Suriye ve Mısır Deneyimi; Habilleşenler ve Kabilleşenler




Suriye ve Mısır
Deneyimi; Habilleşenler ve Kabilleşenler

Atilla MORÇOL
Konya/27.08.2013

Silahlı mücadele hem beşeri  ideolojiler için hem de dini yapılar için felakettir. İslam adına silahlı mücadele yaptığı zannedilen el Kaide’nin,selefilerin;Afagnistanda,Pakistan’da,Nijerya’da,Çeçenistan ve Irak’ta ve en son da Suriye’de ki pratikleri bir felakettir;hem mustazaf halklar için hem kendileri için! Müslüman mustazaf halklar için felaket olmuştur;Irak’ta,Afganistan ve Çeçenya,Pakistan,Suriye,Nijerya da  mağdur ve mazlum halkların; can,mal,din,nesil emniyetine zerre kadar bir katkısı olmadığı gibi aksine beş emniyet  eskisinden daha da kötüye gitmiştir.El Kaide,Taliban,Selefiler,el Şebap gibi terör örgütleri mensubları açısından da durum bir felakettir. Bu örgüt ve yapıların elemanları hem dünyalarını mahfetmekteler hem de ahiretlerini! Güya küresel cihad gibi büyük bir sloganın arkasında  dava arkadaşlarını ihanetle suçlayarak ifaz ettikleri gibi,”sufi” ya da “şii” diyerek;masum insanları kendileri Tanrı yerine koyarak ,kadın,çocuk,ihtiyar demeden,camiilerde,mescidlerde,Pazar yerlerinde intihar saldırıları ile havaya uçurarak kitlesel katliamlara imza atarak büyük bir cürüm işleyerek ahiretlerini berbat etmişlerdi. Gayri müslim sivillere Rusya’da,Afganistanda,Mısırda,Afrikada yapılan kıyımların ise bırakın dini olmayı insanlıkla bile bağdaşır hiçbir yönü yoktur ve cinayettir.Güya Allah için küresel cihad yaptığını iddia eden bu maceracı  sabırsızlar;Allah’ın Kitabında ki “İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.” Ayetini (Maide 32) anlayamazlar, göremezler, görmek istemezler. Allah aşırı gidenleri sevmez, Allah sabredenlerle beraberdir buyrulur; anlamazlar. Nisa 93-94 deki uyarılar ve tehditler ise bu maceracı, aceleci, sabırsız sığ düşünceli, mukallid bedevilere vız gelmektedir. Onlar elleriyle dokundukları noktadan fili tarif etmeye kalkan, anadan doğma ama gibi; kıtal ayetlerini bağlamından kopartarak, Kuran bütünlüğünden bi haber değerlendirmektedirler. Toptan indirgemecidirler, süpürür atarlar ya da süpürür kabul ederler. Böyle olunca da sonuç felaket olmaktadır.
Dolayısıyla istikbar karşısında Kabilleşerek; istikbara meşruiyet ve fırsat verenler hem bu dünya da kaybetmişlerdir hem de ellerine masum kanı bulaştırarak ahretlerine yazık etmişlerdi.
Kurandaki ilahi öğüde kulak verilip uyulsaydı yani Kabil’in karşısında Habil olunabilseydi;Ne Afganistan,ne Çeçenya,ne Irak,ne Suriye bu halde olur,ne de Amerika bu kadar kolay dünya jandarmalığı rolünü oynayabilirdi.
Suriye’de Baas rejiminin baskı ve zulmüne sivil itaatsizlikle başlayan ve 6 ay suren barışçıl protestolar karşısında bunalan ne yapacağını şaşıran Esed; Şebbialarla öldürmeye ve giderekte kitlesel tutuklamalarla muhalifleri provoke etmiş ve maalesef muhalifler silaha sarılarak tuzağa düşmüşlerdir. Bu gün gelinen noktada, korkunç anıların ve izlerin bir nesil etkisinin süreceği,  kimseye ne yar ne de vatan olabilecek bir enkaz kalmıştır. Eğer Suriye’de muhalifler mazlumiyetini koruyabilselerdi,barışcıl protestolarına sabırla devam edebilselerdi,maceracı,eli kanlı gurupları aralarına almasalardı;rejimin katlettiği insan sayısı 100 bin değil, on bini geçmezdi,Uluslararası kamuoyu baskını  giderek artar belki de Baas rejimi çoktan çökerdi.
Mısır’da İhvan’ın stratejisi bu dersi verecek potansiyele sahip gibi görünmektedir. Şiddete ve silaha sarılmak intihardır! Zira Müslümanların karşısındaki güç odakları öldürmeyi, silahı, bombalamayı Müslümanlardan mukayese edilemeyecek kadar profesyonelce yapacak donanıma ve tecrübeye sahiptir. Müslümanların silah ve şiddet seçeneğine yönelmesi, Aslan’ın kendi isteği ile timsahla suda kapışmayı kabul etmesine benzer. Ki bu bir intihardır. Ne silah gücü olarak, ne örgütlenme olarak ne de araç gereç ve mali güç olarak boy ölçüşmek mümkündür. Egemenlerin yumuşak karnı; meşruiyet ve masumiyettir. Bu da halkın mukayeseli üstünlüğüdür. Eğer muhalefet halkı arkasına alırda meşruiyetini korumasını bilirse hem Allah’ın takdirini ve yardımını hem de tüm dünya halklarının desteğini yanlarında görecektir.
 Habil olabilmekte zaten budur.
İslamcıların ve bazı ulucu otoriter yenlerin yanıldığı gibi Batı genelde gelişmemiş ve azgelişmiş ülkelerde özelde İslam Dünyasında demokrasi istememektedir. Çünkü demokrasi ülkelerin gözünü açar, istismarı zorlaştırır. Batı neden despot, diktatörlerle “kırmızı telefonlar” la üç beş dakikalık talimatlarla halledeceği işleri, o ülkelerin parlamentolarında, muhalefetiyle iktidarıyla, basınıyla, yargısıyla uğraşmak zorunda bıraksın kendini?
Demokrasi dini ya da Batı demokrasiyi dayatıyor tezlerinin Batı menşeli olduğunu düşünürüm hep. Zira Batının yerinde olsam, İslam dünyasına; içerden birilerine;”Demokrasi bir dindir” masalını okuttururdum ki Müslümanlar demokrasiden uzak dursun! Öyle de değilmidir?
Fakat bu aklıevvel sığ düşünce sahipleri; demokrasi ile Cumhurbaşkanlığına seçilmiş Mursi’yi ve seçimle oluşmuş parlamentoyu (Mısır Anayasa mahkemesi geçen yıl feshetti) Amerika, AB,Suudi Arabistan,BAE  destek, teşvik ve komplolarıyla neden  devirmek istediklerini nerden bilecek? Amerika’nın askeri Cuntaya 1,3 milyar dolar, Suudilerin 5 milyar dolar, BAE 3 milyar dolar destekleri; Mısırda,  demokrasinin mi despotizmin mi Batının ve bölgedeki tekfurların menfaatine olduğunu göstermiyor mu?
Demokrasi Batının dini(!) olsaydı  AB ve Amerika Mursi’nin  arkasında olurdu, Cuntanın yanında değil. Bu kadar bile bir analitik bir değerlendirmeden yoksunluk ancak peşin hükümlülük ve tepkisellikle açıklanabilir.
“Allah, darüsselâma çağırıyor ve dileyeni doğru yola hidayet buyuruyor.” Yunus 25
Batı demokrasiyi kendi felsefi anlayışına, tarihi toplumsal sürecine ve kapitalizmin menfaatlerine göre inşaa etmiştir. Bunda bir anormallikte yoktur. Hatta Batı kendi açısından gerçek demokrasinin kendinin icat ettiği demokrasi olduğunu da iddia edebilir. Bunda da bir sorun yoktur.  İslam dünyası için asıl sorun; Batı demokrasisine karşılık daha medeni, daha insani, daha bilimsel bir yönetim ve yönetişim modeli ortaya koyabilme sorunudur. İslam Dünyası Batı demokrasisini de aşan, kendi inançlarına uygun, tarihi toplumsal sürecine, dinamiklerine ve halkın maslahatını önceleyen bir demokrasi ( ki buna İslam Demokrasisi demekte hem bir beis yoktur hem de bir yanlışlık) ortaya koyduğunda gerisinin hiç önemi yoktur. Batının İslami referanslı bir demokrasiyi kabul edip etmemesi önemli değildir. Halkların, aydınların, düşünürlerin İslami Referanslı bir demokrasi üzerindeki kritikleri, beğenileri ve kabulleri önemlidir. O nedenle Batının İslam ülkeleri üzerindeki yaklaşımlarına cevap yetiştirmede enerji ve vakit öldürmekten önce, aciliyetle İslam referanslı bir demokrasi inşaası için kolları sıvamamız şarttır.
Batı demokrasisi tabii olarak Batı Dünyasına egemen felsefi dünya görüşüne uygun yani  seküler bir düzlemde seyretmekte ve dini olanı giderek hayatın dışına atma eğilimi taşımaktadır.Bu  Batının kendine ait değer yargılarının tabii sonucudur. Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesi  ki bunu  çok partili siyasi yapıda adil ve özgür seçim sistemi ,halkın çoğunluğunun bir partiye yönetim yetkisini vermesiyle yerine getirir;bu modele ruhunu ve kalıbını,  her medeniyet kendi değerleri ,referanslarıyla   verecektir. Batı demokrasisinde eş cinsellik kendini ifade etmede meşru kabul edilirken, İslam Demokrasisinde tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak görülecektir. Batı demokrasisinde eş cinsel evlilikler normal görülürken (halk içinde büyük tepkiler olduğu protesto eylemleriyle biliniyor)  İslam demokrasinde buna izin verilmemesi doğal olarak gereklidir. Her toplumun meşruiyet, makuliyet ölçüsü ve değerleri farklı farklıdır. Batıda bile eşcinsel evlilikler konusunda uygulama birliği söz konusu değildir. A keza kürtaj konusunda olduğu gibi. Tabii ki İslam demokrasisinden kürtaj ya da eşcinsel evlilik konusunda batı demokrasilerin pratiğini kabul etmesini beklemek abestir ve gereksizdir de. Her toplum mahremiyetini kendi ideolojisi, inançları ve değer yargıları çerçevesinde hayata geçirir ki bu insanlık tarihi boyunca hep böyle olmuştur. Onun içindir ki,”demokrasi dindir istemezük!” tepkiselliğinin hiçbir tutarlılığı yoktur.
İslam demokrasisinin paradigmasını tabii olarak; Kur’an, Rasulullahın pratikleri, İslam Dünyasının ve Batının tarihi tecrübeleri ve tabii ki ilahi tabii hukuk belirleyecektir. Müslüman toplumlardaki  gayri Müslimlerin, sekülerlerin, laiklerin   tercihleri  ve beklentilerinin barış içinde yaşama, ikrah ve davet ilkeleri  ve  gönüllülük çerçevesinde dikkate alınması ve teminata bağlanması  da gerekir.  
Unutulmamalı dırki,Türkiye’de ve Arap dünyasında despot vesayetçi rejimlerin ve diktatörlüklerin yıkılışı demokratik usullerle mümkün oldu. Türkiye demokrasi konusunda ilkeli ve samimi davrandı ve bu gün vesayetçi laikçi cuntacı, komitacı suç makinesi tasfiye edildi, suçlular; yargılandı ve ağır hapis cezalarına çarptırıldı.
Mısır’da İhvan ve Tunus’ta Nahta demokrasi sınavı veriyor.Eğer Batı’nın ve desteklediği eski rejim yanlısı yada ulusçu,liberal,solcu Batı yanlısı siyasal çevrelerin  tuzaklarına düşülmez,demokratik usul ve esaslarda  sebat edilirse kazanan İhvan ve Nahta olacaktır.Zira halkların nezdinde makuliyet ve meşruiyet;halktan yana pozisyon almadan geçmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası