Fırtına dediğin böyle kopar

03 Mart 2011 Perşembe


İmmanuel Wallerstein

Bundan 51 yıl önce dönemin İngiltere Başbakanı, muhafazakar, Harold Macmillan Güney Afrika hükümetini, iktidarının temeline aparthaydı koyan parti tarafından yönetilen hükümeti, işaret ederek konuşuyordu. Onun bu konuşması "değişim rüzgarı" olarak adlandırıldı. Cümlelerini tekrar okumak anlamlı:
"Değişim rüzgarı bu kıtaya doğru esiyor, memnun olalım ya da olmayalım, ulusal bilincin gelişmesi politik bir gerçekliktir. Bunu biz de politik bir gerçek olarak kabul etmeliyiz ve ulusal politikalarımız tüm bunları dikkate almalı."
Güney Afrika Başbakanı Hendrik Verwoerd bu konuşmadan hiç memnun olmadı ve konuşmanın tüm önerilerini ve dayanak noktalarını reddetti. 1960 yılı Afrika yılı olarak adlandırıldı çünkü o yıl 16 koloni bağımsız devlet oldu. Macmillan'ın konuşması gerçekten de kıtanın güney yarısında bulunan bu eyaletlerdeki beyaz yerleşimcilere sesleniyordu. Maden kaynaklarının çoğunu sömüren bu yerleşimciler, Siyahi Afrikalıların oy hakkı elde etmesini, çoğunluğu oluşturacakları korkusuyla şiddetle direniyorlardı.
Macmillan hiç de radikal bir adam değildi. O, Asya ve Afrika nüfusunu Soğuk Savaş'ta Batı Yakası'na kazanmak mantığı ile konuşuyordu. Konuşması İngiltere (ve akabinde Birleşik Devletler) liderlerinin Güney Afrika'daki beyaz hükümranlığının herşeyi alaşağı edebilecek bir durumdan korktuklarını gösteriyordu. Rüzgar esmeye devam etti, ardı ardına ülkelerde Afrikalı çoğunluk mücadelelerini kazandı ve sonunda 1994'te Güney Afrika evrensel oy hakkını tanımak zorunda kaldı ve Nelson Mandela başkan seçildi. Bu süreçte, "her nasılsa", İngiltere ve Amerika'nın ekonomik çıkarları korunageldi.
Bu durumdan çıkarabileceğimiz iki ders var. Biri değişim rüzgarlarının güçlülüğü ve onlara direnmenin imkansızlığı. İkincisi ardından ne geleceği hiç belli olmasa da rüzgarların tiranlık sembollerini süpürüp atması. Bir kez semboller devrildikten sonra herkes geriye dönük olarak onları lanetler. Ancak herkes aynı zamanda ortaya çıkan yeni yapılarda kendi çıkarlarının korunmasını ister.
Tunus ve Mısır'da başlayan ikinci Arap devrimi şimdi her geçen gün daha da çok ülkeyi bir girdap gibi sarıyor. Ve hiç şüphesiz ki daha pek çok tiranlığın sembolleri ya yıkılacaklar ya da devletin iç yapısında büyük değişiklikler yapmak zorunda kalacaklar. Ancak, iktidarı kim alacak? Mısır ve Tunus'ta gördüğümüz üzere yeni başbakanlar eski rejimin kilit adamları. Ve her iki ülkede de ordu eylemcileri protestoları bitirme çağrıları yapıyor. Her iki ülkeye de muhalif sürgünler geri dönüyor, kaldıkları yerden devam edip, kendilerine görevler istiyorlar ve bu sürgünlerden kimileri eski rejimlerin destekçisi olan Avrupa ve Kuzey Amerika ile ilişkilerin geliştirilmesini diliyor. Elbette, halk güçleri hala savaşıyor ve şimdiden Tunus'ta başbakanın istifa etmesini sağladılar.
Fransız Devrimi'nin ortasında Danton "de l'audace, encore de l'audace, toujours de l'audace." (Cesaret, daha fazla cesaret, hep cesaret) diyordu. İyi bir tavsiye belki ama Danton bu cümleyi kurduktan kısa bir süre sonra giyotinle idam edildi. Ve onu giyotine mahkum edenler de giyotinle idam edildi. Sonrasında Napolyon vardı ve Restorasyon ve sonra 1848 ve sonra Paris Komünü. Devrimin 200. yıl dönümü 1989'da herkes geriye dönük olarak Fransız Devrimi'nden yanaydı ancak üçleme –eşitlik, özgürlük, kardeşlik- gerçekten hayata geçirilmiş miydi?
Bugün farklı olan pek çok şey var. Değişim rüzgarları gerçekten dünya çapında. Şimdilik, depremin merkez üssü Arap dünyası ve rüzgar an itibariyle hala o coğrafyada esmekte. Şüphe yok ki, bölgenin jeopolitiği asla eskisi gibi olmayacak. Şimdi herkesin dikkatle izlemesi gereken kilit bölgeler, Suudi Arabistan ve Filistin. Eğer Suudi monarşisi ciddi sorunlarla karşılaşırsa –ve en azından karşılaşması mümkün görünüyor- artık Arap dünyasında hiçbir rejimin garantisi yoktur. Ve değişim rüzgarları Filistin'deki iki politik tarafın güçlerini birleştirmesine neden olursa İsrail Filistin ulusal bilincini hesaba katarak yeni gerçeklikleri kabul etmek ve bunlara uygun davranmak zorunda kalabilir ve istese de istemese de Harold Macmillan'dan alıntı yapmak zorunda kalabilir.
Söylemeye bile gerek yok, Birleşik Devletler ve Batı Avrupa değişim rüzgarı sınırlandırmak ve yönünü değiştirmek için elinden geleni yapıyor. Ancak onların güçleri de eskisi gibi değil. Ve değişim rüzgarları kendi coğrafyalarında da esiyor. Fırtına dediğin böyle kopar. Yönü ve devinimi sabit değildir ve asla tahmin edilemez. Bu sefer rüzgar çok çok güçlü. Bu fırtınayı sınırlandırmak ve yönlendirmek hiç kolay olmayacak.
*Immanuel Wallerstein'ın 1 Mart'ta Znet'te yayınlanan yazısını Özge Kelekçi İngilizce orijinalinden ETHA için çevirdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası