Demokrasi Bir Dindir / Ebu Muhammed El-MAKDİSİ
 
İslami Yorum/ İlkbahar 2011


Bilindiği üzere bu habis kelimenin aslı Yunanca olup “Demos” (halk) ve “Kratos” yani yönetim, yetki ve yasama anlamına gelen iki kelimenin birleşmesinden meydana gelmektedir. Dolayısı ile demokrasi kelimesinin tercümesi, harfiyen “halkın idaresi” “halkın otoritesi” ya da “halkın yasama yetkisi” anlamına gelir.
Demokrasinin halkın egemenliğine dayandığına dair bu tanım demokratlara göre onun en büyük özelliklerindendir. İşte bundan dolayı da devamlı, demokrasiyi övüp dururlar. Ancak bilinmelidir ki, onların övüp durdukları bu özellik (yani demokrasilerde egemenliğin insana ait olması) küfrün, şirkin, İslam dinine ve tevhid milletine son derece ters düşen batılın özelliklerinden bir özelliktir. Geçtiğimiz satırlarda da belirttiğimiz gibi insanların yaratılmasında, kitapların indirilmesinde, peygamberlerin gönderilmesindeki en yüce esas, İslam’daki en sağlam kulp, ibadetlerde Allahu Tealâ’yı belirlemek ve O’ndan başkasına ibadet etmekten kaçınmaktır. Teşri, yani yasama noktasında Allah’ı birleyerek O’na itaat etmekte işte bu ibadetlerden bir tanesidir. Yoksa insan helak olanlarla birlikte müşrik olur.
Demokrasinin uygulanmasında iki durum söz konusudur ve bu iki durum arasında hiç bir fark yoktur. Demokrasi, ya hakikatine uygun bir şekilde tatbik edilir ve yönetim halkın yahut halkın çoğunluğunun eline geçer. Demokrasinin bu şekilde aslına uygun olarak tatbik edilmesi, laiklerin ve demokrasi dininin mensuplarının en büyük arzularıdır. Demokrasi ya da günümüz realitesinde olduğu gibi yöneticilerin, onlara yakın aile çetelerinin, ileri gelen işadamlarından, sermaye ve medya sahibi zenginlerden bir gurubun iktidarıdır. Bunlar ellerindeki imkânlar vasıtası ile ya bizzat kendileri demokrasinin köşkü olan parlamentolara girerler ya da istedikleri kişileri gönderirler. Onların efendileri ve rableri de -ki bu melik ya da kraldır- parlamentoyu keyfince dilediği zaman göreve açar, dilediği zamanda kapatır. İşte her iki durumda da demokrasi, Allah’ı inkâr etmek, yerin ve göklerin Rabbine şirk koşmak, tevhid milletine ve peygamberlerin dinine muhalefet etmektir. Bunun pek çok sebebi vardır:
Birincisi: Öncelikle demokrasi Allah’ın hükmü olmayıp halkın yasamada bulunması ya da tağutun hükmüdür. Allahu Tealâ Resulullah’a (s.a.v) kendisine indirilmiş olan şeriatla hükmetmesini emretmiş ve onu milletin, çoğunluğun, halkın keyfi arzularına uymaktan nehyetmiştir. Yine aynı şekilde indirmiş olduğu hükümleri uygulama noktasında insanların kendisini saptırmasından sakındırmıştır. Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Onların arasında Allah’ın indirdikleri ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiği şeylerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın.” (5, Maide/49)
İşte tevhid milletinin ve İslam dininin esası budur. Bununla birlikte, demokrasi dinine ve şirk milletine gelince; demokrasinin kulları şöyle demektedirler:
“İnsanların arasında onların hoşnut olacağı bir şekilde hükmet. Onların arzularına uy. Onların isteklerini, arzularını ve yasalaştırdıkları şeyleri uygulama noktasında seni saptırmalarından sakın.”
Onların bu tip sözleri ile demokrasi işlevini sürdürmektedir. Bu şekilde demokrasi kendi gerçeğine uygun bir şekilde tatbik edilse dahi onunla hareket etmek apaçık bir küfür, aleni bir şirktir. Bununla beraber onların gerçek yüzü daha kokuşmuştur. Çünkü fiili olarak onların uygulamaları şu şekildedir:
“İnsanların arasında tağutlarının ve dostlarının isteklerine göre hüküm ver. Tağutların onay ve onuru olmadan ne bir kanun çıkar, ne de bir yasa.”
İşte bu açık seçik bir sapıklık, üstelik zalimane bir şekilde Allahu Tealâ’ya şirk koşmaktır.
İkincisi: Demokrasinin apaçık bir şekilde şirk dini olmasının ikinci sebebi ise, onun Allah’ın hükmü olmayıp anayasaya uygun olarak çoğunluğun veya tağutun hükmü olmasıdır. Allah’ın kitabından çok daha fazla değer verdikleri ve kutsal saydıkları anayasalarında, kendi koydukları hükümlerin Allahu Tealâ’nın hükümlerinden önce gelmesi gerektiği ve yine kendi kanunlarının da Allahu Tealâ’nın kanunlarına egemen olduğu açıkça geçmektedir. Örnek olarak Kuveyt anayasasının 6. ve 51. maddeleri şöyledir: “Millet bütün yetkilerin kaynağıdır.” “Yasama yetkisini, anayasaya uygun olarak emir ve millet meclisi üstlenir.”
Ürdün anayasasının 24. maddesi ise şöyledir:
“Millet yetkilerin kaynağıdır. Millet yetkilerini en açık şekilde bu anayasada icra eder.”
Demokrasi dininde anayasaların metinlerine bağlı kalınmadığı ve onun maddelerine uygun olmadığı sürece çoğunluğun hükmü ve yasası asla kabul edilemez. Çünkü onlara göre anayasa, çıkarılacak olan kanunların temeli ve mukaddes kitabıdır.
Demokrasi dininde Allahu Tealâ’nın kitabının ve Resulullah’ın (s.a.v) hadislerinin hiçbir itibarı yoktur. Kendi mukaddes kitapları olan anayasanın temel maddelerine uygun olmadığı sürece bir tasarının veya kanunun Kur’an ve sünnete uygun olarak yasalaştırılması mümkün değildir. Eğer bu noktada bir şüpheniz varsa bunu demokrasinin fakihlerine sorunuz... Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Eğer bir konuda ihtilafa düşerseniz Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah’a ve Resulü’ne götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir.” (4, Nisa/59)
Demokrasi dininde ise durum şu şekildedir: “Eğer bir konuda ihtilafa düşerseniz onu uydurma anayasaya ve yerden bitme kanunlara uygun olarak halka, meclise ve krala götürün.”
“Size de, Allah’tan başka taptıklarınıza yuh olsun! Hala akıllanmayacak mısınız?” (21, Enbiya/67)
Demokraside ortaya konulacak her bir tasarının kutsal kitapları anayasaya uygun olması zorunluluğundan dolayıdır ki; şayet insanların çoğunluğu demokrasi yoluyla ve yasama yetkisini elinde bulunduran şirk meclisi aracılığı ile Allah’ın şeriatı ile hükmetmeyi isterse (tağutlar buna izin verse dahi) bu mümkün değildir.
Bunun gerçekleşmesi ancak anayasaya ve onun maddelerine uygun olması şartıyla mümkün olur. Çünkü anayasa demokrasinin mukaddes kitabıdır. Ya da sen onların anayasalarına, arzu ve isteklerine uygun olarak tahrif edilmiş demokrasinin Tevrat ve İncil’i desen de olur.
Üçüncüsü: Demokrasi kokuşmuş laikliğin meyvesi ve onun gayri meşru kızıdır. Çünkü laiklik, dini gündelik hayattan soyutlayan yahut dini devletten ve yönetimden ayıran bir küfür mezhebidir. Demokrasi ise, halkın ya da tağutların yönetimidir.
Kesinlikle hiçbir yönüyle Allahu Tealâ’nın hükmü ve egemenliği değildir.
Demokrasi küfür ve inkâr toprağında büyümüş, dini hayattan ayıran Avrupa’nın şirk ve fesat yurtlarında gelişmiştir. Demokrasi, bütün zehirleri ve fesatları taşıyan o ortamlarda gelişmiş olup, köklerinin iman toprağıyla yahut inanç ve ihsan suyuyla hiç bir ilişkisi yoktur. Demokrasinin varlığını ancak dinin devletten ayrılması ilkesinin kabulünden sonra görebilirsin. Demokrasi, halklarına livatayı, zinayı, içki içmeyi, soy sopun karışmasını ve bunun dışında gizli açık bütün kötülükleri, mubah kılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, demokrasiyi ancak ve ancak iki sınıf savunmaktadır. Bunların bir üçüncüsü yoktur. Bu iki sınıf ya kâfir bir demokrat ya da bütün anlam ve içeriğiyle cahil bir alçak...
Dolayısı ile demokrasinin özgürlük anlayışı Allah’ın dininden, hükümlerinden ayrılmak, Allahu Tealâ’nın koymuş olduğu sınırları aşmaktan ibarettir. Ancak yerden bitme anayasaları ve uydurma kanunlarının koymuş olduğu sınırlar kutsaldır, koruma altına alınmıştır. Bütün bunlar kokuşmuş demokrasileri tarafından muhafaza altına alınmıştır. Bununla beraber bu anayasa ve kanunların sınırı aşan, onlara muhalefet eden ve ters düşen kim olursa olsun hemen cezalandırılır.
Demokrasi, anayasanın temel maddelerine, halkın arzu ve isteklerine uygun olmadığı sürece, Allahu Tealâ’nın muhkem dinine, O’nun şeriatının herhangi bir hükmüne asla itibar etmez. Bütün bunlardan önce de (yani anayasanın temel maddelerinden, halkın arzu ve isteklerinden önce) tağutların ve seçkin kişilerin arzu ve istekleri önceliklidir.
Halkın tamamı tağutlara ve demokrasinin efendilerine “Bizler Allah’ın indirdiği hükümler ile muhakeme olmak istiyoruz, kesinlikle ne halkın, ne halkı temsil eden vekillerin ne de idarecilerin hiçbir şekilde kanun koyma hakkı yoktur. Dininden dönen, zina eden, hırsızlık yapan, içki içen vs. kimseler hakkında Allahu Tealâ’nın hükümlerinin uygulanmasını istiyoruz. Kadının süsünü göstermesinin, çıplaklığın, fuhşun, zinanın, livatanın (erkeğin erkek ile ilişkisinin) ve bunun gibi bütün kötülüklerin yasaklanmasını istiyoruz...” deseler derhal onlara şöyle cevap verilir.
“Bu talepleriniz demokrasi dinine ve özgürlüklere aykırıdır.” Yazıklar olsun size... Yazıklar olsun size... Yazıklar olsun size... Dilim kuruyuncaya kadar yazıklar olsun size...
Dördüncüsü: Demokrasinin terazisi ve ilahı çoğunluktur. Çoğunluk, bütün otoritelerin kaynağıdır. Allahu Tealâ ise çoğunluk hakkında açık bir şekilde kitabında şu şekilde hükmetmektedir:
“Şüphesiz Allah insanlar üzerinde ikram sahibidir. Lakin insanların çoğu buna şükretmezler.” (2, Bakara/243)
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka (söz) de söylemezler.” (6, En’am/116)
“Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.” (12, Yusuf/21)
“Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf Suresi: 12/40)
“Sen (iman etmelerine) düşkün olsan bile yine de insanların çoğu iman edecek değillerdir.” (12, Yusuf/103)
“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (12, Yusuf/106)
Öyleyse ey muvahhid kardeşim! Bil ki; demokrasi Allah’ın dininden başka bir dindir. Demokrasi tağutların egemenliğidir... Kesinlikle Allah’ın egemenliği değildir... O birbirine muhalif ayrı ayrı ilahların dini olup tek ve kahhar olan Allahu Tealâ’nın dini değildir. Demokrasiyi kabul eden ve onunla mutabakat sağlayan bir kimse aslen yasama yetkisini anayasanın maddelerine uygun bir şekilde kendi üzerinde görmüş ve bu yasaların tek ve kahhar olan Allahu Tealâ’nın yasalarına tercih edilmesini kabul etmiş demektir. Bunu kabul ettikten sonra ister kanun yapsın, ister yapmasın... İster şirk seçimlerini kazansın, ister kazanmasın... Durum değişmemektedir. Onun demokrasi dini üzerinde müşriklerle uyum içerisinde olması, egemenliğin ve yasama yetkisinin kendisine ait olduğunu kabul etmesi, insanların egemenliğinin Allah’ın egemenliğinden, O’nun dininden ve kitabından üstün olduğunu benimsemesi bizzat küfürdür, apaçık bir sapıklıktır, yaratana karşı düşmanca şirk koşmaktır.
Demokrasi dininde halk kendi içinden vekillerini seçmektedir. Her bir topluluk, cemaat ya da kabile anayasa maddelerine uygun olarak ve anayasanın sınırlarını aşmadan, istek ve arzularına göre kanun çıkarmaları için o ayrı ayrı rablerden birini seçer. Seçmenlerden bazıları düşünce ve ideolojisine uygun rabbini ve kanun koyucusunu seçer. Bu ya filanca partiden bir rabdir ya da başka partiden bir ilahtır. Seçmenlerden kimisi kabile ve milliyetçilik anlayışı doğrultusunda bir rab seçer. Kimileri ise kendi kuruntusuna göre, kendisine en yakın olan ya da Müslüman olduğunu zannettiği bir mabudu seçer... Hâlbuki Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden şeriat yapan ortakları mı vardır? Eğer ayırt edici söz olmasaydı, muhakkak onlar arasında hüküm verilmişti bile.” (42, Şura/21)
Aslında seçilen bu vekillerin hepsi putperest barınaklarında yani parlamentolarda belirli bir mevkide bulunan putlar, ibadet edilen mabudlar, kabul görmüş sahte ilahlar konumundadırlar. Gerek bu vekiller gerekse onları seçenler demokrasiyi ve anayasayı onun hükümleri ile muhakeme olarak, onun maddelerine uygun kanun ve yasa çıkararak din edinmektedirler. Her şeyden önce de onların bu kanunlarını onaylayan, doğrulayan, reddeden veya kabul eden büyük putlarına, ilahlarına ve efendilerine başvururlar. Bu büyük putun ismi bazen kral olur bazen de
cumhurbaşkanı olur.
Bugün öyle bir zamanda yaşamaktayız ki, bütün terimler birbirine karışmış, zıt kavramlar bir araya getirilmiştir. Şeytanın dostlarından birçoğunun bu gibi küfür mezheplerinin şarkısını söylemesi tuhaf değildir. Tuhaf olan esas nokta, kendisini İslam’a nispet eden kimselerin demokrasiye şer’i bir boyadan bolca çalarak, şeytanın dostlarını cesaretlendirmeleri ve onların işlerini kolaylaştırmalarıdır. Dün insanlar sosyalizmle kandırılırlarken “İslam sosyalizmi” bid’atiyle karşımıza çıkmışlardı. Daha önceleri de milliyetçilik ve Arapçılık cereyanı vardı, bunları İslam’a yamamışlardı. Bugün onlardan birçoğu yerden bitme anayasaların şarkısını söylemektedirler.
İlme ve âlimlere yazık... Din’e ve samimi, rabbani davetçilere yazık... Vallahi günümüzde bunlar, daha önce hiç olmadığı kadar gariptirler. Bugün halkın sadece avamı değil, İslam’a bağlı olduğunu iddia eden kişilerin de çoğu “La İlahe İllallah”ın anlamını düşünmüyorlar. Bu kelimenin gereklerini, şartlarını ve onu ortadan kaldıran şeyleri bilmiyorlar. Üstelik onların çoğu, asrın şirki olan demokrasi ve onun araçlarına bulaşmış olmalarına rağmen kendilerinin muvahhid olduklarını, tevhide çağıran birer davetçi olduklarını iddia ediyorlar. Onlara tavsiyemiz şudur: Nefislerinize bir bakın ve La İlahe İllallah’ın hakikatini öğrenmeye çalışın. O, Allahu Tealâ’nın, öğrenilmesi için ademoğluna emrettiği ilk şeydir. Abdesti ve namazı bozan şeylerden önce, tevhidin şartlarını ve onu bozan şeyleri öğrenmek gerekir. Çünkü tevhidi bozulan kimsenin abdesti de, namazı da geçerli değildir...
Ey Muvahhide Kardeşim! İşte demokrasinin ve demokrasi dininin aslı astarı budur. O Allah’ın dini olmayıp tağutların dinidir. Müşriklerin yoludur. Nebi ve Resullerin yolu değildir...
Birbirleriyle sürtüşme içerisinde olan ayrı ilahların ve rablerin dinidir. Tek ve kahhar olan Allah’ın dini değil...
“Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı rabler mi daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı? Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlere (düzmece ilahlara) tapıyorsunuz. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (12, Yusuf/39-40)
“Allah ile birlikte başka bir ilah mı var! Allah onların ortak koştuklarından yücedir.” (27, Neml/63)
Ey Allah’ın kulu! Artık tercih sana ait. Ya Allah’ın dinini, tertemiz şeriatını, aydınlatan lambasını, dosdoğru yolunu seç... Ya da demokrasi dinini, şirkini, küfrünü dolambaçlı yolunu seç. Ya tek ve kahhar olan Allah’ın hükmü ya da tağutların hükmü...
“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu inkâr edip Allah’a iman ederse, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (2, Bakara/256)
“De ki: Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (18, Kehf/29)
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (3, Ali İmran/85)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası