Geçmişten gelen hayaletler: Suriye'nin 30 yıllık korkusu

Robert Fisk

Ahmed Hariri, Hafız Esad’ın 2000 yılında ölümünden kısa bir süre önce bana devlet başkanının ölümünden sonra olacakları haber vermişti. Benim eski bir dostum olan Suriye Enformasyon bakanı Hariri, Şam’ın güneyindeki Tedmur şehrindendir. Romalılar dönemine Palmyra olarak bilinen bu turistik şehir, Bağdat’a giden çöl yolunun yakınlarında, ağaçların arkasında yer alan rejimin en korkunç hapishanelerinden birine ev sahipliği yapmıştır. Burası, Hafız Esad’a karşı gerçekleştirilen bir suikast girişiminden sonra, Esad’ın kardeşi Rıfat tarafından İslamcı mahkûmların (muhtemelen toplamda bin kadar) katledildiği yerdir. Cesetlerin gece o bölgedeki bir tepenin yakınında gizli bir toplu mezara gömüldüğü söylentisi yayılmış ve o günden beride burası saklı kalmıştır.

Hariri, birkaç yıl önce öldüğü için ismini söylememde mahsur yok, biz hızla Tedmur’a doğru yol alırken şiddetle bir sigara çekti. Hariri “sevgili başkanımız öldüğü zaman, Tedmur halkının hepsi o tepeye gidecek. Rıfat tarafından öldürülenlerin fazlasıyla cesetlerinin nerede olduğunu biliyorlar. Ve başkanın öldüğünden emin olduklarında, mezarlara güller fırlatacaklar, orda toprağın altında yatanların hatıraları için” dedi.

Ama Esad bir kalp kriziyle öldüğü ve oğlu Beşar baasçı vekalet tarafından sakin bir şekilde onun yerine başkanlığa getirildiğinde, Tedmur’dan hiç kimse bu toplu mezarlara gitmedi. Ortada ne yas tutanlar, ne güller nede Esad’ın 30 yıllık yönetimi altında lekelenen bu korkunç hapishanedeki olayların tanınması vardı. Suriyelileri rahatlatan son şey, İngiliz eğitimi almış bir genç olan optometrist Beşşar’ın, gaddar babasından daha mutedil bir figür olmasıydı ve öylesine muhteşem bir şekilde yönetimi eline almıştı ki, kimse geçmişi geri çağırmak istemedi. Daha fazla kan akıtmak niyetinde olmadıktan sonra, bir toplu mezarı kazmanın sebebi ney ki?

Beşşar’ın bu müteakip yönetimi birçok Arap entelektüelin umduğu demokratik ‘baharı’ getirmedi. Bu durum bu ay Arap Dünyası Projesinde Değişimci Adalet (Transitional Justice in the Arab World Project) tarfından Freedom House’un (Özgürlük Evi) desteğiyle yayımlanan bir raporda çok açık bir şekilde ortaya konuyor. Rapora göre, ‘Korku Yıllarında’ 17.000 kadar Suriyeli, Hafız Esad yönetimi boyunca ‘ortadan kaybolmuştur.’ 117 sayfalık doküman yürek burkan ‘ortadan kaybolma’ ve idamlarla ve 1980’lerin başlarında öldürüldükleri neredeyse kesin olan kişilerin oğullarının, karılarının ve anne babalarının görünürde boşa olan 30 yıllık bekleyişlerini içeriyor.

Ama bu gibi raporlar kırmızı bir bayrak taşımalı. Geçen yıl İsrail’i Ortadoğu’daki tek ‘özgür’ ülke olarak sınıflandıran Freedom House (Lübnan’ı ‘kısmi olarak özgür’ diye kodladı) fonlarının yüzde altmışaltı civarını Amerikan hükümetinden almaktadır. Bunun temelleri 1941’e kadar gitmektedir. Elenora Roosevelt ilk sponsorlarından biriydi, Freedom House’un Nazi Almanya’sının kötülüklerinin etkisini artırmaya çalıştığı sıralarda. Geçmişte sadece batı yanlısı muhalif hareketleri desteklemekle suçlanmış, fakat Ortadoğu’daki hedefi büyük ölçüde Araplar olmuştur. Freedom House eski bir CIA direktörü olan James Woolsey tarafından yakın zamanda yönetilmiştir.

Raporu derleyen Radwan Ziadeh, uzun yıllar Suriye’den sürgün edilmiş ve uzun zamandır Amerika’da ikamet etmektedir. Şam Merkezi İnsan Hakları Çalışmaları (Damascus Centre for Human Rights Studies) yönetmektedir. Bu onun raporunun kalitesini düşürmez ama okuyucuları önsözünde ‘güvenlik nedenlerinden dolayı, görüşme yapılan kişilerin isimlerini saklı tuttukları ve kimliklerinin açığa çıkmasını önlemek için bazı olguları değiştirdikleri’ konusunda uyarıyor. Yine aynı yerde ‘görüştüğümüz insan hakları aktivistlerinin ve eski tutukluların detaylarını (kimliklerini gizlemek için) değiştirdik’ diyor. Bu, kibarca söylersek rapora kesin bir güven bahşetmez Suriyeli otoriterlerin bunu raporun içeriğinin yanlış taraflarını açığa vurmak için değerlendireceğine şüphe yok. Bundan dolayı siz okurlar uyarılıyorsunuz.

30 yıllık Hafız Esad yönetimini kapsayan Korku Yıllarında, kendi alevi yönetimini muhafaza etme mücadelesi veren eski hava kuvvetleri komutanı Esad, zorlu İslamcı düşmanlarına karşı gaddarca verdiği mücadelede, kokuşmuş Suriye hapishanelerini binlerce siyasi mahkûmla doldurdu. Sıklıkla yolsuzluklara bulaşmış olan güvenlik kuvvetlerini kullanarak, daha sert bir mezhepsel gerilla hareketi olan ve ilk büyük saldırısını 16 Haziran 1979’da bir ordu şefi olan İbrahim al-Yusuf yönetiminde gerçekleştiren ve Halep topçu okulundaki alevi öğrencilerin öldürülmesiyle sonuçlanan hareketle yüzleşti. Müteakiben başkana karşı girişilen bir suikast girişimi, Rıfat’ın savunma tugaylarını harekete geçirerek bin kadar Müslüman Kardeşler mahkûmunu, makineli silahlarla hücrelerinde kurşunlayarak öldürdü. 1980’de rejim ve muhalifleri arasında açık bir savaş vardı. Kanun 49’la, 7 Haziran 1980’de, Birlik (Müslüman Kardeşler) üyeliğinden yazılı olarak vazgeçmeyenler için ölüm fermanı yayınladı ve ülke dışındaki muhaliflere karşı Kaddafi tarzı suikast kampanyası emri verildi.

Şubat 1982’deki Hama isyanında, eski ve ayaklanmacıların elinde tuttuğu şehir tanklarla ve top ateşiyle neredeyse imha edildi ve Ziadeh’in raporunda bildirildiğine göre 15.000 kişinin ölümüne yol açtı. Kimilerine göre burada ölenlerin sayısı 20.000. Ziadeh garip bir şekilde Hama’daki kadınların intihar bombacısı olarak kendilerini Suriyeli askerlerin üzerine fırlattıkları yeraltı savaşını ve bundan önce Baas Partisi mensuplarının ailelerinin tümünün İslamcılar tarafından öldürüldüğünü söylemeyi ihmal ediyor. Suriye’nin toplu-katilleri hakkında bilinmeyen bir şey yoktu.

Ziadeh seksenlerin başında ve sonrasında 25.000 kadar kişinin kaybolduğuna, sorgu merkezlerinde ve hapishanelerde yutulduğuna inanıyor. Rapor bu gibi olayların çoğunu 2000 yılından önce cereyan ettiğini söylüyor. ‘Birçok tutuklu son birkaç yıl içerisinde serbest bırakıldı’. Bunun Beşşar Esad için bir kredi olduğuna şüphe yok.

Ancak önceki yıllarda buna benzer bir merhamet işareti yoktu. Raporun Tedmur’daki eski bir tutukludan yaptığı alıntı şöyle: ‘Her Pazartesi ve Perşembe bir grubu çağırarak, Palmyra hapishanesinin avlusunda asarak idam ettiler…’ Orta doğuya özgü bir gaddarlığın işaretiydi bu ve Saddam Hüseyin’in rejimi Esad’ınkinden son derece daha kötüydü.

Diğer Suriyeli tutuklular kısa bir dönem için hapse mahkûm edilmiş olabilip, daha sonra 10 sene hapiste tutulmuş, ailelerine tekrar tekrar güvenlik güçleri tarafından onlar hakkında hiçbir bilgiye sahip olunmadığı söylenmiştir. ‘Şimdi’ Ziadeh son derece itidalli bir şekilde yazıyor ‘ailelerin tutukluları ziyaret etmesine bu kadar yıllık tutukluluktan sonra izin veriliyor’.

Ziadeh, Suriye vatandaşlarını keyfi tutuklama, işkence ve ölümden koruması öngörülen geniş yasama kalkanını listelerken son derece etkili. Örneğin Suriye anayasasının 28. fıkrasının 3. bölümü belirtmektedir ki: ‘Kimse fiziksel veya ruhsal olarak işkenceye ve aşağılayıcı muameleye tabi tutulamaz’. Buradaki çifte ironiden biri, yine Ziadeh ifade etmeyi ihmal etmiş, Freedom House’u destekleyen Amerikan hükümeti mahkûmları mutlu bir şekilde Şam’a teslim etmekte ve bunu yaparken de kesin bir şekilde bilmektedir ki Suriyeliler kendi anayasalarını hiçe sayarak şüphelilere işkence edeceklerdir. Başka bir Suriye kanunun söylediğine göre devlet ‘mecburi yasal, idari ve hukuksal tedbirleri alarak zorla ortadan kaybolmaları önlemek ve sonlandırmak’ zorundadır.

Ziadeh, Abdullah al-Naji’nin yayınlanan bulgularını acımasız ‘field court’un ’ (saha mahkemesi) rejim tarafından sahiplenildiğini kanıtlamak için kullanıyor. ‘Field court’ Baas partisinin Suriyeli düşmanlarından ziyade İsrailli düşmanla alakadar olmak üzere kurulmuş bir enstitüdür ve Lübnan’daki Suriye ordusu istihbaratının eski başkanı olan ve daha sonra içişleri bakanlığı yapan Ghazi Kenaan tarafından yönetilmiştir. Kenaan’ı biliyordum, neşeli ve ürkütücü bir adamdı ve bir seferinde bana Beyrut’un adam kaçıranlarının elinden firar edebilmem için Beyrutta’ki sabah koşusuna katılmamı teklif ederek yardım etti. Daha sonra intihar girişiminde bulundu, iddiaya göre bakan olarak Beşşar Esad’a karşı gizli plan yaptığı söylendikten sonra.

Ama Kenaan’ın ‘field court’ idaresi akla uygun. 15 yıl önce, bir Boston otelinde, Tedmur’da tutulmuş olan başka bir Suriyeli bana infazların gerçekleşmek üzere olduğu zamanı bildiklerini söyledi: ‘biz hepimiz hücrenin penceresinde dururduk ve Kenaan’ın traş sonrası favorisini biliyorduk. Onun kokusunu aldığımız zaman biliyorduk ki bir atış mangası olacak.’ Raporun yorumuna göre ‘ kimse bu infazlarda ya da işkence altında ölenlerin nereye gömüldüğünü bilmiyordu’

Raporun öne sürdüğüne göre bu ‘ortadan kaybolmalar dolaylı olarak bir milyon Suriyeliyi etkiledi, yani nüfusun yüzde beşini. Babası tutuklandığında sekiz yaşında olan Amer diyor ki: ‘babamın akıbeti hakkında kimseyle konuşamam, çünkü bu korku doğurur ve insanları şüpheye sevkeder… Ben yarı bir yetim olarak yaşadım, babam resmi olarak ölü değil’

Kimilerinin ölü oldukları açıklandı ve ardından yeniden hayatta olarak ortaya çıktılar, aynı 16 yaşında Halep’de tutuklanarak 14 yıl hapis yatan kişi gibi. Bazı açık yanlışlıklar barındıran Ziadeh’in raporu, tutuklanan oğlundan bahseden kadının daha sonra gizemli olarak tutuklunun oğlu değil babası olup çıkması gibi, şunu vurguluyor ki: ‘kurbanlar ve onların aileleri… Olayların sonuçları hakkında gerçeği bilmek ve ölülerin ve ortadan kaybolanların kaderini öğrenmek noktasında devredilemez haklara sahiplerdir’

Bir insan hakları aktivisti Ziadeh’e, bazı olaylarla ilgili, gizli mezarlıkların üzerinde binaların yükseldiklerini söyledi. Halep’de, iddiaya göre, büyük bir cami bir toplu mezarın üzerine inşa edilmiş.

Babanın günahı, bu günah ne olursa olsun, her zaman oğlun üzerine ziyarette bulunmak zorunda mı? Muhtemelen bir başkanda bazen kendi kendine babasının günahlarının neden onu ziyarette bulunması gerektiğini soruyordur. Ama şu kesinki Tedmur halkının bu mezarların üzerine güller koyabilmesine daha çok var.

Bu makale Turgut Alpboyraz tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası