İslam / Demokrasi ve Müslümanlar

Atilla MORÇOL
Kayseri;29.03.2011


             Demokrasi bir dinmidir?  Bu soruya “evet” diyenler olduğu gibi “hayır” diyenler çoğunluktadır. Daha çok katı selefi akım mensupları ve bu akımın etkisinde kalanlar demokrasiyi “din” olarak görme eğilimindedir. Şia ve Sünni dünyada  birçok  alim,aydın şahsiyetler demokrasiyi olumlayan görüşe sahiptirler. Bunlardan biri meşhur allame Şeyh Muhammed  Huseyin Fadallah’tır. Bir diğeri  Türkiye’nin yakından tanıdığı Fethullah Gülen Hocadır.Her iki şahsiyetinde demokrasiyi olumladıkları bilinmektedir. Buna karşılık aşırı Selefi akımın en önemli temsilcilerinde halen Ürdün  Zindanlarında hapis olan Ebu Muhammed El-Makdisi şiddetle demokrasiye karşıdır ve O’nun nazarında “demokrasi” bir “şirk” ve “tağut” hükmündedir. Müslaman halkların çoğunlukla demokrasiye karşı sempatisi  hatta özlemi olduğu  bilinmektedir. Zira  kendilerini Batılı ülke halkları ile mukayese ettiklerinde; eğitim, sağlık, zenginlik, özgürlük, insan yerine konma,güvenlik ve benzeri konularlardaki devasa farkı görebilmektedirler. 

            O halde; Demokrasi nedir? İslam nedir? Sualine cevap arayarak  yönetim şekli ile din arasındaki olması gereken ve gerekmeyen irtibatı ortaya koymaya çalışalım.

            İslam; Rasulullah (meşhur Cibril Hadisi)  tarafından şöyle tarif edilmiştir; “İslam;ortak koşmadan  Allah’a kulluk etmen,namaz kılman,zekat vermen,Ramazan Orucunu tutmandır.”  Allah katında din İslam olduğuna ve “Bizde” müslim olduğumuza göre demokrasi  ve din denildiğinde  dinden kastın İslam Dini olduğu anlaşılmalıdır. Rasulullah’ın  din tarifi ile  Vahyin bu dinin öncelikleri olan Tevhid İnancının  rüknü olan  Rabliğin,Melikliğin  ve İlahlığın; İnsanları yaratan , yaşatan ve öldürüp tekrar dirilttikten sonra hesaba çekerek  mükafaatlandıracak yada cezalandıracak olan  Allah’a has kılınması olan İslam ile, yönetim şekli olan demokrasi arasında  eşitler ve denkler arasında yapılabilen  mukayeselerin, ilmi ve mantıklı bir  yönünün olmadığı açıktır. Demogojik söylemlerin, yönetim şekli ile din arasındaki  olması gereken farkı ve ilgiyi idrak edemeyen kesimleri etkilemeden öte bir anlama sahip değildir.  

            Demokrasi ise en yalın bir şekilde şöyle tarif edilmektedir: “halkın gücü/ iktidarına dayalı  olan bir yönetim şeklidir.” Yönetimi halk belirler, denetler ve azleder. Temel işleyiş mantığı budur. Ama  Toplumların kültürel yapıları yada  toplumu oluşturan sınıf ve sosyal gurupların; etkinlik, örgütlenme ve imkanları çerçevesinde kamil bir uygulamadan bahsedilemezsede bir süreç olarak insanlığın önündeki halihazırda yegane yönetim şeklidir.
Hemen belirtelim ki demokrasi ilk ortaya çıktığı Atina deneyiminden günümüze kadar  bir çok evrim ve tekamül geçirmiş ve halende Batı Dünyasında üzerinde çalışılmaktadır. Örneğin son 10-15 yıldır özellikle İngiltere’de “birey hakları” ndaki gelişmeler demokrasinin gelişme seyrine katkı  olarak değerlendirilmektedir. Atina Site Devletinde  “demos” tüm halkı kapsayan bir isim değil;özgür,zengin,yerli soyluları tanımlayan bir kavramdı. Örneğin  Atinadaki neredeyse  özgür yerlilerden daha kalabalık köleler, yerli ve soyluda olsa kadınlar,çocuklar Demos’tan değillerdi. Yani oy kullanma hakları bulunmuyordu.Ve yönetimdede etkili ve yetkili olmaları söz konusu değildi. Eski Yunan’da Aristo ve Eflatun  demokrasiyi eleştirmişlerdir. Eleştirilerin temelinde “ayak takımının yönetimi” olarak bir zihin söz konusuydu ki  yerli olmaması nedeniyle “oy” kullanma hakkına sahip değildi. Yani Aristo bile “demos’a” dahil değildi. İ.Ö.  4. Yüzyılda ortaya çıkan Demokrasi  daha sonraki yüzyıllarda savaşlar, iç çekişmeler,çatışmalar nedeniyle  uykuya yatmış, yerini feodalitelere,krallıklara, doğu toplumlarında sultanlıklara/padişahlıklara bırakmıştır.  İ.S. ilk ortaya çıkışı İngiltere'de kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum'un (Büyük sözleşme) ilan edilmesiyle yaşanmıştır. Bu belge doğrultusunda ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştı. Fakat bu seçimlere, yapılan kısıtlamalar sebebiyle, halkın çok az bir bölümü katılabilmiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda demokrasi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile hızlıca yükselen bir değer haline gelmiştir. Gerek Fransadaki Devrim ve sonrası gelişmeler, gerekse Amerikadakiler; büyük çatışmaların,toplumsal,siyasi sorunların halledilmesine yönelik  tecrübeler manzumesidir. Demokrasi deneyimi ve gelişimi; bir takım egemenlerin fildişi kulede topluma dikte ettiği bir proje değil, toplumların siyasetçileri,egemenleri, köylüleri,işçileri, zanaatkarları  v.b  katmanları arasında kıyasıya yaşanan ve uzun onlarca yıl süren çatışmalar,mücadeleler,didişmeler sonucu ulaşılan ve hala daha devam eden  bir süreçtir.

            Bu iki tarif ve açıklamalardan ilk etapta anlaşılan; iki farklı konuyla karşı karşıya olduğumuzdur. Biri, Allah ile insan ilişkisini tanzim eden inanç sistemi,diğeri halkın yönetiminin kimin elinde olduğunu gösteren yönetim şekli. Sultanlık, Patişahlık gibi monarşiler  ne kadar din dışı ise demokraside o kadar dindışıdır. Önemli olanın; yönetim şeklinin İslami ilkelerle ve dinin esasları ile çelişen/çatışan yönünün olmamasıdır. Varsada elbetteki  yönetim şeklinde tadilat ve eklentiler yapılacaktır. Aksi durumda tarih boyunca yaşanan yöneticilerle halk arasında yada halkın bir kısmı arasında yaşanan gerilimler ve sorunlar  baş gösterecektir. Bu Batı’da da böyle olmuştur büyük ölçüde. Hiç kimse Klisenin dini hegomonyasının  dini meşruiyetinden bahsedemez. Belki bugünkü konumu  eski halinden daha yakındır İseviliğe.  Bununla birlikte  Allah insanları davet ettiği Din; insanları özgürleştirmeye,istikbarı ve istismarı önlemeye, köleliği kaldırmaya  kula kulluğu değil, Allah’a kulluğu sağlamayı murad etmiştir. Demokrasi ise bir yönetim şekli olarak, halkların (Nas)  yegane Rabbi’nin, Meliki’nin ve İlahı’nın  Allah  olmasının  siyasal düzlemdeki en uygun altyapısını  oluşturmaktadır. Zira , özgür insan- istikbar/İstismar- kölelik çelişkisi ve çatışmasında İslam ve Demokrasi biribirine rakip ve alternatif değil, İnsanı ve Halkları özgürleştiren, istikbarı/istismarı/İstizafı  ve köleliği ortadan kaldırmak isteyen İslam dininin yanıbaşındadır adeta. Zira demokrasiyi ortaya çıkartan siyasal düşünce ve ideolojide; kralların,derebeylerin,Kilisenin  layüsel otoritelerine son vererek, kralın ve kilisenin kulu/reayası  olmaktan kurtararak  insanları eşit  haklara sahip “vatandaş/Yurttaş “ olarak yada Rusyada olduğu gibi, “moujik”  (köylü) olmaktan  “Yoldaş” olmaya  yükseltmiştir.


İstismar,mustazaf
Kölelik
Muvahhid- Özgür İnsan/Nas-Halk
Seçen-denetleyn-azleden
Müstekbir,istibdat,totaliterizm
İstikbar


İslam; insanı Allah’a imana ve özgürleşmeye davet ederken, istismarı,istikbarı,müstekbirliği,istibdatı,,her türlü zorbalığı ve eşkiyalığı mahkum edib  köleliği /Mustazafiyni de olumsuzlamaktadır.İslamın bu amaç ve hedefleri ile  halihazırdaki yönetim şekilleri arasında, barışık olan yegane yönetim şeklinin Demokrasi olduğu görülmektedir. İnsanoğlunun tabii düşüncesi ve ortak aklın deneyimlerinden süzülüb gelen  demokrasi düşüncesinin, her ma’ruf olanda olduğu gibi fıtri izler taşıdığı inkar edilemez.
            Demokrasinin; halk tarafından seçilen,iktidara getirilen ve iktidardan eden bir yönetim şekli olması, siyasal,ekonomik,sosyal ve kültürel yapının Halkın saygınlığı üzerine dizayn edilmesini zorunlu kılmaktadır. Artık Batılı toplumlarda Başbakanla işçi arasında   saygınlık açısından  fark en azından teorik olarak  kalkmıştır. Pratikteki farklılıklar ise devam eden demokratikleşme süreci boyunca ortadan kalkma eğilimindedir. Zenginle yoksul, işçi ile patron, genel müdürle memur, şehirli ile köylü; hak ve yükümlülükler açısından kanun,yargı ve kamu idaresi önünde anayasal bir eşitliğe sahiptir. Ekonomik (gelir dağılımı,sosyal adalet) siyasi, sınıfsal farklılıklar ve imtiyaz nedenleri ortadan kaldırılmış adalet ve eşitliğin büyük ölçüde tesis edildiği bir vasat elbetteki İslamın öngördüğü,hedeflediği bir vasattır. Böyle bir toplumsal  gelişmişliğe despotik totaliter yönetimlerle değil demokratik yönetimlerle gidilebileceği aşikardır.

Müslüman Demokrasi Karşıtlarının Argümanları

1-     Demokrasi bir dindir.
2-     Demokrasi ahlak içermez.
3-     Demokrasi liyakat ve ehliyet aramaz.
4-     Halkın çoğunluğu Hakta birleşmez.
5-     Demokrasi Egemenlik Hakkını Halka Verir.

      Bu itirazları sırasıyla  analiz edelim:

      Demokrasi bir din değildir. Yönetici kadroları seçme şeklidir. Demokrasiyi sadece  kendine ait yönetim şekli olarak gören Batı’nın “Liberal demokrasi” gibi kavramlarla Müslüman Halkları manipüle ederek demokrasiyi düşünmesini engellemeye çalıştıkları bilinmektedir. Üçüncü Dünya denilen ülkelerde öteden beri,halen diktatörlükleri desteklemesi bunu göstermektedir.
      Demokrasi ahlak içermez de; istibdat rejimleri, despotizm,totaliterizm ahlak içerirmi? Elbetteki ahlak din ile alakalı bir fenomendir. Ancak yönetim anlayışının toplumun değer yargılarına karşı hassasiyeti diyebileceğimiz olgu açısından, demokrasilerin despot  ve totaliter sistemlere göre daha ahlaki olduğu düşünülebilir. Burada da belirleyici olan halktır. Halk layık olduğu yönetime müstahaktır. Bu açıdan demokratik ülkelerde gerek siyasetçilerin ve gerekse bürokratların  en küçük ahlak dışı tasarrufları istifalara ve yargılamalara konu edildiği herkesin malumudur. Buna karşılık ne tarihte nede günümüzde  başarısız olduğu için istifa eden bir tek sultana, cumhurbaşkanı yada devlet başkanına rastlamak mümkün olmadığı gibi ayyuka çıkmış yolsuzluklara rağmen  ne bir bürokrat hakkında nede krallar hakkında soruşturma ve koğuşturma  açılmadığı/açılamadığı malumdur. Demekki bu itirazın da makul ve geçerli bir temeli bulunmamaktadır.
      Kasdedilen  dini liyakat ve ehliyet. Oysa yönetim işi ulemanın işi değildir. Tarih boyunca’da olmamıştır.  Ulemanın  din ve ahlak konusunda  Davetçi rolü vardır. Ve Peygamberlerin varisleridir. Peygamber olmadıklarından vede Vahiy de almadıkları için, masumiyyet ve adaletleri her zaman  tartışmaya açıktır. Yapacakları muhtemel olan  hatalar ve adaletsizlikler siyasetçilerinki gibi olmayacak, insanları dinden de uzaklaştıracak ve soğutacaktır. İran daki uygulama buna güzel bir örnektir.
      Kur’anda geçen “onların çoğu iman etmez,şükretmez, sözünde durmaz v.b”  ibarelerin geçtiği ayetlerde “onlardan” maksadın Davet’e  ısrarla karşı duran küfür ehli olduğu malumdur. Demokrasi İslam Ülkeleri için talep edilmektedir ve çoğunlukla bu ülke halklarının kahir ekseriyeti  kendilerini müslüman olarak tanımlamaktadırlar. Demokrasilerde Halk bir “din” değil  kendisini temsil eden vekillerini seçmektedir. Vekillerde Ülkeyi idare edecek  Bakanlar Kurulunu. Ülke yönetimine meraklı olan kendini ıspat ederek halktan oy isteyecektir. İyi hazırlanan,halkın yararına iyi projeleri olan ,çalışkan,dürüst kadrolar halktan oy alacaktır. Bir dahaki seçime kadar icraatları göz doldurmayan, ülke sorunlarını çözemeyenler, halkın seçimiyle daha iyi olduğu düşünülen kadrolara yerlerini bırakacaktırlar. Bunun karşıtı olan yönetim şekillerinde  yönetimi ele geçirenlerin  toplumun en iyileri olmadığı da tarihi bir gerçek olarak  önümüzdedir.Dolayısıyla  “halkın çoğunluğu Hak’ta birleşmez” itirazının kayda değer bir anlamı bulunmamaktadır.
      ‘Demokrasi Allah’a ait olan egemenlik hakkını halka verir’ deniyor. Özellikle Selefiler cenahından gelen bir itirazdır. Oysa bu kesimlerin bahsettiği Allah’ın egemenliği ile  halkın  egemenliği konusu farklı  şeylerdir. Allah her hal ve şartta uluhiyyeti ve ubudiyyeti cihetiyle yegane ve mutlak egemen olandır. Halife olarak yaratılan insana Allah  özgür imtihan vasatında insiyatif kullanmasına ve gönüllü bir kulluk yapıp yapmıyacağına bakmak için bir serbestiyet alanı bırakmıştır. Yöneticilere kulluktan men etmedikleri ve adaletle davrandıkları müddetçe itaat etmeyi öğütleyen İslam, Böyle davranan Habeş Kralı Neçaşi’yi övmüş ve gıyabında cenaze namazı bile kılınmasına izin verilmiştir. Siyaset açısından Halka egemen olanın bizzat halk olması ve yöneticilerini seçmesi,denetlemesi ve azletmesi; Halka egemen olan bir hanedanın,sultanın,partinin istibdatından,diktatörlüğünden her açıdan daha evladır. Halkın seçmediği, denetlemediği ve azletmediği her otorite zulme ve istikbara eninde sonunda sapacaktır. Zira  Süleyman as ve Davud as  peygamber yönetici olmaları hasebiyle ömürleri boyu yönetici olmuşlar ve adalet konusunda Allah’ın denetimi ve ikazlarına muhatap olmuşlardır.[1] Rasulullah’a gelen uyarılarda malumdur. Peygamber olmayan yöneticiler Peygamberi “model” aldıkları için bilerek yada bilmeyerek hata edebilirler. Böylede olmuştur ve İslam Tarihi bunun acı hikayeleriyle doludur.
     
      Genel olarak demokrasi eleştirilerinden  biride; demokrasinin  neredeyse tüm uygulamalarının; temsili olması,halkın doğrudan yönetime katılamaması, vekaleten halk adına  yönetimin söz konusu olmasıdır.  Evet ama, 50-350 milyonluk yada  bir milyarlık ülkelerde  halkın tamamı direk olarak yönetimde bulunmasındaki imkansızlık  takdir edilmelidir. Elbetteki temsili yönetim olacaktır ve bu bir kaçınılmaz zorunluluktur. Kaldıki temsili demokrasiye atfedilen, halkın iradesiyle örtüşmeyen  yönetimin icraatları gibi mahsurlar; yargı, basın,kamuoyu,seçimler, halkın demokratik hak arama usulleri, sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla giderilmektedir.

  Müslüman Halklar ve Demokrasi

      Demokrasi  gelişimini tamamlamış, sınırları belirlenmiş ,son noktasına gelmiş  bir olgu değildir. Elbetteki insanlığın ortak aklı ve tecrübesi her alanda olduğu gibi  yönetim alanında da  bu günkü demokratik anlayışı aşan  daha ileri bir demokrasiyi yada yönetim şeklini ortaya koyacak potansiyele sahiptir. Böyledir ve deneye deneye, gelişe gelişe, bir diyalektik içinde  yönetim şekilleri nereden nereye gelmiştir ve  daha da ileri bir seviyeye yöneleceği insanlığın beklentisidir. Bu alanı “dondurmak”  kendi  kendini insanlık alemindeki yarış ve mücadele alanından diskalifiye etmektir. İnsanlık bilim ve teknolojide süratle  ilerlerken, sosyal bilimler ve siyasa neden bundan geri kalsın!? Müslümanların  insanlığa yönetim/Siyasa  alanında  göstereceği örneklik, sahip olduğu potansiyel açısından elbetteki emsalsiz avantaj sağlamaktadır. Rasulullahın örnekliği ve Vahyi Nasların mevcudiyeti  bu imkanı Müslümanlara vermektedir. Ancak Rasulullah’ın örnek değilde  “Model” alınması kendi kendimizi yarış dışı edecektir. Zira peygamberler arasında  bile  model/ şablon sözkonusu değilken; Allah’ın  direk ve melekleri vasıtasıyla  ikazına, düzeltilmesine, direktiflerine  muhatap olan  peygamber nasıl model alınabilir? Rasulullahı “model” almak demek adeta peygamberliğe soyunmak demektir. Bunu yapanlar her dönemde olduğu gibi her ictihatlarını (!)  adeta nas olarak görmüşler ve karşı çıkanları “fitneyle/küfürle” suçlayıb  siyaseten katl yoluna gitmişlerdir. Bu durum halen de böyledir. Oysa Rasulullah “örnek” alınmalıdır. Olaylar karşısındaki yaklaşımlarından, metodolojisinden dersler,sonuçlar çıkartılmalıdır. Rasulullah’ın Mekke’deki Davet’i müşrikler tarafından  şiddet ve tacizle karşılaşmamış olsaydı, Hicret söz konusu olmaz, müşrik toplum içinde Rasulullah ve Ashabı, Davet ve Tebliğ  görevine devam edegelirdi. Tıpkı Nuh as gibi.  Hatırlayacak olursak; “La İlahe illalah !”  Allahtan başka İlah yoktur çağrısı müşriklerin asıl karşı çıktıkları ilkedir. Allah Elçisine;” Sen bununla bizim ilahlarımızı dilini dolamış oluyorsun!”  “Bunu  yapma!” dediler. Oysa bu Davetin ana ekseniydi ve bunsuz bir davet sözkonusu olamazdı. Davet devam edincede tehdit,işkence ve öldürmeler başladı ve o kavim içinden hiçret zorunlu hale geldi.  Bu gün insanlığın geldiği noktada   Davet’in olmazsa olmazı olan  ilkelerini Tebliğ ve Davet şiddet kullanılarak yasaklamak  artık çok  gerilerde kalmıştır. Gayrimüslim toplumlarda bile  siyasi otoriteler, müslümanların dini hayatlarına,davet ve tebliğlerine ayrımcılık yaparak artık yasaklar koymamaktadırlar. Bilakis her türlü tebliğ ve davete  düşünce özgürlüğü bağlamında yardımcı dahi olunduğu müşahade edilmektedir.
      Demeokrasinin halkın oy kullanmasına yada çok partili bir seçim sistemine indirgenemiyeceği de açıktır. Belki serbest seçimler,çok partililik, insan hakları, hukuk devleti,yargı bağımsızlığı, anayasal bir nizam gibi ilke ve hedefleri de kapsayan bir yönetim anlayışıdır. İnsan onurunu koruyub gözeten, yaşama hakkını koruyan güvence altına alan, insanca bir geçim ve hayat standardı sağlayan bir  devlet ve sosyo ekonomik siyasa, demokrasi konusu dahilindedir. Demokrasi hem  devlet şekli ve düzenidir, hemde  bir yönetim şekli ve anlayışıdır. Tabii tüm olup bitenin;  toplumun gelişmişlik seyriylede yakın bir alakası olduğu izahtan varestedir. Demokrasinin; halkın halk için halk tarafından yönetimidir. Bunun için; yurttaşları biribirne karşı koruyan,kollayan, adaleti ve eşitliği gözeten hukukun üstünlüğünü ilke edinen  ‘garson Devlet’  anlayışının  toplumun her kesimi tarafından benimsenmesi gerekir. İkinci olarak ta birey ve azınlık haklarını anayasal teminat altına alan, insan haklarına riayet eden  ve dayanan bir devlet  anlayışı, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Devlet anlayışı  yönetim şeklini belirler. Devlet ile toplum arasındaki  ilişkinin mahiyeti ise  devlet anlayışını tanımlar. Topluma ne yapacağını dikte eden, toplumu yönlendiren, baskılayan,  toplumun işlerine karışan, yasaklar koyan, özgürlükleri   kısıtlayan  bir devlet anlayışı; istibdattır, totaliterdir. Büyüyen,istikbarlaşan bir devlet değil, küçülen bir devlet, hakları daraltılmış,sınırlandırılmış bir devlet. Buna karşın  halkın  ve bireylerin  hak ve özgürlükleri genişletilmiş bir toplumsal yapı demokrasinin hedefidir. Örneğin, özgürlükleri kısıtlamadan  bir güvenlik tedbirleri sorunu demokrasiye has bir  husustur. Demokrasinin zıddı olan totaliter ve istibdat rejimleri Özgürlüklerin kısıtlanıp kısıtlanmayacağı ile ilgilenmezler. Bu açıdan demokrasiler zor rejimlerdir. Gelişmiş, eğitimli  toplumlara hastır. Böyle bir vasatı hedefleyen demokratik yönetim anlayışının İslam Dini ile  örtüştüğü açıktır. Zira dünya Allahın özgür bir imtihan vasatı olarak dizayn ettiği bir hayattır. İyi ve kötü  kişinin hemen karşısındadır. Özgür iradesiyle kişi marufu tercih ederse bunun bir anlamı vardır ve imtihanda budur. Kötüyü  yasaklayan bir devlet erki,Allah’ın inşaa ettiği imtihan dengesini  bozmaktadır. Allah bunun dileseydi zaten kötü olanı yaratmazdı.
      Aile, cemaatler, stk, halk, toplum; sevgi,saygı, şefkat  ve gönüllülük esası dahilinde davetle ve özgür iradeleri ile maruf, iyi,güzel, faydalı olana yöneltilir. Moral düşünce ve değerler etrafında  örgütlenen  halk;yönetime katılır. Temsilcilerini seçer,yürütmeyi belirler. Anayasa ile oluşturulan halkın konsensüsü;  Yasama,yürütme ve yargı temelinde  herkesin ve her kesimin hak ve görevleri  teminat altına alınarak  birlikte yaşamın  sınırları ve şartları belirlenir. Herkes ve her kesim kendi inancını, yaşam tarzını özgürce yaşama geçirir. Dinde zorlama olmaz. Davet özgürce yapılır.  Böyle bir toplum inşaası elbetteki  bedevi bir halkla yapılamaz. Eğitimli,kültürlü, okuyan ve düşünen bir toplum  şarttır. Asrı Saadet  toplumunun  arkasında  Rasulullah gibi kamil bir insan, Vahiyle inşaa olmuş bir toplum olduğu unutulmamalıdır.

     


[1]  38 Sad 26 ile Davud as 34 ile Süleyman as uyarılmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası