaki kuş uçuşu mesafe, 1500 kilometreyi aşmaktadır. Ülkede idare ve siyaset Batı Pakistan’dan yürütülmüş, nüfusun daha yoğun olduğu Doğu Pakistan ise bir eyalet statüsünde kalmıştır.
              C. BANGLADEŞ BAĞIMSIZLIK SAVAŞI
                    1. Faktörler
Bangladeş’i, Bağımsızlık Savaşı’na sürükleyen faktörlerden en önemlisi, siyasetin Batı Pakistan içerisinde kontrol edilmesidir. Üst düzey devlet politikacıları ülkenin Batı kısmından seçilmiş; Doğu, açık bir ayrımcılığa tabi tutulmuştur.
Doğu Pakistan yoksulluk ve ekonomik istismara maruz bırakılmıştır. Batı Pakistan, savunma bütçesinden Doğu’ya çok az bir pay ayırmış ve dış yardımlarda dahi haksızlık yapmıştır. Bakıldığında iki ülke arasında ciddi bir refah farkı olduğu görülmektedir. Yoksulluk ve yolsuzluğun artması, Bengal tarafında ciddi bir rahatsızlık yaratmıştır.
Ayrılığı getiren en önemli faktör ‘dil’ olmuştur. 26 Ocak 1949 tarihinde Batı Pakistan’ın, resmi dil olarak Urduca’yı belirlemesi ve diğer dillerin konuşulmasını yasaklamasının ardından, ana dilin Bengalce olduğu Doğu Pakistan’da büyük tepki hareketleri başlamıştır. İşin bir başka ilginç tarafı, toplam nüfusa indirgendiğinde Bengalce konuşan kişi sayısı Urduca konuşan kişi sayısından fazladır. Bu haksızlık, milliyetçilik hareketlerinin de başlamasına yol açmıştır. Protestolar büyüyünce bu kez yürüyüş ve protesto mitinglerini yasaklayan hükümet, 21 Şubat 1952 tarihinde buna karşı çıkan bazı Dakka Üniversitesi öğrencilerini öldürmüş ve dünya kamuoyu dâhil çok ciddi tepki toplamıştır. Sonrasında Pakistan, Bengalce’yi ikinci anadil olarak kabul etmek zorunda kalmıştır.  Bugün halen katliamın gerçekleştiği gün, Bengal Anadil Günü olarak kutlanmaktadır. Tarih, ‘Bengal Dil Hareketi’ olarak bu olayı kayıtlara geçirmiş, UNESCO da 1999 yılında 21 Şubat’ı ‘Uluslararası Anadil Günü’ ilan etmiştir.[1]  Hareketin başında,  daha sonra Doğu Pakistan Cemaat-i İslami’nin başına geçecek olan Ghulam Azam da yer almaktadır.[2]
                   2.Bağımsızlık Savaşı’na Giden Süreçte ‘Şeyh Mucibur Rahman’[3]
Bangladeş’in kurucu cumhurbaşkanı olacak olan Şeyh Mucibur Rahman, bu süreçte söylemlerinde hem yolsuzluğa savaş açmış, hem de işçi hakları üzerine söylemlere başlamış bir politikacıdır. Bu çalışmalar üzerine Pakistan cuntası tarafından hapse atılır ve Bengalce’nin yasaklanmasını da fırsat bilerek 13 gün sürecek açlık grevine başlar.
Bu süreçten sonra Awami Müslüman Ligi’ne katılan Mucibur Rahman, 1953 yılında partinin genel sekreteri seçilir. Ardından da Pakistan Kurucu Meclisi’nde görev yapar.
1958 yılında General Eyyub Han tarafından yapılan askeri darbeye karşı halkı örgütleme çabasından dolayı 1961 yılına kadar hapiste kalır.
1963 yılında Awami Ligi’nin başına gelen Mucib, partiyi Pakistan’ın önemli partilerinden biri haline getirir. Awami Müslüman Ligi’nin adından ‘Müslüman’ kelimesini çıkarır, bu da Müslüman kesimlerden büyük tepki almasına sebep olur.
1960’lı yıllarda güvenlik hizmetleri, sivil hizmetler, vergi dağılımı gibi birçok konuda Bengalliler aşağılanmakta, Batı Pakistan’ın ihmalkârlığına uğramaktadır. Bunlar da Mucib’in muhalefetini arttırmasını sağlamaktadır. Bunlar üzerine muhtariyet düşüncesi oluşan Mucib, 6 maddelik bir özerklik planı oluşturur. Buna göre:
  • Anayasa üzerinde Pakistan federasyon devlet haline getirilmeli, meclisin üstünlüğünün sağlanacağı bir parlamenter sistem kabul edilmelidir.
  • Federal hükümet sadece savunma ve dışişleriyle ilgilenmeli, bunun dışındaki konularda federe devlet bağımsız olmalıdır.
  • İki ayrı para birimi kabul edilmelidir. Bu mümkün değilse, bütün ülke için tek para birimi kabul edilmeli ancak etkili anayasal hükümler, Doğu’dan gelen sermayenin güvencesini sağlamalıdır. Doğu Bengal’e ayrı bir banka rezervi tahsis edilmelidir. Ayrı maliye ve para politikası Doğu Bengal için kabul edilmelidir.
  • Gücü vergilendirme ve gelir toplama, federasyon birimlerinin yetkisinde olmalıdır. Federe devlet kendi giderlerini karşılamak için, federal devletten vergi payı alma hakkına sahip olmalıdır.
  • Döviz hesapları her iki federe devlet için eşit olmalı, yerli ürünler federasyon içerisinde serbest hareket etmelidir. İki yapının yabancı ülkelerle ticaret bağlantıları kurmak için birimleri güçlendirilmelidir.
  • Doğu Bengal’in ayrı bir milis ya da paramiliter gücü olmalıdır.
Altı nokta hareketi olarak adlandırılan Mucib’in bu önerileri, bazı Hindu ve Bengalliler arasında kesin kabul görür. Ancak, Batı Pakistan bu fikirleri ayrılıkçı ve radikal bulur.
Mucib ve ona destek veren 34 subay; Pakistan’ı bölmek, birliğini, düzenini, milli güvenliğini Hint hükümet ajanlarıyla danışıklı olarak bozmaya teşebbüsten suçlanır, tutuklanır. Tutuklanması, Doğu Pakistan’da ciddi şekilde tepki toplar. Bengalli çeşitli siyasi gruplar ve öğrenciler altı maddelik plana öğrenci, işçi ve yoksulların sorunlarına çözüm önerileri ekleyerek 11 madde haline getirir.
Mucib serbest kaldıktan sonra, halk kahramanı olarak Doğu Pakistan’a döner. 1969 yılında; General Eyyub Han tarafından toplanan partiler, 11 maddelik bu planı reddeder. Bunun üzerine yürüyüşe geçen Mucib, 5 Aralık 1969 günü Doğu Pakistan’ın adının, halka açık bir toplantıda Bangladeş olacağını dile getirir ve zımnen bağımsızlık mesajı verir.
Mucib’in bu beyanı, ülke çapında gerginliğin artmasına sebep olur. Batı Pakistanlı politikacılar ve askeri yapı, Mucib’i ayrılıkçı lider olarak görmeye başlar.
12 Kasım 1970 tarihinde Doğu Pakistan’da meydana gelen ve Bhola ismi verilen siklon(tropikal fırtına) sonucunda kıyı şeridinde 500.000 dolaylarında kişi hayatını kaybetmiş, milyonlarca kişi mağdur olmuştur. Batı Pakistan cuntasının yeni lideri Yahya Han’ın yardımları geç ulaştırması, büyük bir eleştiri konusu olur. Bu şiddetli yıkım sonucunda meydana gelen ihmalkârlık, Bengalliler arasında Batı Pakistan’ın idaresinin yetersiz olduğu kanısını doğurur. Doğu Pakistanlı partiler, kasıtlı ihmalkârlığından dolayı Batı Pakistanlı yetkilileri suçlar. Batı Pakistanlı politikacılar ise bu yıkımı fırsat bilerek Awami Ligi’ne siyaseten saldırır.
7 Aralık 1970 tarihindeki genel seçimlerde tüm Pakistan’daki sandalyelerin tamamına yakınını Mucibur Rahman’ın partisi Awami Ligi kazanır, Batı tarafında ise en başarılı parti Zulfikar Ali Butto’nun liderliğindeki Pakistan Halk Partisi’dir. Butto, Mucib’in özerklik talebine şiddetle karşı çıkar ve Awami Ligi’nin iktidara gelmesini reddeder. Hâlbuki Awami Ligi, Pakistan Halk Partisi’nin iki katı kadar oy almış ve mecliste mutlak çoğunluğu kazanmıştır.
Butto, cuntanın Awami Ligi’ne iktidarı vermeyeceğini öngörerek, Awami Ligi ile koalisyon kurmak için gizli bir şekilde masaya oturur. Anlaşmaya göre Mucib başbakan, Butto da Yahya Han’ın yerine cumhurbaşkanı olacaktır. Pakistan silahlı kuvvetlerinin bu görüşmeden henüz haberi yoktur.
Yahya Han, bir Awami Ligi iktidarı istemediği için meclisin açılışını geciktirir ve hükümet kurma görevini Mucib’e vermez. Mucib, bağımsızlık çağrısı yapıp büyük bir kampanya başlatır. 7 Mart 1971 tarihinde, halkın katıldığı bir toplantıda sivil itaatsizlik ilan eder. Bunun üzerine sıkıyönetim ilan edilip Awami Ligi yasaklanır.
                   3. 1971 Bangladeş Bağımsızlık Savaşı
Mucib, 26 Mart 1971 gece yarısında bir radyo programında konuşurken; ordu, Doğu Pakistan’a operasyon başlatır. Pakistan ordusu ve bazı polis kuvvetleri Dakka’da birçok sivili öldürür. Savaş, Dakka ve Chittagong’un çeşitli yerlerinde başlar. Şeyh Mucib tutuklanarak Pakistan’a götürülür. Birçok siyasetçi, Hindistan ve diğer ülkelere kaçarak tutuklamalardan kurtulur.
Ordu, düzeni sağlamak adına Bengalli aydınları, politikacıları, sendika yöneticilerini ve sivilleri sistematik olarak hedef almaktadır. Bengal tarafında ise Mucib’e yakın bir politikacı olan Taceddin Ahmed(Tajuddin Ahmad) öncülüğünde büyük bir isyan başlar ve kendilerini ‘Özgürlük Savaşçıları’(Freedom Fighters) olarak adlandırırlar.
Pakistan ordusunun, öğrencileri ve entellektüelleri hedef almasının üzerine; Hindistan tarafından siviller silahlandırılarak bir birlik oluşturulur ve bu sivil birlik de Pakistan ordusuna karşı savaşır. Bu birlik ‘Mukti Bahini’ olarak adlandırılır.
14 Aralık 1971’de Pakistan ordusu ve bazı paramiliter güçler, 200 kadar Bengal aydınını bir araya toplayarak katleder.[4] Bu operasyon, ‘Operasyon Searchlight’,  ‘Fener Operasyonu’ olarak adlandırılmaktadır. 14 Aralık halen ‘Şehit Aydınlar Günü’ olarak kutlanmaktadır.
Uluslararası baskıya rağmen, Pakistan hükümeti Mucib’i serbest bırakmayıp, onunla müzakereyi reddeder. Pakistan ordusu ile Bengal topraklarında yaşayan bazı oluşumlar arasında gizli anlaşmalar yapılır. Bu anlaşmalar neticesinde Pakistan tarafına çalışacak olan el-Şems(al-Shams), el-Bedr(al-Badr), Razakar gibi sivil-askeri yapılanmalar dikkat çeker.
Hindistan, binlerce mültecinin kendisine sığınması neticesinde Pakistan’a karşı savaşa müdahil olup Pakistan kuvvetleriyle çarpışır. Bengalli milliyetçilere ekonomik, askeri ve diplomatik destek sağlar. 16 Aralık’ta Bangladeş topraklarındaki 95.000 asker, Hindistan ve Bangladeş kuvvetlerine teslim olur. Bu, savaşın bittiğinin göstergesidir.
Batı Pakistan’ın iki hafta içerisinde savaşı kaybetmesi, ülkede büyük bir huzursuzluğa ve hayal kırıklığına sebep olur. Yahya Han’ın diktatörlüğü yıkılır ve Butto büyük bir yükseliş yaşar. Sonradan serbest bırakılacak olan 95.000 esir, döndükleri Batı Pakistan’da aşağılanmaya maruz kalır. Ülke, uluslararası zeminde destek toplamakta başarısız olur. Önceki müttefik ABD de herhangi bir dış yardımda bulunmaz.
                                a. Bağımsızlık Savaşı’nda İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar
Batı Pakistan ordusunun, ‘Fener Operasyonu’ kapsamındaki cinayetleri, bağımsızlığın hemen ardından gündeme getirildi. Savaşta 3.000.000 kişinin öldüğü iddia edildi. ‘Hamoodur Rahman Komisyonu’, resmi bir soruşturma başlatarak 26.000 sivilin kayıp olduğunu öne sürdü. Uluslararası medya ve akademisyenler, savaş esnasında yaşanan soykırımı derinlemesine ele aldı. Bağımsız araştırmacılar 8 ila 10.000.000 arasında insanın güvenlik dolayısıyla ülkeden kaçtığına dair rakamlar yayımladı.[5]
2008 yılında ‘Ziad Obermeyer’, ‘Christopher JL Muray’ ve ‘Emmanuela Gakidou’ tarafından hazırlanan bir çalışma 269.000 sivilin çatışma sonucu yaşamını yitirdiğini ortaya koyuyor.
Bangladeş entelektüelleri,  savaş esnasında çoğunlukla el-Şems ve el-Bedr güçlerince katledilir. Bölgede birçok toplu mezar bulunduğu söylenir. Bangladeşli kaynaklar, savaş esnasında 200.000 kadının tecavüze uğradığını iddia etmektedir. Savaş sırasında Bengalli milliyetçiler ve aydınların özellikle hedef alındığı ise bir gerçektir.
                              b. Birleşmiş Milletler ve Ülkelerin Etkisi
Birlemiş Milletler, savaş esnasında gerçekleşen insan hakları ihlallerini kınamakla birlikte, ateşkesi sağlamakta başarısız olmuştur.
1971 yılında Şeyh Mucibur Rahman’ın bağımsızlık ilanından sonra Hindistan, Bangladeş’in kurtuluş mücadelesini destekler ve onlara siyasi, demokratik destek verilmesini sağlamak için dünya çapında bir kampanyaya girişir. Hindistan’ın kadın başbakanı Indıra Gandhi, savaş esnasında Bengallilerin maruz kaldığı Pakistan zulmüne karşı farkındalık yaratmak için çok sayıda ülke gezer. Aynı zamanda insanlık dramının yaşandığı bölgeye Hindistan’ın müdahalesinin insani amaçlarla olduğunu da ispatlamaya çalışır.
Savaş esnasında yaşanan dramlar, Hindistan’ın savaşa müdahil olması, elbette ki dünya kamuoyunda endişe yaratmıştır. Savaş henüz devam ederken, 4 Aralık 1971 tarihinde BM Güvenlik Konseyi, Güney Asya’da ki gelişmeleri görüşmek üzere toplanır. 7 Aralık tarihine kadar uzun tartışmalar yapılır. ABD, ‘acil ateşkes’ ve ‘birliklerin geri çekilmesi’ önerisini sunar. Ancak SSCB, ikisini de reddeder. İngiltere ve Fransa ise çekimser kalır.
12 Aralık’ta Pakistan’ın yenilgi alması üzerine, Amerika bu kez Güvenlik Konseyi’nin ‘çözüm’ için toplanmasını ister. Dönemin Pakistan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Zülfikar Ali Butto ateşkes için New York’a gider. Dört gün boyunca müzakereler sürer ve öneriler kabul edilir.
Bangladeş Kurtuluş Savaşı’nda, Pakistan ordusunun yenilgisi yaklaşırken, 6 Aralık 1971’de yeni bağımsız devleti tanıyan ilk ülke Bhutan olur.
ABD, siyasi ve maddi olarak Pakistan’ı desteklemekle birlikte durumun bir iç mesele olduğunu söyleyerek fiilen müdahil olmayı reddeder. Ancak Pakistan’ın yenilgisinin kesinleşmeye başlamasıyla birlikte Başkan Nixon, Bengal Körfezi’ne bir uçak gemisi gönderir. 6-13 Aralık tarihleri arasında ise Sovyet donanması bölgeye nükleer füzelerle donatılmış iki gemi gönderir.
Başkan Nixon, Güney ve Güneydoğu Asya’da Sovyetlerin genişlemesinden korkmaktadır. ABD ile Çin de yakınlaşmaya başlamıştır. Batı Pakistan’ın, Hint işgaline uğraması halinde, ABD’nin küresel anlamda prestij kaybı yaşayacağı ve yeni müttefik Çin’in de bölgesel konumunun etkileneceği dile getirilir. ABD, samimiyetini Çin’e ispatlamak için ABD Kongresi’nin Pakistan’a uyguladığı yaptırımları ihlal eder ve Pakistan’a Ürdün-İran yoluyla malzeme gönderir. Başkan Nixon yönetimi, bölgedeki diplomatlarının ulaştırdığı soykırım iddialarını bilerek görmezden gelir ve desteğini sürdürür.
ABD ve Çin, bu arada Hindistan’a da SSCB’nin yayılmasını önleyecek önlemler alınacağına dair güvence verir. Bunun üzerine Hindistan ve SSCB arasında Ağustos 1971’de Indo-Sovyet dostluk anlaşması imzalanır.
Savaşın sonunda Varşova Paktı ülkeleri Bangladeş’i resmen tanır. Sovyetler, Bangladeş’i 25 Ocak 1972’de, Amerika Birleşik Devletleri ise 8 Nisan 1972’de tanır.
Pakistan, Doğu Bengal’i Hint Kuvvetlerine teslim ederek geri çekildiğinde Dakka’da, Awami Ligi liderliğinde Dakka hükümeti kurulur. Pakistan’da ise Yakup Han istifa ederek, yerini Butto’ya bırakır. Ülkede düzen sağlanana kadar, Bangladeş’te Hint hâkimiyeti devam etmiştir. 17 Mart’ta Hindistan, Bangladeş ordusunun kontrolünü, Bangladeş hükümetine devreder. Daha sonra Mucibur Rahman, geçici cumhurbaşkanlığını alır. Seçimlerin sonrasında  da başbakan olarak göreve başlar.
Mucib, başbakanlığa geldiğinde Pakistan ordusunun yapmış olduğu bu operasyonu ‘dünyanın en büyük insan kıyımı’ olarak adlandırmıştır. Üç milyon kişinin öldüğü, iki yüz binden fazla kadının tecavüze uğradığı, milyonlarca kişinin psikolojik çöküntü yaşadığı raporlandırılmıştır.
Mucib’e göre Pakistan güçleri bu şiddeti uygularken yalnız değildir. Bangladeş içerisinde de birçok oluşum Pakistan güçlerinin safında yer almıştır.
Mucib, bağımsızlık sorununu Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri ile görüşerek giderir. Hem diğer devletler, hem Hindistan da bu süreç içerisinde önemli ekonomik ve insani yardımlarda bulunur.
Mucib, ülkenin yeniden inşası konusunda birçok sıkıntı ile karşılaşır. Ülkede gıda sıkıntısı yaşanmaktadır. Bu süreçte, Pakistan destekçileri tarafından Mucib, yolsuzlukla suçlanır. 1974 yılında yaşanan kıtlık neticesinde 100.000’e yakın insan hayatını kaybeder ve Mucib’in önemli ölçüde destekçisi azalır.
Kısa bir süre içerisinde siyasi yol haritasını ‘laiklik, demokrasi, sosyalizm ve milliyetçilik’ olarak belirleyen Mucib, bunlarla ilgili adımlar da atar. Pakistan ile ilişkilerini düzeltmek için uluslararası İslami kuruluşlara üye olup, savaş suçlularını affeder.
1975 yılında Mucib, bir grup genç subayın darbesi sonucunda, iki kızı dışında aile fertleriyle birlikte öldürülür. Yönetim, askeri vesayete geçer.
IV. CEMAAT-İ İSLAMİ PARTİSİ VE BAĞIMSIZLIK SAVAŞI’NDAKİ TUTUMU
               A. PAKİSTAN CEMAAT-İ İSLAMİ PARTİSİ
Sosyal, muhafazakâr, İslamcı ve demokratik bir yapıyı savunan Cemaat-i İslami, 1941 yılında Lahor’da kurulur. Lideri, Müslüman âlim ve sosyopolitik mütefekkir Ebu’l A’la Mevdudi’dir. Kurulduğu sırada Hindistan, İngiliz kontrolü altındadır. Pakistan, bağımsızlığını ilan edince; Cemaat-i İslami de varlığına Pakistan’da devam eder. Fakat Hindistan’da kalan üyeler bağımsız bir teşkilatlanmaya girerek ‘Cemaat-i İslamiyye-i Hindi’yi oluşturur.
Cemaat-i İslami, uluslararası düzeyde Müslüman teşkilatlarla ilişkilerde bulunur, bunların başında Müslüman Kardeşler(İhvan’ül Müslimin) gelmektedir.
Cemaat’in amacı, İslam hukukuyla yönetilen bir devlet kurulmasıdır.    Mevdudi, yaşadığı dönemde Hindistanlı Müslümanlar üzerinde çok ciddi İslami faaliyetlerde bulunmuştur. Ayrı bir devlet fikri, her zaman söylemi haline gelmiştir. Bu söylemin ana sebebi Hinduların Müslümanlar üzerindeki baskılarıdır.
Kapitalizm, sosyalizm, laiklik gibi ideolojilere ve banka, faiz uygulaması; özgürlükçü, toplumsal gelenekler gibi uygulamalara da karşı çıkmış, yasal çabalarla İslam’ı hâkim kılma fikrini savunmuştur.
Mevdudi, Pakistan’ın bağımsızlığını takiben Lahor’a yerleşmiş, bu andan itibaren de Pakistan’ın İslami bir nizamla yönetilmesi gerektiğini vurgulamış ve bu doğrultuda gayret göstermiştir. Mevdudi’nin bu düşüncesi, Pakistan’ın diğer ileri gelenleri tarafından reddedilmiş ve Mevdudi tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir.
O sıralarda İslam dünyasındaki liderlik krizi, Hint milliyetçiliğinin Müslümanlar üzerindeki nüfuzu ve tutumu, Mevdudi’nin ‘hilafet hareketi’ni benimsemiş fikriyatının doğuşunda etkili olmuştur. Müslümanların sadece bir ulus olmadığını, hedeflerinin sadece bir ulusal hükümet olmaması gerektiğini ifade etmektedir. Mevdudi, siyasi konularda birçok çalışma yapar. Milliyetçilik üzerine hassaten çalışır, tüm insanların bir millet olduğunu söyler. Milliyetçiliğin, komünizmden farklı olmadığını belirterek ikisine de karşı gelinmesi yönünde çağrıda bulunur.
1953 yılında Lahor’da meydana gelen ayaklanmalar ve sıkıyönetim ilanı, Cemaat-i İslami’ye karşı bir kampanya başlatılmasına sebep olmuş ve Mevdudi tutuklanmış,  idamla cezalandırılmıştır. Serbest kalması, ancak güçlü kamuoyu baskısı sonucunda olmuştur.
O çalkantılı dönemde İslami bir devlet talep eden Cemaat’in birçok aktivisti tutuklanır, tüm bunlara rağmen Cemaat mücadelesini sürdürür. 1956 Pakistan Anayasası, cemaat ideolojisine benzeyen bir sistemle ortaya çıkar. Farklı dini topluluklar için ayrı bir oylama sistemi öngörülmüştür. Mevdudi bu sırada serbest kalmıştır. Cemaat, Abdulkayyum Han başkanlığındaki ‘Müslüman Birliği’ ile bir ittifak kurar. 1958 yılında Muhammed Ali liderliğindeki, ‘Nizam-ı İslam Partisi’ de ittifak ortağı olur.
1958 yılındaki yeni sıkıyönetim ilanından sonra Eyyub Han, Mevdudi ile bir araya gelerek siyasete girmeleri yönünde tavsiyede bulunur. Eyyub Han, siyasi partiler üzerindeki yasağı kaldırdığından, Cemaat aktif hale gelir ve 1964-1965 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Fatima Cinnah’ı destekler. 1965 Hindistan-Pakistan Savaşı’nda cihad çağrısında bulunur. Savaş mağdurlarına yardım eder, Arap ülkelerinden yardım ister, gelen maddi ve manevi desteklerle hükümetin yanında yer alır.
Cemaat, Eyyub Han’a karşı ‘Pakistan Demokratik Hareketi’ni destekler. 1970 Pakistan genel seçimlerinde Cemaat, bir manifesto yayımlayıp, hukukun kaynağı olarak Kur’an ve sünnet’i gördüklerini ilan eder. Azınlıkların temel haklarının güvence altına alınması da bu manifestoya dâhil edilmiştir.
Cemaat, İslam dünyası ile güçlü bir ilişki amaçlamıştır. Kamulaştırmayı destekleyerek, haksız mülk edinmenin karşısında olmuştur. Ekonomik adalet programında ekonomik eşitlik, işsiz insanlar için istihdam amaç edinilmiştir.
Mevdudi, 1972 yılında sağlık gerekçesiyle hareketine önderlik edemediği için yerine Mian Muhammed Tufeyl(Tufail) emir olarak seçilmiştir.
Zülfikar Ali Butto’nun yardımcısı Dr. Nazir Ahmed öldürüldüğünde, Cemaat üyeleri ve birçok aktivist tutuklanır. 1976’da Cemaat, sokak gücüyle beraber İslamabad’da şeriat uygulamak için bir yürüyüş düzenler. 1977 yılında Mevdudi ve sağcı partilerin ittifakıyla sivil itaatsizlik kampanyası başlatılır, Mevdudi tutuklanır. Suudi Arabistan hükümeti, Mevdudi’nin serbest kalmasını sağlamak için müdahil olur. ‘Pakistan Ulusal İttifakı’, 1977 yılında Butto’nun hükümetine karşı mücadeleye girişmiştir.
Mevdudi, 1979 yılında hayatını kaybeder. Cemaat varlığını onun ölümünden sonra da sürdürmektedir.
Cemaat, İslam Cemiyeti Öğrenci Birlikleri(İslami Cemiyet-i Talaba)’nin yasaklanması için hükümete karşı diğer gruplar tarafından bir hareket başladığında, sessiz kalmıştır. Çünkü bu birlikler Abdullah Azzam’ın Ruslara karşı Afganistan cihadına öğrenci yetiştirmektedir ve Cemaat, yasaklanmalarını istememektedir.
General Ziya’nın ölümünden sonra Cemaat, ‘İslami Jamhoori Ittehad’ ve ‘Pakistan Müslüman Birliği’ ile sağ kanatta bir ittifak gerçekleştirir. Navaz Şerif hükümeti kabinesine katılmayı reddeder. 1993 Pakistan genel seçimlerinde mecliste sadece üç sandalye kazanır.
1997 Pakistan genel seçimleri cemaat tarafından boykot edilir ve mecliste temsiliyet yitirilir. Hindistan başbakanının Lahor’u ziyareti sırasında, Cemaat’in organize ettiği protesto eylemleri sebebiyle binlerce protestocu gözaltına alınır.
Cemaate yönelik genel olarak ılımlı bir politika izleyen Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref, laik reformların başlatılmasından itibaren cemaate karşı ‘terörizmle mücadele’ savaşı başlatır.
2002 yılında Cemaat, diğer dini partilerle bir ittifak(Muttahida Meclis-i Amal) gerçekleştirir.  Gerçekleştirilen ittifak mecliste çoğunluğu alır. Cemaat sürekli olarak radikal gruplarla savaşı ve ABD’nin ülkedeki varlığını eleştirmiş, Müşerref ise aksine özellikle Taliban’a karşı ABD ile işbirliği yapmıştır. Rejimin bu tutumuna karşı Cemaat kanadında tepki olarak istifalar yaşanır. 2008 Pakistan genel seçimleri de boykot edilir.
Pakistan Cemaat-i İslami Partisi, rejimin Taliban’a karşı tutumunu eleştirmekle beraber Taliban’ın şiddet politikalarını da eleştirmektedir.
              B. BANGLADEŞ CEMAAT-İ İSLAMİ PARTİSİ
Bangladeş’in en büyük İslami siyasi partisidir. Cemaat, Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılıp bağımsız bir devlet kurmasına karşı çıkmıştır.  Cemaatin politikası, tıpkı Pakistan Cemaat-i İslami Partisi’nin arzuladığı gibi, şer’i bir hukuk sistemi ve İslami esaslara dayanan bir devlettir. Bundan dolayı Pakistan ve Suudi Arabistan ile yakın ilişkiler kurmayı hedeflemektedir. Cemaat, 1980’den bu yana Bangladeş Milliyetçi Partisi ile koalisyonlarda bulunmuştur.
2008 yılı seçimlerinden galip olarak çıkan Awami Ligi’nin lideri Şeyh Hasina Vecid’in en önemli seçim vaadi 40 yıl önceki bağımsızlık savaşında savaş suçu işleyenlerin yargılanacak olmasıdır. 2010 yılında Şeyh Hasina, vaadini yerine getirerek yargılamalara başlar. Yargılama, Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi(ICT)’nde başlamış, Cemaat liderleri ve Bangladeş Milliyetçi Partisi’nin bazı parlamenterleri ‘savaş suçu işlemek’ iddiasıyla yargılanmıştır. Bu da ülkede ciddi bir karışıklık başlatmış, şiddet eylemlerinin yaşanması sonucunu doğurmuştur. Ülkede yaşanan kitlesel eylemlerde birçok gösterici yaşamını yitirmiştir.
Cemaat, İslam Birliği’ne darbe olacağı gerekçesiyle bağımsız Bangladeş’e şiddetle karşı çıkmıştır, bütün söylemlerinde bu konu hala dile getirilmektedir. Pakistan ordusu ile koordineli olarak Bengallilere karşı savaşan Razakar, el-Şems(al-Shams), el-Bedr(al-Badr) gibi kuvvetlerle iş birliği yapmakla suçlanmayı ise kesinkes reddetmekte, şiddetin yanında olunamayacağını ifade etmektedir.
Cemaat, 1971 Bangladeş Bağımsızlık Savaşı’nın hemen sonrasında, bağımsızlığa karşı tutumu sebebiyle yasaklanır. Bangladeş’in ilk cumhurbaşkanı olan Şeyh Mucibur Rahman, Bangladeş Cemaat-i İslami lideri Ghulam Azam’ı vatandaşlıktan çıkarır, bunun üzerine Azam, önce Pakistan’a sonrasında ise İngiltere’ye kaçar. Mucibur Rahman, genç subaylar tarafından gerçekleştirilen askeri darbe neticesinde 1975 yılında öldürülür. Yerine ise Ziya-ur Rahman(Ziaur Rahman) liderlik koltuğuna oturur. Cemaatin faaliyetleri yeniden başlar, Ghulam Azam’ın Bangladeş’e dönmesine izin verilir.
Jahanara İmam’ isminde, Bangladeş Kurtuluş Savaşı’nda iki oğlunu ve kocasını kaybeden bir yazar, Bağımsızlık Savaşı esnasında Batı Pakistan lehine politika izleyen Cemaat’in faaliyetlerinin serbest bırakılmasına şiddetle karşı çıkarak çeşitli protesto eylemleri düzenler. Azam’ın vatandaşlığına itiraz edilir. Azam, bir dönem sadece Pakistan pasaportuyla ülkede kalır. Ardından ise Bangladeş, vatandaşlığın devamına karar vererek siyasi faaliyetlerini sürdürmesini de onaylar.
19 Mayıs 2008’de, Bangladeş polisi Cemaat’e karşı operasyon başlatır. BNP liderliğindeki eski ittifak hükümetinin iki bakanı Abdülmennan Buiyan(Abdul Mannan Bhuiyan) ve Şems-ül İslam(Shamsul İslam) tutuklanır. Ülkede kurulan Uluslarası Suçlar Mahkemesi(International Crimes Tribunal-ICT), Cemaat üyelerini 1971 Bağımsızlık Savaşı sırasında aşağıda belirttiğimiz milis kuvvetler ile iş birliği yapmakla suçluyor.
el-Şems: Paramiliter bir oluşumdur,  Batı Pakistan ordusu ile birlikte ‘Fener Operasyonu’ kapsamında Bengal milliyetçilerine ve sivillere karşı kitlesel öldürme olaylarıyla suçlandı. Üyelerinin çoğu savaş sonrasında ülkeden kaçtı. Grup yapısı hakkında detaylı bilgi yoktur. Dönem içerisinde Pakistan idaresinin askeri vesayetler yüzünden halka yabancılaşması, Bangladeş bağımsızlığı üzerine yapılacak müdahalede belli bir halk kitlesinin desteğinden yoksun olunacağı anlamına geliyordu. Bu tür paramiliter kuvvetler için, “Bunların arkasında İslami cemaatler ve cemiyetler var!” propagandası yapılarak halkın cihad için desteği alınmış oldu. Fakat yine de bu kuvvetler Doğu Pakistan’da istediği desteği bulamamıştır.
el-Bedr: Tıpkı el-Şems gibi Pakistan ordusunun safında paramiliter bir güç durumundaydı. İsmini Bedir Savaşı’ndan almaktadır. Kamu okulları ve medreseler, bu grup tarafından özel operasyonlar için kullanıldı. Batı Pakistan ordusuna destek için Hindistan sınırında bulundular. 1971 yılının ikinci yarısında giderek örgütlü bir yapı haline geldi. el-Bedr ve el-Şems içerisinde iyi eğitimli, özel operasyonları yönetebilecek öğrenciler yetiştirilmiştir. 16 Aralık 1971 tarihinde, Batı Pakistan ordusunun tesliminden sonra al-Bedr, Razakar ve el-Şems’de çözülmeler yaşandı, üyelerinin çoğu tutuklandı, cumhurbaşkanı Ziya-ur Rahman zamanında ise işbirlikçilerin tümü affedildi. el-Bedr özellikle 1971 yılında sivillere karşı işlenen zulümlerle itham edilmektedir. 16 Aralık’a 2 gün kala bölgenin önde gelen aydınlarına uygulanan katliamla suçlanmaktadır. 3 Ocak 1972 tarihinde New York Times Gazetesi’nde yayımlanan bir araştırma raporu gerekçe gösterilerek bugünkü yargılama yapılmaktadır.
Razakars: ‘Gönüllü’ anlamına gelmektedir. 1971 Bangladeş Kurtuluş Savaşı sırasında Pakistan ordusuna ait paramiliter güçtür. Silahlarının ve eğitiminin Pakistan tarafından sağlandığı iddia edilmektedir. Diğer örgütler gibi bu da, bağımsızlığın hemen arkasından dağılmıştır. 40.000’e yakın kişi, savaşın hemen arkasından Razakars üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanmıştır.
Tüm bu güçlerin yanında, bağımsızlık isteyen kişilerin dirençlerini azaltmak amacıyla Shanti Komitesi isminde bir yapı kurulur, bu bir barış komitesidir ve amacı ‘tek Pakistan’ propagandası yapmaktır.  Bangladeş Cemaat-i İslami’si, tüm bu oluşumlara doğrudan veya dolaylı destek vermekle, üyelerini Pakistan ordusunun yanında savaştırmakla suçlandı. Cemaat, ayrı bir ülke istemiyordu. Shanti Komitesi’nin başında yer aldığı iddia edilen Ghulam Azzam, bölünmenin felaket getireceğini, yeni ülkenin Hindistan siyasetinin kuklası olacağını ve bunun da ümmete vereceği zararlardan bahsediyordu. Fakat Pakistan ordusu ve milisler halka zarar vermeye başladıklarında Cemaat, belirttiğine göre buna da büyük bir tepki koymuştu. Bölünmeye karşıydı, ama şiddeti de kabul etmiyordu. Bu söylemleri hala yayımladıkları manifestolarda devam etmektedir.
Bu yargılamaların devam ettiği 1 Ağustos 2013’te de Bangladeş Yüksek Mahkemesi, Cemaat-i İslami Partisi’ni kapatarak siyaset yasağı getirdi.
V. 1971 SONRASI BANGLADEŞ SİYASETİ
Bağımsız Bangladeş’in ilk devlet başkanı olan Mucibur Rahman, geçici parlamentoya ‘milliyetçilik, laiklik, demokrasi ve sosyalizm’ ilkelerini benimsemiş bir anayasa hazırlama yetkisi verir. Yoksul işçilere yardımcı olacak toprak reformu hedeflenmiştir. Yaklaşık on milyon mültecinin rehabilitesi gerçekleştirilir. Böylece ekonomi iyileşmeye başlayarak, kıtlık önlenir. 1973 yılında ülke seçime gider, Mucib ve partisi seçimden galip çıkar. Sağlık, eğitim, gıda alanında gelişmeyi sağlayan devlet programları hazırlanır.
Devlet, laikliği uygulamada kararlı olmasına karşın ülkede Siyasal İslam Hareketi başlar. Ülkedeki İslami grupların en önemli talebi alkol üretiminin ve satışının yasaklanmasıdır. Ülkede ‘kumar’ yasaklanır. İslam Konferansı Teşkilatı ve İslam Kalkınma Bankası’na üyelik noktasında bir hareketlenme başlar. 1974 yılında Pakistan ile ilişkiler tamir edilir. Mucib, İslam Konferansı Örgütü’nün toplantısında İslam’ı öven bir konuşma yaparak takdirleri kazanır. Ülkedeki komünistler ve İslami kesimler, Mucib rejiminden memnun değildir. Mucib, ülkedeki sağ grupların desteğini almak için savaş suçu zanlılarını da kapsayan genel af ilan eder.
1974 yılında 1,5 milyon Bangladeşlinin ölümüne sebep olan bir kıtlık meydana gelir. Bunun sonucunda Mucib yönetimine karşı bir hoşnutsuzluk peyda olur.
1975 yılında ‘Bangladeş Krishak Sramik Awami Ligi’ (BAKSAL) isimli parti yasal olarak tanınır. Mucib hükümetinin yönetimindeki ülkede kamulaştırma, endüstriyel sosyalizm, eğimde personel eksikliği, verimsizlik, enflasyon artışı, yolsuzluk, kusurlu fiyatlandırma politikasında artış yaşanmaktadır. Mucib, ulusal sorunlara odaklanarak yerel sorunları ihmal etmektedir. Önemli mevkilerin atamalarına aile bireylerinin seçilmesi de hem komünistleri hem de Müslümanları oldukça rahatsız etmektedir. Mucib yönetimi kitleler arasında huzursuzluğa neden olmaktadır. BAKSAL ve farklı gruplar Mucib’i protesto eder ve tamamı Mucibur Rahman tarafından cezalandırılır.
15 Ağustos 1975’te bir grup genç subay Mucib’i, ailesini ve kişisel personelini öldürür. Sadece kızları Şeyh Hasina Vecid ve Şeyh Rehana kurtulur. Bangladeş’e dönmeleri yasaklanır. Khondaker Mostaq Ahmad, Mujib’in halefi olur. Suikastten ABD’yi sorumlu tutan yoğun spekülasyonlar vardır.
Mucib’in ölümünün ardından yaşanan bir dizi siyasi suikast ülkeyi felç eder ve 1978 yılına kadar karışıklık dinmez.
Babası ve ailesinin 1975 yılında öldürülmesinin ardından, Hindistan’da sürgünde yaşayan Hasina, 1981 yılında Bangladeş Awami Ligi Partisi başkanı seçilir. Bangladeş’e döndükten sonra 30 Mayıs 1981’de Cumhurbaşkanı Ziya-ur Rahman’ı hedef alan bir askeri darbe yaşanır. Hasina, 1984 yılında ev hapsine alınır. Partisi, devrik lider Ziya-ur Rahman’ın eşinin başında olduğu Bangladeş Milliyetçi Partisi ile birlikte seçimleri alır.
Awami Ligi başkanı Hasina ve Korgeneral Hüseyin Muhammed Erşad(Hossain Mohammed Ershad) 1986 parlamento seçimlerine katılır. Seçimlerin sonucunda Hasina, muhalefet lideri olarak ülke siyasetinde rol oynar. Seçim, ana muhalefet grubu öncülüğünde düzenlenen eylemlerle protesto edilir. Erşad, 1987’de parlamentoyu fesheder.
Grevler ve yaygın protestolar sebebiyle ülke ekonomisi sıkıntıya girer. Askeri yönetim, 1991 yılında tekrar demokratik seçimlere gitmek zorunda kalır. Geçici hükümetin başkanlığında Şahabuddin Ahmed, ve Bangladeş Yüksek Mahkemesi seçimleri yönetir. Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) seçimleri kazanır. Hasina liderliğindeki Awami Ligi ana muhalefet partisi olarak parlamentoya girer. Hasina, yenilginin ardından partisine istifasını sunar ancak kabul edilmez. BNP lideri Halide Ziya ise Bangladeş’in ilk kadın başbakanı olarak göreve başlar.
Awami Ligi, seçimleri yönetmesi için geçici hükümet kurulmasına, seçimlerin geçici hükümetin kontrolü altında gerçekleşmesine dair anayasaya hüküm eklenmesini içeren tekliflerini diğer partilere sunar. BNP bu talebi kabul etmez.
1995 yılı sonlarında Awami Ligi ve diğer partilerin parlamento da uzun süreli yokluğu sebebiyle BNP de koltuklarını kaybeder. 15 Şubat 1996’da iktidardaki BNP dışındaki diğer bütün büyük partiler tarafından boykot edilmiş bir seçim yaşanır.
30 Haziran 1996 tarihinde bir sonraki parlamento seçimleri, oluşturulan geçici hükümet kontrolünde gerçekleşir. Hasina, 1996-2001 dönemi boyunca Bangladeş Başbakanı olarak görev yapar.
2001 yılında Bangladeş Milliyetçi Partisi liderliğindeki dört parti ittifakı 234 sandalyeyle seçimi kazanır. Awami Ligi mecliste sadece 62 sandalye kazanır. Hasina üç seçim bölgesinde de yenilir. Hasina, geçici hükümetin seçimlere hile karıştırdığını öne sürerek seçim sonuçlarını reddeder. Ancak toplumun çoğunluğu seçim sonuçlarından memnun olduğu için dört parti ittifakı hükümeti kurmaya gider.
2004 yılında Hasina, muhalefet lideri olarak ikinci dönemini yaşamaktadır, ülkedeki siyasi huzursuzluk had safhadadır. Abdullah Usta isminde bir milletvekili 2004 yılında öldürülür. Bunu bir bombalı saldırı izler ve 21 Awami Ligi parti destekçisinin ölümüyle sonuçlanır. Hasina’nın eski maliye bakanı da o yıl bir bombalı saldırıda öldürülür.
22 Ocak 2007’de yapılması planlanan seçimler, siyasi huzursuzluk ve kaos ortamı engeline takılmıştır.
General  Muin(Moeen), kansız bir darbeyle hükümeti devralır, olağanüstü hal ilan edilir ve siyasi faaliyetler yasaklanır. Seçimler ise ertelenir. Hasina, Muin rejimini destekleyeceğine söz verir. Talimatıyla, Awami Ligi Partisi genel sekreterliğine Abdul Celil getirilir.
                    Yolsuzluklar
Askeri yönetim, ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamını gidermeye çalışırken yolsuzluk iddialarıyla da ilgilenir. 2007 yılının Mart ayında Halide Ziya’nın iki oğlu yolsuzlukla suçlanır. Hasina da Nisan 2007’de gasp ve yolsuzluk suçlamasına maruz kalır. Hasina, 1998 yılında Bangladeşli  iş adamı Tajul İslam Faruk(Farooq)’dan enerji santralinin inşası için rüşvet almakla suçlanır. Hükümetin santral projesini onaylamasına karşılık olarak 400.000 Amerikan Doları’nın üzerinde para aldığı iddia edilir.[6]
11 Nisan 2007’de, bir siyasi partinin dört taraftarının öldürülmesi ile ilgili Hasina’ya cinayet davası açılır. Hasina o sıralarda ABD gezisindedir. Bangladeş geçici yönetimi, Hasina’nın dönüşünü engellemek için çeşitli adımlar atar. 18 Nisan 2007 tarihinde hükümet, medyada yer alan kışkırtıcı beyanların Hasina’nın dönüşü halinde tehlikeli bir hal alabileceğini söyleyerek Hasina’yı dönüşten men eder. 22 Nisan 2007 tarihinde, Hasina hakkında cinayet emri vermekten dava açılır. Hasina, kendisini mahkemede savunmak istediğini söyler. 23 Nisan 2007’de hakkındaki ülkeye giriş yasağı düşer.
Ülkedeki askeri vesayetin asıl gayesinin Halide Ziya ve Hasina gibi siyasi liderleri sürgün, baskı yöntemleriyle siyasetten uzaklaştırarak siyasi sistemi ordu lehine tekrar yapılandırmaktır.
16 Temmuz 2007 günü Hasina, eyalet polisi tarafından yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanır. Kefalet talebi mahkeme tarafından reddedilir. 17 Temmuz 2007 günü, Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu Halide Ziya ve Hasina’ya bir hafta içerisinde mal varlıklarını beyan etmeleri gerektiğine dair tebligat gönderir.
Yurtdışında olan Hasina’nın oğlu Wazed, siyasi liderler üzerindeki bu baskıyı dünya çapında bir kamuoyu oluşturarak protesto edeceklerini söyler. Birleşik Krallık, ülkedeki siyasilerin tutuklanışını kınar.
30 Temmuz 2007’de Dakka Yüksek Mahkemesi, Hasina’nın kefalet karşılığında serbest kalmasına hükmeder.
13 Ocak 2008 tarihinde Hasina, kız kardeşi ve kuzeni ile beraber yolsuzluk suçlamasıyla tekrar tutuklanır. 11 Haziran 2008’de ise tıbbi sebeplerle tahliye edilir ve tedavi için Amerika Birleşik Devletleri’ne gider. 6 Kasım 2008’de, genel seçimlere katılmak üzere tekrar Bangladeş’e döner. Büyük ittifak adı altında Milli Parti lideri Hüseyin Muhammed Ershad ile bir ortaklık kurar. 11 Aralık 2008’de bir basın toplantısı düzenleyerek manifestosunu açıklar ve 2021 yılı vizyonunu açıklayarak ‘Dijital Bangladeş’ inşa etme sözü verir.
Dijital Bangladeş, bilgisayarın ve teknolojinin geniş, etkin ve faydalı kullanımı bu yolla eğitim, sağlık ve iş verimliliğinin arttırılması ile yoksulluğun azaltılması hedefini temsil etmektedir.
29 Aralık 2008’de yapılan seçimler sonucunda Bangladeş Awami Ligi, seçimlerden galip çıkar ve Hasina, Başbakan olarak göreve başlar. Halide Ziya liderliğindeki BNP (4 Parti İttifakı) ise muhalefet partisi olarak parlamentoya girer.
VI. SAVAŞ SUÇLARI YARGILAMASI VE İNSAN HAKLARI RAPORU
         A. YARGILAMA SÜRECİ
Awami Ligi hükümeti 2010 yılında, 1973’te Mucibur Rahman tarafından çıkarılan Uluslararası Suçlar Mahkemesi Yasası’nda değişikliğe giderek tekrar bir mahkeme oluşturmuş; hâkim, savcı ve tahkikat komisyonu üyelerini atayarak yargılamayı 40 yıl sonra  başlatmıştır. Oysa Bangladeş yerel mahkemelerinde hâkim veya diğer unsurların atanması hükümet eliyle değildir. Bu da, yeni kurulan mahkemenin ‘özel’ statülü olduğunun göstergesidir. Awami Ligi partisinde daha önce görev almış kişiler, bu yargılamanın birer parçası olmuştur. Kanun, henüz yargılama devam ederken de kişilerin aleyhine olacak şekilde değiştirilmiştir.
1972 ve 1973 yıllarında hem savaş suçluları hem de işbirlikçi siviller ve Bengalli vatandaşlar için ayrı düzenlemeler yapılmış; savaş suçluları ve esir Pakistan askerleri Simla ve Delhi Antlaşmaları çerçevesinde Pakistan’a iade edilmiş; işbirlikçiler hakkında da öldürme, yağma ve tecavüz suçları haricinde de genel af ilan edilmiştir. Zaten 100.000’in üzerinde tutuklunun %1’inden daha az kişi hüküm giymiştir.
Başbakan Hasina Vecid, bu yargılamanın gerçekleşeceğini BM Genel Kurulu’nun 25 Eylül 2010 tarihindeki oturumunda dile getirmiş, belirtilen suçların insanlığa karşı suç olduğunun Roma Statüsü ile belirlendiğini söylemiş ve 40 yıl önce gerçekleşen bu suçların cezasız kalmayacağını ifade etmiştir.[7] 25 Mart 2010 tarihinde de yargılama başlamıştır.
4 Nisan 2010 tarihinde hükümet ‘War Criminals Fact Finding Committee’ isminde savaş suçları ile ilgili delil ve tanıkların toplanacağı ve değerlendirileceği bir komisyon oluşturmuştur. Ulusal Güvenlik Ajansı(NSI) ve Suçları Araştırma Departmanı(CID), soruşturmalar neticesinde elde ettiklerini komisyonla paylaşmıştır. 1800 civarında isim, adresleri ve suçlarıyla birlikte komisyona ulaştırılmıştır. Adalet Bakanı Şefik Ahmet (Shafique Ahmed), yargılamanın hükümetin görev süresi içinde tamamlanmaya çalışıldığını belirtmiştir.
Savaş suçları iddiasıyla birlikte Cemaat’in üst düzey liderleri tutuklanır. Uluslararası Suçlar Mahkemesi’nde yani International Crimes Tribunal(ICT-1)’da yargılamalar başlar ve 22 Mart 2012’de de yeni bir heyetle ICT-2 oluşturulur. Yargılamaların bir kısmını ICT-1 bir kısmını ICT-2 yapar.
21 Ocak 2013’te Ebulkelam Azad(Abul Kalam Azad) ölüme mahkûm edilir. 65 yaşındaki Azad, 14 Hindunun ölümünden, 2 kadına tecavüzden, 2 kişiye işkenceden ve ayriyeten kundakçılıktan yargılanmıştır.
5 Şubat 2013’te Abdülkadir Molla(Abdul Kader Mullah) savaş suçlarından ötürü ömür boyu hapis cezasıyla cezalandırılır. Savunmanın 6 ile sınırlı tanığına karşılık 12 tanık çağıran iddia makamının isteği doğrultusunda ICT-2 başkanı Ubeydul Hasan (Obaidul Hassan), üyeler Mozibur Rahman Miah ve Shahinur Islam idamına karar verir. Karar 132 sayfadan oluşmaktadır. İnfazı 12 Aralık 2013’te gerçekleşmiştir.
 28 Şubat 2013’te ICT-1, Dilaver Hüseyin Seyyidi’(Delwar Hossain Sayedee)’i ölüm cezasına çarptırır. 73 yaşındaki Seyyid, cinayet, adam kaçırma, tecavüz, yağma, işkence, İslam’a girmeleri için baskı yapma ve kundakçılık suçlarından yargılanmıştır.
9 Mayıs 2013’te Muhammed Kamaruzzaman ICT-2 tarafından ölüm cezasına çarptırılmıştır. 120’nin üzerinde sivil ölümü, işkence ve tecavüzlerden sorumlu tutulmuştur.
15 Temmuz’da Cemaat’in eski lideri Ghulam Azam, ICT-1 tarafından insanlığa karşı suçları planlamaktan 90 yıl hapis cezasına mahkûm edilir. Mahkeme heyeti, “İdamı hak ettin ama ihtiyarlığından dolayı sana 90 yıl hapis verdik.” diyerek adeta alay eder.[8]
17 Temmuz’da Ali İhsan Muhammed Mücahid(Mujahid), toplu katliamdan dolayı ICT-2 tarafından idama mahkûm edilir.
Tüm bu isimler, Bangladeş Cemaat-i İslami Partisi’nin lider kadrosunu oluşturmaktadır.  Bunlarla birlikte 1 Ekim’de BNP parlamenterlerinden Selahaddin Kuder Çovdari (Salauddin Quader Chowdhury), ICT-1 tarafından idama mahkûm edilir. İnsanlığa karşı suç işlemekle itham edilmiştir. 9 Ekim’de de BNP eski bakanlarından 83 yaşındaki Abdul Âlim, ICT-2 tarafından ölünceye kadar hapis cezasına çarptırılır.
Tamamı Hinduları zorla Müslüman yapma, katliam, tecavüz, kundakçılık gibi suçlardan yargılanmıştır. Mahkeme heyetinin elinde dönemin gazete haberleri ve tanık beyanları dışında bir kanıt yoktur. Buna rağmen yargılananların neredeyse tamamı idama mahkûm edilmiştir.
Yargılanan isimler Cemaat-i İslami’nin mevcut lideri Mevlana Matur Rahman Nizami ve eski lider Profesör Ghulam Azam başta olmak üzere, Mevlana Ebulkelam Muhammed Yusuf, Mevlana Abdussubhan, Mevlana Dilaver Hüseyin Seyyidi, Ali İhsan Muhammed Mücahid, Muhammed Kamaruzzaman, Abdülkadir Mollla, ATM Azharul Islam, Mir Kassam Ali’dir.  Selahaddin Kuder Çovdari ve Abdul Âlim de Bangladeş Milliyetçi Partisi’nin bu mahkemede yargılanan isimleridir. Yargılamaları bitenlerin kararları tarafımızdan incelenmiş ve kararların somut bir zemin üzerine oturtulmadığı görülmüştür. Her biri 100 sayfanın üzerinde olan kararlarda birçok şey birbirinin tekrarı niteliğindedir.
Uluslararası Suçlar Mahkemesi, uluslararası bir mahkeme değil, ulusal bir mahkemedir, fakat ulusal özellik de gösterememektedir. 1971 yılında savaş suçlusu Pakistan askerlerinin yargılanması için kurulmuş, sonrasında yargılanan 195 asker affedilerek ülkelerine gönderilmiştir. Şimdi de aralarında eski bakan ve milletvekillerinin bulunduğu 12 siyasetçi yargılanmış, biri asılarak idam edilmiştir. Savaş suçlusu askerler için kurulmuş mahkemede 40 yıl sonra bugün siviller hâkim karşısına çıkmıştır. Üstelik savaş suçlarının birinci dereceden sorumlusu 195 subay affedilerek Pakistan’a iade edilmiştir, bu kişilerin yerine ülkenin muhalif siyasi kadrosu ölüm cezasına çarptırılmıştır.
Yargılama devam ederken ICT-1 hâkim heyetinin başkanı Nizam’ul Hak Nasim (Nizam’ul Haque Nasim)’in, arkadaşı olduğu iddia edilen Bangladeş asıllı, Brüksel’de yaşamakta olan avukat Ahmet Ziauddin’le günde 20 dakikalık toplamda 17 saati aşkın Skype görüşmesi ve 230 mail yazışması tespit edilmiştir. Görüşmeler davanın içeriği ve seyriyle doğrudan ilgilidir. İlgili avukat herhangi bir bilirkişi veya mahkemenin bilgisi dâhilinde bir danışman değildir. Bizatihi mahkeme başkanının her gelişmeyle ilgili avukatı bilgilendirdiği, sürekli olarak avukattan fikir aldığı ve avukatın yönlendirmeleriyle hareket ettiği kanıtlanmıştır.  Londra merkezli The Economist[9] dergisinde bu görüşmeler yayımlanmış, görüşmeler sosyal medyaya düşmüş[10], Bangladeş’ten de Amar Desh gazetesi bu görüşmeleri rapor halinde basına sunmuştur. Haberi yapan gazeteciler tutuklanmış, yayınlar yasaklanmıştır.
Davayı takip eden uluslararası insan hakları kuruluşlarının baskıları sonucunda ICT-1 başkanı görevinden istifa etmiş ve yerine Fazle Kebir başkan olarak atanmıştır. Önceki başkanın neredeyse her hareketinin avukatın yönlendirmesiyle olduğu ortaya çıkmasına rağmen, bu yönlendirmelerle yaptığı işlemler geri alınmamıştır. Hükümet, “İstifa etmesine gerek yoktu.” gibi bir de açıklama yapmıştır. Başkanın avukat ile olan görüşmesinde, iktidarın mahkemeye baskı yapıp infazların bir an önce gerçekleştirilmesini istediği de teşhir edilmiştir. Bunun üzerine yeniden yargılanmaya yönelik taleplerde bulunulmuş, talepler kabul edilmemiştir.
Yargılama süresince BM komisyonları tarafından, ülkede birçok hukuksuz tutuklama ve gözaltı tespit edilmiştir. Bununla birlikte savunma tanıklarının sayısına bir sınırlama getirilmiş, iddia makamı ise bu konuda dilediği tanığı çağırabilmiştir. Yargılananların avukatlarıyla görüşmeleri ciddi derecede kısıtlanmış, suçlamalar konusunda ne avukatlar ne de suçlananlar tam olarak bilgilendirilmiştir. Süreç boyunca her gelişmede bu sorun yaşanmıştır.[11]
Yargılamayı izlemek, ancak mahkeme heyetinin iznini alarak mümkün olmuştur. Savcılık tanıklarının bazılarının zorla konuşturulduğu ispatlanmış, fakat üzerine gidilmemiştir. Savunma tanıklarının ise tehdit edilerek duruşmalara gelinmesi engellenmiştir.
Yargılama, şahit ifadeleri ve gazete haberlerine göre gitmektedir. Gerektiği zaman gazete haberlerini yasaklayan mahkeme, zamanı geldiğinde onları kanıt olarak sunmuştur. Ceza hukukunda ‘delil serbestisi’nin olması evrensel kabul görür. Fakat somut hiçbir delil olmadan sadece gazete haberi veya şahit ifadesi ile kişileri idama götürmek kabul edilemez bir şeydir. Nitekim Abdulkadir Molla’nın idamında en büyük pay Mümine Hatun(Momena Khatoon) isimli bir bayanın şahitliğidir. 40 yıl önce çocuk olan Hatun, ailesinin öldüğü olay sırasında Molla adını duyduğu için Molla aleyhinde şahitlik yapmış ve idamını getirmiştir.
Yargılamalardan dolayı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bangladeş hükümetine bir mektup göndermiş, yargılananların affedilmesini ve süreçten duyduğu endişeyi dile getirmiştir. Abdulkadir Molla’nın infazı döneminde de başbakanlık ve dışişleri bakanlığı nezdinde Türkiye girişimlerde bulunmuş, bir sonuç elde edilememiştir. Tüm bu girişimler Bangladeş’te ciddi bir tepki yaratmış, “Türkiye, içişlerimize karışıyor.” kampanyası yürütülmüştür. Akademisyenler ve Awami Ligi’ne yakın yayın organları bu kampanyanın başını çekmişlerdir.
                  B. İNSAN HAKKI İHLALLERİ
Bangladeş, siyasi yapısı itibariyle istikrarlı bir ülke değildir. Sürekli olarak darbeler, terör saldırıları, anarşi ortamı gibi durumlarla karşılaşan ülkede halkın nabzı bir türlü dinmemektedir.
Tek başına hükümet kurma gücü elde etmenin sıklıkla yaşanmadığı Bangladeş’te, son olarak 2008 genel seçimlerinde Awami Ligi tek başına olmasa da güçlü bir hükümet kurmuştur. Bu da en büyük muhalefet partilerini sindirme operasyonlarının başlamasına sebep olmuştur.
Yerel insan hakları kuruluşları, 2008 yerel seçimlerinden bu yana yüzlerce ölüm ve binlerce yaralanma rapor etmişlerdir. Özellikle en fazla kargaşa üniversitelerde yaşanmakta, güvenlik güçleri sorgusuz sualsiz silaha davranabilmektedir. Güvenlik güçleri içerisinde RAB isimli Rapid Action Battalion veya Acil Eylem Taburu olarak ifade edilebilecek özel birim ülkede en çok şikâyet edilen hususlardan biridir. Orantısız güç kullanması, işkence iddiaları, öldürme gibi birçok olayda bu birliğin adı geçmektedir.[12] Hükümet bu konuyla ilgili önlem alacağını söylediyse de gözlemci raporları[13], herhangi bir adım atılmadığını göstermektedir.
Ülkenin en büyük sorunlarından bir diğeri de işkencedir. BM gözlemcileri, gözaltı ve tutukluluklarla birlikte bu süreçlerde yaşanan işkencelerden bahsetmektedir.
Bununla birlikte, Cemaat-i İslami ve Bangladeş Milliyetçi Partisi taraftarları yargılamalar başladığından beri yürüyüşler ve halka açık toplantılar düzenlemekte, bu etkinlikler sırasında da Awami Ligi taraftarlarının tahrikleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Awami Ligi taraftarları polisle sürekli olarak işbirliği yapmaktadır. 2013 yılı içerisinde yargılama ile ilgili kararlar açıklandığında, sokağa inen Cemaat ve BNP taraftarlarının üzerine ateş açılmış ve her protestoda ölümler kayıtlara geçmiştir. BNP lideri Halide Ziya gelişmeler üzerine sürekli genel grev çağrısında bulunmaktadır.
Sadece Kasım ayı içerisinde 52 ölüm, 4213 yaralanma olayı tespit edilmiştir. 9 Kasım’da bir foto muhabiri polis tarafından gözünden vurulmuştur. 20 gazeteci ise yaralanma ve tehditlere maruz kalmıştır. Kanal 1, Diganta Tv, Islamic Tv ve Amar Desh gazetesi editörleri yakalanmış[14], yayın yasağı konmuş ve son olarak Islamic Tv kapatılmıştır. Abdul Kadir Molla’nın idam edilmesi üzerine muhalefet ülkede genel grev ilan etmiştir, genel grev her idam kararı mahkeme tarafından açıklandığında ilan edilmiştir. Ülkedeki insan hakkı ihlallerini tüm dünyaya duyuran insan hakları örgütü Odhikar’ın genel sekreteri Adilur Rahman Han da tutuklanmış, geçtiğimiz Kasım ayında kefaletle serbest kalmıştır[15]. Ülkede bazı insan hakları örgütlerinin web sitelerine engelleme yapıldığı, ulaşılamadığı da görülmektedir.
Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü(Human Rights Watch) 2012 yılında güvenlik güçlerinin öldürdüğü sivil sayısında bir azalma olduğu tespitinde bulunmuştur. Fakat bu istatistiklerin 2013 yılı içerisinde ciddi bir artış gösterdiği bir gerçektir. Bununla birlikte idam kararları 2013 yılı içerisinde açıklanmış ve bir infaz gerçekleşmiştir.  Tüm bu sebeplerden ötürü yoğun protesto gösterileri, beraberinde ölümleri de getirmiştir. 2013 yılı içerisinde ölüm sayısı 300’ü bulmuştur. Kayıp aktivistler konusu da büyük bir önem arzetmektedir ki bir yıl içerisinde 20 kişinin kaybolduğu ve bunlardan birinin de BNP üst düzey yetkililerinden İlyas Ali(Elias Ali)[16] olduğu rapor edilmiştir.
Yine işçi hakları için eylem yapan aktivistler tehditlere maruz kalmakta, İşçi örgütleri davalarla karşı karşıya bırakılmaktadır. Bir işçi hakları aktivisti Aminul İslam[17] işkenceye maruz bırakılarak öldürülmesine rağmen konuyla ilgili henüz kimse hakkında işlem yapılmamıştır.
İnsan hakları ihlaline sadece Bengalliler maruz kalmamakta, yasal veya yasadışı yollarla ülkeye giren Rohingya(Arakan) Müslümanları da paylarına düşeni almaktadır. Bilindiği üzere Burma ve Bangladeş sınır komşusudur. Sayıları 50 bine yaklaşan Arakanlı resmi mülteci, yasal mülteci kamplarında yaşamakta ve Birleşmiş Milletler’in yardım faaliyetlerinden yararlanmaktadır. Bu sayının 8 katı kadar Arakanlı mülteci ise yasadışı yollardan ülkeye girmiş kaçak ve kayıtsız bir şekilde gerek yerleşim yerlerinde, gerek sınır boylarında, gerekse ormanlık alanlarda yaşamaktadır. Bangladeş, bu kişilere yönelik herhangi bir iyileştirme çabası içinde değildir. Güvenlik güçlerinin de Arakanlılara davranış biçimi büyük insan hakkı ihlallerine yol açmaktadır. Bangladeş’in, yasadışı kamplarda veya kontrol dışı alanlarda yaşayan mültecilere yardım yapılmasını yasakladığı da önemli bir gerçektir. Bu da mültecilerin hastalık, açlık ve daha birçok sıkıntıyla kendi başlarına kaldıklarının göstergesidir.[18]
Ülkedeki yoksulluk veya istikrarsızlık veya başka nedenlerden dolayı Hindistan’a geçmeye çalışırken Hindistan askerleri tarafından öldürülen Bengalli sayısı da son 10 yılda 1000’in üzerine çıkmış; her iki hükümet de defalarca bu konuyu görüşmesine rağmen bir sonuca varılamamıştır.
                     C. BANGLADEŞ’TE SON YILLARDA YAŞANAN ANARŞİ ORTAMI
Ülkede 2007 yılında İslami gruplar tarafından gerçekleştirildiği söylenen terör saldırılarında 1 sivil, 7 örgüt mensubu; 2008 yılındaki saldırılarda ise 1 sivil hayatını kaybetmiştir. İstatistiklerde 2009 yılında herhangi bir saldırı tespit edilememiştir.
Aşırı sol gruplar(Left Wing Extremist-LWE), 2007-2009 yılları arasında 14 sivil ve 1 güvenlik görevlisini öldürmüştür. 195 terörist de sol gruplardan öldürülmüştür.
Bangladeş Mücahitleri Cemaati(Jama’atul Mujahideen Bangladesh-JMB) isimli selefi örgüt ise, tüm tutuklama ve baskılara rağmen ülkedeki varlığını devam ettirmiştir. 2005 yılındaki bombalı eylemlerden bu örgüt sorumlu tutulmuş ve Cemaat-i İslami bu tür radikal gruplara göz yummakla suçlanmıştır.
RAB birimine bağlı polis kaynakları ülke genelinde en az 5000 JMB üyesinin aktif olarak çalıştığı bilgisini vermektedir. Aynı zamanda üyelerin Pakistan’da eğitildiği, fakir ailelerinin çocuklarının seçilerek ailelere aylık bağlandığı da istihbarat raporlarında yer almaktadır.
Bangladeş, 22 Ekim 2009 tarihinde Hizbu’t Tahrir’i yasaklamıştır. İçişleri bakanı Sahara Hatun, bunu kamu güvenliği adına gerçekleştirdiklerinden, 1953 yılında Kudüs’te siyasi parti olarak kurulan bu oluşumun anti demokratik ve anti devletçi bir yapı olduğundan, 2000’de Bangladeş’te ofis açtığında dünyaya halifeliği getirmek için çabaladığından bahsetmektedir. Grubun Bangladeş sözcüsü ise iddiaları yalanlayarak resmi bir oluşum olduklarını, herhangi bir militanlık faaliyeti içinde bulunmadıklarını, hükümete karşı muhalefet ettikleri için seslerinin kısılmak istendiğini belirtmektedir.
25 Ekim 2009 tarihinde ise yasaklananlar arasına Bangladeş İslami Cihad Hareketi(Harkat-ül Cihad-al-İslami-Bangladeş), Shahadat-ül Hikmetin ve Jagrata Müslüman Janata Bangladeş grupları da katılmıştır.
LWE, ülke için son derece büyük bir tehdittir. Cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı, soygun, gasp, adam kaçırma gibi birçok suçun LWE üyeleri tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. 2009 yılındaki raporlar, ülkede 13 LWE grubunun aktif olduğunu belirtmektedir. Bunlar: Gono Bahini, Banglar Komünist Partisi, Biplagi Anuragi, Sarbahara People’s March, Chhinnamul Komünist Partisi, Sosyalist Parti, Gono Mukti Fouz, Yeni Biplabi Komünist Partisi, Biplabi Komünist Partisi ve Purba Banglar Komünist Partisi altındaki üç ayrı gruptur.
Bangladeş, Hindistan’ı hedef alan Pakistan merkezli terör saldırıları için üs konumundadır. Tayba Askerleri(Leşker-e Toiba) ve İslami Cihad Hareketi(Harkat-ül Cihad-al-Islami) bunlara örnek verilebilir.
25 Şubat 2009’da ülkenin sınır askeri birliği Bangladesh Rifles(Bangladeş Tüfekleri), 33 saat süren bir isyan gerçekleştirmiştir. 50’si subay olmak üzere 74 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Konuyla ilgili eski bir bakan olan Faruk Han tutuklanmıştır. 28 Ocak’ta parlamentoda başbakan Hasina, terörizmin önüne geçmek için bütün önlemleri alacağını belirtmiştir.
2010 yılında sol gruplara yönelik düzenlenen operasyonlarda 46 militan hayatını kaybetmiştir. İslami gruplar içerisinde de 3 kişi hayatını kaybetmiş; toplam saldırılarda 4 sivil ve 3 güvenlik görevlisinin öldüğü görülmüştür. İslami gruplardan eylemi Islami Chhatra Shibir’in yaptığı belirtilmiştir. Bu grubun da Cemaat-i İslami ile ilgili olduğu iddia edilmiş, liderlere suçlamalar yöneltilmiştir.
2010 yılı içerisinde JMB’nin üst düzey birçok lideri tutuklanarak hüküm giymiştir. Hükümet, JMB ve Cemaat arasında bağ olduğunu iddia ederek Cemaat liderlerini de bu süreçte gözaltına alır. Cemaat’in lideri Matur Rahman Nizami, genel sekreter Ali İhsan Muhammed Mücahid ve başkan yardımcısı Mevlana Delvar Hüseyin Seyyid gözaltına alınır. RAB, JMB’ye ait hücre evlerinde yaptığı baskınlarda Ghulam Azam ve Matur Rahman Nizami’ye ait kitaplar bulduğunu belirtmiştir.
1972 yılında anayasaya Mucibur Rahman’ın talimatıyla eklenen laiklik, 1979’da kaldırılmıştı. Hükümet laikliği geri getirmek için Ocak 2010’da yüksek mahkemeye başvurmuştur. Süreç sonunda laiklik, 31 yılın ardından Bangladeş Anayasası’na geri döndü. 28 Temmuz’da da İslami siyasi partiler yasaklandı.
2011 yılında, İslamcı gruplara üye olduğu söylenen 576 kişi tutuklandı. Hükümet, İslamcı grupların BNP hükümetleri döneminde ülkede yayıldığını ve önünün alınamadığını belirtmektedir. Bu sayı 2010’da 958’di. Çatışmalarda ise 48 İslamcı hayatını kaybetti, saldırılarında 4 sivil öldü. Sol gruplardan 62 kişi tutuklandı, çatışmalarda 46 örgüt üyesi hayatını kaybetti, 1 sivil ölümü gerçekleşti.
30 Haziran 2011’deki anayasa değişikliklerinde ‘devletin dini İslam’dır’ ibaresi, protestolardan dolayı korundu.
Güney Asya insan hakları izleme örgütleri, 2012 yılında İslami gruplarla ilgili 14 militan ve 1 sivil ölümü bildirmektedir. 12’si lider kadrodan olmak üzere 15 de LWE mensubunun öldüğü kayıtlardadır.
İslamcı grupların mensuplarına 2013’te 1616 tutuklama gerçekleşmiştir. Ocak ayında RAB, yasadışı bir silah fabrikası ortaya çıkarmıştır. Tüm bunlar, ülkede ciddi bir güvenlik sorunu olduğunu ortaya koymaktadır.
VII. CEMAAT KENDİNİ NASIL ANLATIYOR?
        Cemaat, yayımlamış olduğu bildiri ve manifestolarda kendini bu şekilde savunmaktadır[19]:
Cemaat-i İslami, alt kıtanın en eski partilerinden biridir. Demokrasiye inanan ılımlı siyasi bir partidir. İnsan haklarını ve hukukun üstünlüğünü koruma gayretindedir. Adil bir toplum kurma amacı taşımaktadır. Bu süreç de demokrasiyle mümkündür, çünkü Cemaat’e göre insanların seçilmiş bir temsilcisi olmadığı müddetçe herkes yol hakkı almak ister. Cemaat, yasaklanmadığı süreler boyunca tüm seçimlere katıldı. Üzerinde baskı olduğu zamanlar dahi hakkını her zaman yasal yollarla aradı. Örneğin Ghulam Azam 1973 yılında Bangladeş vatandaşlığından çıkarıldığında, Cemaat sadece mahkeme yoluna başvurdu.
Cemaat’in siyasette aktif bir hale gelmesi, 1960’ların başında olmuştur. Pakistan’ın başında bulunan Eyyub Han’ın otokratik rejimine karşı, Pakistan Demokratik Hareketi(PDM), Kombine Karşıt Partiler(COP), Demokratik Eylem Hareketi(DAC) içerisinde yer almıştır. Awami Ligi de, COP ve DAC içerisinde yer almıştır. 1980’li yıllarda da, demokrasinin restorasyonu için kitle hareketleri içerisinde bulunmuştur.
1962 yılı parlamento seçiminde Cemaat, Doğu Pakistan’da 4 koltuk kazandı. 1970 genel seçimlerinde ise herhangi bir başarı gösteremedi. Cemaat, 1973 seçimlerinde tüm İslami partiler yasaklandığı için yer alamadı. 1979 yılı içerisinde ise Demokratik İslam Ligi(IDL) adı altında seçimlere girerek, Mevlana Abdurrahim liderliğinde 6 koltuk kazandı. Cemaat, 1986 seçimlerinde parlamentoda 10 koltuk, 1991 yılında 18 koltuk, 1996 yılında 3 koltuk, 2001 yılında ise parlamentoda 17 koltuk kazandı ve koalisyona girdi.
2005 yılında Bangladeş’te İslami örgütler bir bombalı eylem gerçekleştirdi ve 2 yargıç öldürüldü. Cemaat karşıtları, eylemi cemaat üzerine yıkmak için uzun süre uğraştı. Cemaat ise, basın açıklamaları ve mitingler yaparak terörizmi lanetleyici bir tavır takındı. Sonrasında kamu baskısı ve devletin de desteğiyle teröristler yakalanarak idam edildi.
16 Aralık 1971 tarihinde, Cemaat liderlerine karşı savaş suçu iddiaları başladı ve Pakistan ordusundan 95.000 asker esir alındı. Bunların dışında 195 Pakistan subayı hükümet tarafından savaş suçlusu olarak ilan edilip tutuklandı. Hükümet, 1973 yılında ‘1973 Kanunları(1973 Acts)’ olarak da bilinen Uluslararası Suçlar Mahkemesi Yasası’nı parlamentodan geçirdi. Bu yasa, savaş suçlularını en ağır şeklinde yargılayacaktı.
2 Temmuz 1972 tarihinde, Hindistan başbakanı Indira Gandhi ve  Pakistan cumhurbaşkanı Zulfikar Ali Butto arasında Simla Antlaşması yapıldı. Antlaşma, savaş esirlerinin değiş tokuşunu kapsıyordu. 95.000 savaş esiri serbest kaldı fakat 195 savaş suçlusuyla ilgili tartışmalar büyüdü. 1994 yılında yapılan Delhi Antlaşması ile de 195 savaş suçlusunun Pakistan’a iadesi kararlaştırıldı.
Cemaat, hiçbir üyesinin ne Pakistan ordusu içerisinde ne de milis kuvvetlerle birlikte bu savaşın bir parçası olmadığını belirtmiştir. Cemaat sürekli olarak el-Bedr ve el-Şems gibi kuvvetlerin yapmış olduğunu zulüm olarak belirtti, buna rağmen bu tür grupların yapmış olduklarıyla itham edildi. Cemaat, savaş döneminde özellikle gazeteci ve akademisyenlerin öldürülmelerini de kabul edilemez buldu. Cemaat üyelerinden Abdulhalik Mojumder, entelektüel Saidullah Kayser’i öldürmekle itham edilip yargılandı, fakat temyiz mercii Mojumder’i suçsuz bırakıp kararı iptal etti. Hükümet de buna karşı herhangi bir yasal yola başvurmadı.
Awami Ligi 1972‐1975 ve 1996‐2001 dönemlerinde iktidara geldi. Bu dönemlerde Cemaat-i İslami liderlerinin savaş suçuyla yargılanması için hiçbir adım atılmadı. Demokrasinin yeniden yapılandırılması amacıyla 1980’lerde yapılan halk hareketi esnasında ve 1990’lardaki geçici hükümet sırasında Cemaat ile yan yana duran ve herhangi bir endişe duymadan birlikte çalışan Awami Ligi, şu anda Cemaat liderlerini ölümle yargılıyor. 7 yıl boyunca demokrasinin yeniden inşası için mücadele döneminde Bangladeş Milliyetçi Partisi ve Awami Ligi yöneticileri, Cemaat liderleri Matur Rahman Nizami, Ali İhsan Muhammed Mücahid, Muhammed Kamaruzzaman, Abdulkadir Molla, Azharul Islam gibi isimlerle birçok toplantı yaptı. Bu toplantılara Awami Ligi’nden Abdusamed Azad, Abdulcelil, Tufeyl Ahmed, Suranjit Sen Gupta, Amir Hüseyin Amu, Muhammed Nasim gibi isimler katıldı. Bu toplantıların kayıtları 1984-1990 yılları basın kuruluşlarının kayıtlarında bulunabilir.  1991 genel seçimlerinden sonra Awami Ligi adına Amir Hüseyin Amu, Cemaat Genel Sekreteri Ali İhsan Muhammed Mücahid’e, Cemaat’in kazanmış olduğu 18 koltuktan dolayı koalisyon ve 3 bakanlık teklif edilmiştir. Cemaat, teklifi reddetti. Görüşmeler esnasında basın birçok kez Awami Ligi ve Cemaat liderleri birlikte görüntülendi. 1996 yılında geçici hükümet oluşturmak amacıyla Parlamento Binası’nda gerçekleşen bir basın toplantısına Awami Ligi lideri Şeyh Hasina ve Cemaat adına Matur Rahman Nizami ile Millet Partisi adına Mevdud Ahmet katıldı. Birçok ulusal gazete, bu görüşmenin fotoğraflarını yayımladı. Bununla birlikte kayıtlı olarak Abdussamed Azad ve Seyda Çovdari’nin evlerinde de bu görüşmeler yapılmıştır.
Çin Komünist Partisi, Nizam-ı İslam Partisi,  İslam Ulemaları Cemiyeti, Müslümanlar Ligi gibi siyasi partiler de Cemaat gibi Bangladeş’in bağımsızlığından yana tavır ortaya koymamışlar, Pakistan birliğini savunmuşlardı. Sadece bunlarla sınırlı değil, toplumun ileri gelenleri, dini liderler, üniversite hocaları, okuma yazma oranının çok aşağılarda olduğu Doğu Pakistan’daki neredeyse tüm eğitimli kesim Pakistan’dan ayrılmak istemedi. Bangladeş bağımsızlığını kazandığı andan itibaren ise Cemaat, tüm dünyada Bangladeş’in tanıtımı için çabaladı ve ülkenin refah, huzur ve mutluluğunu amaç edindi.
Siyasi partiler ve basın kuruluşları, Cemaat’in savaş suçlusu olduğuna dair bir kampanya yürüttü. “Kişi suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masumdur.” karinesi vardır. 1971’de yargılanan 195 savaş suçlusu arasında Cemaat’ten kimse yoktu, şimdi ise tüm liderler savaş suçlusu ilan edildi. Bu, İnsan hakları Evrensel Beyannamesi, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Bangladeş Anayasası gibi bir takım hukuk normlarına ters düşmektedir.
Savaş suçu, Bangladeş’te son zamanların en büyük tartışma konusudur. Çeyrek yüzyıldır Cemaat ve üyelerine karşı böyle bir propaganda yürütülüyor. Cemaat ve yolsuzluk veya terörizm arasında herhangi bir bağlantı kuramamaları, Cemaat’i karalamak ve bitirmek için şimdi savaş suçu meselesini gündeme getirmelerini sağladı. Bunun tek amacı kamuoyunu yanıltarak Cemaat’in popülaritesini azaltmak. Cemaat-i İslami Merkez Yürütme Kurulu,  bir toplantıda bu konuyu dile getirdi. 14 Şubat 2009 tarihinde, Cemaat’in Dakka’daki merkez ofisinde Mevlana Matur Rahman Nizami tarafından yapılan açıklama, maddeleriyle birlikte şu şekilde[20]:
     A. KARALAMA KAMPANYASI
Hiç kimsenin böyle bir kampanyayı yürütme hakkı yoktur. Bu, tarafsızlığın olmadığının göstergesi ve hak ihlalidir. Siyaseten saldırı için, duygusal bir silah olan ‘savaş suçu’ kullanılıyor. Amaçları, Cemaat-i İslami’yi karalamak ve kötü gözle bakılmasını sağlamak. Bağımsızlıktan 38 yıl sonra, yalanlarla Cemaat töhmet altında bırakılıyor en ufak bir kanıt olmadan. Cemaat-i İslami, siyasi bir partidir, anayasal ve yapıcı siyaset taahhüt eder.  Bangladeş’in kurucu cumhurbaşkanı Şeyh Mucibur Rahman, siyaseti canlandırmak adına 1972’de işbirlikçilere yönelik kanunu yürürlüğe çıkardı. Savaş suçluları tespit edildi ve yargılamaların başlaması için çalışmalara başlandı. Herhangi bir suç işlediği belirlenen kişi, görüldüğü yerde yakalanacak ve yargılanacaktı.
       B. SAVAŞ SUÇLARI SORGULAMASI
16 Aralık 1971’de Bangladeş bağımsızlığını kazandı. 95.000 Pakistan askeri teslim oldu. Devlet başkanı Şeyh Mucibur Rahman, savaş suçlarının araştırılması talimatını verdi. Soruşturmada Pakistan askerlerinin yanı sıra onlara yardımcı olanların da belirlenmesi isteniyordu. Bu soruşturmada 195 Pakistan subayı savaş suçlusu olarak belirlendi. Bangladeş’in resmi basın kuruluşu, bu kişilerin kimlikleri ve yargılama neticelerini yayımladı.
       C. 17 NİSAN 1973 KAMU DUYURUSU
Bangladeş resmi basın kuruluşu, 17 Nisan 1973’te savaş suçluların yargılanması ile ilgili şu bilgiyi geçti: “Pakistan kuvvetleri ve onların yardımcıları hakkında yapılan soruşturma tamamlandı. Delillerle 195 kişi, adam öldürme, yağma, tecavüz gibi insanlığa karşı suçlardan ve Cenevre Sözleşmesi’nin 3. maddesini ihlal etmekten yargılanacak.    Duruşma, Dakka’da özel bir mahkemede görülecek, yargıçlar üst mercii hâkimlerden oluşacak. Yargılamalar, evrensel hukuk kurallarına göre yapılacak, uluslararası çapta seçkin hukukçular gözlemci olarak davet edilecek. Sanıklar için savunma hakkı gözetilecek ve kendi seçtikleri avukatlar duruşmalarda yer alacak. Mahkemenin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için kapsamlı bir yasa hazırlanacak, diğer prosedürler de bu ay içerisinde kabul edilecek. Tüm bu hazırlıkların Mayıs ayı bitmeden bitmesi bekleniyor.”
Bu bildiriye göre Bangladeş, bu listeyi 195 yüksek rütbeli Pakistan subayı ile sınırlandırdı. Herhangi bir sivil veya Bangladeşli bu listeye dâhil edilmemiştir.
       D. ULUSLARARASI SUÇLARLA İLGİLİ DÜZENLEMELER
19 Haziran 1973’te, Bangladeş Parlamentosu’nda Uluslararası Suçlar Mahkemesi Yasası kabul edildi. Yürürlüğe girmesi için anayasa değişikliği gerekiyordu. Bu değişiklik 15 Temmuz’da gerçekleşti, vatandaşların temel hakları da güvence altına alındı. Sonraki 1 yıl boyunca Bangladeş, Hindistan ve Pakistan’la yoğun müzakerelerde bulundu. Pakistan hükümeti yanlışını kabul etti ve Bangladeş halkından özür diledi. Her üç devlet de barış ve işbirliğine ihtiyaçları olduğunu biliyordu. Bunun üzerine Bangladeş, savaş suçlularının yargılanmadan serbest bırakılmasına karar verdi. 9 Nisan 1974’de, yeni Delhi’de imzalanan bir anlaşmayla 195 savaş suçlusu serbest kaldı. İmzaları Bangladeş Dışişleri Bakanı Dr. Kamal Hossain, Hindistan Dışişleri Bakanı Sardar Swaran Singh ve Pakistan Dış İlişkiler ve Savunmadan Sorumlu Devlet Bakanı Aziz Ahmed attı. Anlaşmanın 13, 14 ve 15. maddeleri uyarınca suçlular affedilerek Pakistan’a gönderildi. Böylece Bangladeş Bağımsızlık Savaşı suçluları yargılanmadan ve devlet düzeyinde affedilerek gönderildi.
     E. İŞBİRLİKÇİLERE YÖNELİK DÜZENLEME
24 Ocak 1972’de Bangladeş Hükümeti, Pakistan ordusu ile işbirliğine girişenler hakkında bir yasayı yürürlüğe koydu. ‘1972 İşbirlikçiler Yasası(Collaborators Act)’ olarak anıldı. Bu yasa çerçevesinde 100.000’den fazla insan tutuklandı. 37.471 kişi suçlandı. 30.623 kişi delil yetersizliğinden serbest kaldı. 2.848 kişi mahkeme önüne çıkarıldı, bunlardan 752’si suçlu bulundu, diğerleri beraat etti. Kasım 1973’te genel af ilan edildi. Bunun genel amacı ülkedeki kargaşayı dindirmekti. Genel afla birlikte tutuklular içerisinde reşit olmayanlar serbest bırakıldı. Tecavüz, cinayet, kundakçılık ve yağma ile suçlanan kişiler genel aftan yararlanamadı. Başka bir deyişle ciddi suçlar kapsam dışı bırakıldı. 31 Aralık 1975’te Collaborators Act yürürlükten kaldırıldı. Genel aftan sonra bu yasa toplamda iki yıl boyunca yürürlükte kalmıştır. Bu süre boyunca sadece bu dört suç için faal olduğu söylenebilir. Belki de yürürlükten kalkması için en büyük sebep bu oldu.
     F. CEMAAT ASLA ZANLI DEĞİLDİR
Üstüne basa basa belirtmek isteriz ki, hiçbir Cemaat lideri bağımsızlık savaşında bir suç faaliyetine katılmamış, yağma, cinayet gibi suçlardan birini işlememiştir. Cemaat liderlerine karşı bir karalama kampanyası düzenlenmektedir, ciddi savaş suçlarıyla itham edilen tek bir cemaat lideri dahi 195 savaş suçlusu içerisinde yer almamıştır. Peki, o zaman savaşmadan, bu kişiler nasıl savaş suçlusu olabilmektedir?
Cemaat liderleri kendi sosyal yaşamlarında veya politika hayatlarında ciddiyet ve dürüstlüğü amaç edinmiştir. Birçoğu parlamenter olarak görev yaptı. Sadakatle milletvekilliği ve bakanlık görevlerini yerine getirdiler.  Cemaat bakanları, görev yaparken sadakat, verimlilik ve dürüstlükle takdir kazanmıştır. Bu kişiler savaş suçlusu olsaydı, adaylıktan men edilirdi, kanunumuz bu şekildedir.
     G. HEDEF İSLAMİ SİYASET
Gerçek şu ki, Cemaat’in ve Siyasal İslam’ın önünü kapatmak için bu karalamalar yapılıyor. Sadece Cemaat-i İslami değil, diğer İslami partiler, hareket ve organizasyonlar da şu anda bu grubun hedefinde. Oysa onlar bizi şu an karalamalarına rağmen kendileri yolsuzluk, terör ve şiddet gibi konulara bulaştılar ve çok büyük hatalar yaptılar. Bangladeş Cemaat-i İslami Partisi, İslam’a ve demokrasiye adanmış bir partidir. Allah’ın lütfu ve Bangladeş halkının desteğiyle siyasetin İslam’a yönelimi, Bangladeş için belirleyici bir faktör olacaktır.
Bangladeşliler, Cemaat’in eski lideri Ghulam Azam’ın vatandaşlık durumunun 1971 Pakistan eylemleri nedeniyle iptal edildiğini bileceklerdir. Hem de ordunun yapmış olduğu öldürmeler ve yağmalar nedeniyle Ghulam Azam vatandaşlıktan çıkarılmıştır.
      H. HUKUKLA GELEN ÖZGÜRLÜK
Öldürme, tecavüz, yağma gibi suçlara her kim bulaşmışsa savaş suçlusudur. Bir savaş durumunda her iki taraf da bu suçu işlemiş olabilir. Cemaat-i İslami liderleri savaşa katılmamıştır. Bu nedenle savaş suçlusu olarak anılmaları mümkün değildir.  Savaş sırasında Batı Pakistan ile işbirliği yapan polis, Razakar, el-Şems ve el-Bedr güçleri vardı. Cemaatin bu güçlerin hiçbirisiyle bağlantısı olmamıştır. Cemaatin bu örgütlerle bağlantıya geçtiği veya savaşa girdiği yönünde en ufak bir bulgu yoktur.
     I. TARİHİ KAYITLAR
Cemaat, 1980’li yıllarda Awami Ligi ile otokratik rejime karşı birlikte hareket etmiştir. Karşılıklı programlar konuşulmuş ve danışılmıştır. Yine Cemaat ve Awami Ligi liderleri 1994, 1995 ve 1996 yılında geçici hükümet kurulması için birlikte hareket etmiştir. Cemaat, Awami ligi ile birlikte hareket ettiğinde hiç savaş suçu gündeme gelmedi. 1991 genel seçimlerinde Cemaat, Awami Ligi ile ittifakı kabul etmeyip Bangladeş Milliyetçi Partisi’nin iktidara gelmesini arzu edince Awami Ligi ile arası bozuldu.
1991-1996 yıllarında BNP hükümetinin görev yaptığı esnada, Awami Ligi o dönem Cemaat’in lideri olan Ghulam Azam’ı ‘Ghatak Dalal Nirmul Komitesi’[21] aracılığıyla kışkırtıyordu. Cemaat-i İslamiye’yi hedef gösteriyorlardı. Cemaat ve BNP arasında bir gerginlik yarattılar. Fakat Awami Ligi, siyasi menfaat adına Cemaat ile birlikte yer aldı. Awami Ligi, Cemaat ve Milli Parti milletvekilleri parlamentodan istifa etti. Süreçte Milli Parti, Awami Ligi ve Cemaat liderleri sık sık bir araya gelerek toplantılar düzenledi, basına demeçler vererek ortak hareket etti.
Awami Ligi’nin 1991 yılındaki cumhurbaşkanı adayı Bedrul Haydar Çovdari(Badrul Haider Chowhdury), Cemaat’in lideri Ghulam Azam’la bir araya gelmiş ve seçilmek için Cemaat’in oylarını rica etmişti. 1996 yılı genel seçimlerinde, Cemaat tüm ülkede kampanyalara imza attı. Seçim kampanyası döneminde de Cemaat ve Ghulam Azam’a karşı herhangi bir kampanya yapılmadı. O yıl parlamentonun büyük bölümünü Awami Ligi ele geçirdi. 2001 yılında BNP ve Cemaat ittifak ederek meclisin üçte iki çoğunluğunu ele geçirdi. Bundan itibaren de Cemaat’e karşı kirli bir karalama kampanyası başladı.
     J. PROPAGANDA SAVAŞI
Sektör Komutanları Forumu[22](Sector Commanders Forum) adı altında ülke çapında Cemaat’e karşı sanal bir savaş başlatıldı. Savaşta insanlığa karşı suç işlemiş kişiler için çıkarılan bu yasayı, siyasi muhalifler için kullanmak tüm uluslararası normlara ve adalet olgusuna muhakkak ters düşecektir. Özellikle de suçlayan kişilerin kontrolündeki bir mahkemeden adalet beklenmesi komik olacaktır. Cemaat geçmişte de Allah’ın izniyle tüm belaları savuşturmuştur, inşallah şimdi de öyle olacaktır.
     K. CEMAATİN MESAJI
Hem ulusal hem uluslararası bakımdan bugün İslami siyaset sonu olmayan birçok komployla karşı karşıya bırakılmıştır. Bu komploların arkasındaki kişilerin İslam’la yüzleşmeye cesareti yoktur. İslam’ı küçük düşürmek için her türlü yol benimseniyor. Bangladeş Cemaat-i İslami Merkez Yürütme Kurulu olarak tüm İslami kuruluşlara, din okullarına, öğrencilere, işçilere, hocalara, avukatlara sesleniyoruz: Gelin bu komploları alaşağı edelim.
VIII. SÜPER GÜÇLERİN ASYA POLİTİKASI İLE İLGİLİ YORUM
1947 bağımsız Hindistan’ı, komünizmin hiyerarşik yapısıyla çöküşe başlayan Çin’e karşı müthiş bir baskı unsuru olarak peyda olmuştu. Kuzey Asya’da doğan bu yeni ülke, elbette ki bölgenin en önemli fakat tahribat içerisindeki ülkesi Çin’e karşı hasmane bir tutum sergileyebilirdi. Ancak Hindistan’ın ilk başbakanı Jawaherlal Nehru, Çin’e karşı bağımsızlığın ilk yıllarında barışçıl politikalar uyguladı. Bunun sebepleri vardır. Pakistan’la yaşanan Keşmir sorununda Çin’in tutumu son derece mühimdir. Bağımsızlığını yeni kazanmış olan Hindistan’ın da ekonomik güce/desteğe ihtiyacı vardır.
Hindistan, ilişkilerin geliştirilmesi için Kore Savaşı sonrasında arabuluculuk rolü üstlendi. Çin’in BM üyeliğine destek verdi. Çin’i, Afro-Asya konferansına davet etti. 1950’li yıllardaki barışçıl tutum, 1960 yılına doğru gerildi ve sınır bölgelerinde çeşitli çatışmalar yaşandı. 1962 yılında da bir savaş yaşandı ve Çin, Hindistan’dan koparak Pakistan ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Keşmir meselesinde Pakistan’dan yana tavır değiştirdi ve ülkeye ekonomik yardımlarda bulundu.
ABD ise bölgede komünist Çin rejimine karşı Hindistan’ı destekliyordu. Sovyetler Birliği de Çin’e karşı Hindistan’ın safında yer alıyor, böylece iki gücün Asya’daki rekabeti derinleşiyordu. Hindistan, Çin’in Güneydoğu Asya’daki kendi gücünü kırmaya çalışan politikalarını çürütmeye çalışmıştı. Hindistan ile husumeti; iki ülke arasında yer alan Nepal,  Bhutan gibi topraklara Çin’in hâkim olma arzusu ve 1950’de Tibet’i işgalidir. Hindistan’ın 1954’te Tibet’le olan ticari ilişkinin sürmesi amaçlı Çin ile yaptığı anlaşma, Hindistan’ın Tibet topraklarının Çin hâkimiyetinde olduğunu kabul etmesi anlamına gelmektedir. Bu, az da olsa gerginliği azaltmıştır.
1962’de Çin, Hindistan’ın Kuzeydoğusuna asker sevk etti. Hindistan, yaşanan savaşta büyük bir yenilgi aldı. Çin, stratejik toprakları ele geçirince tek taraflı ateşkes ilan etti. Sovyet Rusya, yaşanan savaşta Hindistan’ın yanında yer alarak ABD’ye karşı strateji geliştirme amacındaydı. Ancak Hindistan, ABD ve Sovyetler Birliği arasında denge politikası yürütüyordu.
1971 Bangladeş Bağımsızlık Savaşı’nda, ABD’nin bölgeye uçak gemisi göndermesine tepki olarak Sovyetler de nükleer silahlarla donatılmış gemilerle Hint Okyanusu’nda tehdit unsuru olmuştu. Bangladeş Bağımsızlık Savaşı’nda ABD ve Çin ortak politika yürütmüş, Sovyetlerin bölgede bir tehdit unsuru olmayacağına dair Hindistan’a garanti vermiştir.
1980’lerde katı yasalarla ‘pazar ekonomisi’ne geçen Hindistan, ekonomide neredeyse Çin kadar etkili oldu. Bangladeş Kurtuluş Savaşı’nda öne çıkan yakınlaşmaya ek olarak ekonomik sebeplerle iki ülke arasındaki sorunlar kısmen giderildi. Her iki ülkenin hızla gelişen sanayileri dolayısıyla enerjiye duyulan ihtiyaçları,  Asya ve Ortadoğu politikalarının çakışmasına sebep oldu.  Şüphesiz Hint Okyanusu da bölgedeki çekişmenin en önemli unsurudur. Zira Hint Okyanusu, Ümit Burnu, Malacca, Sunda, Lombok Boğazları, Süveyş Kanalı ve Hürmüz Boğazı ile diğer deniz ve okyanuslara, dolayısıyla dünyaya açılmaktadır. Bundan dolayı stratejik önemi vardır. Çin, ticaret yollarının güvenliğini sağlamak için okyanusa kıyısı olan ülkelerle yakın ilişkiler kuruyor. Yumuşak güç(soft power) politikası kapsamında Bangladeş, Pakistan, Tayland, Myanmar gibi ülkelerle politik ve ticari ilişkiler geliştiriyor. Ayrıca son yıllarda Hintokyanusauna kıyısı bulunan ülkelere birçok liman inşa ederek Hindistan’ı çevreleme projesini hayata geçirmektedir[23], Pakistan (Gwadar, Karaçi, Ormara), Sri Lanka (Hambantota), Bangladeş (Chittagong) limanları örnek gösterilebilir.[24]
İnşa edilen limanların çoğu sivil amaçlıdır. Ancak hem ABD’nin hem de Hindistan’ın Hint Okyanusu’ndaki faaliyetlerini kısıtlayacak etkiye sahipler. Hindistan bu sebeple, ABD’ye daha yakın bir politika izlemekle birlikte, bölge ülkelerini de politik baskı altında tutmaktadır. ABD güdümündeki Pakistan siyaseti de, Bangladeş siyaseti de, Çin ve Hindistan’dan bağımsız değildir. Çin, Pakistan’daki Taliban’ı, ABD’nin ülkedeki ve dolayısıyla bölgedeki etkisini kırmak için kullanabilir. Ancak buna karşın Asya’nın en önemli güçlerinden bir tanesi olan Hindistan’ın, Çin’e karşı ABD’nin desteğiyle kullanılma ihtimali de vardır. Çin’in, Hint Okyanusu’nda hâkimiyetindeki limanları askeri hale getirerek Hindistan’ı kuşatma ihtimali de söz konusudur.
Çin ve Hindistan, Asya’nın iki önemli gücüdür ve bölgedeki çıkarlarını korumak için çeşitli stratejik ortaklıklara imza atmaktadır. Özellikle bölge ülkeleri üzerinde politik baskı kurmak, bu ortaklıkların bir sonucudur. Bangladeş siyasetinde, Pakistan’a karşı uygulanan Hindistan-Çin siyaseti, siyasal İslam’ı savunan İslami hareketlerin iktidarına engel olmaktadır.
Çin, Bangladeş’te İslami bir rejimin hâkim olması halinde ‘İnci Dizisi’ projesinin tehlikeye gireceğini; Bangladeş’in, ABD’nin Asya’daki etkinliğini güçlendireceği korkusundadır.
Hindistan ise, Bangladeş’i Çin’in Asya’daki etkisine karşı bir üs olarak görmektedir. Bangladeş’in, Çin ile iyi ilişkiler kurmasına göz yummasının en büyük nedeni, ekonomik gelişmelerinin tehlikeye girmesi tehdididir. Aynı zamanda, Bangladeş’te iktidara gelecek İslami yönetimin, İslam Birliği’ni hedefleyen Birleşik Pakistan tezini uygulaması halinde, bölge Hindistan’ın kontrolünden çıkacaktır. Endonezya ve Malezya gibi Asya’da hem ekonomik hem siyasal anlamda önemli gelişmeler kat eden İslam ülkelerinin, Birleşik Pakistan’a rol model olmasından korkmaktadır. Bölgede dengelerin değişmesi, Hindistan’ın güçlenen enerji akışından pay alamaması gibi bir sonuç da doğuracaktır.
Tüm bu nedenlerle Hindistan, Bengal milliyetçisi ve laik-seküler Awami Ligi ile yakın politika sürdürmektedir. İslamcıların güçlenmesi ihtimaline karşılık, onları sindirme hareketini hem kendi ülkesi içerisinde, hem Bangladeş içerisinde uygulamakta ve uygulatmaktadır. Sınır komşusu olduğu İslam ülkelerinin içerisinde bulunduğu kaos ortamı ve sürekli olarak cunta faaliyetleri ile istikrarlarının sekteye uğraması; önemli ölçüde Hindistan lehinedir. Bu da, Hindistan’ın bu gelişmelerde parmağı olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Abdülkadir Molla’nın infazında da memnuniyetini dile getirmiştir.
 IX. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
            Sonuç ve değerlendirme, rapor sistematiğine göre yapılmıştır.
            1. Bangladeş, nüfusu yüzölçümüne oranlandığında dünyanın en kalabalık ülkelerinden biridir. Bu durum, ekonomik istikrarsızlığı da birlikte getirmiştir. İşsizliğin çok yüksek rakamlarda seyrettiği ülkede, en üst devlet kademesinden en alt mevkilere kadar rüşvet ve yolsuzluk çarkı oluştuğu yargı kararlarından anlaşılmaktadır.
            2. %90’ı Müslümanlardan oluşan bir ülkede, %9’luk azınlık kesimi oluşturan Hindu cemaati, Hindistan’ın da desteğini alarak Bangladeş siyaseti üzerinde etkili olmaktadır. Bununla birlikte ülkede dindar olarak tabir edebileceğimiz Müslüman siyasi parti ve kuruluşlar, ülkede ciddi bir siyasi baskı ve tehdit altındadır. Bu baskı ve tehditler, Hristiyan misyonerlerin rahat çalışabileceği bir ortamın oluşmasını sağlamaktadır. Böylesi rahat bir ortamda, misyonerlere ait eğitim kurumları aracılığıyla Müslüman çocuklara yönelik faaliyetlerde bulunulmaktadır.
            3. 1947 yılında Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılmasını sağlayan süreç; ülkede Müslümanların haklarının Hindu cemaati tarafından teslim edilmek istenmemesi ve Müslümanlara karşı şiddet gösterilmesi neticesinde gerçekleşmiş; Müslümanlar emniyet içerisinde olacakları ve İslami esaslarda yönetilecekleri bir devlet kurmak istemişlerdir. Buna rağmen, Pakistan kurulduğu andan itibaren darbelerden kurtulamamış ve siyasi istikrar bir türlü sağlanamamıştır. Özellikle son dönemlerde Pakistan, dini birçok oluşuma savaş açmış ve siyasal İslam’ı kabullenememiştir. Bu da açıkça göstermiştir ki, Asya ülkeleri arasında güçlü bir İslami devlet istenmemektedir. Bundan en çok da Hindistan’ın rahatsız olduğu herkesin malumudur. Bununla birlikte radikal İslam’a savaş açtığını söyleyen süper güçlerin de güçlü Müslüman ülkeleri büyük bir tehdit olarak gördüğü bilinmektedir. Pakistan’daki iç karışıkların, suikast ve darbelerin istihbarat örgütleri müdahalesiyle olduğu, yeni gelen yönetimlerin bu tür süper güçlere sevgi gösterisinde bulunmasından anlaşılmaktadır.
            4. Bangladeş’in, Pakistan’dan ayrılmasının sebepleri içerisinde Pakistan’ın darbe rejimlerinin Doğu Pakistan topraklarına ekonomik ve siyasi alanlarda haksızlık yapması, tropikal rüzgâr felaketi sonrası yardımların ulaştırılmaması, Bengalce’nin yasaklanması gibi bazı hususlar sayılmıştır. Bunlarla birlikte Hindistan’ın, Awami Ligi’ni böyle bir bağımsızlık için hazırladığı, bunun da Pakistan hükümeti tarafından fark edilerek Lig yöneticilerinin tutuklandığı, Bağımsızlık Savaşı döneminde de Hindistan’ın hazırlıklı bir şekilde olaya müdahil olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Hindistan böyle bir siyaset izleyerek bölgede güçlü bir Pakistan olmasını engellemiş ve alt sınır komşusunun kendi kontrolü altında bir politika güden devlet olmasını istemiştir. Nitekim Awami Ligi, radikal İslamcı bir siyasi parti değil; laikliği ve sekülerizmi programı haline getirmiş, Hindistan ile iyi ilişkiler taşıyan bir siyaset yürütmektedir.
            5. Mevdudi önderliğinde dönemin Hindistan topraklarında kurulan Cemaat-i İslami Hareketi, kuruluşunu izleyen kısa bir zaman içerisinde partileşme ihtiyacı hissetmiştir. Bu, Müslümanların siyasetten uzaklaştıkça birçok sorunun çözümünün zorlaştığının güzel bir örneğidir. Geçmiş dönemlerde ve bugün de üzerinde ambargo, toplu kıyım uygulanan, açlık ve hastalıklara tek başına bırakılan gruplar büyük oranda İslami topluluklardır. Bugün İslam mensubu kişilerin sayısı dünya üzerinde 1,5 milyarı geçmiş olmasına rağmen, güçlü bir İslam siyaseti izlenmediği, güçlü olması gereken uluslararası İslami kuruluşların çoğu konuda pasif kaldığı gözlenmiş, hem devletlerin hem kuruluşların yaptırım gücü kalmamıştır. Bu nedenle kendi çevrelerinde güçlü ve sistemli İslami kuruluşlara da ihtiyaç vardır.
            6. Bangladeş siyasetinde yaşananlar, İslam dünyasının modern çağ sorununun bir parçasıdır. Bangladeş’teki iktidar partisi Awami Ligi, ‘demokrasi, sosyalizm, laiklik, milliyetçilik’ ilkeleri ile İslam dünyasındaki klasik ulusal solcu bir partidir.  Bu parti, İslam dünyasındaki diğer ulusal sol partiler (Arnavutluk’tan Enver Hoca’nın Emek Partisi, Suriye ve Irak’ta Baas Partisi, Mısır’da Nasırizm, Tunus’tan Habib Burgiba’nın Düstur Sosyalist Partisi, Libya’da Kaddafi’nin yeşil sosyalizmi…) gibi ümmet fikriyatını Batı’nın çıkarları doğrultusunda işbirlikçilik olarak tanımlamış, en büyük düşman ilan etmiş; ona karşı savaş açmış, batı ile fikri ve organik işbirliği içinde siyasi partilerdendir. Halkının siyasi kazanımlarını İslam’a karşı konumlandırmış, halkının kurtuluşunu İslam’dan uzaklaşmak ile özdeşleştirmiş, İslam’ın toplum üzerindeki etkisini sürekli azaltma çabası vermektedir. Kadın haklarını İslam’a karşı konumlandırmış, kadınların toplumsal haksızlıklardan kurtulmasını İslam’ın emirlerinden kurtuluş olarak ifade etmektedir. Bu doğrultuda Batı ile doğrudan bağlantılı bir örgütlenme içindedir. Bangladeş tarihinde Rukiye Hatun gibi sözde kadın hakları savunucuları ile Teslim Nesrin gibi sözde aydın kadınlar, İslam’a karşı savaşın ön cephesinde bulunmuşlar, bu yönde Batı’nın hem ekonomik desteğini hem tanıtım desteğini almışlar hem de sorunlarla karşılaştıklarında Batı’nın himayesine alınmışlardır. Bangladeş sorunu, İslam dünyasının her noktası için çözümlenmeyi ve dersler alınmayı gerektiren bir sorundur. Bangladeş sorunu İslam dünyasındaki ortak sorunun bir parçasıdır, o sorunla uğraşmak bütün dünya Müslümanlarına düşen bir görevdir.
            7. 1971 Bangladeş Bağımsızlık Savaşı sırasında işlenen savaş suçları kapsamında Bangladeş Cemaat-i İslami partisinin üst düzey liderlerinden 10 kişi yargılanmış, idama mahkûm edilenler olmuş ve genel sekreter yardımcısı Abdulkadir Molla’nın infazı gerçekleştirilmiştir. Yargılama süreci birçok uluslararası insan hakları kuruluşu tarafından takip edilmiş ve evrensel geçerliliği olan ‘adil yargılanma ilkesi’nin ağır şekilde ihlal edildiği gözler önüne sergilenmiştir. Tüm üyeleri hükümet tarafından atanan, daha önce Awami Ligi içerisinde de görev almış kişilerden oluşan mahkeme heyeti, savcılık ve komisyonun siyasi bir yargılama yaptığı herkesin ortak düşüncesidir. Bununla birlikte, 16 Aralık 1971 tarihinde yüz bine yakın Pakistan askerinin esir alındığı; 1972 yılında Pakistan askerlerine yardım eden Bengallilere yönelik çıkarılan yasa kapsamında yüz binin üzerinde vatandaşın gözaltına alındığı ve bunların 800’e yakınının mahkûm edildiği; 1973 yılında ise savaş suçlularına yönelik olarak Uluslararası Suçlar Mahkemesi(ICT) isminde ne ulusal özellik ne de uluslararası özellik gösteren bir mahkeme kurulduğu tüm vesikalarıyla açıktır. Bugün savaş suçuyla yargılanan Cemaat liderlerinden hiçbiri bu suçlamalar kapsamında daha önce mahkûm edilmemiştir. Ghulam Azam’ın ise yargılanması bu yasalar kapsamında olmamıştır. Cemaat, Şeyh Hasina ile Awami Ligi’nin başına geldikten sonra birçok kez birlikte hareket etmiş, koalisyon ve ittifaklarda yer almış, birlikte platformlar kurmuştur. Bugün savaş suçu kapsamında yargılanan tüm liderler, daha önce parlamenterlik ve bakanlık yapmış isimlerdir. Şeyh Hasina ise uzun yıllar birlikte çalıştığı kişilerin savaştan tam 39 yıl sonra yargılanmaları için girişimlerde bulunmuştur. Bu da siyasi bir dava olduğunu gözler önüne sermiştir.
               8.Cemaat her beyanında ısrarla bütün suçlamaları reddetmiştir. Cemaat tek Pakistan’ı savunduğunu inkâr etmemiş, hatta bunun parti politikalarını oluşturduğunu bildirmiştir. Liderlere karşı suçlamalar şahit beyanlarıyla yapılmaktadır. Bununla birlikte yargılama sürecinde kişiler birçok hukuksuzluğa maruz kalmış, savunma şahitleri korkutulmuş veya kaçırılmıştır. Bu konuda Uluslararası Hukukçular Birliği’nin 2012 yılında hazırlamış olduğu rapor kıymetli birçok bilgi içermekte ve kaynaklarıyla birlikte kamuoyuna sunulmaktadır. Bu rapordan da anlaşılacağı üzere, hazır bir mahkûmiyet kararı için farazi mahkeme kurulmuştur. Yargılamanın hukukun birçok ana ilkesini ihlal edici düzeyde ilerlemesi, suçlamaların yersiz olduğunu işaret etmektedir. Zira suçlular, adil bir yargılama sonucunda muhakkak hak ettikleri cezayı alacaktır.
            9.Ülkede muhaliflere yönelik 2008 seçimlerinden itibaren baskı politikası başlamıştır. Awami Ligi’nin bu baskıyı iktidara gelir gelmez başlatması, bunun için uzun zamandır fırsat kolladığının bir göstergesidir. Önceleri iktidar ortağı olmak için Cemaat ve BNP ile masaya oturmaktan çekinmeyen Şeyh Hasina, hükümeti tek başına idare etmeye başladığı anda rakiplerini sindirmeye girişmiştir. Yargılamanın siyasi olduğunu düşündüren en büyük sebeptir. Ülke, yargılamalarla ilgili olarak gelen tepkileri dinlememiş, hatta içişlerine müdahale olarak görmüştür.
            10.Daha önce Nürenberg, Tokyo, Yugoslavya ve Ruanda’da savaş suçlularını yargılamaya yönelik uluslararası özellik arz eden mahkemeler kurulduğu bilinmektedir. Uluslararası kamuoyu, bu tür bir mahkemeye tüm dünyanın ihtiyacı olduğunu düşünerek 1998 yılında Roma Statüsü’nü imzalamış ve 2002 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni fiilen yürürlüğe sokmuştur. Bangladeş, 23 Mart 2010’da bunu onaylamıştır. Buna rağmen bugün tartışmaları üzerine çeken ve hukuki kaynaklardan yoksun bir yargılama yürüten ICT, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yapması gereken bir yargılamayı yapmaktadır. Bundan dolayı Bangladeş’in Roma Statüsü’nü niçin imzaladığı merak konusudur.
                11.5 Ocak 2014 tarihinde genel seçimlere giden olan Bangladeş’te BNP’nin seçimler öncesinde kazanmaya daha yakın olduğu görülmüştür. Fakat Awami Ligi, muhtemel bir BNP iktidarında yargılamaların bitirilmesinden korkmuş ve konuyla ilgili bir takım yasal hazırlıklar da yapmıştır. Bununla birlikte, yaşanan son olaylardan ötürü BNP ve birçok önemli muhalefet partisi, seçimleri boykot kararı almış ve katılım gerçekleştirmemiştir. Boykotun en büyük sebebi, seçimler öncesinde bazı muhalefet parti yetkililerinin tutuklanmış ve kötü muameleye maruz bırakılmış olmasıdır. Awami Ligi, 5 Ocak seçimlerinde 300 sandalyenin 231’ini alarak güçlü bir şekilde iktidara gelmiş; ikinci çoğunluğu ise Milli(Jatiya) Parti elde etmiştir. Bu da, yargılamalar konusunda Awami Ligi’nin bundan böyle daha rahat ve acımasız davranacağının göstergesidir. Seçimler sırasında ciddi asayiş olayları yaşanmış, seçim büroları kundaklanmış, protestolarla karşılaşılmış ve ölümler meydana gelmiştir. Sadece seçim günü 20’nin üzerinde ölüm rapor edilmiştir.
         12.Ülkede insan hakkı ihlalleri önemli derecede artış göstermiştir. Yargılamanın başladığı günlerden bugüne göstericilere yönelik kaçırma, işkence ve öldürme olayları artmıştır. Abdülkadir Molla’nın idamını takip eden günlerde sürekli ölüm haberleri gelmektedir. Konuyla ilgili bilgilendirme yapan ülkedeki birçok sivil toplum kuruluşunun web sitelerine zaman zaman ulaşılamamaktadır. Hükümet, basına da ciddi bir sınırlama getirmiş, yanlı haber yapmayan gazete ve televizyonların yayınlarını durdurmuş, editörlerini tutuklamıştır. Son olarak Cemaat’e yakınlığıyla bilinen İslamic Tv de bu kapatmalardan nasibini almıştır.
          13.Ülkedeki yanlı yönetimden Arakan mültecileri de payını almaktadır. Ülkedeki Arakanlılar bütün kötü koşullarla baş başa bırakılmış, adeta ölüme terkedilmiştir. Bangladeş hükümeti, konuyla ilgili herhangi bir duyarlılık göstermemektedir.   Bangladeş’in istikrarlı bir yönetim sergileyecek olması, Arakan Müslümanlarının da çektiği sıkıntıları biraz olsun dindirecektir. Burma’yla sınır komşusu olan Bangladeş’te yüz binlerce Arakanlı kaçak hayat yaşamakta, açlık ve sefaletle dolu bir yaşam sürmektedir. Arakan sorunu, Bangladeş sorunu çözülmeden bitirilemeyecektir.
X. ÖNERİLER
Bangladeş yönetiminin birçok hukuki eksiğine rağmen yürüttüğü yargılama fiyasko doğurmak üzeredir. İdamlardan biri gerçekleşmiş, diğer kişilerin ne zaman infaz edilecekleri belli değildir. Konuyla ilgili Birleşmiş Milletler bir an önce duruma el atmalıdır. Siyasi parti liderlerinin adil olmayan bir mahkemede yargılamalarının sürmüş ve bitirilmiş olması; uluslararası birlik ve komiteler tarafından kabul edilemez bulunmalı, konuyla ilgili uluslararası yargı organlarına çağrıda bulunulmalı, Bangladeş’in imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler hatırlatılmalıdır.
Türkiye kamuoyuna…
  1. Dünya kamuoyunda ciddi bir otorite sorunu yaşanmakta, gerek Birleşmiş Milletler gerekse uluslararası İslam kuruluşları nezdinde ülkelere herhangi bir yaptırım uygulanamadığı görülmektedir. Uluslararası hukukta yaptırım konusu ciddi bir sorun olmakla birlikte, insan hakları ihlallerinin tabiri caizse reklam ve propagandasının yapılması noktasında eksikliğin giderilmesi gerekmektedir.
  1. Müslüman nüfusun olduğu her ülkeden siyasi partiler, insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşları ayrı birer kongre oluşturarak periyodik ve sistematik bir biçimde toplanmalı, sorunları dile getirmeli, sonuç bildirgeleri supranational özellik gösteren tüm oluşumlara sunulmalı ve kamuoyu oluşturulmalıdır.
  1. Dünya Müslümanlarının birbirinden haberdar olmadığı maalesef bir realitedir. Basın kuruluşlarının vermediği haberler dışında ülkelerde çok sayıda insan hakları ihlalleri gerçekleşmekte, kişiler baskı ve ambargo altında kalmaktadır. Kuruluşların şahsi veya ortak birer basın komisyonu oluşturmaları şarttır. Bu komisyonlarda Arapça, İngilizce gibi genel kullanımı olan diller dışında Urduca, Çince, Rusça gibi dillerin bilinmesi ihtiyacı da hâsıl olacaktır. Komisyonlar, ülkelerdeki İslami kuruluşlar ve insan hakları örgütleri ile irtibat halinde olmalı, sürekli görüş alışverişinde bulunulmalıdır. Ülkelerdeki en ufak ihlal durumunda, dünya kamuoyu durumla ilgili bilgilendirilmelidir. İnternet çağının yaşandığı günümüzde, Müslüman oluşumların birbirinden habersiz olması kabul edilemez.
  1. Her kuruluş, dünyada yaşanan bu tür ihlallerle ilgili olarak, kendi ulusal basın kuruluşlarını sürekli olarak ziyaret etmeli, konuyla ilgili demeçler vermeli, siyasilere ihlaller durumunda baskı yapılarak konunun siyasi çözümünü istemelidir. Buna yanaşmayan basın kuruluşları ve siyasiler de, toplantılarda halka teşhir edilmelidir.
  1. Karşılıklı heyetler oluşturularak, ülkelerdeki sosyopolitik durum yerinde incelenmelidir.
[8] South Asia Terrorism Portal-Bangladesh- http://www.satp.org
[11] Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler Uluslararası Hukukçular Birliği’nin, Bangladeş’teki yargılama üzerine hazırlamış olduğu raporda teferruatlarıyla edinilebilir. http://www.hukukcular.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=69:uluslararasi-hukukcular-brlnn-banglade-uluslararasi-sava-suclari-mahkemes-ve-yargilama-sorunlari-raporu&catid=1:son-haberler&Itemid=74
[18] Konuyla ilgili Mazlum Der’in hazırlamış olduğu Bangladeş İnsan Hakları Raporu, ayrıntılı bilgiler içermektedir.
[21] Bu komite, 19 Ocak 1992 yılında 101 Bangladeşli tarafından savaş suçları mağdurları için adalet aramak amacıyla kurulmuştur. Bangladeş ve İngiltere’de faaliyet göstermişlerdir.
[22] Bu grup, internet siteleri kurup sosyal medya üzerinden Cemaat’i karalayan bir gruptur. İsmini, Bangladeş’in 1971 Bağımsızlık Savaşı’nda 11 sektöre ayrılarak mücadele etmesinden ve bu mücadeleyi yürüten komutanlardan alır, bu hareket sektör komutanlarını hatırlatarak yeni bir güç oluşturma düşüncesindedir. İnternet ortamında örgütlü bir yapı olan forum, http://www.scf1971.org/ internet sitesi üzerinden çalışmalarına devam etmektedir. Site üzerinden savaş suçlularının yargılanması için çağrıda bulunulmakta ve Cemaat karalanmaktadır. Site üzerinden özgürlük ve bağımsızlık beyanları çokça yapılmakta, bağımsızlık savaşının kutsallığına dikkat çekilmektedir. Cemaat liderleri küçümsenerek savaş suçu konusunda tekrar kıvılcım yakılmaya çalışılıyor. Fotoğraflar ve karikatürlerle Cemaat üyeleri aşağılanmaktadır. 1973 Uluslararası Suçlar Mahkemesi Yasası kapsamında Cemaat’in yargılanmasından duyulan memnuniyet dile getiriliyor.
[23] Bu proje, ‘String of Pearls(İnci Dizisi) olarak adlandırılmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar