TARİH
PUTU ve MODERN DÜNYA: AYDINLARIN İHANETİ
Prof.Şahin
UÇAR
Akira Kurosowa'nın Raşomon filmini gördünüz mü? Bir adam ve
karısı Japonya'da bir ormandan geçerken haydudun biri bunlara saldırıp, adamı
öldürüyor ve kadına tecavüz ediyor. Bir köylü de bunları görüyor ve iş olup
bittikten sonra, ölen adamın yanına gidip üzerindeki değerli hançeri aşırıyor.
Haydut yakalanıp mahkemede yaptıklarını itiraf ediyor. Ancak mahkemede
yaşadıklarını anlatması istenen kadının anlattıkları ile haydudun anlattıkları
ve köylünün anlattıkları, hatta (bir şaman vasıtasıyla ruhu davet edilen ve bu
medyumun ağzından) öldürülen adamın anlattıkları, her biri vakayı kendi
açısından anlattığı için, hiç birbirine benzemiyor. Filmi kasten böyle kabaca
hulasa ediyorum ve demek istiyorum ki insanlığın tarih malumatı da bunun gibidir.
Tabii ben bu kadar kısaltarak hulasa edince, filmin neye benzediği hakkında pek
fikir vermiyor.
Buna benzer bir “özlü” anlatım da Woody Allen'dan. Üstada
hızlı okuma kursları hakkında fikrini sormuşlar. “Haa, ben hızlı okuma
kurslarına gittim, gerçekten çok işe yarıyor. Tolstoy'un Harp ve Sulh'unun 4
cildini yarım saatte okudum: Aklımda kaldığına göre olay Moskova'da geçiyordu”
demiş.
Bizim tarih hakkında bildiklerimiz de böyledir işte: Dört
cildi dolduran sayısız cümlenin yukardaki bir cümlelik özeti gibi. Ben şimdi
Raşomon'un konusunu anlattım, ama filmi görmeyenler, acaba görmüş gibi mi oldu?
Yaşanan Irak harbinin yıllardır sürdüğü ve bütün dünyada
konuşulduğu malum; bu yaşanan rezaletin tam teferruatını bir Allah'ın kulu
bilemez ve anlatamaz. Bu işin tarihini yazacağız diye bir kitap yazmaya
kalkışsak, yaşanan hadiselerin tam teferruatına nispetle (askerlerin yaptığı
işkenceler hakkındaki dedikoduları da hatırlayın) yazacağımız kitapta
verebileceğimiz tafsilat, yukardaki “Raşomon filminin özeti”ne benzemeyecek mi?
İlerde tarihler bunu, “2002 yılında Irak'ta savaş oldu” diye yazacak. Yani
“olay galiba Moskova'da geçiyordu” yerine “olay galiba Bağdat'ta geçiyordu”
demiş olacağız.
Şu anda yaşadığımız bir gerçeklik bu: ve bunun tam
teferruatını ve içyüzünü, bu mesele ile ilgili bütün sırları, yalnızca Allah
bilir. Şu anda bütün insanlık eline kalem alıp bu hadisenin tarihini yazmaya
kalkışsa, hadiseyi birebir bütün teferruatı ile anlatmak gene mümkün olmaz ve
elimizde bu hadiseye dair kala kala bir takım “gerçek mahiyeti ve içyüzü
anlaşılmaz bilgi kırıntıları” kalır. Üstelik tarihten bize kalan bilgi
kırıntıları kabilinden malumat bile, o kadar hacimlidir ki, hepsini okumak
imkansız. Cambridge Üniversitesi'nin neşrettiği ‘Tarih'e bakın: sadece İlkçağlar
Tarihi kısmı, 15 kalın cilt. Yani tarihi bilgilerin tamamını okumak
imkansızdır.
Hatta tarihi bilmek mümkün değildir. Şu halde niçin tarihle
bu kadar meşgul oluyor insanlık? Fransız İhtilali'nden beri ideolojik
sebeplerle; yani bir din karikatüründen ibaret olan ideolojiler adına
saçmalamak için.
Bunu biraz daha izah etmeliyim; çünkü maksadım bütün
dünyada ve bazen tarihçiler arasında dahi yaygın olan bir yanlışı tashih etmek:
Her tarihçi sadece kendi ihtisas alanı için birinci elden tecrübeye sahiptir ve
kendi ihtisas sahasına mensup meslektaşları arasındaki bütün ihtilafları da
bilir ve kendi ihtisası hakkında kafasında oluşmuş bir “tarih tasavvuru”
vardır. Elbette tarihi bilgilere dayalı bir “tasavvur”, ama bir tasavvur kesin
bilgi değil.
Bu hususta Will Durant'ın deyişini nakletmek benim hoşuma
gider: “Tarihin çoğu tahmin, geri kalanı da peşin hükümdür” Bir tarihi
araştırma tecrübesine ve bilgi birikimine ve tahminlere müstenit olarak inşa
edilmiş “bir tarih tasavvuru”; yoksa kesin, objektif, ispatlanabilen, tecrübe
edilebilen ve müspet ilimlerdeki gibi bir otorite ile, verilen hükümleri kabul
etmeye bizi mecbur eden “bilimsel” bir bilgi değil…
Bizim, kendi ihtisas alanımıza ait olmayan, “tarihi
hadiseler hakkındaki ve o alanın uzmanları arasındaki” ihtilafları bilmemiz
imkansızdır. Söz gelişi, ben Osmanlı tarihi hakkında yalnızca bu sahanın
uzmanlarının anlattıklarını okuyarak bir fikir sahibi olabilirim. Ama bakalım
ki bu alanın uzmanının anlattıkları doğru mudur? Bu sahanın uzmanları
arasındaki sayısız ihtilaftan haberimiz olacak kadar, yani uzman olacak kadar,
inceleme imkanımız olmadığı için; bize bir uzman tarafından verilen bilgileri,
onun o alandaki ihtisasına güvenerek, uzmanlarca üzerinde uzlaşılmış bir gerçek
zannedebiliriz.
Bu hususta ancak o sahanın uzmanları fikir serdedebilir, çünkü o mevzuda elde mevcut olan tarihi materyalleri ve onlar hakkındaki münakaşaları ancak o alanın uzmanı bilebilir. Mesela ben talebe iken rahmetli Şihabettin Tekindağ'a Fatih'in ölümü hakkında Yılmaz Öztuna'nın yazdıklarını nakletmiş ve onun verdiği “Fatih'in Ölümü Meselesi” isimli makalesinin ayrı basımını okumuştum. Yılmaz Öztuna'ya göre Fatih Venedik'le işbirliği yapan hekimler tarafından zehirlenmiştir. Şehabettin Tekindağ'a göre ise hekimlerin böyle bir kastı yoktu…
Bu hususta ancak o sahanın uzmanları fikir serdedebilir, çünkü o mevzuda elde mevcut olan tarihi materyalleri ve onlar hakkındaki münakaşaları ancak o alanın uzmanı bilebilir. Mesela ben talebe iken rahmetli Şihabettin Tekindağ'a Fatih'in ölümü hakkında Yılmaz Öztuna'nın yazdıklarını nakletmiş ve onun verdiği “Fatih'in Ölümü Meselesi” isimli makalesinin ayrı basımını okumuştum. Yılmaz Öztuna'ya göre Fatih Venedik'le işbirliği yapan hekimler tarafından zehirlenmiştir. Şehabettin Tekindağ'a göre ise hekimlerin böyle bir kastı yoktu…
Entelektüeller veya belli bir tarihi sahanın uzmanı
olmayanlar, ancak bir tarihçinin otoritesine ve yazdıklarına güvenmek, yani
anlatılanları doğru ve gerçekten olmuş hadiseler zannetmek durumundadırlar. Ve
böylece, ancak ikinci elden ve çok şüphe götürür bir bilgiye sahip oldukları
için (bu tarihi bilgilerin ve tasavvurların pek çok yönünün o alanın uzmanları
nezdinde şüpheli/ tartışmalı bir mevzu olduğunu bilemedikleri için)
anlatılanları, anlatanın otoritesi ve ilmi şöhreti ve yazılı metin fetişizmi
gibi tesirlerin telkin ettiği bir inançla, “tarihi gerçek” zannederler. Halbuki
işin uzmanları arasında hiç bir tartışmaya mevzu olmayan bir tarihi mesele
olamaz.
Bu entelektüeller, tarihi mevzular hakkında hangi çeşitten
bir bilgiye sahiptir? Sadece diğer tarihçilerin yazdığı ikinci elden tarih
kitaplarını okumuş olabilirler. Yani başkalarının tarih tasavvurlarını
konuşuyorlardır, hepsi bu. Peki acaba bu tasavvurların doğru olup olmadığını
bilebilirler mi? Asla… Tahkik edebilirler mi? O sahanın uzmanı olacak kadar
çalışmadıkça, bu da mümkün değil.
Eski zamanlarda tarih bu kadar popüler bir mevzu değildi;
ama son iki asırdır bütün dünyada ve nerdeyse bütün entelektüeller, aydınlanma
çağından sonra zuhur eden ideolojik saikler ile, tarihi meseleler hakkında,
biteviye, sonu gelmez bir biçimde konuşmak hastalığına yakalanmıştır. Sayısız
entelektüelin hiç bir ihtisas bilgisine sahip olmadıkları tarihi bahisler
hakkında böylesine koyu bir cehaletle ahkam kesip durması modernitenin bence en
iğrenç ve en zararlı hastalıklarından biri. Öyle konuşuyorlar ki, üç beş kitap
karıştıran herkes, sanki tarihi olayları bizzat görüp yaşamışlar. Tamamen
şüpheden vareste ilmi hakikatlerden bahsediyorlar sanırsınız. O sahanın
uzmanlarının bile hiç bir zaman erişemeyeceği bir takım kati ve şüphe edilemez
bilgilere acaba bu arkadaşlar nasıl ulaşıyor?
Tarih bir gaip zamandır, geçmiş zamandır. Kimse tarihi
tecrübe edemez, müşahede de edemez; hatta bahsi geçen tarihi devirde yaşayanlar
için bile, tarihi müşahede etmek imkansızdır; onun hakikatini, eksiksiz
kusursuz şekilde, kimse bilemez. Çünkü bu mümkün değildir.
Ey modern dünyanın saf entelleri! Tarihçilik zordur:
kitapları okuyarak veya bir şekilde tarihte vaki olduğu söylenen hadiseler
hakkında malumat edinerek, “tarih öğrenmek” imkansızdır Ben “tarih üzerine”
isimli bir konferansımda (bkz: İnsanın Yeryüzü Macerası, Gelenek yy.,2003),
demiştim ki: “Historia est terrae incognita”: Yani tarih henüz bilinmeyen,
keşfedilmemiş meçhul bir ülkedir, Tarihte kesin bilgi yoktur: “Tarihçinin tarih
tasavvuru” vardır. O tarih O tarih tasavvuru bahsedilen spesifik tarih alanının
uzmanları arasında bol bol tartışılabilir; fakat tarih ihtisası dışında bir
ihtisasa sahip olan diğer entelektüellerin tarihle ilgilenmesi bile abesle
iştigaldir.
İdeolojik saiklerle ve aydınlanma çağının doğurduğu bu
modernite hastalığı sadece saçma olsaydı, hoş görülebilirdi; fakat siyasi
kavgalara gevezelik malzemesi ve mazereti üretmek için istismar edilmesi
sebebiyle yaşadığımız dünyanın en saçma ve en zararlı hususiyetlerinden
biridir. Mesela bazıları diyor ki “Türkler Ermenilere katliam yapmış?” Ben de
bunu söyleyenlere karşı safiyane bir soru sormak isterdim. “Sen orada mıydın, o
katliamı yaşadın mı, gördün mü? Nerden biliyorsun böyle bir şey olduğunu?”
“-Efendim tarihçiler söylüyor, yazıyor belgeler filan…” Ben de diyorum ki bir
takım tarih tasavvurları hakkındaki münakaşaları tarihçilere bırakın. Bırakın,
tarihçileri yalnızca tarihçiler okusun. Tarih kitapları okumak enteller için
sadece faydasız değil, ayrıca çok da zararlıdır. Hoşça vakit geçirme maksadıyla
bile okunması caiz değil; çünkü üzerimizdeki menfi tesiri dünyamıza fevkalade
kötü ve tahrip edici zararlara mal olmaktadır.
Üstelik aydınlar bunu safiyetle, samimi kanaatleri olarak
ve iyi niyetle tartışıyor olsalar, haydi neyse. Son üç asır boyunca bu
entelektüel zümreler siyaset meraklısı da oldular. Politikacılar gibi güç
sahibi olmak sevdasındalar. Politikacılarla işbirliği yaparak, her biri kendi mensup
olduğu siyasi kampın hedeflerine göre, halkı politik maksatlar için
yönlendirmek istiyorlar, böylece kendileri de politikacılara ve materyalist
kitlelere benzediler. Ortaçağ'ın hakikati arayan tahsil-i maarife yönelmiş ilim
ve marifet adamlarına hiç benzemeyen, şu veya bu istikamette bir çıkarcılık
peşinde, önce kendilerini sonra da halkı aldatmaya yönelmiş bir entelektüel
sınıftan söz ediyoruz.
Tolstoy bir yerde demiş ki: “Kimseye zarar vermediği sürece
budalalık sevimli bir şeydir.” Halbuki çağdaş entelektüellerin tarihle uğraşıp
durması sadece zararsız bir budalalık değil. Kendi fikirlerini “kendi samimi
kanaatleri” zannedebilirler; ama çağdaş entelektüellerin bu aşırı tarih merak
ve istismarının arka planında yalnızca çok zararlı bir budalalık değil,
ideolojiler ve politik menfaatler tarafından kullanılan ve yönlendirilen bir
samimiyetsizlik ve kötü niyet de var.
İşte bunun için yıllardır, “yeni bir tarih felsefesi” ne
ihtiyacımız var diyorum. Çünkü aşırı safiyetle inşa edilmiş eski tarih
anlayışları, sadece yetersiz ve faydasız değil, aynı zamanda dünyamızda cirit
atan saçma sapan ideolojiler ve savaşların da motivasyonu olmakta; motivasyonu
değilse bile, fikri temelini teşkil etmekte, yalan yanlış bir “dünya tasavvuru”
yahut “dünya görüşü” inşa etmek için kullanılmaktadır.
Hulasa, entelektüellerin kendi kafalarında oluşturdukları
bu tarih putları hakkında konuşup durmaları ve bunun sonucu olan kavga ve
savaşlar, modern devirlerin ideolojik saçmalıkları cümlesindendir. Kendi
kafamızda ürettiğimiz “tarih putları”: ideolojiler…
Entelektüalizmin deli gömlekleri…
Yorumlar
Yorum Gönder