Murad Aydoğdu 

 
İKİ SURE KAFİRUN KUREYŞ VE UYUM

Kafirun suresindeki direniş ve tevhidi öz, kuru bir karşı çıkış, toplumsal yapıyı kökten yıkacak bir anarşizm değil, Kureyş suresi ile o’nu insani boyutuna çekecek bir nizam’dan Bahseder.
Ali Şeraitinin “Öze Dönüş” yaklaşımı Elçinin davetinde de için de geçerlidir. İbrahimi, Hanifi bir kökene dayanır.
“De ki: -Ben, peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size neler yapılacak bilmiyorum. Ben, ancak bana vahyedilene tabi oluyorum. Ben, apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim.” 46 Ahkaf 9


DİNAMİK VE TAHLİLE DAYALI SİYASETİMİZİN İLKELERİ

Siyasetin ilkelerinde, yıkılması gereken Vesayet, Müdahane ve Temsil olmak üzere üçlü önkoşul vardır.
Bunlardan bir tanesi bile mevcut ise o siyaset bize yük olur. Vesayet yukarıdan aşağıya otorite, müdahane ise aşağıdan yukarıya itaat kültürü oluşturur. Açık ve sahih bir İslami söylemde bulunamıyorsanız, temsil koşulunu da kaybetmişsiniz demektir.
Önderlerin açık ve sahih söylemleri olmadığı durumda toplumun değerleri kayıp savrulur ki, bu mevzi yararları silip süpüren etkidir. Bu kuralı çiğneyen çoğu cemaat ve kurumların pragmatik siyasetlerinin, ürettiği toplumları nasıl muhafazakarlaştığı, Ehli Kitaplaştığı, sağcılaştığı, milliyetçileştirdiği örnekleri ortadadır.
Bize anlatılan kurumsal bir meclis vardır “Dar-un Nedve” olarak tanımlanan bu meclisler, üzerimize vesayet, kendilerine ise müdahane oluşturup bize bir temsil biçerler. Dar-un Nedve’yi bizim için girilmez kılan/haram kılan bu üç koşuldur. Sırası ile bu fonksiyonlar kaldırıldığın da, o meclis bizim için Ukaz panayırı, toplumumuza karşı kendi vesayetimizi kurduğumuzda ise Medine vesikası olur.
Uzun süredir dernekler, sendikalar ve sivil toplum örgütleri, totaliter yapıları gevşeyen, üçlü sacayakların kırıldığı kurumlar halinde önümüzde hareket sahası oluşturmuştur. Günümüzde ise siyasetin hareket sahası üst kurumlara doğru tırmanmaktadır. Bu en üstte siyasi bir partiden, belediyelere oradan muhtarlıklara kadar inen ve sivil toplum örgütlerinin kent konseylerine kadar yayılan bir siyasi saha var. Bu siyasi kademenin en nihayet bir kademesine kadar yer alıyoruz.
Yer alınan kademe mutlaka vesayet, müdahane ve temsil yeterliği düzeyinde belirlenmelidir.  Bu, sistemin verdiği bir lütuf değil, bizim sökerek aldığımız bir zeminde değil. İç dinamiklerin, dış dengelerin ve tıkanan sistemin mecbur kaldığı bir mecradır. Bütün bunları yozlaşmadan, toplumdan kopmadan ve çözülmeden başarmanın yolu tartışılmalıdır, hem de dinamik ve sürekli yenilenen bir tartışma.

ELÇİNİN DAVETİNDE MUHATTAPLARIN SİYASETİNE KARŞI DURUŞU

Mekke de Müslümanların muhatapları ve onlarla olan münasebetleri elbette bizim için kriterler barındırır. Günümüz örnekleri birebir uymasa da, bu örneklemeler arasında ara haller, kombinasyonlar içerse de ve hatta Medine dönemindeki bazı muhatapların özellikleri ile de bağdaşsa temel tanımlamalarımızda belirleyicidir. Kendi yapılarımızı tartışmanın yanında, muhatapların ve toplumsal yapının tahlili tavırlarımızı ve mücadele tarzımızı da önemli oranda belirleyeceği açıktır.
Bu muhataplar başlıca kimlerdi:
Ebu Cehil: Sert mizaçlı, militarist uygulamalara sahip ve konuşulması mümkün olmayan özelliklere sahip.
Ebu Lehep: Ahlak yoksunu, saldırgan, seviyesiz ve yine konuşulması mümkün olmayan bir kişilik.
Velid b. Muğire: Oldukça mantıklı, gurur ve kibir sahibi. Bu özellikleri dolayısı ile bulunduğu meclis (Darun Nedve) kararlarına uyan güçlü toplumsal destek sahibi ve varlıklı birisi.
Ümeyye b. Halef: Bir işkenceci ve mal düşkünü.
Ebu Süfyan: Yine kendi mantığı içerisinde tutarlı tavırlara sahip, ekonomik çıkarları her şeyin üstünde. Yine bu özellikleri ile daima güçlünün yanında ve fırsatçı özelliklere sahip bir kişilik.
Ebu Talip: Yakınlarına merhamet sahibi, baskılara boyun eğmeyen, ama toplumsal statüsünden de taviz vermeyen yapıda. Bütün bu özellikleri ile Müslümanları himaye etmesine karşılık onlara sürekli uzlaşma teklifi götüren bir kişilik.
Ehli Kitap: İnanç ve sosyal ilişkiler açısından Müslümanlarla benzer kaynaklardan beslenmelerine karşılık, kıskançlık etkisi ile müşriklerle gizli anlaşmalar yapabilen cemaatsel yapılar.
Necaşi: Habeşistan imparatoru, adil ve ahlaki toplumun karakteristik lideri. Buna karşılık resmi ilişkilerin dışına çıkmayan bir otorite.
Civar kabileler: Güçlü kavmiyetçi duygulara sahip, merkezi yönetimle dengeler üzerine ilişkileri olan düşük bilgili ve medeni ilişkilerde zayıf yapılar.

Mekke’de yabancı bir tacire borcunu ödemeyen Ebu Cehil’e karşı Allah Resulünün borcunu ödemesi yolundaki ikazı nereye oturuyor?
Ebu Talib’in Allah Resulünü sürekli taviz vermeye ikna çabaları ne anlama gelir?
Boykot zamanında, Ebu Talibin mücadele tarzının da etkisi ile boykotun sona ermesi ne ifade ediyor?
Bir kısım Müslüman’ın Habeşistan’a hicreti, eğer köle olsalardı Necaşi’nin bunları iade edeceğini beyan etmesi neye karşılık gelir?
Allah Resulünün öldürüldüğü şayiası ile Ebu Talib’in Müslüman olmamış yeğenlerinin silahları ile Mekke aristokrasisine meydan okumaları ne anlama gelir?
Düşmanlıkta ve kıskançlıkta en ileri oldukları halde, Medine de ki bazı Yahudi kabilelerle neden ittifaklar yapıldı?
Mekke müstekbirlerinin beyin takımı olduğu ve Allah Resulünün vefatının 30 yıl sonrasında oluşan yeni müstekbir kesimin nüvelerini taşıdığı halde Müslüman olduğunu beyan eden Ebu Süfyan’a neden taltifler yapıldı?
Dikkatli incelendiğinde hezeyan ve yüksek militarist/saldırgan özelliklere sahip Ebu Cehil ve Ebu Lehep gibi kişilerle sert bir üslupta ve karşılıklı slogan atılacak seviyede çatışma var. 
Velid b. Muğire ve Ebu Süfyan gibi kişiler gerçekte daha etkin, toplumsal bir tehdit, İslami yapılanmayı uzun vade de boğacak yönetimsel zekâya sahipler. Gerçek fikri ve toplumsal mücadele bunlara karşı yapılmasına karşılık, siyasi mücadele ön planda, bunlara karşı slogan, ve kavga ayrışma gerçekleşene kadar üstü örtülmüş kavramlar.
Ebu Talip, Necaşi ve Ehli Kitap ise yer yer ittifaklar kurulmasına karşılık tabi olmak söz konusu değil. Bunlar ciddi toplumsal, ahlaki alt yapı oluşturulmadığı takdirde, bazı Müslümanların davasından vazgeçip katılacakları yapılar ve bu nedenle ciddi kültürel bir mücadele var. Ebu Talib’e amcacığım, Necaşi’ye adil bir hükümdar, Ehli Kitaba ise aramızdaki ortak söze gelin hitapları ile sesleniliyor.
Ebu Talip sürekli Allah Elçisini taviz vermeye zorlar. Elçinin müdahaneye yaklaşmayan tavrına karşılık yine de onu korur. 10-20 000 Arası nüfusa sahip Mekke’de sayıları birkaç yüzü bulmayan Müslüman baskı altındadır. Bir süre ortalarda görünmeyen Elçinin öldüğü söylentisi yayılır, Ebu Talip’in müslüman olmamış yeğenleri başta bir gurup kılıçları ile ayaklanır. Ah! Ebu Talp bir ikrar etse Haşimoğulları beklide akın akın gelecekler. Ne yapar Elçi ve Müslümanlar, itikadi boyutunu ya da imanını mı sorgularlar Ebu talp’in? Hain edebiyatı yapar ya ada metot tartışmasına mı girerler, yoksa amcacığım hitabı ile mi yaklaşırlar ona?
Necaşi’ye gitmiştir bir kısım Müslüman, Necaşi siyası dengeleri bozmaz, hatta köle olsalar iade edecek. Mekke müşriklerine, zalimliklerine boyun eğmeyen Müslümanlardan bir ikisi Hristiyan olur sonrada alkole verir kendini. Müslüman topluluk, yoz Hristiyanlığa lanetler mi düzerler, Necaşi için zalimlik edebiyatı mı yaparlar? Yoksa orada adil bir hükümdar var mı derler?
Ebu Süfyan; kurnaz mı kurnaz, kapitalizmin babası Mekke’de ve karısı, Hamza’nın nefreti ile dolu, hatta aile kültürü fitneyi bağrında taşıyor da, bir kuşak sonra kusacak onu. Ne yapıyor Müslümanlar, Tebet/kahrol mu diyorlar, Cehaletin babası mı diyorlar ona? Yoksa taltif mi ediyorlar onu?
Medine Yahudileri; hain mi hain, Mekke müşrikleri ile el altından sürekli ilişkileri var. Daha hicret bile gerçekleşmemişken, Mekke aristokratlarına vahiy kültürü hakkında akıl vermişlerdir zaten. Ne yapar Müslümanlar, “Onlarla görüşen, onlardandır” edebiyatı mı yaparlar? Yoksa eşit statüde iktidarı mı paylaşırlar onlarla?
Son kısımda yer alan civar kabileler ve bunlara ilave edilebilecek Mekke’nin geniş kitlesi pasif konumda. Ama buna rağmen, açık bir çatışma halinde Müşrik yapının lojistik tabanı. Müslüman topluluk bu kesimle kitlesel temelde bir çatışmaya ve tartışmaya girmiyor. Çatışma yok, ama bu kesime karşı etkin bir davet ve uyarı var. Merkezi yapının oluşturulması ve fetih sonucu bu kesimin akın akın katılacağı İslam toplumu ile arasında husumete yol açacak hareketlerden kaçınılıyor.
Ebu Talp, Necaşi, Yahudiler, sonrasında Rum hiç birine tabi olmadılar, ama hiçbirine de nefretle bakmadılar, kaldırıp atmadılar muhabbeti. Hamza Türkmen’in tesbiti ile Rum’u destekledi ashap, ama hiç biri Rum ordusuna asker yazılmadı. Rum’u desteklemeyi “Yesinler birbirlerini, zayıflasınlar, sonra da biz kalanın hakkından geliriz” olarak algılayan bir zihniyette var ki, tahakküm ve kavganın, nefretin sembolü, siyaset üretemeyen bir yaklaşımı bu.

DAVETİMİZ ANARŞİZM DEĞİL İSLAM TOPLUMU İNŞAASI OLMALIDIR

Öldürmek, bir çeşit rakibi yok etmek, ortadan kaldırmak, bu içimizde olan bir duygunun eylem halidir. Önce hasmımıza karşı güven, tahammül başta olmak üzere, içimizde bir şeyler ölmüştür.
“Tevrat der ki; ‘Katletmeyeceksin, kim katlederse, hükme müstahak olacaktır.’ Fakat ben size derim ki; ‘Kardeşine kızan her adam hükme müstahak olacaktır.’ “ Matta 5/21-22
Tevrat hukuktan, toplumsal nizamdan kopan insanın kişiliğini de kaybettiğini vurgular. İsa ise duygularının kaybetmiş toplumun, hukuktan nasibi olmadığını vurgular. Suç önce nefsimizin bozulması ile başlar.
“Tevrat der ki; ‘Zina etmeyeceksin’ Fakat ben size derim ki; ‘Bir kadına şehvet ile bakan her adam, zaten yüreğinde onunla zina etmiştir. Ve eğer sağ gözün sürçmene sebep oluyorsa onu çıkar ve at.’ ” Matta 5/27-29
Nefsini öldüremeyen, zaaflarını öldüremeyen kendine zulmetmenin başlangıcını ve içinde tapınacağı bir ilah oluşturur.
Öldürülen gerçekte insanlıktır. İlk insandan bu yana kardeşini öldürmektir. Bu, önce nefiste başlayan bir bozulma, çekememezliktir.
“Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup sakınanlardan kabul eder."
‘Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.’" Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.” 5 Maide 30
“Tutuşturulmuş ateş, Onlar da kenarında oturmuşlar, Müminlere yaptıklarını seyretmekteler. Onlardan sadece, Aziz ve Hamid olan Allah’a iman ettikleri için intikam alıyorlar.” 85,Buruc 5-8
Önce hasmına karşı muhabbet ölür, bu gerçekte insanın kendi duygularını öldürmesidir7.
“Allah tövbelerinizi kabul etmek ister, şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler. Allah sizden hafifletmek ister: Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşma ile ticaretten başka haksızca yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir. Kim haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, biz onu ateşe göndeririz.” 4 Nisa 27-29
İslam; güven değil de savaş olarak mı çevrilir dilimize?
Küfre ve zulme karşı, tanımlamalarımız hazır zaten; Cihad, mücadele değil de kıtal, küfür, Hakkı gizleyen ve onunla mücadele eden değil de, tereddütleri olan, ikrar etmemiş kişi. zulüm, nefsine zulmeden kararsızlar. Haydi, cihad edelim!
Nefsine zulmeden, tereddütler içinde, kararsız bir iş arkadaşım bana ne gözle bakıyor. Kararlı, hakkı her yerde söyleyen ve güvenilir/emin birisi olarak mı yoksa inandığı şeyler uğruna her şeyi yapacak, her an celallenip üzerine saldıracak birisi olarak mı görüyor beni. İnandığımız değerler her şeyi yapamayacağımız üzerine değimliydi? Bu hezeyanlar muhatabımıza yüklenen bir program ise, bunda benim payım ve yapmam gereken nedir?
Öldürmek ya da öldürülüp şehit olmak üzere bir okuma yapıyoruz. Peki canlı şehitler ne yana düşer?
Hem de vatan, bayrak ve toplumsal huzuru korumak adına (statüko da diyebiliriz). Şahid olunan, uğrunda şehid olunan, itaat edilen şeyin mahiyeti neydi?
“Hani sizden ‘Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın’ diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hâlâ (buna) şahitlik ediyorsunuz. Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyorsunuz.” 2 Bakara 84-85
Öldüren bir şeye mi çağırıyoruz, yoksa hayat veren bir şeye mi?
Gözümüzün önünde katledilenlere ses çıkarmayan herkes, içindeki insanlığı da katletmiştir.
 “-Ey iman edenler! Size hayat verecek bir şeye çağırdığı zaman Allah’a ve Elçisi’ne cevap verin ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına nüfuz eder.” 8 Enfal 24

ZULME KARŞI MÜCADELE KRİTERLERİ

Zulümle mücadele de 5 temel yaklaşım: İslahat, İhtilal, Uzlaşma, Diyalog/iletişim ve İnkilap
1- Mustazaf halkın islahatı gereklidir. Bu topluluğun oluşturulması ve eğitimi hem mücadelenin hem de, fetih sonrasının yapısını sağlıklı kılar. (4/146)
2-  Öncü ve temsilci şahısların liyakatsizliği, İhtilali gerektir. Ancak istişareye dayalı topluluk bunu gerçekleştirecek dinamizme sahiptir. (4/58, 6/68-70)
3-  İslami referansa sahip kurumlar arasında, aramızdaki ortak söze dayalı uzlaşma gerekir. (3/64, 8/73)
4-  Zulme uğrayan bütün yapılarla, adalet temeli üzerinden diyalog kurulmalıdır. Diyalog/iletişimin temel şartı, toplumu ifsat etmeyen, adil ve “kimlikleri inkâr etmeyen” yaklaşımlardır. (4/90, 8/72)
5-  Mustazafların talebi ve zalimlerin inadı, İnkılâbı seçenek yapar. Aksi halde inananlara düşen tek şey Hakkı şahitliktir. (28/5, 5/54, 7/181, 26/227)
“Bu, bir toplum kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe, Allah’ın o toplumu değiştirmez…” 8.Enfal.35
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 3.Ali İmran.104

Hakkı şahitliğe aday topluluk, zulümle mücadelesinde; Müdahil, Heyecanlı, Dinamik ve Bilgi olmak üzere dört özelliğe sahip olmalıdır.
1-   Şahit olduğumuz, bizi ve toplumu ilgilendiren her konu da, karşılaştığımız her zulüm tespitinde müdahil ve taraf olmak. (11/113, 4/75)
2-  Heyecan/ruh sahibi olmak. (9/54)
3-  Sürekli kendini yenileyen; bilinen, tecrübe edilmiş ve birikime dayalı kazanımları dahi yeniden keşfedecek dinamizme sahip olmak. Bu sayede geleneksellikten sıyrılan birikimler daha kapsamlı anlaşılır, yeni koşullara uyarlanır, üretken olur ve yanlış anlaşılmalardan sıyrılır, Doğru sanılan yanlışlar terk edilir. (2/160)
4-  İnandığı ve toplumu çağırdığı Kuran hakkında Bilgi sahibi olmalıdır. Bu bilgi, bütün ayetleri ezbere bilmek şeklinde olmayabilir. Ya da bazı ayetleri tam anlamakta zorlanabilir. Asıl olan genel içerik, genel mesaj ve Kuran üslubu hakkında bilgisi olmasıdır. 
“Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir kitap getirdik.” 7.Araf.52
Bütün bunlar, ölçütleri Kuran’a dayanan bir topluluk ile mümkündür.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası