Can çıkar huy çıkmaz,kim demiş Hasan Cemal Demokrat olmuş diye!?

T24/10 Şubat 2015
Edebiyat tapınaklarından aklın cinayetlerine...-2-

HA  LONG, Güney Çin Denizi
Ejderhanın denizle buluştuğu yer anlamına geliyor Ha Long.
Bir masal diyarındayım, rüyada gibi.
Gerçek dışı bir gezegen.
Yamru yumru, bodur, tuhaf şekilleriyle adacıklar denizin üstünde sanki hareket halindeler, sis içinde bir belirip bir kayboluyorlar.
Not defterimle baş başayım.
Hiç hülyasız, hayalsiz hayat olur mu?
Biliyorum, insanoğlu kendi kendini ele vermekten hoşlanmaz.
Ha Long, ejderhanın bir kuyruk darbesiyle yarattığı bu masalsı dünya geçmiş muhasebesi için ideal…
Kendi içindeki zaafla, kusurla uğraşmaz.
Ama ben pek öyle değilim.
Özellikle geçmiş muhasebesi hayatta peşimi hiç bırakmaz.
Herhalde Ha Long, Tonkin Körfezi’nde ejderhanın denizle buluşup bir kuyruk darbesiyle yarattığı bu masalsı dünya, geçmiş muhasebesi için ideal bir yer.
Bir Yahudi geleneğinden söz edilir.
“Hatırlamak, nedamet getirmek anlamını taşır” gibi bir şeydi, hafızam beni yanıltmıyorsa...
Buna pek zamanım kalmayabilir. Çünkü Ayşe beni ille de mağaralara götürmek istiyor.
Ama direniyorum.
Yamru yumru, bodur, tuhaf şekilleriyle adacıklar denizin üstünde sanki hareket halindeler, sis içinde bir belirip bir kayboluyorlar. Fotoğraflar: Ayşe Sözeri Cemal

‘Mr. Cemal iyi ki Vietnam’da değilsin,
hapsi boylardın!’ 

Aklım Hanoi’de, Ho Amca’nın şehrinde...
Aklım Hanoi’de, Ho Amca’nın şehrinde...

Çok güzel bir şehir.
Fransız döneminin kolonyal tarzıyla Uzak Doğu dünyasının, Asya’nın iç içeliği şehri fena halde çekiçi kılmış.
Başını nereye çevirsen, Komünist Partisi’nin orak çekiçli kızıl bayrakları ve Vietnam’ın kızıl üstüne ortasında sarı yıldızlı milli bayrağı.
“Mr. Cemal Türkiye’de ne yaparsın?”
“Yazı yazarım.”
“Nasıl yazı?”
“Politik yazı.”
“Nası yani?..”
“Eleştirel, yani işim eleştiridir.”
Gülüyor:
“İyi ki Vietnam’da değilsin, hapsi boylardın.”
“O kadar kötü mü?”

Hanoi Hilton’un duvarlarındaki işkence kabartmaları gözümün önünden gitmiyor
Hanoi'de başını nereye çevirsen, Komünist Partisi’nin orak çekiçli kızıl bayrakları ve Vietnam’ın kızıl üstüne ortasında sarı yıldızlı milli bayrağı.
“Bu iyileşmiş durum. Daha eskiden hapis de yoktu, ansızın ortalıktan kaybolur ya da kim vurduya giderdin.”
“Yoksa Çin’e mi benziyor? Orada da tek parti rejimi var. Komünist Partisi, nefes aldırmıyor hoşlanmadığı seslere. Diğer yandan bu tek parti diktası, ekonomiyi yıllardır kendi kontrolünde dışa açıyor, liberalleştiriyor.”
“Vietnam da farklı değil. Yenilenmek için değişmek sloganıyla pazar ekonomisi yaygınlaştırılıyor devlet eliyle... Ama tek parti yönetimi, ülkede bir yandan gelir dağılımında adaleti çok fena bozuyor, öte yandan Vietnam’ı  rüşvet ve yolsuzluk batağına çekiyor.”
 Ankara Hilton’un Vietnam hâli
Hanoi Hilton...
Bizde de Ankara Hilton vardı.
1950’lerde, Demokrat Parti’nin muhalif basını baskı altına aldığına aldığı yıllarda, aralarında rahmetli Metin Toker’in -Metin Abi- de bulunduğu bazı gazetecilerin içeri atıldığı ünlü hapishane...
Hanoi Hilton eski bir hapishane.
Ölüm hücreleri, işkence hücreleri...
Ve giyotin...  Ne kadar sevimsiz, iç ürpertici bir ölüm aleti...
1896’da Fransız sömürgecileri tarafından siyasal mahkumlar için ‘Merkez Cezaevi’ olarak inşa edilmiş.
Adı edebiyat olan bir tapınak. Hanoi’nin orta yerinde. Edebiyat Tapınağı 1076’da kurulmuş bir üniversite.


Duvara çakılı bir plaket:
“Sömürge döneminde Vietnamlı devrimci ve yurtseverler burada işkence ve ölümü gördüler.”
Kulağıma eğiliyor:
“Vietnam Savaşı sırasında Hanoi Hilton’dan 400 civarında Amerikalı pilot geçti ama bir teki bile ölmedi. Aralarında bugünkü senatörJohn McCain de vardı.”
McCain, uçağı isabet alınca paraşütüyle Hanoi’nin içindeki on sekiz gölden birine düşmüş ve orada yakalanmış. Göl kıyısına bu olayı hatırlatan küçük bir anıt dikili...
Sabahın sisli kurşuni havasında gölün etrafında yürüyoruz. Motosikletler akın akın geçip gidiyor.
Tuhaf bir hüzün basıyor içimi.
Hanoi Hilton’un duvarlarındaki işkence kabartmaları gözümün önünden gitmiyor.
Zulüm.
Ve zulme karar veren muktedirler...
Tarih, 28 Aralık 1972.
Hanoi’ye gökyüzünden ölüm yağdıran Amerikan B-52 uçaklarının tek bir bombası Hanoi’de daracık bir sokağa düşer ve 287 kişi hayatını kaybeder.
Çıkmaz sokaktaki fotoğrafa ve anıta bakıyorum, Ana ve kucağındaki bebesi...
İnsanlık ne zaman zulümden kurtulacak?
Yoksa zulmü mazur kılan ‘davalar’dan hiç mi kurtulamayacak insanlık?..
Amerikan B-52 uçaklarının tek bir bombası Hanoi’de daracık bir sokağa düşer ve 287 kişi hayatını kaybeder.
Batı’ya kızıp ‘yeşil faşizm’ler yaratmak niye?
“Mr. Cemal iyi ki Vietnam’da değilsin, hapsi boylardın. Eskiden olsa kim vurduya giderdin…”
Adı edebiyat olan bir tapınak.
Hanoi’nin orta yerinde.
Edebiyat Tapınağı 1076’da kurulmuş bir üniversite.
Bahçesindeki büyük mezar taşı gibi taştan tabletlere başarılı öğrencilerin isimlerini kazmışlar, zamanın kralı böyle buyurmuş çünkü...
Gök yüzünü dal budak sarmış yemyeşil ulu ağaçların arasında, adı üstelik edebiyat olan bir tapınağın bahçesinde sabah vakti dolaşmak iyi geliyor.
Aklıma takılıyor.
Uzak Doğu’da kökleri çok derinlere giden bu kültürel zenginliğin, bu kadar rengârenk farklılığın üstüne totaliter yapılar kurmak,toplum mühendisliği yapmak...
Nafile bir çaba değil mi?
İnsanlığa korkunç acılar yaşatan boş bir gayret.
Stalin...
Mao...
Pol Pot...
Ho Şi Minh...

Peki, bütün bu acılara neden  olan ‘fikirler’in kaynağı Batı değil mi?
Aynı Batı ‘totalitarizm’i reddeden, farklılıklara saygıyı, özgürlükleri ve insan haklarını savunan düşüncelerin de beşiği değil mi?
Ama Doğu’yu sömürgeleştiren emperyalizm de Batı ürünü değil mi?
İyi de, emperyalist Batı’nın boyunduruğundan kurtulacağız diye, yeni insan yaratacağız diye kendi boynunu başka türlü diktalara, ‘totalitarizm’lere uzatmak niye?..
İnsan hakları emperyalizmi diye Batı’yı, demokrasisiyle, özgürlük ve hukukun üstünlüğüyle olduğu gibi reddetmek niye?..
Hiç kuşkusuz sorulması gereken bir başka soru:
Batı’ya kızıp ‘yeşil faşizm’ler yaratmak, Humeyni’ler çıkarmak niye?..
Kökleri yüzyıllar öncesine giden Edebiyat Tapınakları’nın varolduğu akilleşmiş, soylu olması gereken topraklarda, insanlar farklılıklara saygıyla, barış ve huzur içinde yaşayacakları düzenleri eninde sonunda bulacaklar.
Ama ne zaman?..
İnsanoğlu yoksa hiç ders almayacak mı?
İçindeki, derinlerindeki karanlık köşelerde saklanan canavarı yok edemeyecek mi?
‘Öldük yaşamak için’ 
"Durmadan düşünüyorum ne kadar öldük yaşamak için..."      
Kızıl Nehir usul usul ne güzel akıyor.
Onat Kutlar’ın, bir bombayla havaya uçan sevgili arkadaşımın dizeleri dilimin ucuna geliyor.
                               Ölü balıklar geçiyor kırışık 
                                                    bir deniz sofrasından
                               ve ellerinde fenerlerle
                                                    benim arkadaşlarım

                               durmadan düşünüyorum ne kadar
                                                    öldük yaşamak için     

 
Hatıralar hayattır!
Üçüncü yazım Kamboçya’dan, aklın cinayetleri üzerine...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası