Abdulkerim Suruş: Tarihi Bir Manifesto!

İranlı Düşünür  Abdulkerim Suruş’un İran İslam Cumhuriyeti Rehberine hitaben kaleme aldığı açık mektup  ;bir İslam Düşünürünün,bir Siyaset adamına  ki aynı zamanda dini bir mercidir,  siyasi ve dini eleştiri alanında tarihi bir  manifesto örneğini oluşturmaktadır. 
Müstebit Şehinşahlık Rejimine karşı 1979 da başlayan  ve “Bağımsızlık,Adalet,Özgürlük” şiarlarını hedefleyen bir Devrim’in; tıpkı Rasulullah’ın Medine’de gerçekleştirdiği İslam Ingılabının, O'nun  sav rıhletinden daha 30 yıl geçmeden  müstebit bir saltanata dönüşmesi gibi,İslam Devriminin de nasıl daha 10 . ncu yılından sonra istibdata  doğru savrulduğunun azap verici serüvenini izlemekteyiz. Böyle bir savrulmada  en büyük neden olarak, Batı’nın  İran’a karşı uyguladığı izalasyon , tehditkar ve mütecaviz  siyasetlerini görmemek haksızlık olur. Tabiidrki bu aşırı güvenlikçi bir iç ve dış politikaya yönlendirmiştir İranı dolayısyla  otoriter bir anlayışın devlet yönetiminde yer etmesine neden olmuştur. Ancak Hiçbir gerekçe, velevki  haksızda olsa sadece eleştirilerine karşılık, Merhum Hüseyin Ali Muntezeriye ailesi ile birlikte evinin ablukaya alınarak binlerce kişi tarafından 10 gün süren  hakaretleri ve hele hele Rehberiyet Makamında oturan zatın  Hocası olan bu büyük Alime karşı basın yoluyla  hakaretini mazur gösteremez. Müslümanların  Adalet,merhamet ve kucaklama temelli olması gereken siyaseti; tam tersine dışlayıcı,ötekileştirici,nefret,kin ve düşmanlık düzlemine kaydırılması anlaşılır gibi değildir.
Suruş’un bu tarihi feryadı, İranlı Mesullerin bundan sonraki  icraatları ve bakış açılarının değişmesi yönünde bir milad oluşturma potansiyelide taşıması açısından önemlidir. Sert ifadeler yanında hikmetle uyarı görevini tüm tehlike ve risklere rağmen yerine gitirmiş olması,Suruş’un fedakarlığının boyutunu göstermektedir.
İşte bu vasatta,  Timetürk.com‘ün Okuyucuları için Sayın Mustafa İkbal tarafından Türkçeye çevirdiği Abdulkerim Suruş’un  söz konusu Açık Mektubunu aşağıda alıntılıyarak yayınlamayı şahitliğimizin bir gereği gördük.


Dini İstibdat Çöküyor: Sevinin!

Kanlı düğün bitti ve yalancı damat gerdeğe girdi.
Sandıklar titredi ve devler karanlıkta raks etti.
Kurbanlar beyaz kefenlere bürünüp seyre koyuldu.
Mahkûmlar kesilmiş ellerle alkış tuttu.
Dünyalılar öfke ve nefret dolu gözlerle damadı uğurladı.
Zamanın gözleri ağladı ve kan, cumhuriyetin eyvanının üzerinden geçti.
Şeytan güldü, yıldızlar söndü ve hikmet uykuya daldı.

Sayın Hamaney!

Dar görüşlülüğünden dolayı senin yaptığını kim yapar?
Evin Mülkünü harabata çevirdin

Uyandırmıyor seni talihin gelip çatması da
Uyuya kalmışsın bahtının uykulu kucağında.

Erdem ve adaletin olmadığı bu kıtlık yıllarında herkes sizden şikâyetçi. Ben ise size müteşekkirim. “Merhametli sevgiliden sitem dolu bir teşekkürdür bu.” Şikâyet edecek hiçbir şeyim olmadığından değil. Var hem de çok. Ama ben onların hepsini Allaha havale ettim. Sizin kulaklarınız meddahların övme ve okşamalarından o kadar ağırlaşmış ki; Şakilerin feryatlarını duymaya mecaliniz kalmamış. Yine de ben size çok ama çok müteşekkirim. Rejimin saygınlığının zedelendiğini kendiniz söylediniz ve Rejimin haysiyetinin yağmalandığını itiraf ettiniz.

İnanın ki bütün ömrüm boyunca bu kadar sevindirici başka bir haber kimseden duymamıştım. Aferin size ki dini istibdadın zillet ve bedbahtlığını itiraf ve ilan ettiniz. Sonunda, seher vaktinde secdeye kapananların ahının, göğe yükselip ilahi intikamın fitilini ateşlediğini gördüğüm için çok mutluyum. Siz Allahın şanının yerle bir olmasına hazırdınız ama kendi haysiyetinizin zedelenmesine hazır değildiniz. İnsanlar din ve nübüvvete sırtlarını dönsünler ama sizin velayetinizden yüz çevirmesinler. Şeriat, tarikat ve hakikat delik deşik olsunlar ama sizin riyaset ridanız hiç zarar görmesin.

Ama Allah bunu istemedi… Bağrı yanıklar, dudakları dikilmişler, kanları dökülmüşler, elleri kesilmişler ve namusları kirletilmişler bunu istemediler ve izin vermediler. Arınmışlar, muttakiler ve peygamberler istemediler. Mahrum edilmişler, ıslah ediciler, mazlumlar ve zulme karşı çıkanlar, istemediler.

“İyilik ve güzellik perdesinin arkasına saklanan dev” sizin velayetini yaptığınız cumhuriyetinizin hikâyesiydi. Allah’a şükürler olsun ki şimdi bu devin aldatıcı masumiyet perdesi yırtıldı. Sırrı açığa çıktı, eteğindekiler ortalığa saçıldı ve çirkin yüzü gün ışığına çıktı. Ve dünyalılar öfkeli ve hayretle çırıl çıplak kalmış bu devi seyre daldılar.

Sayın Hamaney!

Zor ve acı günler geçirdiğinizi biliyorum. Hata ettiniz hem de çok  büyük bir hata. Bu elim hatanın önüne geçme çarelerini ben size tam on iki yıl önce söylemiştim. Özgürlüğü bir yöntem olarak benimseyin demiştim. Bunun bir hak ve fazilet olduğunu geçelim. Onu başarılı bir yönetim tesis etmek için seçseydiniz. Bunu ki istiyordunuz… Neden kulağınızı tersten tutmakta ısrar ediyorsunuz? Niçin size doğru-yanlış ve eksik-tam jurnaller ulaştırsınlar diye insanların mahremiyetlerini ihlal edip ağızlarından laf almak için aralarına bekçiler, hafiyeler ve casuslar gönderiyorsunuz? Basını, siyasi partileri, dernekleri, eleştirmenleri, yorumcuları, akademisyenleri, yazarları özgür bırakın ki insanlar hikâyelerini size yüz değişik dilde anlatsınlar. Böylece bilgi ve muhakeme kapıları ağzına kadar yüzünüze açılacak ve rejimin istikrara kavuşmasında size yardımcı olacaklardır. Basını boğmayın çünkü onlar toplumun solunum sistemi gibidir.

Ama siz yanlış yolu tercih ettiniz. Ve şimdi büyülenmiş bir şekilde kendi yarattığınız bu kapalı ve boğucu rejimin kurbanı haline geldiniz. Bu rejimde ne eleştiri yeşerebilir ne de herhangi bir fikir ileri sürülebilir. Gizli belgeleri okumak ve emir kulu olan dalkavuklarınızın ispiyonlarına kulak vermekle doğru bilgiye ulaştığınızı mı sanıyorsunuz? Oysa hem Hatemi’nin seçilmesi hem de Musevi’nin yeşil seçimi gösterdi ki istiğna ve istibdat hastalığı, feraset ve bilgeliği sizden alıp götürmüş. Ve şimdi de istibdadın sebep olduğu cehalet günahının telafisi için daha büyük günahlar işliyorsunuz. Kanı kanla yıkayarak temizlenebileceğinizi sanıyorsunuz. İhanet ve hile yetmedi, öldürme ve cinayete de el uzattınız. İhanet ve cinayet de yetmedi, mahkûmlara tecavüzü de bunlara ilave ettiniz. Öldürme, tecavüz ve hile az geldi, casusluk ve namussuzluk töhmetini de bunlara eklediniz. Dervişlere, din adamlarına, yazarlara ve öğrencilere de eman vermediniz ve hepsini kılıçtan geçirdiniz. Zavallı biçare bir askeri tıraş makinesi çalmış diye idam ettiniz. Sonra da utanmadan bunlara sebep olanlara ve canilere ödüller vererek herkesle alay ettiniz.

Allahın sabrı karşısında hayretler içinde kaldım. Çünkü biliyordum ki:

Allah lütfüyle sana ihsan eder ama haddi aşarsan unutma rüsva eder.

Biliyordum ki, bağrı yanıklar ve matemli babalar gizlice yanıyor ve ağlıyorlardı. Ve hal ve kal diliyle Allaha şöyle yakarıyorlardı.

“Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar ve bize katından bir veli ve bize katından bir yardımcı gönder.” (Nisa / 75)

Biliyordum ki “nice eller Allah’a yakarmak için semaya açılmıştır” zindanlar mabet oldu ve abitler gece gündüz secdeye kapanarak zalim velayetinizin yıkılması için Allaha yakarıyorlardı. Ve halende yakarıyorlar.

Nida sultanın şahadet toprağına düşen feryadı ve zalim kurşun gırtlağını parçalayıp geçtiğinde Âlemlerin sultanının dergâhına haykırdım: hala kullarının feryadını duymuyor musun? Çarmıhta ki İsa gibi şikâyet ettim: Allah’ım bizi neden burada bıraktın?

Taşkınlık ve zulümleriyle yeşili kırmızıya bulayanları görmüyor musun? Somurtkanlar ve meymenetsiz bozgunculara bakmıyor musun ki tatlılığı acıya çeviriyorlar! Emniyeti ve insanlık şerefini ayaklar altına alanları görmüyor musun? Mahkûmlardan zorla alınan alçaltıcı itirafları, zalimlerin şerir kibirlenmelerini gördüğün halde hala hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaksın? Zorla ve gönülsüzce söylenen o uç kelimelik –rejimin haysiyeti yerle bir oldu- itirafını duyduğumda; selvi, gül, lale ve uç yapraklı gonca gibi hayat buldum. Sanki duyduklarım o hatibin sözleri değildi, Sanki hutbede yankılanan senin sözlerindi Allah’ım. Anladım ki dualara cevap veriyorsun ve rüzgârlara emir vermişsin ki ateşi zalimlerin diyarına götürsün. Secdeye kapanıp yakardım:

Ey rabbim sanadır binlerce şükür
Kulunu kederden sen kıldın özgür

O, ateşe verirken başkasının tarlasını
Rüzgâr onun tarlasına çevirdi bu yangını.


Sayın Hamaney!

Size o günlerin artık sona erdiğini söylemek istiyorum. Talih size ve müstebit rejiminize sırtını döndü. Rejiminizin haysiyeti yerle bir oldu ve tarih önünde rezil rüsva oldu. Çırıl çıplak ortada kaldı. Allah da sizi yalnız bıraktı ve rahmet elini üzerinizden çekti. Kapalı kapılar arkasında aldatma perdesi altında gösterdiğiniz cesaret, kendini ele verdi. Bağrı yanıklar, canlarına kıyılanlar ve suskunluğa mahkûm edilmişlerin ahı sonuç vermiş ve eteklerinizi tutuşturmuştur. Tövbe kapısının dahi yüzünüze kapandığını söylemeye dilim varmıyor. Meşruiyet sizi çoktan terk ettiği için şeriat da sizden şefaatini esirgeyecek. Yeşil İran bundan böyle artık o siyah ve viran olmuş İran değil. Bu şahlanışın yeşil ve beyazlığı Allahın izni ve yardımıyla sizin kara zulmünüze galebe çalacaktır. Toprak, su, ateş, bulut, sis, güneş ve felek size karşı ayaklanmak için Allah’ın vaadinin gerçekleşeceği günü bekliyorlar.

Yıllardır arkadaşlarınız ve yardımcılarınız sizin koruma ve velayet şemsiyeniz altında aç sırtlanlar gibi insanların canlarına, mallarına ve namuslarına saldırıyorlar. Emniyet ve adaleti halktan çaldılar, ağızlarını kapattılar, şereflerini yağmaladılar, rahatlarını bozdular, gırtlaklarını sıktılar ve yüreklerini dağlayıp onları gözyaşlarına boğdular. Acımasızlık zehrini onlara tattırdılar ve işgal edilmiş bir halk gibi esaret zincirlerini boyunlarına geçirdiler. Hak ve hukuklarını ayaklar altına aldılar. Özgürlüklerini gasp ettiler. Saygınlıklarını zedelediler, fikirlerini alaya aldılar, diyanetlerini paramparça ettiler, put haneler kurarak din adına hurafe ve bidat pazarladılar. Umutlarını yok edip aydınlıklarını karanlığa çevirdiler. Sandıktaki oylarına ihanet eli uzattılar. Saygınlıklarına ihanet edip ayaklar altına aldılar. Üniversiteleri cahillerin kirli ellerine terk ettiler. Radyo ve televizyon kurumunu yalan ve iftiralarla doldurup acılar evine çevirdiler. Yalan propaganda ile insanlara kölelik ve matem kültürü aşıladılar. Bakmayı haram yaptılar ama insan kanı dökmeyi helal. Yalancı ve ikiyüzlü lobiler oluşturup dünyaya herkesin bu aşırı palazlanmış rejime âşık olduğu yalanını servis ettiler.

Zindanlarda ve işkence hanelerde öyle cinayetler, tecavüzler, darp, yaralama ve işkenceler yaptılar ki Moğollar bile bu kadar ileri gitmeye cesaret edememişlerdi. Şeriat ve kanunu çiğneyerek cehalet ve taassup ilmini icat ettiler. Nadanları öne çıkarıp bilginleri ve âlimleri alçalttılar. Gençlere mutluluğu ve yaşlılara da saygıyı çok gördüler. Ayetullahları bukalemuna çevirip istedikleri fetvaları onlardan aldılar. Böylece vahşi hayvanlar gibi bağlarını koparıp yazarları ve eleştirmenleri karanlık köşelerde acımasızca yok ettiler.

Hastalık hastası psikolojisiyle herkesi düşman belleyerek ölüm tarlaları kurup, insanlara meydan okuyarak hepsini zincire vurdular. İnsanlık onurunu alçaltacak itirafları insanlardan zorla aldılar ve kahredici cezaları canlarına reva gördüler. Askeri ve yargı istibdadının uşakları el ele verip acımasız ve merhametsiz icraatlarını sonuna kadar götürdüler. Sanki bu rejim Saddam ve zalim Haccac’dan aşağı kalmamak için yemin etmişti. Uzun süre devam eden bu soğuk aldatmacalar, tersyüz olmuş ve ahmakça kurnazlıklar, açık ve gizli zulümler, kabalık ve kesif riyakârlık, hak gaspı ve adam öldürmeler, hileler ve aldatmacalar insanların vicdanında öyle bir intikam ateşi yaktı ki yakında velayetin evini yakıp küle çevirecek.

Seçimden sonra yapılan o itirazlar “ne bir tatbikat ne de fitne idi” ve ne de “mescidi Dırar” (ki sizin işkencehaneye dönen eviniz her gün onu misliyle katlıyor). Aksine talan ve yağmaya karşı mert bir haykırıştı. Uyanmış vicdanlar kendi oyları, seçimleri, vatandaşlık hakları ve düşünme özgürlükleri için gayrete geldiler. Oylarını gasp edenlere karşı oy, hak ve özgürlüklerini talep eden sakin ve onurlu bir başkaldırıydı bu şahlanış. Telaştan hırsızların elleri ayaklarına dolandı. Ama biz Allahın fezada yankılanan gülme sesini duyduk. O bizden razıydı, dualarımızı duydu ve cani ve katilleri rezil rüsva etti. Teranenin (Musevi) ölümü, aslında dini istibdadın ölümüydü.

Sayın Hamaney!

Hafızlar defalarca zalim yöneticilere sembolik bir dille nasihat etmişlerdir ki…

Bir ismin himayesindedir mührü Süleyman
O yüzden geceyi duayla geçirene savaş açma

Ve yine demişlerdir ki…

Sakın ha bir güzelin gülü kırılmasın
Yoksa köleler kaçar, sıvışır hizmetçiler…

Bu yeşil hareket yeşil bir İran yaratmak için bilinçli bir şekilde oluşturuldu. Kökü yerde ve dalları gökte olan iyilik ağacı Allahın izniyle meyve vermeye durmuştur.
“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).” (İbrahim / 24)

Bu hareket yeşil şehidini, yeşil şiir ve şairini, yeşil edebiyat ve sanatını, yeşil hatip ve söylemini bulmuştur artık. Bu hareket yirmi yıllık kültürel mücadelenin, dertli aydınların, gayretkeş siyaset ve kültür erbabının fedakâr ve cefakâr çalışmalarının sonucudur. Boşuna sultan Sencer ve sultan Mahmut’un militarist yöntemleriyle bu hareketi durdurmaya çalışıyorsunuz. Kendinizi yok etmekten başka bir işe yaramayacak yaptıklarınız.

Bu elinden kurtulacağın o aslan değil
Pençe-i kahrından iman edeceğin o aslan değil.

Halkın korkusunu yenmesi ve velayetinizin meşruiyetinin yerle bir olması bu talan ve yağmalamaya karşı başlatılan direnişin en önemli sonuçları olmuştur. Bu yeşil hareket halkın uyuyan cesaret ve direniş duygusunu uyandırmıştır.

Ne askerlerin saldırıları, ne haramilerin tecavüzleri, ne insanların cesaretlerinin kırılması, ne de yaralı gücünüzü yamamak için uğraşmanız, ne kibriniz, ne hayvani vahşiliğe olan itimadınız, ne sosyal bilimlere savaş açmanız, ne satılık meddahların yardakçılığı, ne şiirlerini satan şuursuz şairler… HAYIR! Bunların hiç birisi bu şahlanışın belini bükmeye yetmeyecek.

Dini istibdat hem küfür hem de din karşısında rezil rüsva oldu. Ve yeşil devrimin tarlasında hasat zamanı gelip çattı. Biz bunu daha önce dua ile Allahtan dilemiştik ve Allah bizimledir.

Devran değişti ve talih size sırtını döndü. Bunun en bariz şahidi bütün bayramlarınızın matem günlerine dönüşmesidir. Şimdiye kadar sevinmenize ve gülmenize sebep olan her gün artık sizi ağlatıyor ve titretiyor. Emrinize amade olmasını istediğiniz üniversiteler şimdi kâbusunuz oldu. Dini ayinler, ramazan, muharrem, hac, roze ve matem günlerinizin hepsi sizin için istenmeyen uğursuz sembollere dönüştüler. Ve sizin dini istibdadınızın son günlerinin geldiğini haber veriyorlar.

Biz mutlu bir nesiliz. Biz dini istibdadın sona erişini şenliklerle kutlayacağız. Ahlaki bir toplum ve din ötesi bir hükümet, bu yeşil halk hareketimizin parlak ve ihtişamlı bir doğuşu olacaktır. Biz özgürlüğün şanını yüceltecek ve değerini çok iyi bileceğiz. O özgürlük ki siz ona zülüm ettiniz ve kadrini hiç ama hiç bilemediniz. Şimdi ise bunun amansız sonuçlarına katlanıyorsunuz. Faşist meşrepliler size özgürlüğün heveskârlık, her şeyi mubah görme ve laubalilik olduğunu telkin ettiler. Ama keşke rejiminizin öldürücü hastalıklarının şifasının bu özgürlük olduğunu bilmiş olsaydınız. Boş yere ekonomiyi fesada uğratanların peşine düşüyorsunuz (ki bunda bile bir gayret ve ciddiyet yok). Eğer basını özgür bırakmış olsaydınız fesadı ortaya çıkarırlardı ve bozguncularda bozgunculuk yapmaya cesaret edemezdi.

Sizi eleştirmelerine izin vermiş olsaydınız; sizi büyüklenme ve güç hırsına kapılmaktan alıkoyarlardı. Halktan doğru malumatın size ulaşmasına izin vermiş olsaydınız bilgisizlik sarhoşluğundan ayılmış olurdunuz. Onlar vatanın medreseleridir, düşmanın üsleri değil. Bu medreselerin kapılarının ardına kadar açık olmasında ve sizinde orda öğrenci olmanızda korkulacak ne vardı ki? Biz diyanetin de şanını yücelteceğiz. O diyanet ki sizin elinizde iktidarın oyuncağı haline geldi ve onun yerine insanlara matem ve köleleştirme kültürü aşıladınız. Mutluluk ve özgürlüğün imanla müttehit olduğunu bilemediniz. Fıkhı zorlamaların imanın hürriyetini yok edeceğini ve kutsallaşmış gücün de hem şeriatı hem de gücü bozacağını akıl edemediniz. İktidar mutlu, özgür ve bilinçli insanlarla iftihar eder kısıtlanmış ve mutsuz tebaa ile değil.

Kendi kendime bunları kim için yazdığımı soruyorum? Talihin kendisinden yüz çevirdiği, işi artık bitmiş olan, seraba dönüşmüş, saygınlığı yok olmuş, ana direği kırılmış, avam ve havasın gözünden düşmüş ve rezil rüsva olmuş bir dini rejim için mi? İşte o zaman Cenabı Allahın kulaklarımda yankılanan şu sözlerini hatırlıyorum;
“İçlerinden bir topluluk: "Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).” (Araf / 164)

Allah’ım şahit ol. Ben ki bir ömür boyu din derdi sahibi oldum ve din dersi verdim. Bu istibdat rejiminin zulümlerinden sana sığınıyorum. Eğer herhangi bir gün istemeyerek veya hata ile bu zalimlere bir yardımım dokunduysa senden bağışlanma ve af diliyorum.

Ey hikmet ve faziletin Sahibi! Bizim duamızı da sıdıkların, gözü yaşlıların, iyilerin, secdeye duranların, oruçluların ve abid ve zahitlerin dualarıyla birlikte kabul et! Bizim çileli yakarışlarımızı duy! Bağrı yanıklara, yaşlı gözlere ve zulme uğrayanlara merhamet et! Bu asil halka daha fazla perişanlığı ve zilleti reva görme! Dostlarını düşmanlarının insafına bırakma! Ya Rabbi hikmet ve erdemi bu namertlerin elinden kurtar! Rüzgâra söyle ki istibdat çadırını yerinden soksun! Ateşe söyle ki zulmün kökünü küle çevirsin! Suya söyle ki firavunları boğsun! Ve toprağa söyle ki Karunları içine çeksin! Bulutlar ve yağmura söyle ki rahmet, adalet, mutluluk ve şefkati bu mazlum halkın üzerine yağdırsın ve zalimlerin dikenliğini faziletin gül bahçesine çevirsin!

Su ve derya ey Rabbim senin katındandır
Rüzgâr ve ateş hepsi fermanınladır

Sen istersen ateş, tatlı su olur
İstemezsen su bile ateş olur

Ey rabbim tertemiz suyunu gönder
Böylece âlemin ateşini nura döndür.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası