FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ ve BİLİNMEYENLER!
MİLLİÇÖZÜM DERGİSİ
Giriş:
Siyonist Yahudilerin etkin kuruluşlarından ADL (Anti-Defamation League)
Yahudi aleyhtarlığı ile mücadele birliği anlamı taşıyordu. 1913 yılında New
York’ta kurulan, Abraham Foxman’ın başkan olduğu bu dernek, Siyonizm’e hizmet
ediyor ve hizmetçi yetiştiriyordu. Derneğin kuruluş gayesi olarak, “Yahudi
toplumuna karşı yapılan karalamaları önlemek, Siyonizm aleyhindeki iddialara
itiraz etmek ve gerekiyorsa karalama eylemlerini kanun önüne
getirmektir.”deniyordu.
(Not; Yahudiler, haklar, karalamalar derken aklımıza hep 2. Dünya savaşı ve
Naziler geliyordu. Hâlbuki tarih 1913 ve böyle bir dernek Yahudilere yapılan
karalamaları engellemek için kuruluyordu. Acaba Yahudiler gittikleri her yerde
ne haltlar karıştırıyordu ki, devamlı karalamaya muhatap olunuyordu?)
ADL Kurumunun özelliklerinden biride “İnançlar arası diyalog kampı
oluşturmak” olduğu belirtiliyordu. ADL, New England Bölgesi Şubesi,
Hıristiyan, Musevi ve Müslüman gençleri bir haftalığına birbirlerini tanımaları
ve dayanışmaları için “İnançlar Arası Kamp” ismi verilen bir
organizasyon düzenliyordu. Bu organizasyon, İbrahim’i inanca mensup genç üyeler
arasında iyi ilişkileri geliştirmek fikriyle doğuyordu." Bilindiği gibi Fetullahcılar
da aynı şeyleri savunuyordu.
Oysa Cemaatin Gazetesi Zaman, 20 Kasım 1992 günü ADL için şunları
yazıyordu:
“İngiliz Farmasonluğu’nun Yahudi kolu olan B’nai B’rith’in etkisi
altındaki ADL (Anti-Defamation League) 1913 yılında kurulduğu bilinmektedir.
ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir… Kurdukları
“Denizaşırı Yatırımcılar Servisi” adlı şirketle milletlerarası silah ve
uyuşturucu kaçakçılığı, kirli parayı aklama gibi işleri yürütmektedir. İşgal
altındaki Filistin topraklarında ve Kudüs’ün Hıristiyan ve Müslüman bölgesinde
geniş arazilerin kanunsuz alım satımının ortaya çıkarıldığı emlak skandalı da
yine işin içinde ADL’nin varlığını göstermiştir. ADL, Amerika içinde FBI
kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisini sürdürmektedir. FBI ise kongre
tarafından suçlandığı zaman suçu daima ADL’nin üzerine atıvermektedir…
ADL’nin bilinen cinayetleri şunlardır: 15 Ağustos 1985’te Kafkasyalı
Müslüman lider Tscherim Sobzocov, evinin önünde bombalı saldırı sonucu
katledilmiştir Musevi iken Hak din olan İslam’a dönüş yapan Prof. İsmail Raci
Faruki ve eşi 1985 in Ramazan’ında sabaha karşı evlerinde bıçaklanarak
öldürülmüşlerdir Gandhi ve Palme suikastlarının arkasında da ADL’yi
görmekteyiz… ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir
kısmını Amerikan Hükümeti Adalet Bakanlığı’na bağlı Özel soruşturmalar
Ofisi’nde (OSI), bir kısmını da İsrail otoriteleriyle Tel Aviv’de
görevlendirilmiştir… İsrail Devleti kurulduğundan beri ADL, İsrail Gizli
Servisi MOSSAD ile hususi ilişkilerini devam ettirmiştir, İsrail mafyasıyla da
yakın bağlantılar içindedir ADL Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde satın
aldıkları evlerde militan Yahudileri yetişmektedir.”
10 Mart 1998’de aynı Zaman Gazetesi Fethullah Gülen’in kitaplarının ADL
tarafından bastırmasını ise şöyle haberleştiriyordu:
“3 gündür Türkiye de bulunan Yahudi Liderler Heyeti, Başbakan Yılmaz,
Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı Çetin ve Dışişleri Bakanı Cem’den sonra
Fethullah Gülen ile görüştü. 55 Yahudi örgütünü temsilen Türkiye’de bulunan 59
kişilik (AYÖBK) Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti,
Fethullah Gülen’in Türkiye deki ve yurtdışındaki çabalarını önümüzdeki yüzyılın
barış asrı olması açısından önemsediklerini ve söz konusu projeye büyük ilgi
duyduklarını belirmişlerdir. Görüşmede; Gülen in, ABD’nin en etkili Yahudi
Lobisi olan ADL’nin (Anti-Defamation League) teklifiyle hazırladığı hoşgörü ve
diyalogla ilgili kitap da gündeme gelmiştir. Gülen, İngilizce olarak hazırlanan
kitap üzerindeki çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, bittiğinde
insanların hizmetine sunacağını söylemiştir. Kitabın, ADL tarafından basılarak
dünyanın dört bir yanında dağıtılacağı belirtilmiştir”
Şimdi iman, iz’an ve vidan ehlinin şu sorunun yanıtını vermeleri
bekleniyordu:
20 Kasım 1992 tarihli sayısında, ADL’nin çok kirli ve gizli işler çeviren
ve cinayetler işleyen bir Siyonist Yahudi örgütü olduğunu yazan ZAMAN GAZETESİ,
10 Mart 1998’de ise aynı ADL örgütünün, Fethullah Gülen’in ziyaret edip sahip
çıktıklarını ve kitaplarını İngilizce basıp dağıtacaklarını duyuruyordu!
Acaba, Yahudi ADL örgütü mü, insafa ve İslam’a gelip tövbe ediyordu, yoksa
Fethullah Gülen mi karanlık bir mecraya sürükleniyordu?
Bizler, Milli ve Manevi sorumluluk taşıyan basın-yayın mensupları olarak:
İslam ve insanlık adına büyük iddialarla ortaya çıkan, kısa zamanda önemli
organizasyonlara imza atan; ama Dinimize, devletimize, milletimize, ülkemize ve
İslam alemine yönelik hıyanet projeleriyle malum ve mel’un Siyonist-küresel
odaklarla ilişkisi ve işbirliği saptanan bu tür hareket ve şahsiyetlerin gerçek
mahiyetini topluma tanıtmak durumundayız. Hiç kimseyi ve hiçbir kesimi peşinen
suçlamak, sorgulayıp yargılamak hakkımız değil; ancak kamuoyunun kafasını
karıştıran soruları gündeme taşımak, Milli birlik ve dirliğimizi ve manevi
değer ve dinamiklerimizi yozlaştırmaya yönelik tahribatlara projektör tutmak ve
toplumu aydınlatmak zorundayız. Bu tavrımızın, çeşitli itham ve isnatlar
altındaki Cemaatin de hayrına olacağı kanaatini taşımaktayız. Bu amaçla yapılan
tespit ve tahlillerin doğru ve doyurucu yanıtlarını, küresel
odaklarla-varsa-ilişkilerin hangi hikmet ve mazeretlere dayandığını ve bu
girişimlerin İslami ve hukuki kaynaklarını samimiyetle anlatıp toplumu
rahatlandırmak yerine; “Niye din düşmanlarını bırakıp hizmet ehliyle
uğraşıyorsunuz? Hoca Efendi’nin ve Cemaatin bu çok yararlı ve başarılı
gayretlerini kıskanıyorsunuz!..” gibi hamaset, hatta hakaret içerikli
yaklaşımlar ve hızını alamayıp her yazımızı ve kitabımızı- hiçbir sonuç
alınamadığı halde–devamlı mahkeme kapılarına taşımalar, bunlar yetmiyormuş gibi
doğrudan ve dolaylı tehditler yağdırmalar, aslında bütün bunlar bir suçluluk
psikolojisini, gizli ve kirli münasebetlerinin deşifre olması endişesini
yansıtmaktadır. Kimileri, iktidarlarına, imkânlarına, Amerikalarına ve küresel
güç odaklarına güvenip yaslanarak, kendi akıllarınca bizleri ürkütmeye,
azmimizi körletmeye ve yolumuzdan döndürmeye uğraşsalar da, sadece Allah’a
dayanarak ve O’nun rızasını arayarak, sorumluluklarımızın gereğini yapma ve
hakikatleri yazıp toplumu uyarma görevimize kimse engel olamayacaktır.
Fetullah Gülen; Risale-i Nur gibi, ilmi ve imani eserleri okuyup anlamak,
çevresine ve cemaatine aktarıp açıklamak üzere giriştiği gayret ve hizmetlerle
tanındı ve öne çıktı. İslami ve insani özelliklerle bezenmiş, milli ve manevi
değerleri benimsemiş, hayırlı ve yararlı bir gençlik yetiştirme yolunda, yurt
ve dershane faaliyetlerini, kurs-burs hizmetlerini giderek yoğunlaştırdı.
1970'lerin ortalarında, Milli Görüş istikametinde hizmet gören Ak-Evler hareketinden
koparılarak "AKYAZILI" Vakfı kurdurulan Fetullah Gülen acaba, giderek
Bediüzzaman'ın çizgisinden uzaklaşarak masonik merkezlere mi yaklaşmıştı?
Dünya'ya hükmeden ve çok gizli ve de kirli işler çeviren Siyonist mahfillerle;
Pek karmaşık ve karanlık ilişkiler ağına mı takılmıştı?
Böylece, hiçbir resmi sıfat ve statüsü bulunmayan, yüksek öğrenim, hatta
orta eğitim bile almayan sade ve samimi bir hoca efendinin değil, bakanların ve
başkanların bile erişemediği uluslar arası bir protokol pozisyonuyla; Papayla
programlara ve politikacılarla pazarlıklara nasıl başlamıştı?
İlk bakışta: Hiçbir ilmi etiketi ve dini temsil yetkisi bulunmadan, şahsi
gayret ve marifetiyle (hatta bazılarına göre özel velayet ve kerametiyle) bu
denli yaygın bir organizeye ve saygın bir otoriteye eriştiği sanılsa; daha
doğrusu malum merkezlerce böyle sunulsa da; yoksa O, "küresel
çete"nin ve Siyonist sömürücü sermayenin kullandığı bir maşa mıydı?
Fetullah Gülen, kendi inancı, izanı ve vicdanî sorumluluklarıyla hareket eden
bir hizmet erbabı mıydı, yoksa küresel merkezlere bağımlı bir vitrin elemanı
mıydı? Soruları hala yanıtsızdı.
Peki Amerika'daki Siyonist Yahudi stratejisti ve CIA Ortadoğu şefi ve
milyonlarca masum Müslümanın gizli katili Graham E. Fuller, Fetullah Gülen'e
niçin sahip çıkmış ve O'nu yere göğe sığdıramamıştı? İşte belgesi:
Graham Fuller kendi kitabında şunları yazıyordu:
“Bu hareket, halen Fethullah Gülen'in liderlik ettiği en geniş ve en etkili
kanadın adına izafeten çoğunlukla Gülen hareketi veya Fethullahçılar
(Fethullah takipçileri) olarak bilinmektedir. Nur hareketi yetmiş yıldan fazla
bir süredir sahnededir, şu anda Türkiye'deki en geniş organize dini harekettir,
dünyada da en genişlerinden biridir. Gülen, özellikle hareketin enerjisinin
büyük bir kısmını, niteliği itibariyle hemen hemen evrenselci ve geniş manevi
öğretilere dayalı olarak, “İslam’a modernist bir bakışla yaklaşacak okulların
açılması ve çalışma gruplarının kurulması” da dahil, eğitimle ilgili çabalara
yöneltmektedir. Eğitim üzerindeki bu odaklanma hareketin, bilim ve teknoloji
dahil bütün alanlarda eğitim ve bilginin dinle asla çelişmeyeceği, olsa olsa
Allah'ın varlığı inancına ve kainatın var ediliş amacının anlaşılmasına hizmet
edeceği inancını göstermektedir. Hareket toplumda daha yüksek bir manevi bilinç
düzeyi oluşturmaya, böylelikle zaman içinde daha aydınlanmış bir yönetişime
önayak olmaya gayret etmektedir. Klasik Şeriat (İslam’ın muamelat ve adalet
esasları), hareketin düşüncesinde merkezi bir rol oynamaz; esasen Şeriat, geniş
anlamda, Allah'ın engin muradının yerine getirilebilmesi için yürünecek
"yol" (Şeriatın kelime anlamı) olarak anlaşılmaktadır. Nur üyeleri
yerçekimi yasasını bile, örneğin, Şeriatın unsurlarından biri olarak tarif
ederler. Hareket İslâmi metinlerde, onların literal emirleri içinde değil de
orijinal uygulamaları çerçevesinde, bugünün yeni çerçeveleri ışığında
yorumlanarak anlaşılmasını sağlamak üzere, ciddi oranda içtihat (yorum) yoluna
başvurur. (Yani İslam’ı çağın şeytani şartlarına uydurur M.Ç.) Bu anlamda da
hareketin görünümü son derece modernisttir. (Yani Fetullahçılar Adil Düzen,
İslam Birliği gibi Siyonizm için tehlikeli düşüncelere sahip değildir.)
Fetullahçı Nur hareketi görüşlerinde rasyonalisttir ve çoğulcu bir toplum
içinde Allah'ın yarattıklarının görkemli çok yüzlü düzenini ifade eden bütün
öteki dini (hatta dini olmayan) görüşlere karşı hoşgörülü olmaya büyük önem
verir. Fetullahçıların Türkiye'de 236 ilk ve ortaokul, özellikle eski Sovyet
bloğuna dahil ülkelerde olmak üzere dışarıda 280 okul açmış olduğu, buralarda
İngilizce ve Türkçe kaliteli seküler (din dışı) eğitim verildiği
bildirilmektedir. 200 dolayında dini vakıf ve 211 ticari şirket bu faaliyetleri
finansal olarak desteklemektedir.
Her ne kadar Fetullahçı Nurcuların bir siyasal parti kurma niyetleri yoksa
da, hareketin liderleri anahtar meselelerde nasıl oy kullanmak gerektiği
konusunda milyonları bulan takipçilerine bağlayıcı olmayan tavsiyeler
iletmektedir. (Yani Siyonistler, milyonları, ağabeyleri vasıtasıyla
gütmektedir. M.Ç.) Üyeleri birçok farklı geleneksel Türk siyasi partilerinde,
İslamcı partilerde ancak çok hafif olmak üzere temsil edilmişlerdir. Nur
hareketinin bütün apolitik niteliğine rağmen, Türkiye'nin radikal laikçileri,
özellikle askeri liderler, bu hareketi, sahip olduğunu iddia ettikleri “uzun
vadede dini aktivistleri devlete yerleştirmek ve sonunda devleti ele geçirmek”
niyeti açısından yıkıcı ve hatta tehlikeli olarak görmektedir. Tam da
Nurcuların savunduğu şeyden korkuyorlar -insanların kalplerini değiştirmek
suretiyle toplumun aşağıdan yukarıya tedricen İslâmileştirilmesi! (İyi de, TSK
mı ABD’nin güdümünden çıkmıştı, yoksa Fetullahçılar mı Yahudi Lobilerine
kiralanmıştı? Veya Siyonist zalim Graham Fuller mi Müslümanlaşmıştı da,
Türkiye’de İslam’ın gelişmesine böylesine sahip çıkmaktaydı? M.Ç.) Bunun sonucu
olarak, Fetullahçı Nurcular düzenli bir şekilde ordudan ve devlet
kurumlarından tasfiye edilmekte, hareket ve kurumları taciz edilmekte ve
mahkemelere gönderilmektedir”[2]diyerek Fetullahçıları
açıkça savunuyordu.
Katıksız ve amansız şeriat düşmanı Bülent Ecevit'in bile Fetullah Gülen'e
övgüler dizmesinin ve bazı Fetullahçıları partisinden aday gösterip
Milletvekili seçtirmesinin arkasında, acaba ne gibi hedefler yatmaktaydı? Milli
Görüşten ve Erbakan gerçeğinden uykuları kaçan Bilderberg'ci Ecevit'lerin ve
Graham Fuller'lerin Fetullah Gülen'i ve O'nun siyasi temsilcisi AKP'yi
böylesine sahiplenmeleri acaba hangi hikmetlere dayanmaktaydı? "Türkiye
demokratikleştikçe (Fetullah Gülen'in ve AKP'nin benimsediği ve Amerika'nın
desteklediği) ılımlı İslam'ın, Türklerin hayatında daha önemli bir konuma
"geri dönmesi" kaçınılmazdı" diyen Graham Fuller
böylece ağzındaki baklayı da, kafasındaki şeytanlığı da açığa vurmaktaydı.[3] Yani
ılımlı İslam afyonuyla uyuşturulan Türk halkı Amerika’nın gönüllü hizmetkârı
yapılacaktı.
CIA Neden Fethullah Gülen’e Destek Sağlamıştı?
ABD’li öğretim üyesi eski FBI danışmanı Paul L. Williams 2010 nisanında
Fethullah Gülen hakkında önemli bir makale kaleme aldı. Siyonizm karşıtı olarak
tanınan ve yanlış politikalar yüzünden ABD’nin başına bela açtığını savunan
Williams’ın makalesinin ardından Fethullah Gülen’in yaşadığı Pennsylvania’da
yayın yapan sağcı gazete Pocono Record, Gülen’in kaldığı çiftliğe giderek
çiftliğin görüntülerini çekip yayınladı. Görüntüler Türk basınında da
yansımıştı. Makaleyi yazan Williams 29 Nisan’da makalesinin ikinci
bölümünü yayınladı. Oldukça sert bir dili olan makalede Williams “CIA’nın uzun
yıllardır Gülen’i desteklediğini” yazmıştı.
Williams’ın “Evrensel Hilafet Pennsylvania’dan mı Çıktı? CIA Bir
İslamcının İhtiyaçlarını Mı Karşılıyor?”başlıklı yazısına göre: “Dünya
üzerindeki en sinsi ve etkili İslamcı’ olarak adlandırılan Fethullah Gülen, CIA
eski ajanı Graham Fuller ve Birleşik Devletler Dışişleri mensupları sayesinde
daimi oturma izni aldı ve Pennsylvania’daki kalesinde artık ömrünün sonuna
kadar rahattı”.
Fetullahçılara CIA’dan finans kaynağı!
Williams yazısının ilginç suçlamalarda bulunduğu için yayınlayamadığımız
bölümünde, “CIA’nın bir dönem uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği paralarla
Fethullah Gülen’i finansa ettiğini” iddia edecek kadar ağır ifadeler
kullanmıştı. Yazar CIA’nın neden Gülen’i desteklediği sorusunu ise;
“Gülen bu parayla gelişmekte olan ülkelerin petrol ve doğal gaz rezervlerini
kontrol altına alabilmek için Özbekistan, Azerbeycan, Kazakistan, Türkmenistan
ve yeni kurulan Rus cumhuriyetlerinde radikal medreseler ve cemaatler kurdu.”
Şeklinde yanıtlamıştı.
“Bu hareket Gülen’in Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden kurmak ve evrensel
bir hilafet oluşturmak üzere kendisini destekleyen altı milyondan fazla
müslüman yandaş çekecek kadar etkinlik kazandı” diyen yazar, ABD’nin
ve Yahudi Lobilerinin cemaati hangi siyonist amaçlarla desteklediğini de açığa
vurmaktaydı.
“CIA, 1999’la birlikte, Gülen’in Orta Asya’da yeni kurulan ülkelerin
kontrolünü almak için sağlam bir üs kurmak amacıyla Türkiye’deki laik yönetimi
ılımlı İslam’a dönüştürme çabalarını desteklemeye başladı. Türk yetkililer
Gülen’in niyetini anlayınca halkı kışkırtma suçlamasıyla tutuklamaya çalıştı.
Gülen ülkeden kaçtı ve ‘din görevlisi’ olarak özel bir göçmenlik statüsü
edindiği Birleşik Devletler’e taşındı.” Diyen Williams,
yazısında; “Gülen’in yurtdışından siyasi (AKP) iktidarı yönlendirdiğini
söyleyip Fetullah Hocanın müridi olduğunu iddia ettiği üst düzey devlet
görevlilerinin ismini açıklamıştı. Williams, Fethullah Gülen Hareketi’ne
karşı dünyada artan şüpheyi ve tepkileri ise şuna bağlamıştı: “Bazı
ülkeler Gülen tehlikesinin farkına vardılar. Hareketi Rusya ve Özbekistan’da
yasaklandı. Hatta çoğulculuğu ve hoşgörüyü benimsemiş bir ülke olan Hollanda
bile yakın gelecekte toplumsal düzene tehdit oluşturabileceği gerekçesiyle
Gülen medreselerine yardımı kesme kararı aldı.”
ABD’nin Sinsi Hesapları!
Williams yazısında halen CIA’nın neden Gülen’i desteklemeye devam ettiğini
ise şöyle yorumlamıştı: “Çünkü Gülen’in İslamcı Yeni Dünya Düzeni rüyası
Müslüman dünyanın tamamında destek ve ivme kazanmaya devam ediyor. CIA hâlâ
Gülen hareketinin Orta Asya müslümanlarını birleştirme ve böylelikle bu
ülkelerin doğal kaynaklarının kontrolünü Amerikanın güdümüne verme konusunda
başarılı olacağı inancını besliyor. Usama Bin Ladin’in evrensel bir hilafet
görüşü artık sadece içi boş bir hayal değil. Bin ladinin hayali Fetullahçılık
eliyle yumuşatılıp hayata geçiriliyor.”!?
CIA eski ulusal istihbarat konseyi başkan yardımcısı Graham Fuller,
Gülen’in daimi oturma izni başvurusu için tavsiye mektubunu işte bu nedenle
veriyor. Fuller şu anda düşünce kuruluşu RAND için danışmanlık yapıyor.
Kuruluşun diğer danışmanları arasında dışişleri eski bakanları Henry Kissinger
ve Condoleeza Rice, savunma eski bakanı Donald Rumsfield, savunma ve enerji
eski bakanı James Scheslinger da bulunuyor. Savunma Bakanlığı için analizler
yapan sözde “düşünce kuruluşu” RAND, bir CIA hareketi damgasını taşıyor. Fuller
geçmişte, diğer radikal İslamcı hareketlere müsaade etmesiyle de tanınıyor.
Tebliğ Cemaatini “halka öğütler veren barışçı ve apolitik bir hareket” olarak
değerlendiriyor. Şeyh Mübarek Gilani, Tebliği Cemaati misyoneri olarak 1969
yılında Birleşik Devletler’e getiriliyor. On yıl sonra Cemaat ül Fukra’yı kurdu
ve islamcı militer yapılanmaları ülkenin her yerine yayılıyor.
Siyonist Yahudi ve CIA şefi Abromowitz’in Katkıları!
Williams yazısında Fethullah Gülen’e referans veren diğer ABD’li isimleri
de şöyle eleştiriyor: “Ama Gülen’in başvurusu için sadece Fuller
değil dışişleri eski bakan yardımcısı Marc Grossman ve ABD’nin Türkiye eski
büyükelçisi Morton Abramowitz de tavsiye mektubu yazıyor. Onların tavsiye
mektuplarının içeriği daha şaşırtıcı ve rahatsızlık uyandırıcı
görünüyor.” diyen Williams yazısının sonuna şöyle de bir not
düşüyor: “Yazıları takip etmeye devam edin. En kötüsü daha gelmedi.” Ve tabi
Cemaatin Williams’ın iddialarını niçin cevapsız bıraktığı da hala
anlaşılamamıştı.[4]
Fetullahçılığı şu ayetler ışığında yeniden değerlendirmemiz lazımdı:
“Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba
boyun eğecek (ve itaat edecek) olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre
döndürürler.” (Âl-i İmrân: 100)
“Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler ve destekçiler)
edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse,
kuşkusuz (artık o da) onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet
vermez.” (Mâide: 51)
“Allah'ın kendilerine karşı gazaplandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik)
edinenleri görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de
(açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar.”
“Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Doğrusu onların yaptıkları
ne kötüdür.”
“Onlar, (biz İslam’a hizmet için Yahudi ve Hıristiyanları oyalamaktayız
diyerek) yeminlerini bir siper edindiler, böylece (mü’minleri) Allah'ın
yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır.”
“Ne malları, ne çocukları onlara Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar
sağlamayacaktır. Onlar, ateşin halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır.”
“Onların tümünü Allah'ın dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi O'na
da yemin edeceklerdir ve kendilerinin (haklı ve hayırlı) bir şey üzerine olduklarını
sanacaklardır. Dikkat edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta
kendileridir.” (Mücadele: 14-15-16-17-18)
“Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki; Allah'a
ve elçisine başkaldıran (ve Kur’an’ın adalet nizamına engel olmaya çalışan)
kimselerle bir sevgi (dostluk ve dayanışma) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister
babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları)
olsun. Onlar, (zalimleri ve kâfirleri bırakıp sadece Allah’a ve sadık
Müslümanlara dayananlar) öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış
ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar
akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan
razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır.
Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın (partisi-hizbi) fırkası olanlar, felah
(umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.”
(Mücadele: 22)
“Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir
kadın için, artık o işte kendi isteklerine göre seçme ve tercih hakkı yoktur.
Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse (Ayet ve hadislerin açık hükümlerini
çiğner ve kendi keyfince tevil edip tersine çevirirse), artık gerçekten o,
apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzâb: 36)
Not: (Bu ayeti kerimeleri, siz kafanıza göre çarpıtıp asıl anlamından ve
ilahi mesajından saptırmışsınız”, dememeniz için, Zaman yazarı ve Fetullahçı
Ali Bulaç’ın mealine de bakılmalıdır.)
Şimdi artık ölçü; kendi mantığımız, saplantımız, ön yargımız, nefsanî
rahatımız ve menfaatimiz değil de;
1- Kur’an-ı Kerimin, yukarıda örneklerini verdiğimiz muhkem (kesin ve net)
ayetleri ve Hz. Peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili sahih
hadisleri
2- Tarihi gerçekler ve günümüzdeki gelişmeler ışığında Avrupa ve
Amerika’nın ve bunların oluşturduğu kurumların milletimiz ve İslam ülkeleri
aleyhindeki hıyanet ve cinayetleri
3- Aklıselimin ve vicdani kanaatin terazisinde; AB, ABD ve İsrail’in; imani
ve Kur’ani hizmetlere destek verip vermeyecekleri gerçekleri doğrultusunda,
izan ve insaf ile düşünülüp değerlendirilirse, Fetullah Gülen’e ve AKP’ye
Siyonist Yahudilerin ve Hıristiyan emperyalistlerin yardım ve kolaylık
sağlamalarının, İslam Dinine hizmet ve hürmet için mi, yoksa laytlaştırıp özünü
çürütmek ve Müslümanları kendilerine köleleştirmek üzere hezimet için mi olduğu
kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Haçlı emperyalistlerle ve Siyonist Yahudilerle
sinsi ilişki ve işbirliğini Kur’an nifak alameti saymaktadır.
Bu nedenle; kendimizi, çevremizi, mensubu bulunduğumuz hareket ve
şahsiyetleri bu nifak tuzağından korumak için elbette dikkatli olmamız ve
birbirimizi uyarmamız şarttır. Hz. Üstat Bediüzzaman’ın tabiriyle; “boynumuzda
bir akrep olduğunu hatırlatana, kızmak değil teşekkür etmemiz lazımdır.”
Yok, eğer “Fetullah Gülen ve AKP hükümeti, Haçlı ve Siyonist merkezleri
oyalayıp avutarak, İslam’a ve Müslümanlığa hizmet için, onlardan görünüyorlar”
diyorsanız, o takdirde, biz mükellef olduğumuz gibi zahire göre hüküm verip,
bunların hıyanet girişimlerini tenkit etmemiz, onların da lehine olacaktır.
Çünkü Yahudi ve Hıristiyanları daha rahat kandıracak ve inandırıcı şekilde
kullanma imkanları doğacaktır!.. Öyle ise, bunca hırçınlığınızın altında ne
yatmaktadır? Kaldı ki, “Amaçlar meşru bile olsa, o amaçlara ulaşmak için
gayri meşru araçlara ve yollara başvurulamayacağı” bir (kaide-i külliye) genel
İslam kuralıdır. Örneğin hayır işlemek ve Hacca gitmek için haram ve haksız
kazanca tevessül edilemeyeceği gibi, dindar ve diplomalı nesil yetiştirmek ve
inançlı ekipleri devlet kademesine yerleştirmek bahanesiyle ABD’nin zalim ve
emperyalist hedeflerine alet ve hizmetçi olmak ta Dinen, aklen, vicdanen ve
tarihen yanlıştır, günahtır.
Fetullah Gülen’in talebeleri ve takipçileri arasında ve çok büyük oranda,
iyi niyetli, istikametli, ibadet ve hizmet ehli kardeşlerimiz bulunmaktadır.
Bizim bir amacımız da propaganda rüzgârlarına kapılmış bu mü’minlerin gerçeği
görmelerine yardımcı olmaktır.
Rusya Fetullah Gülen okullarını niçin kapatmış ve kimler açtırmıştı?
Putin yönetimi, ülke içindeki Fetullah Gülen okullarını kapatmak için
harekete geçiyordu. Gülen'e bağlı çeşitli şirketleri yakın takip altına alan
Rus yönetimi, okulları "Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme
merkezi" olarak görüyordu. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda
okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyordu. Rusya
Federasyonu, Fetullah Gülen okullarını “CIA bağlantılı olduğu” gerekçesiyle
kapatmaya başlıyordu. Ulaşan bilgiye göre, Rusya Federasyonu yönetimi
Fetullah Gülen okullarını açan şirketleri yakın takibe alıyor ve söz konusu
operasyon Fetullahçı cemaat okullarına ve şirketlerine karşı yapılan
soruşturmaların en kapsamlısı oluyordu. Öte yandan, Rusya Federasyonu: yerel
yöneticileri arasında, bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son
veriyordu. Rus yetkililer, Fetullah Gülen okullarını açıkça "Amerikan ve
İngiliz casusu yetiştirme merkezi" olarak tanımlıyordu. Öte yandan, Türkiye
kamuoyuna "modern okullar" olarak sunulan bu okullardan bazılarında
çok sinsi ve siyasi faaliyetler yapıldığı ve ABD'nin dünya hâkimiyeti için
beyinlerin yıkandığı özellikle vurgulanıyordu. Moskova'da yayımlanan
Nezavisimaya Gazetesi, Haziran 2000'de Fetullah Gülen'in Rusya'daki
taraftarlarının iktidar organlarına sızdığını yazıyordu. Söz konusu okulların
önce Rusya'nın Türkçe konuşan bölgelerinde kurulduğunu bildiren Nezavisimaya,
Tataristan'da 8, Başkırdistan'da 4, Karaçay-Çerkez, Çuvaşya ve Yakut-Saha'da da
birer okul bulunduğunu açıklıyordu. Gazetedeki yazıda, okullarda "Amerikan
hayranlığı ve İsrail propagandası" yapıldığı belirtilerek, bu kuruluşların
denetlenmesini istiyordu.
FSB’ye göre casusluk yapılmaktaydı!
Rusya iç Güvenlik Örgütü FSB Başkanı Nikolay Patruşev, 17 Aralık 2002'de
Türk basınında yer an açıklamasında, gerçekleştirdikleri en başarılı
etkinlikler arasında “Türk casusların deşifre edilmesini” de sayıyordu. FSB
Başkanı 2002 yılı etkinlik raporunda Fetullah Gülen okullarında çalışan öğretenlerin
casusluk faaliyetlerinin deşifre edildiğini belirtiyordu. FSB Başkanı
açıklamasında: okulların sahibi konumundaki Tolerans, Serhat ve Ufuk
vakıflarının isimlerini veriyordu. Bunun üzerine Rusya'nın Başkırdistan
Özerk Cumhuriyeti'nde Fethullah Gülen okullarındaki 10 öğretmen Haziran 2003'te
sınır dışı ediliyordu. Ayrıca Başkırdistan Milli Eğitim Bakanlığı'nın sınır
dışı edilen öğretmenlerin görev yaptığı okulu kuran "Serhat" vakfı
ile tüm anlaşmalarını iptal ettiği de belirtiliyordu. Bu olaydan sonra,
Buryatya Cumhuriyeti'nde de, Fetullah Gülen okulu hakkında soruşturma
başlatılıyordu.
Milliyet gazetesi Moskova muhabiri Cenk Başlamış, 7 Eylül 2003 tarihli
haberinde, Rusya'da Fetullah Gülen okullarının temsilcisi konumundaki Tolerans
Vakfı Başkanı Mustafa Kemal Şirin'in sınır dışı edildiğini duyurmuştu.
Haberde: "Şirin, hafta içinde Rus havayolları Aeroflot'a ait bir uçakla
geldiği Şeremetyova-2 Havaalanı'ndan giriş yapmak istedi, ancak pasaport
kontrolü sırasında "Rusya'ya girişi yasak olduğu" gerekçesiyle
ülkeye girişine izin verilmedi. Yasaları çiğnediği gerekçesiyle Rusya'ya girişi
5 yıl yasaklanan Şirin, geceyi havaalanında geçirip, ertesi gün Türkiye'ye
gönderildi. Tolerans Vakfı Başkanı Şirin, Rusya'nın Türk okullarıyla bağlantılı
olarak şimdiye kadar sınır dışı ettiği en üst düzeydeki temsilci"
deniyordu. Yine aynı haberde Rusya Federal Güvenlik Servisi FSB'nin Başkanı
Nikolay Patruşev'in yaptığı açıklamanın ardından, Rusya Eğitim Bakanlığı'nın
Fetullah Gülen okullarına karşı kapsamlı bir soruşturma başlattığı belirtiliyordu.
Bu çerçevede Rusya'nın değişik bölgelerinde 10'a yakın okul kapatılırken,
50'den fazla Türk vatandaşı sınır dışı ediliyordu. Ancak ABD, İsrail ve
Türkiye’den kimler devreye giriyorsa, Rusya Cemaat okullarına yönelik
operasyonlarına son veriyordu!?
Bediüzzaman’ın Yolundan Sapılmıştı!
Bediüzzaman'ın Kur'andan kaynaklanan Risale-i Nur denilen imani ve ahlaki
eserlerini okumak, okutmak ve böylece şuurlu ve huzurlu bir neslin yetişmesine
katkıda bulunmak gibi hayırlı bir amaçla girişilen hizmetler, zamanla
çığırından çıkmaya başlamıştı. “Bediüzzaman'ın müjdelediği ve gelişine ön
hazırlık hizmetleri verdiği Hz. Mehdi" havasıyla kendisini merkez alan
Fetullahçı yapılanma: "Işık evleri"nde beyinleri bu doğrultuda
yıkanan talebelerden bir çekirdek kadro oluşturulmaya çalışmaktaydı ve masonik
odaklar ve marazlı medya tarafından "bu gelişmelerden kaygı
duyuyorlarmış" görüntüsüyle sürekli gündemde tutulup reklâmı
yapılmaktaydı.
Fetullah Gülen'in:
"Bu evlerin eğitim dizgesinden geçmeyenler, insanlık özünden yoksun
bulunmaktadır... Işık evleri, yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği
kutsal mekânlardır."[5] Şeklinde tarif ettiği bu evleri
Rotary Kulüplerin desteklemesi de anlamlıydı... Fetullah Gülen, ışık
evlerinde yetişmeyenleri, "insanlık özünden yoksun saymaktaydı." Yani
kendisine tabii olmayanlar değil Müslümanlık, insanlık onuruna bile
ulaşamazdı!?.. Oysa Nevval Sevindi'nin Amerika'dan yolladığı ve 22 Temmuz
1997 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinin 5. sayfada yayınladığı "Fetullah
Gülen'le New York sohbeti" yazısına göre:
"Fetullah Gülen Hoca Efendi Cumhuriyet ideolojisinin yaratmak istediği
"Müslüman Avrupalı Türk" tipinin mimarıydı... O, "Dini bütün ve
Batı formasyonlu yeni bir sentez" ustasıydı?!..
Bu tespit doğruydu... Evet dış güçlerce Fetullah Gülen'e biçilen misyon:
Batı ile uyumlu ve uyuşuk layt Müslüman tipi oluşturmaktı. Bu tip; Allah'ın
istediği değil, Avrupa ve Amerika'nın benimsediği bir Müslümandı... Ama şu
gerçeği de hatırlatalım ki: Bu türlü girişimler, haliyle bazı tahribatlar
yapacaklardı... Ancak asla amaçlarına ulaşamayacaklar ve başarılı
olamayacaklardı. Çünkü İslam'ı istismar girişimlerinin hepsinden sonunda İslam
kârlı çıkacaktı. Fetullah Gülen'in perde arkasını sezen samimiyet ve istikamet
sahibi insanların da, bu sinsi ve siyonist kuşatmayı kırmaları yakındı...
Şu sorunun mutlaka sorulması doğru ve doyurucu cevabının bulunması
kaçınılmazdı:
Bir zamanlar: "Amerika ve Rusya sistem olarak materyalist
felsefeyi benimsemiştir. Aslında ne Rusya'nın ne de Amerika'nın bize bakış
açıları farklı değildir. Hatta hiçbir fark yoktur, denilebilir. Israrla
söylüyoruz ki, ikisi de bizim aman vermez düşmanımızdır"[6] diyen
Fetullah Gülen'e ne oldu ki şimdi:
"Amerika, hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin
adıdır... Amerika şu anda: Bütün konum ve gücüyle, bütün dünyaya kumanda
edebilir ve buna layıktır"[7] demeye ve
Amerika'yı övmeye başlamıştır? Fetullah Gülen'in asıl amacı; İslam'ı
yaymak mı, yoksa siyonist Gizli Dünya Devleti'nin kovboyu olan Amerika'ya
uyumlu ve ılımlı vatandaş hazırlamak mıdır?
Milli duyarlı bir Üniversite Hocasının tespitiyle, "yurt dışındaki
okullarıyla, Türkiye deki vakıf, dershane, üniversite çalışmalarıyla siyonist
emperyalizmin dünya hâkimiyetine ve küresel bir totalitarizmin kurulma hedefine
hizmet mi yapılmaktadır?[8]
Daha önceleri: "sebeplere riayet, bir sorumluluk olsa da; onlara “tesiri
hakiki” vermek apaçık bir dalalet ve inhiraf (sapıklık)tır."
"Köpek, kendisini besleyeni sahibi olduğunu sanır ve bu yüzden
sahibine gösterdiği sadakat görünüşe, yani nedenselliği dayanır"[9] diyen Fetullah Gülen,
şimdi nasıl oluyor da:
"Amerika ile dostça geçinmeden ve Amerika istemeden, dünyanın hiçbir
yerinde, hiç kimseye ve hiçbir şey yaptırmazlar...
Şimdi (bana bağlı) bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına
(yani siyonizmle uyuşarak) gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar
açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığımız sürece bu projelerin
gerçekleştirilmesi mümkün olmaz..."[10] diyerek,
herkesi Amerika'ya kayıtsız şartsız teslimiyete çağırmaktadır?
Fetullah Hoca'ya göre: Kuvvet ve Kudret sahibi, Allah mıdır, yoksa Amerika
mıdır?
"Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol
oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli, Amerika göz ardı edilerek, şurada veya
burada kendi başına bir iş yapılmaya kalkışılmamalıdır...
Rusya bile sizi desteklese, eğer Amerika istemezse, işinizi bozacaktır...
Çünkü Amerika kendi işlerinin bozulmamasından yanadır. Bu da
yadırganmamalıdır"[11] diyecek kadar Amerika'ya tapınan
ve siyonizmin yenilmez gücüne(!) sığınan bir Fetullah Gülen, acaba Kur'an
kahramanı mı, yoksa Amerika'nın kuklası mıdır?
Beklenen Mesih mi, yoksa Papalık misyoneri mi olmaktadır?
Vaazlarında ve kitaplarında:
"Hazreti Mesih (İsa A.S) Ahir zamanda o önemli misyonu eda etmek üzere
mutlaka nüzul edecektir. Nüzul edecektir ama içinizden şahs-ı manevinin muhtevi
bulunduğu mana ve ruha nüzul edecektir” (Yani Hz. İsa şu anda içinizde bulunan;
lideriniz ve temsilciniz olan şahsiyete yani kendisine inecektir) diyerek, dolaylı
biçimde Mesihliğini ve Mehdiliğini ilan eden ve nicelerini buna inandıran Fetullah
Gülen; "Sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatı
âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız." Diye
başladığı papa'ya mektubunda:
"Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan
Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz." Diyordu!
Şimdi aklımıza ve vicdanımıza güvenerek soralım:
Fetullah Gülen beklenen Mesih veya Mehdi Aleyhisselam mıdır? Yoksa kendi
itiraf ve ifadesiyle Papalık Konseyi Misyonunun basit bir parçası mıdır? Takiyye yaptığı
ve ikili oynadığı açıktır. Ancak, acaba asıl aldatmak ve kullanmak istediği
Hıristiyanlar ve Museviler midir, yoksa Müslümanlar mıdır? Acaba Siyonist
Yahudiler ve Haçlı emperyalistler mi Fetullah Gülen'i... Fetullah Gülen ise
Müslümanları mı kullanmaktadır?
Sn. Gülen Çağ ve Nesil dizisinin 4. kitabının son yazısında ve lider
başlığı altında:
"Ve eskilerin "Kaht-ı rical" dedikleri seviyeli insan,
idareci ve kadro ile lider kıtlığı (yaşanıyor). Yakın geçmişi ve hâlihazırdaki
vaziyeti itibarıyla: Şu karmaşık dünyanın gerçek manada bir lider tanıyıp
tanımadığını bilemeyeceğim; bildiğim tek şey varsa o da, bizim dünyamızda böyle
bir liderin olmadığıdır... O Polat sinelerin ve çelikten sedaların yerinde,
şimdi sinekler uçuşuyor... Evet, ateşböceklerinin yıldızlaştığı, sineklerin
kartallaştığı bu talihsizler diyarında, şimdi aslan inleri, tilki çalımlarıyla
inliyor... Bülbülyuvaları saksağanların elinde perişan ve her tarafta yarasalar
şehrayinler tertip ediyor... Hakim güçler, insafsız ve temettü (sömürme) avında...
Hasıla koskoca dünya başı boşların elinde ve bir baştan bir başa lidersizlikle
kıvrım kıvrım (kıvranıyor)..." diyor ve ardından "nasıl bir
lider?" diye kendisini anlatmaya başlıyordu.
Yakın geçmişteki ve günümüzdeki bütün dini ve siyasi liderleri böylesine
küçümseyen ve kötüleyen Fetullah Gülen'in, şimdi Amerika'ya ve Papalığa karşı
perestlik derecesindeki hürmet ve teslimiyeti nasıl bağdaştırılacaktır?
İşte Hoca Efendinin Papa'ya mektubu:
“Pek Muhterem Papa Cenapları,
Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların, dünyayı daha iyi
yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuzu, tam manasıyla bilen
halkımdan size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizden bize zaman
ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıâlilerinize en derin
kalbi teşekkürlerimizi sunarız.
Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan
Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak
üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.
En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme
yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. İslâm
yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan
Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük
oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslâm'ın asırlarla
ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkânını bağrına
basacaktır. Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları
gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkâr etmiştir.
Bilginin tamamı Allah'a aittir ve din Allah'tandır. O halde bu ikisi nasıl
çelişebilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinlerarası
diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.
Kendi memleketimizde şimdiye kadar, çeşitli Hıristiyan mezheplerinin
liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını
âcizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında
hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. Bizler bir araya
gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen
yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz
bariyerler gibi deyin, karşı durabiliriz. Geçen yıl
bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetler arası barış ve
diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız
teşvikle bu tür etkinlikleri tekrarlamak istiyoruz. Hali hazırda üç büyük
dinin bağlıları arasındaki bağları güçlendirmeye yönelik olarak dinlerarası
diyalog konusunda Vatikan'ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans
düzenleme sürecinde bulunuyoruz. Yeni fikirlerimiz varmış
iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine
yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu
ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak
kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu'daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı
kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz.
Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel'in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve
mezkûr kutsal mekânları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz.
Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve zevkle selamlamayı
hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs'ü
birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri
Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi
olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan
etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir.
Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile ilki Washington DC'de olmak üzere
muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini
teklif ediyoruz... İkinci serinin zamanı için Hz. İsa'nın doğumunun 2000.
yıldönümü ideal olabilir. Bir öğrenci değişim programı
da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi
birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde
üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim'in doğum yeri olarak
bilinen, Urfa şehrindeki Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu ya Harran
Üniversitesi'ndeki programların genişletilmesi suretiyle, ya da üç dinin
ihtiyaçlarını da temin edecek şümullü bir müfredata sahip bağımsız bir
üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir. Önerilen
programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bunlar erişilmez
değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte
etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine
adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur.
Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun.”[12]
Şimdi lütfen merakımızı bağışlayın!
1- Fetullah Gülen'e, Papayla görüşmek ve işbirliğine girişmek üzere;
Türkiye ve dünya Müslümanları böyle bir yetki vermiş midir? Yoksa malum ve
melun merkezler mi o'na böyle bir kılıf geçirmiştir?
2- Bu tavrı ve telaffuzlarıyla, İslam'ın tebliğcisi ve temsilcisi mi, yoksa
Vatikan'ı da kontrolüne alan siyonizmin hizmetçisi midir?
3- Hz. Peygamber Efendimizin devrinin önemli devlet liderlerine
gönderdikleri ve "Ya, bozuk ve batıl inançlarınızı bırakıp İslamiyet'e ve
benim risaletime iman edersiniz. Ya da tüm tebaanızın da günahını yüklenerek
cehenneme girersiniz." İçerikli mektuplarıyla, Fetullah Gülen'in Papaya
yazdığı mektubunda söyledikleri aynı şeyler midir? Hâlbuki Peygamber
Efendimizin tavrı, izzet ve davet, bununki ise, zillet ve teslimiyettir.
4- F. Gülen, haddini aşarak, “bugüne kadar İslamiyet'in hep yanlış
anlaşıldığını ve bunun Müslümanların suçu olduğunu” söylüyor ve doğrusunun
kendisi tarafından ortaya koyulacağını ima ediyor!.. Peki, bugüne kadar sahip
çıktığını iddia ettiği Bediüzzaman ve Onun izlerini takip ettiği tüm Ehlisünnet
uleması; İslam'ın neresini yanlış anlamışlardı ve hangi yanlışları Müslümanlara
öğütlemişlerdi?
5- Papayı Türkiye'ye davet ve kutsal yerleri ziyaret teklifini, Süleyman
Demirel adına tekrarlama yetkisini ve cesaretini kendisine kim vermişti? Yoksa
mason Demirel'le, özel bir ilişki içindemiydi? Hani bu Hoca ve ekibi siyasetten
uzak kimselerdi?
6- Urfa'da 3 dinin ortak eğitimini verecek ilahiyat okulunu açma kararı,
İsrail'le birlikte mi verilmişti? Çünkü AKP'li belediye Başkanı döneminde
bu proje, İsrail yardımıyla Urfa'da gerçekleştirilmişti.
7- Fetullah Gülen, acaba insanlığı, en azından kendi taraftarlarını; İslami
değerlere göre yeniden düzeltmek ve yeryüzünde adil bir düzen yerleştirmek
isteyen ender ve önder bir şahsiyet miydi? Yoksa Papalık Konseyinin basit bir
parçası, Papa hazretlerinin ve GAP'ta yatırım yapan İsrail'in bir hizmetçisi
miydi?
Şu ABD’li Prof niye ısrarla uyarmaktaydı?
Chalmers Johnson (University of California'da emeritus Profesör): “The
sorrows of empire, New York, 2004” kitabında, ABD'nin dış politikasının tümüyle
Wolfowitz gibi neo-conların söz sahibi olduğu pentagon'un elinde olduğunu,
Beyaz Saray'ın by-pass edildiğini belirtiyordu. "ABD, ona buna demokrasi
satmak istiyor, Ortadoğu'ya da "demokrasi yok"
gerekçesiyle müdahale ediyor, ama kendisi demokrasinin ilkelerinden uzaklaşıyor.
ABD adeta bir imparatorluk oldu ve militarist bir düzen içinde yönetiliyor.
Ancak, ABD imparatorluğun diğer imparatorluklardan ayıran önemli bir özellik
var: ABD imparatorluğu bir "üsler imparatorluğu"dur. İngiliz ya da
Fransızlar gibi gittiği yerlerde toprak İşgali amacı taşımıyor, dünyanın
değişik bölgelerini "Üs"leri aracılığıyla kontrol altında tutup, ele
geçirmeyi hedefleyen bir imparatorluktur Amerika..." diye uyarıyor ve
ekliyordu:
“ABD, askeri malzemelerini Türkiye üzerinden nakletmek için 7 liman ve 6
havaalanını kullanma izni aldı. ABD'nin kullanımına verilen liman ve alanlara
ilişkin karar yürürlüğe girdi. Bush'un geçtiğimiz aylarda açıkladığı
"Türkiye cephe ülkesidir;" sözleri ABD'ye verilen liman ve üslerle
daha bir anlam kazandı.
Haber turuma devam ediyorum sevgili okur, nasıl hoşunuza gidiyor mu?
Bambaşka bir dala konuyoruz, ne âlâkası var demeyin, anlayana; 'En büyük
Yahudi nişanı Nazarbayev'e verildi. Dünya Yahudileri Konseyi, Kafkasya'nın
enerji merkezlerinden Kazakistan'ın Devlet Başkanı Nursultan Nazarbavev'e,
medeniyetlerarası diyaloğa katkılarından dolayı, "Uluslararası Maimonides
Nişanı-en büyük Yahudi nişanı" verdi. Avrasya Kuruluşları Birlikleri
temsilcileri ve Nazarbayev ödül töreninin ardından, Kazakistan-Astana'da yeni yapılan
Orta Asya'nın en büyük sinagogu Rachel-Habad Lyubavivch'i törenle açtılar.”[13]
Bu en büyük Yahudi nişanının Nazarbayav'e verilmesinin diğer önemli sebebi
ise; Fetullah Gülen'in okullarına yaptığı destek olduğu konuşulmaktadır.
Fetullah Gülen'le MOON ve MASON İlişkileri kafa karıştırmaktaydı!
Moon tarikatı ile Fetullah teşkilatı arasındaki örgütlenme modellerindeki
Siyonist ilişkileri yanında en önemli benzerlikse birinin Mesihliğe, diğerinin
ise İslam temsilciliğine ve Mehdiliğe soyunmalarıdır. Her ikisini de organize
eden, Amerika'daki siyonist kuruluş; CSIS'tır. CSIS 1962'de Georgetown
Üniversitesi'nde kurulmuştu. Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah
şirketlerine hizmet veriyordu. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla,
Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle
bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumuyken, yenidünya düzenine uyum sağlamak
üzere şirkete dönüştürülüyordu. CSIS, Ortadoğu petropolitik araştırmalarıyla da
dikkat çekiyordu. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye'ye de ayrı bir bölüm
açılıyor, CSIS birimlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı
ülkelerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski devlet memurları
bulunuyordu. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyordu. CSIS
yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD'de konuk edip, ilgili
konularda konferans vermelerini sağlıyordu. Bunların arasında Türkiye
başbakanları da bulunuyordu. Hatta CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile
ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştiriyordu.
Sonraları Başbakanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit'in
ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs'dan sorumlu Devlet
Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreterliğini
yürütüyordu. CIA'nın bile bir üst kurumu gibi çalışan CSIS Fetullah Gülen'inde
en büyük destekçisi oluyordu.
Çok sayıda ülkenin yanı sıra ABD'de de "lobby" oluşturmak gerekçesiyle
cemaat okulları kurulması bir gazetede şu ilginç açıklamayla yer almıştı:
"Gülen'in şimdiki planı, ABD'de Türklere de, Amerikalılara da eğitim
verecek bir üniversite açmaktır. Virginia eyaletine bağlı küçük bir yerleşim
birimi olan Staunton'da, boşaltılmış bir hastane binasını devralan
"Fethullahçı" grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir
üniversitenin kurulması çalışmalarına başlamıştır. Gülen Londra'da kolej açmış,
matematik doktoru bir Fetullahçı: Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde,
üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere "evet" diyeceğini
açıklamıştır.[14]
"Fethullah Gülen'in" adamları tüm dünyada, Tanzanya'dan Çin'e
çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200'den fazla
okul kurmuşlardır. Bu okullar İslam'dan çok güya Türk milliyetçiliğini esas
alan ılımlı İslam felsefesini yaymaktadır. Balkanlar'dan Çin'e, Türkiye'yi
model alan bir seçkinler kadrosu yetiştirmeyi amaçlamıştır. Bu kuruluşlar
Müslüman olmayan öğrencileri alarak belki de İngilizceyi temel eğitim dili
olarak kullanmaları nedeniyle, sadece seçkinlerin çocuklarını okutmaktadır.
Şimdi: İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların hangi
"Türk milliyetçiliğini" esas aldığı, ya da nasıl olup Tanzanya veya
Çin yönetimleri, seçkin aile çocuklarının "Türk Milliyetçiliğini esas
alan" bir eğitimden geçirilmesine göz yumdukları, niçin sorulmamaktadır?
Siyonist Yahudi Graham Fuller: "The man and his movement"
(Bir Adam ve Hareketi) diye alkışlamıştı!?
26-27 Nişan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi'nde CMCU'nun son
konferansının konusu "F. Gülen: The man and his movement (Bir adam ve onun
hareketi) idi. Bu konferansta F. Gülen'in son elli yılda gelişen İslami
hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA
şefi Graham Fuller'in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya başlamış
olduğuna dikkat edilirse ABD ile "entegrasyon"un liberal olarak
tamamlanmak üzere olduğu söylenebilirdi. CMCU konferansına katılanların
kimlikleri ve deneyleri, Georgetovvn Devlet Üniversitesi'nin yanı sıra ABD
yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung'larının Türkiye'deki din ve
ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi(!): Toplantıya
katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi:
Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu
danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy)
eleman.
George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat
uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya uzmanı.
Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat
görevlisi, Middle East Institute başkanı.
Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görevlisi, ABD Hava
Kuvvetlerine bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdilerde Türkiye'deki Nurcu
hareketini ve "Irak, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap
Emirlikleri'ndeki çeşitli "Şii Müslüman Cemaatlerin gelecekteki politik
rolleri'ni Rend Francke ile birlikte araştırıyor. Şii araştırması projesinin
amacı, "Şiilerin özgürlüğü, siyasete ve yönetime katılımlarının
geliştirilmesinin yollarını bulmak" olarak belirtilmektedir.
Bekim Akal: Wolkswagen Stiftung, Almanya (Yahudi)
Osman Bakkar: Georgetovvn CMCU Malezya Seksiyonu İslâm Kürsüsü başkanı.
Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit seksiyonu sorumlusu, İstanbul Bediüzzaman ve
"medeniyetler arası diyalog" konferansları katılımcısı.
Mücahit Bilici: Sosyolog, Boğaziçi Üniversitesi.
Yasin Aktay: Prof. ODTÜ.
Fahri Çakı: Sosyolog; İstanbul Üniversitesi'nden sonra Temple'da Nurcu Hareketin
Sosyo-Ekonomik gelişmesi tezini hazırlıyor.
Ahmet Kuru: Bilkent Üniversitesi, Fatih Üniversitesi. Utah Üniversitesi doktora
öğrencisi.
Zeki Santoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi, El-Ezher, Harran
Üniversitesi. Şimdi Washington Katolik Üniversitesi'nde.
Hakan Yavuz: Utah Üniversitesi.
Elizabeth Özdalga: Prof. ODTÜ, CHP araştırmacısı, İsveç Enstitüsü
müdürü, İslâm Konferansı örgütleyicisi, "Adsız Kahraman: Fetullah Gülen
Cemaatinin kadınları arsında Bireysellik ve İçselleşmiş Yansıma" tebliği
sahibi.
Bayram Balcı: Fransa Milli İltica Bürosu, Paris Arap Dünyası görevlisi, Fransa
Dışişleri Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde kadrolu eleman.
Berna Turam: McGill Üniversitesi/Kanada
ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Din Hürriyeti Bürosunca hazırlanan
"Din Hürriyeti-Türkiye Raporu"nda "İslamic Leader" ve
"Moderate İslamic Leader" olarak kayıtlara geçirilen F. Gülen'in
hakları Amerikan devletince resmen savunulduktan sonra, ilginin boyutu
genişletilmekte ve Amerikan devletinin ünlü üniversitesinde akademik bir
düzeye yükselmekte olduğu görülüyordu. Bu "bilimsel" toplantıyı CMCU
ve "The Rumi Forum" düzenlemişti. Bu tür "bilimsel"
toplantıların sonuçlarının resmi raporlara etkisi elbette olumlu
olacaktı. ABD Dışişleri Bakanlığının raporlarında "Ilımlı İslami
Lider" olarak sıfat kazanan F. Gülen, 2002 yılı Din Hürriyeti Raporu'nda
"İslamic philosopher and leader/İslam Filozofu ve Lideri" olarak nitelenmeye
başlanmıştır. Aynı raporun 44. paragrafında "Din Hürriyeti
Tacizleri" başlığı altında "Ahmadi Muslims" cemaati diye Cüppeli
Ahmet Hoca'ya da sahip çıkılmıştır.[15]
ABD'de son toplantıysa 19-20 Nisan 2004'de Washington'daki John Hopkins
Üniversitesi'nde "Abant in Washington-İslam Laiklik ve Demokrasi: Türk
Deneyimi" adı altında yapılmıştı.
Toplantının programına göre, "hoş geldiniz" konuşmalarını Francis
Fukuyama ve "Abant Platformu" başlığıyla Bilgi Üniversitesi'nden Mete
Tuncay yaptı. Açılış konuşmalarını ise diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Prof.
Mehmet Aydın ile ABD Dışişleri Müsteşarı eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman
yaptı. Türkiye Gazeteciler ve yazarlar Vakfı’nca çağrısı yapılan ve ATFA
(American Turkish Friends Association- Fairfax) örgütlenen bu ilginç
konferansın panellerine içinde CIA şefleri yanında Cengiz Çandar'da vardı.
Türkiye'nin İslam, Laiklik ve Demokrasi Deneyimi ve Ortadoğu, Kafkaslar ve
Orta Asya İlişkisi Yuvarlak Masa Toplantısı:
Kemal Derviş (CHP Genel Başkan Yardımcısı-Açılış konuşması),
Elisabeth Özdalga (CHP eski danışmanı, TESEV danışmanı, İsveç Araştırma
Enstitüsü), Cüneyt Ülsever (Liberal Düşünce Topluluğu Derneği,
Hürriyet Gazetesi), Sabri Sayarı (Eski RAND danışmanı, Georgetown Ünv.), Emal
Uşşaklı (TGYV), Hüseyin Gülerce (TGYV), Kenan Gürsoy (Galatasaray Ünv.), Fehmi
Koru (Yeni Şafak Gazt.), Kemal Karpat (Wisconsin Ünv.), Ruşen Çakır (TESEV),
Mithat Melen (İstanbul Ünv.) Şahin Alpay (Bahçeşehir Ünv.), Zeki Sarıtoprak
(John Caroll Ünv.), Adnan Aslan (ISAM-İslami Araştırmalar Merkezi), Ömer
Taşpınar (John Hopkins Ünv. Brookings Inst), Zeyno Baran (Nixon Center, Eski
CSIS elemanı), Cengiz Çandar (Sabah Gazetesi), Seda Çiftçi (CSIS elemanı),
Hakan Yavuz, Henry Barkey, John Lee Esposito David Calleo, Steven A. Cook,
Svante Cornell, James Miller, Charles Fairbanks, Carter Findley, Hussain
Haqqani (Carnegie Endowment), Barry Jacobs ve Anatol Lieven (American Jewish
Committee), Heath Lowry, Zack Messitte (Saint Mary's College), Eric Hooglund
(Filistin Araştırmaları) ve John Hulsman (Heritage Fdn.) Çoğu Yahudi ve Mason
olan bu kişilerle birlikte, toplantıya ABD eski Ankara Büyükelçisi ve Dışişleri
Siyaset Planlama Müsteşarı Marc Grossman'ın yanı sıra Savunma Bakanlığı Müsteşarı
Paul Wolfowitz'in de açılış konuşması yapacağı, eski Büyükelçisi ve NED yönetim
kurulu eski üyesi Abramowitz, WINEP eski direktörü, 1990'da Ortadoğu'ya ABD
askeri saldırısı sırasında danışmanlık yapmış olan, ABD Temsilciler Meclisi
Personel Direktörü Alan Makowski,Temsilcilerden Rober Wexler, John Hopkins,
Arap İşleri uzmanı Fuad Ajami'nin ve Frederick Star'ın da katılacağı
açıklanmıştı.
O sırada, Türkiye'de DGM'nin aradığı kişi, ABD'deki devlet üniversitesinde
adına düzenlenen bilimsel toplantılarla onurlandırılıyor, ABD üst düzey
Dışişleri'nin katıldığı toplantılar düzenleniyordu! Bir kişinin bir mahkeme
tarafından aranıp aranmaması, haklılığı ya da haksızlığı önemli
görülmeyebilirdi. Ancak uzun yıllar devlet yöneticilerince "stratejik
ortak" olarak tanıtılan ABD'nin tutumuna kısa bir soruyla değinmek
gerekirdi: ABD'nin ulusal güvenlik gerekçesiyle aradığı herhangi bir kişi
için, örneğin Ankara Üniversitesi'nde onurlandırıcı bir konferans
düzenlenebilir miydi?[16]
Kim ne derse desin, işin özü, toplulukların dinsel inançları kullanılarak
oynanan oyun değişmiyor; Moon hareketi Mesih'e; Fetullahcılık hareketi de
Mehdi'ye özeniyordu. Her ikisinin yolu da "Amerika ile entegrasyon"
projesine çıkıyordu.
Moon misyonerleri örgüte bilimsel bir saygınlık görüntüsü vermek için
üniversitelerden adam seçiyordu. Bu katılımcıların Moon'un kilisesine bağlı
olmadığını, salt ayrı dinlerin ya da üniversitelerin temsilcileri olduğu
izlenimini vermeye çalışıyordu. Örneğin, turcular arasında Moon tarafından
kutsal nikâhla evlendirilmiş en az on yıllık kilise üyelerinin örgüt
bağlarından söz edilmiyordu.
Türkiye'yi temsil edenler arasında, Dünya dinleri Gençlik Semineri' ne
katılan şimdi AKP Dış Bakanı olan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi
Üniversitesi'nin öğretim görevlisi Davutoğlu, masumane çalışmaların amacını şu
ilginç sözlerle açıklıyordu:
"Amerika'da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup
profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak daha açık bir
ifade ile "gezici bir üniversite" şeklinde, dinler arasında diyalog
ve fikir alışverişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk
temsilciler bu sene katıldı. Gerek ABD'de gerekse Kudüs'te gerçekten çok
değerli gözlemler yapma imkânı bulduk”[17] diyen Bay Ahmet
Davutoğlu, işte bu marifet ve meziyetleri nedeniyle AKP iktidarı Dış İşleri
Bakanlığına atanıyordu.
Mooncular "Kitlelerin yoğun ilgisini çeken Futbola da el atmıştı.
Seul'de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç "barış" olarak
açıklamıştı. 10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa'dan Olympique Lyonnais,
Güney Afrika'dan Kaizer Chiefs, Almanya'dan TSV 1860 München, ABD'den Los Angeles
Galaxy, Hollanda'dan PSV Eindhoven, Uruguay'dan Club Nacional de Football ve
Güney Kore'den de Seongnam Ilhwa takımları katılmıştı. Türkiye'den de Beşiktaş
Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini almıştı. Birinciye 2 milyon dolar ve
ikincinin de 500.000 dolar ödül aktarıldı. Bu haber Türkiye'deki bazı
gazetelerde kısaca yer aldı. Ama "Moon tarikatının düzenlediği
turnuva" sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler aktarıldı.
Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt
da Zaman gazetesinde çıkmıştı. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç.
Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik
temellerini ortaya koyan ilmi(!) bir yazı yayınlamıştı. Öğretim üyesinin
yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini
eleştirenlere de ilginç bir yanıttı: İşte Fetullahçı yazarın saptama ve
sapıtmaları:
"(..) Futbol da, birçok özelliğinden dolayı “yeni bir dini hareket”
olarak görülebilir. "Para-religious-Din gibi" olarak da adlandırılan
bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağmen pek çok hususta dine
benzer özelliklere rastlanılmaktadır.”[18]
İşte Fetullahçıların din anlayışı ve İslam’ı yozlaştırma çabaları!?
1990'lı yıllarda Moon Hazretleri'nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri
iyice yaygınlaşıyordu. Medeniyetler arası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi
Konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika'dan gelip konuk olanlar çoğalıyordu.
Bu adamlarla ilgili övgülere Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca
rastlanıyordu.
AKP'li ve Fetullah Gülen'ci Belediye Başkanları eliyle, tarihi camiler
yıkılarak, kiliseler açılmaya başlanmıştı:
755 yıllık camiyi yıkıp Moon-Presbiteryen müritlerini karşılamaktan
utanılmamıştır. Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası,
dinlerarası diyalog, din-inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından
uygulanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yenilenmiştir.
Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma terkedilmiş ya da bilerek
ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları
Denizli kentinde yaşanmıştır. "Denizli'de Türklerin ilk yerleşimde
kurdukları ve sayısız depremden sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu
Cami ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye"
ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle
yenilenen 11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan antik
Pamukkale Kilisesi'nin yıkıntıları arasında ayin düzenlenmiştir. Ayini
düzenleyen birinci grup Amerikan Presbiterian kilisesi mensuplarıdır. Bu
grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDovvell ve Papaz İlhan Kekinöz
bulunmuştur, ikinci 25 kişilik grup ise Unification Church bağlılarıdır.[19]
"Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar'ı ziyaret
etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. "Bizans dönemi kalıntılarıyla
Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar
kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?" gibi
ilginç soruların yanıtını verecek bir laik rejime sahip çıkacak bir görevli
herhalde vardır. Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak
sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri
kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında ev-kilise
kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini gezip topladıkları çocukları
kiliselere ziyarete götürerek beyinlerini yıkamaktadır.
Uluslar arası örgütlenmeyi gerçekleştiren Moon Mason Tarikatı Amerika'nın
desteği ile “dünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü
operasyon ilkelerini çağrıştıran”önemli bir açıklama yayınlamıştı:
"Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen)
bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir
evrensel siyasi parti var; bu parti tüm ülkeleri de içine almalıdır. Bir
kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz.” Evet, bu sözler
Siyonist sermayenin küresel hâkimiyet hedefini yansıtıyordu. Bunları
söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirkete, vakıflara.
okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, dini İlmi örgütlere,
hoşgörü kuruluşlarına, vb. sahipti ve gençliğe büyük önem veriyordu. Onları
örgütlüyor beyinlerindeki tüm inançları silip kendi safsatalarını yerleştiriyor
ve yalnız cemaat içinde ve lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyordu.
Politikacılar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde
toplanıyordu. Dünyanın bir çok ülkesinde kuruluşları olan bu
cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyordu. Söz
konusu cemaatin lideri Amerika'da bulunuyordu. Cemaatin liderine
"hazret-üstad" deniyor, ama o bir "Hoca Efendi" değildi. O
Reverand (Hazret) Sung Myung (Moon) ve cemaatinin adı ise; Dünya
Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification
Church (UC, Birleştirme Kilisesi) oluyordu. Moon'un, Kore istihbarat
servisi K-CIA ile başladığı ve Amerika'daki siyonist yahudi stratejistlerin
desteği ile parlayıp şöhret kazandığı bu şeytan tarikatında, Japonya'nın ilginç
iş adamları, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler Güney Amerikalılar,
Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar bulunuyordu. Moon'a göre dünyadaki
kötülüklerin kökeninde "Adem"baba ile "Havva" ananın
işledikleri günah yatıyordu. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu
yüzden kirleniyordu. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak, kanının
temizlenmesine bağlı bulunuyordu. Temizleyici kan ise; dönemim gerçek
ana-babası yani Moon ve Moon'un karısının damarlarında akıyordu. Artık asıl
olan Adem ile Havva değil, kendilerini "true-parents" yani "gerçek
ana-baba" olarak ilan eden Moon ve eşi sayılıyordu. Yeni ve temiz
ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuluydu. Temiz ana-babalar
ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebiliyordu. "True-Parents days
(günlerinde) Sung Myung Moon 'Hazretleri' binlerce yeni çifti kutsuyor ya da
evli olanları yeniden nikâhlayarak toplu düğün düzenliyordu. Nikâhları kutsanan
çiftler, Moon'un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyordu. Böylece Adem ve
Havva'nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kanı da temizlenmiş
oluyordu.
Moon'un gençlik örgütünün eski yöneticisinin gönderdiği mektuptaki şu bilgi
bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliştirmek üzere, siyasal-bilimsel
toplantılar düzenlenmesini aştığını gösteriyordu. Mektuptan okuyalım:
"... Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon'un 13 Şubat kitlesel
düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu ama haberde
bir eksilik vardı. Gerçekte evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar
ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu."
Moon'un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtiliyordu: Moon'a göre Hz. İsa
politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtarmayı
başaramıyordu. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyordu. Sorgusuz
bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi,
hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanıyordu.
İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak, ortaya çıkan Moon'a kimse sahte
peygamber diyemiyordu. Bu örgütle Fetullah Gülen'nin yapılanma modeli oldukça
benzeşiyordu. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın
başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücadele örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon
Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk
yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyordu. Fetullah Gülen
ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; "Güç neredeyse orada
olunmalıdır" der gibi, o da Amerika'ya taşınıyordu. ABD federal devlet
yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından
kutsallığının en üst noktasına ulaşıyordu. Her yıl 10-15 Şubat arasında
"Gerçek Ana-Baba"nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle
kutlanıyordu. Tıpkı Peygamberlerin doğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada,
onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyordu. İki yıl önce kendi oğlu da
aynı otelde intihar ediyordu.
Moon'un, Amerika'da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini anlamak, şimdi daha
iyi anlaşılıyordu. Moon Hazretleri, Yahudi Hahamlarından aldığı talimatları cin
gibi anlayıp uyguluyordu, dünyanın değişik ülkelerine Hristiyanlık Kilisesi
olarak gitmenin olanaksızlığını görmüş ve her dinden, her milliyetten
insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuştu. Bilim adamları,
barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları
gibi sayısız teşkilat kurmuştu. İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World
Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dön bucağında
toplantılar düzenliyordu. PWPA' nın el atmadığı konu yoktu. "Sovyetler yıkıldıktan
sonra ne olacak?"tan "Afrika'nın geleceği" ne,
"Latin Amerika'nın borç sorunları"ndan "Ortadoğu'da ticaret ve
barış süreci"ne, "İslam’ın sorunlarından" Ermenistan'ın kalkınma
yollarına dek, akla gelebilecek ne denli konu ya da bölgesel sorun varsa,
hemen hemen tümü için "konferans" ve "sempozyum" adı altında,
1973'den bu yana 400'ü aşkın toplantı düzenleniyordu.
Birleştirme Kilisesi Türkiye'ye nasıl sızmıştı?
PWPA'nın Türkiye'deki ilk başkanı ünlü siyasetçi Kasım Gülek oluyordu. Onun
Koreli Moon'un kilisesince kurulmuş olan bir tarikatı Türkiye'de başkan olarak
temsil etmesinin gerekçelerini anlamak zordu, ama onun yaşamına kısaca göz
atmak bize bazı ipuçları veriyordu.
Kasım Gülek (Adana 1910- Washington 1996) İttihat ve Terakki üyesi Mustafa
Rıfat Bey'in ve Tayyibe Gülek'in oğluydu. GS Lisesi ve Robert Kolej'de, Paris
Ecole Science Politiques (1924-28), Columbia University (Dr.l928)'de eğitim
görüyordu. ABD'de öğrenciyken Chase Manhattan Bank'da çalışıyor. Harvard
Üniversitesi’nde işletmede "master" yapıyordu. Rockfeller bursuyla
Berlin Üniversitesi'nde, Cambridge Üniversitesi'nde çalışmalar yürütüyordu.
Cambridge rektörünün tavsiyesiyle CHP'ne giriyor, Bilecik Milletvekilliği,
Bayındırlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği görevlerinde
bulunuyordu. 1958 yılında Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanı (1957-1959)
Albay J. J. Fens, Menderes hükümetinden Türk heyetinin bildirilmesini
istiyordu. CHP'den Nüvit Yetkin seçiliyor, ama harekete geçen CHP Genel
Sekreteri Kasım Gülek, Colonel (Albay) Fens'e mektup yazarak Nüvit Yetkin
yerine kendisinin çağrılmasını öneriyordu. Konu Zafer Gazetesi'nde manşet
oluyordu. Kasım Gülek, İnönü'ye böyle bir mektup yazmadığını söylüyor, ama bir
gün sonra, gazete mektubun kopyasını yayınlayınca, İsmet İnönü, Kasım Gülek'e
güvenemeyeceğini bildirerek, görevden ayrılmasını rica ediyordu. İnönü'nün
1950'den 1957'ye, dek görevde tuttuğu Kasım Gülek ile çalışma arzusu O'nun
yabancılarla kurduğu sıkı dostluklarından ileri geliyordu.
Kasım Gülek, Kore Birleşmiş Milletler Komisyonu Başkanlığı (1950-1953)
Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanlığı (1968-1969), NATO Parlamenterler Konferansı
Başkan Yardımcılığı ve Kontenjan Senatörlüğü de yapıyordu. Kasım Gülek'in
yaşamında en ilginç teklif General McArthur'dan geliyor. Gülek'ten ABD'de
kalarak senatör olmasını istiyordu!? 1980'li yıllarda Sung Myung
Moon'un Türkiye ilişkilerini yürüten Kasım Gülek, Unification Church'ü
güçlendirmek için büyük çaba gösteriyordu. Örgütü, ABD Büyükelçisi Şükrü
Elekdağ'a "empoze" etmeye çalışıyordu. Kasım Gülek bu arada Fetullah
Gülen'le dostluğu ilerletiyor ve onu ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile
tanıştırıyordu. Kasım Gülek, yaşlılık yıllarında yeniden CHP ile ilişki
kuruyordu.
Kasım Gülek'in baldızı Aylin Radomisli, uzun yıllar ABD'de yaşıyor;
Amerikan ordusuna katılıyor. Asya'da elçilik görevine atanacağı söylenirken, 19
Ocak 1995'de evinin bahçesinde ölü bulunuyordu. Ölümün nedeni araba
kazası olarak kayıtlara geçiriliyordu. Aylin Radomisli'nin Türkiye'den ilginç
konuklan oluyordu. Yakın arkadaşı Aylin Gönensay (Eski dışişleri ve devlet
bakanlarından Emre Gönensay'ın eşi) bunlardan biriyle tanışmıştı. Bu adam Zaman
gazetesinin ihtiyaçları için Amerika'daydı… Kasım Gülek'in kızı Tayyibe
Gülek, Teyzesi Aylin Rodomisli ile ABD'de yaşadı. Harvard'ı bitirdikten sonra,
Türkiye iktisadını pek ama pekiyi yönetenlerin yuvası London School of
Economics' te yüksek lisans yaptı. Türkiye'ye dönünce engin deneyimlerine güven
duyularak Ecevit tarafından Başbakanlık Danışmanlığına atandı. Türkiye'nin
Bakû-Ceyhan Boru Hattı Sekreterliğini yürütürken, Ecevit'lerin kontenjanından
Adana Milletvekili (1999) olarak TBMM'ye taşındı. Ecevit onu ABD gezilerinde
hep yanında bulundurmaktaydı. Tayyibe Gülek Temmuz 2002'de Kıbrıs'tan sorumlu
devlet bakanlığı görevine atanmıştı.
ABD'lilerle 1920'li yıllardan beri içli dışlı olan Kasım Gülek, moon
tarikatı elemanlarının da katıldığı ilk toplantıyı, 1982'de İstanbul'da
yapmıştı. Bu toplantılarda Moon'un Ortadoğu Temsilcisi, Thomas Cromwell başta
olmak üzere Moon'un örgütlerinden ve yerlilerden birçok yönetici katılmıştı.
Toplantıların konuları da kafa karıştırıcıydı: 21 Yüzyıl Eğitimi ve Türk Yunan
İlişkileri! Bu toplantılara katılan Türk büyükleri de ilginç insanlardı:
Emre Gönensay, Sabahattin Zaim, Erkek Akurgal, İlahiyat Fakültelerinin
dekanları, sanatçılar, ünlü Belediye Başkanlarından Gülay Atığ, Semra Özal,
Diğer uluslar arası toplantılara katılanlar arasında, Deniz Baykal, Hayri
Erdoğan Alkin, Handan Kepir gibi tanınmışlar da vardı.
Moon'un PWPA toplantılarında en sık görülen İlahiyatçıların başında Salih
Tuğ gibi İlahiyat Fakültesi dekanları geliyordu. İlim Yayma Cemiyeti
üyelerinden ve Aydınlar Ocağı eski başkanlarından Salih Tuğ 1997'de Kanal 7
televizyonunda Fehmi Koru ile programa çıkıyor ve Moon'un Church hareketini öve
öve bitiremiyordu. Bu toplantılara katılmış olan Yaşar Nuri Öztürk, Moon'un
İlahiyatçılara 45 gün süren Amerika gezisi ayarladığını söylüyordu. Anlaşılıyor
ki, (Birleştirme Kilisesi), Hıristiyan ya da Müslüman ayırt etmiyor, önüne
geleni birleştiriyordu. Fetullah Gülen’den, Dolandırıcı Bayan Belediye
Başkanını, Cumhurbaşkanı'nın hanımından Devlet Bakanlarını ve daha nice etkili
ve etiketli adamı yan yana getirebiliyordu. Bu ayrı bir kitap dolduracak kadar
geniş bir konuydu. Moon'un Türkiyeli Masonlar ve tarikatlarla ilişkileri hep
gizli tutuluyordu ve Fetullah Gülen’in Kasım Gülek’in cenazesindeki üzüntüsü
şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Şimdilik, Unification Church'ün yayınlarına göre
toplantıları kısa bir listede toparlamak yararlı olabilirdi:
1982 Roma: Kasım Gülek,
1982 İstanbul Hazırlık Toplantısı: Bu toplantıyı Moon'un sağ kolu Chung
Hwan Kwak vönetivor ve Kasım-Nilüfer Gülek Türkiye düzenlemesini yapıyorlar.
1984 Roma: Hayri Erdoğan ilkin (Konferans Başkanı olarak),Prof. Sabahattin
Zaim
1986 İstanbul Hilton "21. Yüzyılda Eğitim" Kasım Gülek,
Sabahattin Zaim. PWPA' nın ABD başkanı Nicholas Kitrie ve Yunanistan'dan
Evanghelos Moutsopoulos da katılıyor.
1986 İstanbul Hilton: "Türk-Yunan İlişkileri" Sabahattin
Zaim, Ekrem Akurgal, Emre Gönensay (Sonra başbakan Danışmanı, T.C Dışişleri
Bakanı, Nilüfer Gülek'in kardeşi Aylin Radomisli'nin Amerika'dan yakın dostu),
Kasım Gülek.
1987 Chicago: Kasım Gülek
1988 Londra: Prof. Handan Kepir Sinangil (Robert kolej
/Bosphorus. Un)
1991 İstanbul President Oteli.
1994 İstanbul the Marmara Oteli.
1996 İstanbul (1-14 Haziran).
Öteki katılımcılar: Deniz Baykal, Işılay Saygın, Mehmet Aydın (9 Eylül
Üniv. İlahiyat Fak. Dekanı, Abant toplantıları yöneticisi, (18 Kasım 2002 AKP)
Abdullah Gül ve Recep Erdoğan Hükümeti Devlet Bakanı), Sabri Orman, Ali Şafak
E. Ruhi Fığlalı, Gülay Atığ (Aslıtürk), Semra Özal, Nilüfer Narlı, Nevzat
Yalçıntaş, Lütfü Doğan, Osman Zümrüt, Şerafettin Gölcük, Salih Tuğ, Fehmi Koru,
Barış Manço, Ayseli Gürsoy.
ABD'den İstanbul toplantılarına katılanlar arasında Moon'un has adamları
Richard Rubinstein, Nicholas Kittrie'nin yanı sıra Yunanistan'dan, Ürdün'den,
Mısır'dan, Kore'den gelenler vardı. Kasım Gülek'in, ölümü üzerine,
PWPA'nın Türkiye başkanlığını Dr. Hayri Erdoğan Alkin üstlendi. Hayri Erdoğan
Alkin, eski adıyla Robert Kolej devamıyla Bosphorus University'de
profesörlüğünün yanı sıra Türk Ekonomi Bankası (TEB) yönetim kurulu üyeliği
yapmaktaydı. İlkin, aynı zamanda NED'den büyük parasal destek alan ve Türk
Dışişleri politikasını yönlendirmeye çalışan TESEV'in de danışmanıydı. Hayri
Erdoğan Alkin, Moon'un kurduğu PWPA'nın yayınlarına yansıyan bilgiye göre,
PWPA'nın Avrupa toplantılarına katılmıştır. Yine Boğaziçi Üniversitesi'nden
Handan Kepir Sinangil de, Avrupa toplantılarına katılmıştır. Anımsanacağı gibi,
Hayri Erdoğan Alkin'in oğlu ARI Derneği kurucuları arasında yer almıştır.
Moon'un 1000'i aşkın kuruluşlarından en ilginci olan Global image
Association bir zamanlar Türkiye'nin "lobi" işlerini yapmıştır. Ve
milyonlarca dolar karşılığı ülkemizi dünya'ya tanıtmıştır.
"Moon"culuk ve "Mason"lukla Atatürkçülük uyuşmazdı!
1919 Haziran'ın da Anadolu'nun doğusunda bir Ermeni devleti kurulmasını
sağlayamayan ABD, Gümrü Anlaşmasıyla Türkiye'nin doğu sınırlarının da güvence
altına alınması ve Sakarya boyunca Yunan saldırısının da püskürtülmesi üzerine,
İstiklal Savaşı'nın Ankara'daki Milli Yönetim'in lehinde sonuçlanacağını hesap
etmiş olmalı ki, İngilizlerin silahlı istilâ planlarına karşılık kaleyi içerden
fethetmek için sinsice isteklerde bulunmaya başlamıştı. ABD, elbette bu
mandacılığın peşini bırakmayacaktı. Nitekim, savaş ortamında yurdumuzun
düştüğü zayıflıktan yararlanmak için Öksüzler Yurdu ve örnek çiftlikler
kurarak, ABD Anadolu'da yerleşmek istemiş ve bu isteği Ankara'ya iletmişti.
Meclis Başkanı Mustafa Kemal, hemen İçişleri Bakanlığı'na bir muhtıra
yollayarak uyarıda bulunmuştu. Bu muhtırayı dikkatle okuyalım:
İşte Atatürk’ün uyarıları:
“Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ülkenin bayındırlaşmasına,
öksüzlerin rahatlamasına, genel sağlık ve ekonomimizin düzeltilmesine yönelik
girişim ve çalışmaları teşekkürle kabul eder.
Ancak, bu konuda gerek uzak, gerek pek yakın geçmişte, bize oldukça
pahalıya patlayan deneyimlere dayanarak bir takım kaygılarımızı açıklama gereği
vardır.
Şimdiye kadar ülkemizde ekonomik amaçlarla, politik ve bilimsel
çalışma (yapan) kurumlar ve yabancılar özellikle aşağıdaki amaçları
izlemişlerdir:
1- Ülkemizdeki çalışmalarından korkunç bir ekonomik ve politik kazanç
sağlamak. Bizim için en zararlı olanı bunlardır.
2- Bir bölgede elde edecekleri ekonomik yetkiye (imtiyaza) dayanarak o
bölgenin sahibi olmaya çalışmak.
Bu gibilerin ülkemizde bir daha çalışmalarına kesinlikle izin verilmemesi
kararlaştırılmıştır. Böyle yapmakla yalnız kendimize değil, bütün insanlığa
olabildiğince büyük hizmet ettiğimize inanıyoruz. Dolayısıyla Genel Savaşı
(Birinci Dünya Savaşı)'nı çıkaranlar, bu gibi amaçları izleyen paralı gruplar
ve onlara alet olan politikacılardır:
3- Ekonomik amaçla, bilim ve insanlık (yararı) görüntüsü ile
yurdumuza gelip, ilerde istila (işgal) hazırlamak için, etnik toplulukları
gerek hükümete, gerek birbirlerine karşı kışkırtmak. Bu gibiler hem 1. dünya
savaşının hem ülkemizdeki korkunç katliamların düzenleyicileridir.
4- Yurdumuzda, yalnız bilim ve insanlık amaçları ile çalışmakla birlikte,
ruhlarında bulunan Hıristiyanlık duygusu nedeniyle, hemen Hıristiyan
azınlıklarla ilişki kurmak ve ister kasıtlı, ister kasıtsız olarak, aralarında
azınlıkların da yaşamakta olduğu Müslüman topluluklardan ayrılma isteğini
propaganda etmek ve kışkırtmak.
Bu gibilerin gerek Müslümanlara, gerek iyiliğine çalıştıkları(nı ileri
sürdükleri) Hıristiyan azınlıklara, aralarında yaşamakta oldukları İslâm
çoğunluğuna (karşı) baskı yapılmasını aşılamakla, ne denli insanlık dışı bir
biçimde çalıştıkları ve bu yüzden meydana gelen cinayetlerden sorumlu
oldukları ortadadır.
Hükümetlerimiz bu gibilerin de özgürce çalışmalarına izin verdiğinde
Müslüman ve Müslüman olmayan bütün uyruklarına karşı pek ağır bir sorumluluk
yükü altına girmiş bulunacaktır.
Buna izin vermek, çocukları yaşayacakları çevreye düşman ya da hiç olmazsa
yabancı olarak yetiştirmek ve (çocukları) yaşayacakları çevre ile çatışmak
zorunda bırakmaktır. Bu ise, gerek o çocukların, gerek içerisinde yaşayacakları
halkın yıkımını hazırlamaktır.
Bunu yasaklamak hükümetin görevidir. Bundan dolayıdır ki,
Amerikalılarca örnek çiftlik vb kurumlar kurup, buralarda kendi
uyruğumuzdan olan binlerce çocuğun Türk hükümetine ve ulusuna karşı sevgisiz ve
uyumsuz duygularla yetişmelerine izin veremeyiz.”[20]
Mustafa Kemal, muhtırasını, diplomatik bir dille yapmıştır.
Amerikalıların kurmak istedikleri sözde örnek çiftliklerin yönetiminin ve
çalışan çocukların eğitiminin Türk hükümetinin atayacağı görevlilerce
yürütülmesini, bu gibi yerlerde çalışacak, öksüzler arasında ırk ve mezhep
ayrımı gözetilemeyeceğini belirterek, bu şeytanlığa fırsat tanımamıştır. Onun duyarlılıkla
ve devlet adamı sorumluluğuyla ayrımcılığa ve karıştırıcılığa gösterdiği bu
tepkisinde söz ettiği acı deneyler arasında Osmanlı yönetiminin ve İttihatçı
mason hükümetlerin vurdumduymazlıkla izin verdiği Anadolu illerindeki Amerikan
konsolosluklarının: Hıristiyan azınlıkları ve özellikle Ermenileri eğiten
misyoner okulları kurmaları, azınlıklara birer ABD pasaportu vererek onları
Amerikanlaştırmaları ve misyoner okullarını, manastırları silah deposu haline
getirmeleri ve sonunda terör eylemleri ve devlete isyan girişimleri
bulunmaktadır.
Osmanlı'nın son döneminde İttihat Terakkicilerinde desteği ile yabancıların
işlettiği okul sayısı, 98'dir. Bu işi yalnızca savaş öncesi durumun bir
özelliği olarak göstermek de yanıltmanın bir parçasıdır. Mustafa Kemal'in
Amerikan okullarının yıkıcı etkisini bilmemesi düşünülemez. Amerikalıların
Talaş Koleji'nde 1880 yılı ders programında, Ermenice ve Rumca Gramer,
Osmanlıca İncil, Hıristiyanlara göre tarih derslerinin yanı sıra
Amerikalıların 3 ayrı yerdeki matbaada, Ermenice, Rumca, Bulgarca, İtalyanca,
Ladion (İspanyol Yahudi dili) dillerinde, kitap yayınladıkları bilinmektedir. Mustafa
Kemal, kültürel işgalin sonuçlarını iyi değerlendirmektedir. Sözde öksüzler
yurdu kurma gibi insancıl girişimin altındaki azınlık örgütleme plânının
yattığını elbette biliyordu. 1922 yılı başında, ülke işgal altındayken ve en
zor koşullarda yaşanırken yazılmış olan bu muhtıradaki değerlendirmeye
"komplo teorisi" diyebilecek bir kişi olabilir mi? Buna
"komplo uydurması" diyenler, Reagan'ın 1982'de koyduğu adla
"demokrasi projesi" nin Yugoslavya'da, Çekoslovakya'da, Balkanlarda,
Asya'da, Afrika'da, Orta ve Güney Amerika'da, Irak'ta, Venezuela'da yol açtığı
sonuçlarını unutsa da, bunların Türkiye'deki etnik ve dinsel kışkırtmalarını
Lozan'ın yeniden gözden geçirilmesi dayatmalarını yok sayması mümkün değildir.
Mustafa Kemal'in, 27 Aralık 1919'da yabancılarla yatıp kalkanlara verdiği
şu yanıtı okuyunca; Bugün Atatürkçü geçinen ABD uşaklarına ve AB aşıklarına
şaşmamak imkansızdır!
Şimdi bir kez daha Mustafa Kemal'i dinleyelim:
“Tekrar ediyorum, aleyhimizde ileri sürülen değerlendirmeler yanlıştır. Bu
gerçek, (hem) tarih, (hem de) mantık açısından sabittir. Bu hususu, yalnız
Batı'ya değil, hatta vatandaşlarımıza da, ehemmiyetli bir surette ihtar etmek
gereğini duyuyorum. Çünkü ender de olsa, üzülerek işitiyoruz ki, milletin
tarihini okumamış veya milli duygudan yoksun kalmış olan bazı kişiler,
yabancıların, aleyhimizde ileri sürdükleri suçlamaları reddetmedikleri gibi,
vatanını ve milletini kusurlu göstermekten de çekinmiyorlar. Bugün bile,
sultani mektebinin salonlarını aleyhimizde konferans verdirmek için
yabancılara açanlar var. Bu gibilere lanet
olsun!"
Şimdi bize şöyle sorulup sataşılmaktadır:
“O kadar din düşmanı varken, niçin dindar kişilerle uğraşıyorsunuz?”
Çünkü din tahribatı iki türlü yapılamaktadır:
1- Açıkça saldırmak, taarruza kalkışmak ve yasaklamak,
2- İslam’ın özünü boşaltmak, ılımlaştırıp zalim ve kâfir dünya
düzenine uyumlaştırmaktır.
Birincisi inkârcıların, zorbaların ve barbar batılıların âdetidir. İşte
Çanakkale, Irak ve Filistin bunun örnekleridir. İkincisi
dindar ve İslam’a hizmetkâr kılıklı münafıkların, makam ve menfaat karşılığı
dış güçlere kiralık marazlıların yöntemidir. Ve maalesef münafıkların tahribatı
kâfirlerinkinden daha etkili ve tehlikelidir. Bizim derdimiz, eğer birileri,
bilmeden dinimize ve devletimize karşı hazırlanmış tuzaklara takılmışsa veya
bilerek şöhret, servet ve etiket karşılığı dış güçlere satılmışsa, bunların
tahribatlarına dikkat çekmek, milli birlik ve dirliğimize yönelik hain
girişimlere fırsat vermemektir. Yoksa belgesiz ve bilgisizce kimseyi suçlamak
değildir.
Kuran’a göre münafıklar:
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri (ve İslam düşmanı kitap ehlini) veliler
(dost ve müttefikler) edinirler. Bu (ahmak ve kaypaklar) izzeti (şeref ve
desteği) onların yanında aramaya yeltenirler” (Nisa: 139)
Münafıklar “Hz. Muhammet’e (A.S.) ve ondan önce indirilenlere gerçekten
inandıklarını öne sürdükleri halde, (İslam’ın adalet hükümlerinin hâkimiyetini
değil) TAĞUTİ GÜÇLERİN (zalim ve hain merkezlerin) hükmü altına girmeyi
istemektedirler” (Bak. Nisa: 60-61)
Ve Kuranı Kerim bizlere sadece saldırgan kâfirlerle değil, aynı zamanda
sinsi ve tahripçi münafıklarla da mücahade ve mücadele etmemizi emretmektedir:
“Ey Nebiy! Kafirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı sert
ve caydırıcı davran..” (Tevbe 73)
“Bu nedenle sen ((tebliğle) emrolunduğun şeyi (onları çatlatırcasına) açığa
vur ve müşriklere aldırış etme” Hicr: 94)
“Ki:
Böylece helak olacak kişi (uyarılmadım, anlamadım gibi bir mazerete
sığınmasın diye) apaçık bir bilgi ve delilden sonra helake uğrasın; (manen ve
imanen) diri kalacak kişi de apaçık bir delil ve bilgiyle hayatta kalsın
(dünyada izzete, ahirette cennete ulaşsın)…” (Enfal: 42)
ABD ve AB Normlarına Göre Ayet ve Hadis Ayıklama Sapkınlığı!
Şu iki şey on dört asırlık İslam tarihinde benzeri görülmemiş bir hıyanet
ve bid’attir: Birincisi Kur’anı AB standartlarına ve küfür ideolojilerine
uydurmak için bile bile yanlış yorumlayıp anlamını saptırmak. İkincisi
Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadislerini AB
normlarına, Feminizm ideolojisine ve Darwinist laikçilik ilkelerine göre
ayıklamak.
Kur’anı AB normlarına göre yorumlamak, cihat ve şeriat ayetlerini çıkarmak
ve sahih hadisleri yine bu normlara göre ayıklamak, küfre kadar varabilecek bir
sapkınlıktır.
Her uyanık Müslüman bilir ki:
1- Allah
katında hak, geçerli, makbul din İslam’dır. Başka hak ve hanif din yoktur.
2- Kur’anda
“Kısasta sizin için hayat vardır” buyrulmaktadır.
3- Zina
haramdır, büyük günahtır ve muhsan olanlar için cezası ağırdır.
4- Faiz ve
riba haramdır. Kur’an faizciler için “onlar Allah’a ve Resulü’ne savaş
açmışlardır” buyurmaktadır.
5- İslam’da
ailenin reisi erkek, sorumluluk makamında “kavvam”dır.
6- İslam’da dini ve dünyevi,
maddi ve manevi ayrımı yapmak, Kur’anın bazı hükümlerini alıp, bir kısmını
gereksiz görüp bırakmak şirk sayılmıştır. Din hükümleri bir bütündür ve dinî
olsun, dünyevi olsun bütün konuları ve meseleleri kapsamaktadır.
7- İslam
dini hiçbir ideolojiye göre yorumlanamaz, kısıtlanamaz, çarpıtılamaz, tahrife
kalkışanlar münafıktır.
8- Feminizm, birtakım
hüküm ve prensipleri İslama uymayan sapık bir ideolojidir, İslamla bağdaşması
imkansızdır.
Hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, AB normlarının, M. Kemal'in ölümünden
sonra çıkartılmış Kemalizmin ve Feminizmin İslama aykırı olan, İslama ters
düşen bütün hükümleri ve ilkeleri bâtıldır, yanlıştır.
Resul-i Ekrem Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini AB
normlarına, Feminizme, Kemalizme, din düşmanlığı şeklinde uygulanan laikliğe ve
BOP'a göre ayıklamak ve yorumlamak küfürdür, zındıklıktır.
Tekrar ediyorum: Böyle korkunç bir bid'at on dört yüz yıllık İslam
tarihinde yapılmamıştır. Birtakım bozuk ilahiyatçılar Ehl-i Sünnet
Müslümanlığına cephe almışlardır. Onlar mezhepleri ve fıkhı inkar edip
reformculuğu savunmaktadır. Elbette hadîs tasnifi yapılabilir ama bu hizmete
ancak ehil ve emin muhaddisler, ulema ve fukaha layıktır.
Birtakım derin güçler ülkemizde Ehl-i Sünnet dışı “ Ilımlı İslam” yeni bir
din türetmeye çalışmaktalar. Kur'anı kendi hevalarıyla yorumlayarak, hadîsleri
ayıklayarak, fıkhı ve Ehl-i Sünneti horlayarak Siyonistlerin, Haçlı
emperyalistlerin, Masonik kesimlerin, Kemalistlerin, AB'nin, Feministlerin,
istediği gibi Şeriatsiz laik bir İslam uydurulmaya; Müslümanları müsalli
Müslüman olmaktan çıkartıp musallâ Müslümanı haline sokmaya uğraşmaktadır”[21]
İslamın bütün doğal kurumları, sosyal ve orijinal kurallarıyla
uygulanmasına: “siyasal İslamcılık”, “Kökten Dinci aşırılık” gibi uyduruk
kavramlarla karşı çıkan Batılıların ve yerli masonların, ILIMLI İSLAM
SAFSATASINA ve emperyalizmin hizmetçisi din istismarcılarına açıkça sahip
çıkmaları, aslında her şeyi ortaya koymaktaydı ve artık Müslümanların
uyanmaları ve bu oyunları bozmaları lazımdı
Asla unutmayalım ki:
“Onların ağızlarıyla (üfürük cinsinden lafları ve yazılarıyla) Allah’ın
nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa Allah Kafirler kıcık alsa da kendi nurunu
tamamlayacaktır. Elçilerini hidayet (rehberi Mehdiyet görevi) ile gönderen
odur. Öyle ki, müşrikler kerih görse (ve asla arzu etmese)de Allah dinini bütün
(Batıl) dinler üzerine üstün ve hakim kılacaktır” (Saff: 8-9)
ŞİİR
İbni Selül biter mi, İbni Sebe yaşıyor
Münafık tanımaya, ilmü hidayet gerek!
“Ilımlı İslam” diye, sinsi virüs taşıyor
Gerçeği konuşmaya, dinü dirayet gerek!
Siyonizmin zulmüne, fetva veren pirini
Yahudi Hıristiyan, desteklerse birini
Fırat yüz sene aksa, temizlemez kirini
Deccalizmi yıkmaya, avnü inayet gerek!
Doğruyu arayana, Mevla medet buyurur
Hâşâ mahrum bırakmaz, Hak nidasın duyurur
Derdi dünya olanı, “din satarak” doyurur
Gerçeği gizleyene, ilahi lanet gerek! (Bak. Bakara: 159)
[20] Mustafa Kemal'in el yazması ile Muhtıra/Belge no: 1125 / ADP: Cilt 1,
Sh:384; Mustafa Onar, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları II, T.C. Kültür
Bakanlığı Atatürk Dizisi, Ankara 1995
- Bak: Sivil Örümceğin
Ağında / Mustafa Yıldırım / Sh:564-568 / 3. Basım
[21] Milli Gazete / M. Şevket Eygi
/ 05 12 2012
Yorumlar
Yorum Gönder