MARTHASBİHALİ/2013


Atilla Morçol/Konya



‘KURANI ANLAYAMAYIZ’ ZAVALLILIĞI!







Hâżâ beyânun linnâsi vehuden vemev’izatun lilmuttekîn(e)(Al-imran/138)

“Bu (Kuran), insanlara bir açıklama (beyan), korunanlara (muttakilere)  yol gösterme ve öğüttür.”(Al-imran/138)
Allah böyle derken Kuran hakkında, bazılarıda "biz kuranı anlayamayız,kuranı anlayabilmek için Peygamberi anlamak gerek,peygamberi anlamak için ashabını,onları da anlamak için tabiini anlamak,onu da anlamak için...” diyerek Kur’anla Müslümanlar arasına aşılması çok çetin Koca Bir Çin Seddi çekiyorlar.Sanki Kur’an  alimlere yada seçkinlere indirilmiş bir Kitapmış gibi; “ siz anlayamazsınız!”  diyorlar. Kur’ana baktığımızda bu kocaman bir yalan ve iftira olduğunu görüyoruz. Kur’anın; düşünülerek, akledilerek anlaşılabileceğini Kuran bize haber vermektedir. Davete icabet etmeyen münkir ve müşriklerin; Allahın davet ve öğütlerine sırt dönmelerinin sebebi olarak, akletmeyi ve düşünmeyi terk etmelerinin yol açtığını yine Kurandan anlamaktayız.  
“Ve kendilerine her ne zaman ayetlerimiz ulaştırılsa, "Biz (bütün bunları) önceden de işitmiştik," derlerdi, "istesek, şüphesiz, biz (kendimiz) de bu tür sözler düzebiliriz: eski zamanlara dair masallardan başka bir şey değil, bunlar!" (Enfal 31) diyerek yüz çevirenlerle; “Kur’anı biz anlayamayız,Allah’ın bizden ne istediğini ancak Alimlerin eserinden öğrenir ona göre davranırız!” diyerek Kur’anı mahçur bırakanların benzerliği dikkat çekicidir.
Kuran nasıl mahçur bırakıldı? Kimileri Nehcul Belağa bize yeter derken kimileri Risale nurlar kuranın en hakiki tefsiridir deyib Kuranı mahcur bıraktılar,kimileride mevzuu ve menkıbe yi kendilerine kitap edindiler böyle olunca da hurafeleri,bidatleri,uydurmaları,rüyaları dini hakikat yerine koyarak bunlara uydular.
 Oysaki  Rabb olan Allah;"Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir".(Beyyine/ 5)  buyurmaktadır.
Dini Allah’a has kılmak demek;dinin iman ve amel esaslarına Kuran dışı bir   hurafe,bidat bulaştırmamak,bulaşmışsa Vahiyle temizlemek demektir. Rasulullah’tan yapılmış rivayetlerin Kuranla metin kritiğinin yapılarak,Kuranla çelişen sözlerin;”Rasulullah Kuran’a uymayan bir söz söylemez!” diyerek reddedilmesi ile din Allah’a has kılınır.
Kurandan “anlayamama” gerekçesiyle de olsa  uzaklaşıp,yüz çevirmenin müeyyidesi ise Kuranda; “Kim Rahman’ın hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiği Kur’ân’ı göz ardı ederse, Biz de ona bir şeytan sardırırız; artık o, ona arkadaş olur.” (Zuhruf/36)  buyurularak;”biz ona şeytanı musallat eder/sardırırız!”  tehdidi olarak zikredilmektedir. Sen kurandan anlamazsan,öğütten,apaçık beyandan istifade edip arınmaz,Allah’a yönelmezsen  Allah’tan başkalarını veli edinirsin,Allah’ta sana şeytanı musallat eder,sardırır!
Ciddiye alırsan anlar,üzerine düşersen öğrenir,öğüde niyetin varsa yönelirsin!

BARIŞ SÜRECİ 

Leyla Zana,Barış Süreciyle ilgili olarak New York Times sitesinde ve gazetenin küresel yayını olan International Herald Tribune tarafından yayınlanan mülakatta yeni Barış Sürecini bir fırsat olarak nitelendirdi ve her iki tarafında bunu değerlendirerek çözüme kavuşturulması gerektiğinin altını  çizdi.
Muhalif Kürt hareketinde Barış Sürecine karşı kimse muhalefet etmiyor. Ancak Provakatif eylemlerden herkes çekindiğine göre,Barışa sabotaj düzenleyecek  olanlarında Barış kisfesine büründüğünü anlamak zor olmasa gerek.
Nitekim  Bdp li üç milletvekilinin hem de karşı tarafta hiç sevilmeyen  ve Mecliste  akresif tavırlarıyla maruf birinin Sinop’a “Barış” a destek için gitmesi, “provakasyon için birilerinin plan yapmasına gerek yok!Akılsız dostlar bunu zaten yapıyor!” dedirtecek cinsinden bir faciaya sebep olmadan atlatıldı.,
ZANA: Bu Fırsat Kaçırılmamalı!
Leyla Zana, "Bugün Türkiye'de iki taraftaki ölü sayısı, tüm toplumu yaralıyor. Bu ülkenin kaynakları, milyarlarca dolar, bu ihtilafta harcanıyor. Kürt sorununun çözümlenmesi için gerekli koşullar oluştu. Bu fırsat kaçırılmamalı" diye konuştu.

Türkler Kürtleri Anlamaya Başladı!
Verilen mücadelenin, sonuca ulaşmaya başladığını ifade eden Zana, "Bu iyidir ama yeterli değil. Türkler, Kürtleri yeni yeni anlamaya başladı. Ben, hem Türklere hem de Kürtlere inanıyorum" dedi.

Kürtler Bir gün Özgür Kalacak!
Zana, Kürtlerin de bir statüyü istediklerini vurgularken de Kürtlerin her şeyden önce "kimliklerinin tanınması ve haklarına saygı gösterilmesini istediklerini" vurguladı, "Kürtler bir gün özgür olacak" sözlerini kullandı.
Kürt Muhalefetinin “statü” talebi ayrılıkçı bir taleptir ve ne meşruiyeti vardır nede haklılığı. Türkiye’nin Batısında Türklere has bir statü düşünülemeyeceği gibi, Güney-doğuda da Kürtlere özgü bir “statü” düşünülemez. Türkiye’nin her bir karışı tüm halkların ortak vatanıdır ve tüm halklar eşit haklara sahip TC Vatandaşıdır. Hiç kimseye, hiçbir zümreye ve sınıfa vatandaşlık hakları dışında bir ayrıcalık, imtiyaz tanınamaz. Bu konuda uygulamada söz konusu olan problemler hukuk çerçevesinde, demokratik usullerle zihniyet değişimi ile giderilecektir. Aksi durum çatışma ve kaos doğurur ki bunun kimseye bir fayda sağlamadığı artık anlaşılmalıdır.
Lakin Kim Ne derse desin! Öcalan’ın Barış için Erdoğan’ı aramasının arkasında üç neden var:
1-Kürtlerin “Başkaldırı” projesinden hayır gelmeyeceği, Şemdinli deneyimi ile ortaya çıktı. “Demirtaş’ın 400 km lik bölge Pkk nın kontrolünde” dediği olayın kocaman bir propaganda olduğu anlaşıldı. Pkk son bir yılda en büyük zayiatı verdi ve mevziilerini kaybetti.
2-Devlet artık pkk ve terörle  mücadele ediyormuş gibi yapma rolünü terk etti.Ve disiplinli ve kararlı bir şekilde Hükümetin kontrolünde terörle mücadele stratejisine döndü.Bu kış ilk defa her yıl kasım Aralıkta mola veren terörle mücadele ilk kez devam etti.Kış aylarında pkk zorunlu olarak mağaralara çekilir,askerde bunu fırsat bilerek kışlasına çekilirdi.Sanki gizli bir anlaşma varmış gibi.Ama bu yıl böyle olmadı.Askerdeki bu değişiklik Öcalan tarafından gözlendi.
3-Terörle mücadelede etkinliği sağlayacak güçlü silah ve donanımlar TSK envanterine dahil edildi. Yerli İHA lar yapıldı, Karakollar artık basılamayacak şekilde yeniden inşa edildi. Uzaydan istihbarat sorunu kalmadı. Artık pkk nın her faaliyeti güvenlik güçlerinin  anında bilgisi dahiline girdi.
Artık Devlete karşı silahlı mücadelenin sürdürülmesinin intihar olacağı herkes tarafından görülmüştür. Ve özellikle Kandil,Bdp,Avrupa ve Öcalan yolun sonuna gelindiğini yani denizin bittiğini görmüşlerdir. Erdoğan’ın terörle mücadeledeki kararlı tutumu bunda en büyük etken olmuştur.Bakmayın Bdp lilerin ve Kandilin ve hatta Öcalan’ın  satır aralarında “efelenme” anlamına gelen söylemlerine. O kadarda olsun!  Devletin ve Türklerin bu tür söylemleri olgunlukla karşılaması Barış için gerekli. Dağdaki insanları elinde silah olduğu halde, onurunu kırarak indirmek mümkün değildir. Eğer teröre son vereceklerse bu kadarına katlanmak yurtseverlik gereğidir.

RÜŞD

Sözlükte "erginlik, reşitlik, olgunluk" gibi anlamlara gelen rüşd, ıstılahta maddî veya manevî olarak doğru yola girmek ve doğru yol demektir. Doğru yola giren kimseye râşid denir. Rüşd kavramı ve türevleri Kur'ân'da 19 defa geçmiş ve îmân, hak ve hidâyet (Bakara, 2/250), fayda (Cin, 72/21), hayır (Cin, 72/10), doğru yol (Kehf, 18/66), çıkış ve kurtuluş yolu, doğru (Kehf, 18/10) akıl ve olgunluk (Nisâ, 4/6) anlamlarında kullanılmıştır.

Kur'ân, insanları doğruya (rüşde) iletir. (Cin, 72/2) Îmân edip Müslüman olan doğru yolu (rüşd) bulur (Bakara, 2/136; Cin, 72/14).

"Rüşd" kavramı, sırat-ı mustakim, sebîlü'r-reşâd, hüdâ ile eş, sebîlü'l-ğayy (sapıklık yolu) ile zıt anlamdadır. Doğru yol ile kasıt, Allah yolu olan İslâm Dini'dir.

Bir fıkıh terimi olarak rüşd, dinî vazifeleri yerine getirme ve malı kontrol edebilme çağını ifade etmektedir.
Allah rüştüne erişmiş kişilerin özgürce, hiçbir baskı ve korku altında olmadan İslam’a tabi olmasını diler.’ Lâ ikrâhe fî-ddîn’ hükmü rüştün altyapısını oluşturur.(2/256-)
Bunları neden anlattım? Şunun için; despotizm ve istibdat rüştü köreltir, engeller. İkiyüzlülüğü, adiliği teşvik eder, besler. Demokrasi ve özgürlükler ise; insan için hali hazırda en iyi vasattır. Bunun şeklinin ya da aksayan yönlerinin önemi yoktur, zaman içinde giderilir. Önemli olan genel esaslardır; insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, hukuk devleti, kuvvetler ayrımı, yargı bağımsızlığı, örgütlenme ve muhalefet özgürlüğü, Anayasa, basın özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü v.s.
Bu değerlerin istibdat rejimlerinde neden çok kötü seviyede olmasına karşılık neden Batılı demokratik ülkelerde yüksek seviyelerde olduğu üzerinde durulmalıdır. Ayrıca; totaliter, despot rejimlerde eğitim, sağlık, adalet, kamu düzeni, iş emniyeti, sosyal güvenlik ve sosyal eşitlik gibi hayati ehemmiyete haiz  hizmet ve hedeflerin dünya standartlarının  neden çok gerisinde olduğu  ve buna mukabil Batılı demokratik ülkelerde  iyi durumda olduğu üzerinde mukayeseli olarak durulması gerekir. 
Bunun yapılması durumunda ortaya çıkan tablo; despot rejimlerin rengi ne olursa olsun özünde sekülerdir, halkları için bir felaket olduğu görülecektir.

‘Sonsuz Özgürlük!’

“Ve cezâhum bimâ saberû cenneten ve harîrâ(n)” (76 İnsan 12)
“Sabretmelerine karşılık onlara cennetler, tarifsiz bir özgürlük ihsan eder.”
Gerçek özgürlük; kin ve nefretten arınmış  bir kalple mümkündür.
Veya;”tüm kinlerinden kurtulup özgür kalacaklar”
İslamoğlu Hoca “harir”le ilgili olarak şu açıklamayı yapar: Harir,”özgürlük” anlamındaki Hurr’dan türetilmiştir.İbn Faris’in bu kelimeye verdiği karşılık şudur; ve hüvel mahrur ellezi tedahalehu vaizun min emrin nezele bih.(başına gelen bir işten dolayı içini kaplayan kinden kurtulan kimse) bu mana cennetliklerin kinden tamamen arındırılmasını da çağrıştırmaktadır.
Kin ve nefretin kişiyi mahkum edip esareti altına aldığı bir gerçektir.
Tüm meallerde ve tefsirlerde “harira” kelimesine ipekli elbise manası verilmesi gerçektende doğru bir manada olmasa gerek. İslamoğlu Hoca takdire şayan bir çalışma ile “harira” kelimesine sonsuz özgürlük anlamını vererek Kuran meallerindeki bir eksikliği daha gidermiş olduğu kanaatindeyiz.
Onlarca  “mealde” gördüğümüz mana şöyledir;” Sabrettiklerinden dolayı onları cennet ve ipekle ödüllendirmiştir!”
İpek ve ipekli giysiler Cennetle denk olabilirmi? Olmaz elbette. Zaten Cennette her türlü nimetin olduğunu Rabbimiz haber vermektedir. Cennet ve meyvelerle ödüllendirilmiştir ya da Cennet ve içeceklerle ödüllendirilmiştir denilir mi? Cennette bunların olduğu zaten bilinir ve bu nimetlerin hiçbirisi Cennete denk bir nimet değildir.”Sonsuz özgürlük” ise bu farklı bir nimettir ve Cennete ile birlikte anılmağa değer bir nimettir.

İktidarın Meşruiyeti!

İslam Peygamberi Medine’de  önce mukim kabileler ile kırk küsur maddelik bir antlaşma ile (Medine Sözleşmesi) o günkü şartlarda  bir şehir devleti  oluşturmuştur.Ancak bu devlet  ne o günkü şartlarda mevcut krallıklar ve kabileci devlet yapılarına benziyordu ne de bu günkü ulus devletin tekçi anlayışına. Medine Sözleşmesinin tüm kabilelerle ayrı ayrı aktedilen maddelerinde,bu kabilelerin öteden beri gelen yaşam tarzında özgür olduğu,sadece dış tehditlere karşı,Medine’nin savunmasında   hareket birliğini  öngörüyordu. Kısa zaman içinde  Yahudi Kabilelerinin önde gelenleri  durumu hazmedemeyerek  Antlaşmaya ihanet etmişler düşmanla işbirliği gibi yakın tehdit oluşturduklarından  Medine Sözleşmesi  işlevini yitirmiştir.Bir çoğu Medineyi terk ederek,böylece  Medine’de kahir ekseriyet Müslümanlardan oluşmuş,kurumsal bir devlet  olmasa da  Allah Elçisinin önderliğinde bir devlet yapısı meydana gelmiştir.
Allah Elçisi olması nedeniyle Rasulullah’a itaat; yönetici sıfatıyla da  söz konusu olmuş,Müslümanlar hem dini hem siyasi ve hukuki konularda Allah Rasulünün her emir ve yasağına riayet etmiştir.Zaman zaman itirazlar olmuşsa da (Hudeybiye’de ve “bu vahiymidir!?”  gibi)  genel  durum Vahyin’de emri gereği itaat genel  ve hakim yaklaşım olmuştur.
Rasulullah’ın yönetiminin tabiatı gereği  İlahi menşeli olması yani tamamen Allah’ın kontrol’ünde ve Vahiyle yönlendiriliyor olması nedeniyle mutlak adalet ve  meşruiyet söz konusudur.Rasulullah’ın Allah kontrolündeki yani tüm idari,siyasi kararları Allah’ın onayı ile olduğundan;Kuran’da  Rasule itaat Allah’a itaat olarak zikredilmiştir.( ) Rasulullah’ın siyasi ve idari uygulamalarında herkesin malumu olduğu gönüllülük esasına dayalı bir vatandaşlık/Medinelilik anlayışı karşımıza çıkmaktadır.Savaş kararına  uymayanlara yaptırım uygulanmaması,zekatlarını vermeyenlerden zorla zekat alınmaması (Meşhur İbn Salebe örmeği) mali ibadetlerde infak gibi zorlama değil özendirme olması, zina edenlerin cürümlerini açıkça itiraf etmelerine rağmen Rasulullah’ın hesap gününe havale etme eğilimi;alışagelmişin ve  bu günün ötesinde  farklı bir devlet  anlayışının söz konusu olduğunu göstermektedir.
Rasulullah’ın azim bir ahlak üzere olduğu,güzel ve yumuşak huylu,merhametli,adalet ve güvende müşriklerin bile takdirini kazanmış;’Muhammed’ül emiyn’ denmiş bir insan olduğu  malumdur.Tüm bu güzel ve kamil vasıfların yanına Allah’ın murakebe ve denetimini de eklediğimizde,tabii olarak Rasulullah’ın ölünceye kadar Müslümanların başında ayni zamanda yönetici olmasında rahmetten başka bir sonuç olmayacağı kesindir ve öyle de olmuştur.
Allah Rasulü Hatemül Enbiya olduğuna  yani O’ndan sonra kıyamete kadar bir Elçi gelmeyeceğine göre; Müslümanların  yönetimine gelecek olan her yönetim,ister Halife densin isterse İmamet/Rehberiyet;  hepside adalet,liyakat bakımından zaaflı olacaktır.Mademki bu yöneticiler Allah’tan Vahiy almayacaklar ve icraatları Allah tarafından Vahiyle düzeltilmeyecek ve yönlendirilmeyecektir;o halde Halk tarafından  belli süreler için seçilmeli, yetkileri de  anayasal çerçevede ve icraatları yargı ve parlamento denetimine tabi olması gerekir.Neden gerekir?Allah zulmü sevmez,bu usul Yönetimin halka karşı haksızlık yapması önleyen en etkin yöntemdir. Aksi durumda istibdat kaçınılmaz olacaktır. Bunun pratik uygulamaları vardır. İranda Velayeti Fakih tartışmaları ta işin başındayken yaşanmıştır. Ayetullah Montazari Velayeti Fakih’in yönetimde ölünceye kadar tek merci ve tek otorite oluşunu, Ülkenin  totaliterizme kayacağı endişesiyle karşı çıkmıştır ve Ayetullah Humeyni’nin hışmına uğramıştır. Ne garibtir ki Humeyni Saifeyi Nur’da bu olaydan bahsederken asıl tortalirizme kayışı Velayeti Fakih kurumunun önleyeceğini belirtmişti. Oysa hiçte öyle olmamış, Montazeri haklı çıkmıştır. Bu gün İran’da Başbakanlık, Meclis Başkanlığı yapmış şahsiyetler, kurulu nizamı eleştirmelerinden dolayı fasık ilan edilerek üç yıla yakın bir zamandan bu yana tutukludurlar.
O halde yönetimlerin meşruiyetinin kaynağı neye dayandığı değil, icraatları yani amelleri olacaktır. Bununda evrensel ölçüsü adalet/özgürlük/eşitlik olduğu görülmelidir. İktidar erki ise Halkın iradesine tabi olmalıdır. Halk seçmeli (bir süreliğine) halk iktidardan almalıdır. Anayasal düzenleme ile; Orduya, Devlete, İktidara verilen yetkiler yargı ile denetlenmeli, Halkın İradesi Anayasa ile korunmalıdır. Tabii olan budur.
Her kavim layık olduğu ile yönetilir yada nasılsanız öyle yönetilirsiniz.” İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.”(Ra’d 11)

İsa’nın as Nüzulü Üzerine!

İhtilafları İyi yönettiğimizde yani ihtilaf ahlakına uyduğumuz sürece bunda rahmet olduğu kesindir.Aksi durum ise hep beraber batağa saplanmamıza neden olur.
Genç bir hoca,yaşına rağmen takdir edilecek bir gayret ve faaliyet içinde İslam’a hizmet yolunda.Allah gayretlerini bereketlendirsin ve ilmini artırsın!
Bir Hutbe’de şunları söylüyor;”Kim isa as ın nüzulünü inkar ederse,100 hadisi inkar ettiğinden İslam Dairesi dışına çıkar!” Buyrun şimdi! Bu anlayış sadece bu genç Hocaefendi ile sınırlı olsa  hadi deyip geçeceğiz, lakin başta tarikatların,selefçilerin,DİB hakim olan zihniyetin anlayışı da bu merkezdedir.Ve bu çevreler Buhari ve Müslimin Sünenlerini Kuran gibi korunmuş görürler ve bu iki Hadis İmanının eserlerine aldığı tüm hadislerin mütevatir olduğuna iman ederler.Kuranla çelişen bir hadis olsa dahi eğer bu iki kaynakta geçiyorsa Kuranın o ayetleri bu hadise göre tevil ve tefsir edilir.Bu ayni zamanda Hadisçilerin de usulüdür.Hele Sufilerin bir anlayışı vardır ki evlere şenlik.Bir söz Tarikatın meşayih tarafından hadis olarak anlatılmış,risalelerinde geçmişse; müridana düşen sorgusuz sualsiz bu sözü sahih hadis olarak almaktır.
İyi de biz Peygamberden rivayet edilen bir sözün Rasulullah’a ait olup olmadığını senedinden önce metninin Vahye uyub uymadığına bakarız. Bizim usulümüz de bu. Rasulullah Kuranla çelişen bir söz söyler mi? Söylemez. Davranışta bulunmuşmudur? haşa bulunamazdı da.Sen şimdi Peygamberi görmüş Müslüman bir yada birkaç kişiyi kollayıp,adaletine toz kondurmama adına Kuranla bağdaşmayan bir sözü nasıl Peygambere yakıştırırsın!?
Evet …… Hoca’nın “Batının Akıl Ocağında Buharlaştırılan Hakikat: Nüzul-ü İsa (A.S.)” makalesini okudum.
 Ne yazık ki Kuranda 5 ila 10 ayetle anlaşılacak bir konu hakkında kırk dereden su getirilerek, çoğunluklada geçmiş alimlerin mülahazalarından oluşan zanni  malumat içerikli 21 sayfalık bir makale ile İsa as ref’i ve nuzulü ispatlanmağa çalışılmaktadır.Maalesef Bu durum;Hadis ekolünün  zaaflarla dolu usulüdür.Kuranla çelişen mevzuu rivayetlerin reddi yerine; sahih yada mütevatir damgası vurularak Kuran ayetleri bu rivayetlere göre tevil ve tefsir edilir ve tabii bazı ayetlerde, İhsan Hocanın yaptığı gibi görmezden gelinir.
Şöyle ki:İsa as ref’i ve nüzulü ile bir makale yazılır da Maide 109 ila 119 ncu ayetlere müracaat edilmezmi? Edilmez çünkü Maide 109-119 arasında geçen ilahi anlatımlardan;
1-      Allah’ın tüm (elçileri) peygamberleri topladığı günün Hesap Günü olduğu (7 A’raf/6)
2-      İsa as. Vefat ettirilip göğe kaldırıldığı ve yeryüzündeki elçilik görevinin bittiği,
3-      Bundan sonra da artık yeryüzüne nuzul etmediği (Etmeyeceği),
4-      Nuzulü söz konusu olsaydı/İnseydi; ümmetinin Kendisini ve Annesini İlah edindiğini bizzat gözleriyle görmüş olacağı ve üzülerek  itiraf edeceği.
Açıkça anlaşılmaktadır.

“teveffeyte-nî” kelimesinin ölümle,vefatla hiçbir alakası yokmuş gibi bir mana vermek verenleri de “modernislikle” suçlamak  taklitçi bir mantığın ürünüdür.Gerçektende … Hoca’nın  Makale metni,geçmiş ulemadan  %90 alıntılarla doludur.Ve … Hoca’nın da bu makalesinde belirttiği gibi, selef alimlerin en meşhurlarından  Ebu Ali el-Cübbaî' daha H/2. yy da İsa as öldüğünü ve nüzulünunde söz konusu olmadığı görüşünde olduğunu  belirtmesine rağmen,ref ve nüzulü reddeden görüşlerin modern çağın ürünü olduğunu iddia etmesi üzülerek söylüyorum ki  ilmilikten uzaktır.
el-Hasenu'l-Basrî, "vefat/teveffî” kelimesinin Kur'an'da "uyku", "ölüm" ve "göğe kaldırılmak" şeklinde üç anlamda geçtiğini söylerken bu gün kalkarda “isa öldü ve tekrar yeryüzüne geri gelmeyecek” diyenleri  “küfürle” suçlamak yada bu konuyu iman şartları arasında göstermek doğrumudur? Selef alimleri böyle yapmamıştır. Bırakınız isteyen eğerki  samimi olarak görüşünü dile getiriyorsa ki bunu da ancak Allah bilir, nasıl anlıyorsa öyle anlaşın! Bu konuyu tevil ve kıyasla “dini zaruriyat” haline getirirseniz kısır ve gereksiz tartışmalara yol açarsınız. Kuran  bir tarih kitabı yada  otobiyoğrafi değildir. Tüm insanlığa,Allah’tan bir Davettir,hidayet kaynağıdır,öğüt/Nasihattır,İnzar ve müjdedir. 

"Hep Kur’an! Kur’an! Neden Peygamberden Sünnetten Bahsetmiyorsun?!"

Her Kuran Davetçisine yöneltilen  kadim suçlamadır bu!

Sanki Peygamber ve Sünneti,  Kur’ana alternatifmiş,yada iki farklı otorite,iki farklı rakipmiş gibi bir algı,geleneksel halk anlayışında bir inanış vardır.Kuran Allah'tandır,Hadis ve sünnette Muhammed sav den iki ayrı ve denk kaynakmış gibi.

Bunun temelinde Kuranın mahcur bırakılışı,Kur’anı anlama amacının unutulması,halkın kendi kafasına göre inandığı ve seçtiği alim ve evliyaların kendilerine anlattığı, nesilden nesile tevarüs eden menkıbe ile hak ve batılın biri birine karıştırıldığı tevil ve yorumların hakikat zannedilip iman edilmesi yatmaktadır.

Allah’ın öğüdünden daha güzel bir öğüt olabilirmi? Tüm Allah Elçileri Vahye/Kurandan başka hiçbir şeye davet etmiyorlardı. “Ben’de sizin gibi bir beşerim,ancak bana vahyediliyor!” diyorlardı.
Kuranın;hidayet,öğüt,rahmet,Furkan,beyan,çelişkisiz,icaz,kılavuz,hikmetli,nur,inzar,müjde olduğunu bizzat Rabbimiz  bildirmektedir.

Kur’an hidayettir…………………….;         13 Sürede 19 Ayet,
Kur’an Allah’tan bir öğüttür………...;         19 Sürede 42 Ayet,
Kur’an Rahmettir…………………….:        11 Sürede 14 Ayet,
Kur’an kolaylaştırılmıştır……………..:        3 Sürede 6 Ayet,

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası