Kadim Bir Sorun: Halk ve Yönetim İlişkisi

Dünün Dünyasında yönetim şekli olarak  Krallıklar yada Sultanlıklar vardı. Avrupa’da Asyada, Amerikada, Afrikada  toplumlar; Krallıklar, sultanlıklar, beylikler  şeklinde tek  lider sultası tarafından yönetilirdi. Halklar kral yada sultanın  sultasında yaşar,  bu kudretlilerin ve hizbinin  yönetiminde bulunurdu. O zamanlar ve daha  eski zamanlarda da olduğu gibi yönetimler; adalet veya  zulüm  olmak üzere iki önemli kulvarda  hüküm sürerdi. Değerlendirmelerde; “Zalim kral” yada “zalim sultan”, “ adil kral” , “adil sultan”. şeklinde olurdu. Zulum ve adalet; bir yönetimin en önemli ve belirleyici meşruiyet unsurlarıydı. Adil yönetim meşru bir yönetim, zalim yönetim gayrimeşru bir yönetimdir. O zamanlar adil bir sultanın idaresinde yaşam sürmek ayrıcalıklı bir talih meselesiydi . Adalet  kudretli sultanın iki dudağı arasındaydı. Kimseye hesap vermez,layusel, Allah’ın yeryüzündeki gölgesiydi. Sultana yada krala muhalefet; isyan ve ihanet anlamına gelir di ki, cezası da ölüm, işkence, uzun süreli zindan demekti. Sultan/Kral karşısında Halkın  konumu, pozisyonu ve değeri, koyun sürüsünden farksızdı.  Kıral/Sultan ne derse halk onu yapmakla mükellefti.Kimi kime şikayet edeceksin  tabiri o günlerden kalmıştır. İşte İslam tüm peygamberlerinin getirdiği Mesajla bu emir komuta  oligarşisini ortadan kaldırıp bir kardeşlik, adalet ve eşitlik , saygı ve sevgi anlayışını getirmiştir.Her bir şahsiyetin değerli ve saygın olduğu bir  siyasi, toplumsal yapı. Hatırlayınız ki, gerçekleştirilen  Devrimle  dünün köleleri kazandıkları şahsiyetleriyle  Rasulullah’a;” Ey Allahın Rasulü bu dediğin  Vahiymidir!?” diyerek sual soruyordu.[1] Kul peygamber ve Elçi Yönetici olmak böyle bir şeydi tabiatıyla.  Peygamber Allah tarafından murakebe ve korunma altında olduğundan her eylemi ve sözü  hak ve adalet içinde olmak durumunda idi. Aksi takdirde Elçi'nin ‘örnekliğnden’ söz etmek mümkün olmayacaktı. Rasulullah’tan sonra  gelen  yönetciler için bu ilahi murakebe ve denetim söz konusu olmadığından bu iş onların vicdanlarına ve liayakatlarına kalmıştır. Şu soru önemlidir; Yöneticiyi/Yürütmeyi  denetim ve düzeltmeye yetkili bir merci olmalımıdır? Olmalı ise bu kimin elinde ve yetkisinde olmalıdır?Yoksa toplumların yönetimi; bir avuç seçkinin vicdanına bırakılabilinirmi?Halkı ve  Kul hakkını  önemseyen,hassasiyet gösteren İslam, denetimisiz bir yönetim şekline cevaz verirmi?
Ademevladı sosyal bir varlık olması hasebiyle  hep  topluluklar/ cemaatler halinde yaşamış, köy,kasaba,kent hayatı  insanlık tarihi boyunca hep olagelmiştir. Böyle olunca da yöneten ve yönetilen arasındaki sorun; insanlık tarihi kadar eskilere gitmektedir. Bu soruna “bilgeler” ilgisiz ve duyarsız kalmamış, siyaset, yönetim,vatandaşlık, ahlak bağlamında çözümler aramışlar; sosyal ve siyasal  bir  anlayış yerleştirerek  bu sorunların giderilmesi için düşünce üretmiş, çalışmışlardır.

Rasulullah’ın Medine’deki Toplumsal Sözleşmesi[2]

Rasululullah  Hicretle birlikte Medineye vasıl olduğunda  Onu  bekleyen müslümanların yanı sıra  bir çok Arap kabileleri,aşiretler ve Yahudi Kabileleri yaşamaktaydı. Hicret öncesine kadar Medine Yesribolarak anılırdı. Curhumlar ve Amelikalılardan  bir grup  Yesrib'e yerleşmiş  bitek arazilerde ziraatle iştikal etmişlerdir. Yahudilerin bölgeye ilk gelişi  meşhur Babil Sürgünü iledir. Güneye göç ederek  Hicaz'a yönelmişler, özellikle Yesrib'in Hayber yöresini yıurt edinmişlerdi.  Roma istilası ile kuzeyden gelen  yahudi göçleri ile de güçlenmişler, arap ve yerli halklara kendilerini kabul ettirmişlerdir. Curhumileri ve amelikalılara baskı yaparak onları Yesribten sürmüşler ve hakimiyeti ele geçirmişlerdir. Daha sonra Yemenden ekonomik nedenlerle göç eden Evs ve Hazreç Kabileleri, Yesrib'te Yahudi egemenliğne son vermişler  bölgenin  kontrolnü ele geçirmişlerdir. Yahudiler şeklen araplaşmışlar yada öyle görünmüşler, ekonomik ve ticari mahretlerini, kurnazlıkları,ahlaksızlıkları, açgözlülükleri ile birleştirerek bölge halklarına kendilerini kabul ettirmişler,ekonomik gücleri sayesinde  diğer kabileleri özellikle Evs ve Hazreci biribine düşürerek savaştırmışlardır. Bölgenin yerli halkını sömürmüşler ve aşağılamışlardır. Hicretten önce Yesrib'te Beni Kurayza, Beni  Kaynuka ve Beni Nadirler olmak üzere üç büyük yahudi kabilesi vardı. Hazreç Yahudilerle, Evs'te Kureşle ittifak halindeydi. Yahudi kabilleride kendi aralarında kavgalı idi. Onlarında Arap kabileleri ile ittifakları vardı. Daha Hicretten 7 yıl kadar önce Hazreç ve Evs şiddetli bir savaşa tutuşmuş, Bu'as Savaşında Hazreç Evs'e galib gelmişti. Yesrib Halkı savaşlardan bıkmış bir çözüm arıyordu. Hazreç bir kırallık peşindeydi lakin ne Evs bunu kabul ederdi ne Yahudiler. Tam böyle bir vasatta Muhammed ve  Daveti İslam gündeme oturdu. Davet edildi Yesribe. Beyatler edildi. Ve Hicret vaki oldu.
Yesrib'in  nüfusu Hicri 1. yy hemen başında  tahminlere göre 10.000 in üzerindedir. Müslümanların sayısı ise; Huzeyfe'nin rivayetine göre, Rasulullah'ın talimatıyla oluşturulan  1500 müslümanın isim listesine havi, belgeden anlaşılmaktadır. On kadar kabile/aşirete bölünmüş 10.000 nüfus ve bu nüfus içinde  Allah'ın seçtiği  Rasulullah önderliğinde ahlak sahibi,adil, birlik ve beraberliğini her alanda gösteren,birbirine karşı sevgi,dayanışma ve kardeşini tercih eden vasad  bir ümmet.  Yesrib'te her kabile/aşiret  kendi siyasi otoritesine kabile reisine bağlı olarak  yaşardı. Kureyş'ten de geri bir sosyal/siyasal yapı söz konusudur Yesrib'te.
Rasulullah Muhammed Yesrib'e  Hicretle hatta öncesinde Ensar'a verdiği talimatla adaleti, marufu gözetmeyi tavsiye ettiği ve adaletle işe başladığını anlamak zor olmasa gerek. Zira toplumun en ihtiyaç duyduğu şey Adalettir. Nitekim,  Medine de aşiretler/Kabileler arası ilişkilerin  hikmetle ve adaletle düzene sokulmasından başka bir yöntem de söz konusu değildi. Güzellikle ve ikna ile makul ve maruf olanla insanların fıtratlarındaki  potansiyel harekete geçirilmeliydi. Nitekim Yahudilerden yüzlercesi ve diğer Arap Kabilelerinden binlercesi İslamı seçtiler. Müslümanlar güçlendiler. Medine Sözleşmesinden bunun işaretlerini de görmekteyiz. Bu Sözleşme ile Yesrib Halkı daha doğrusu Kabileleri  içerde barış güvenliğine, dış tehditlere karşı da birlik haline gelmiştir. Başlangıçta Rasulullah'ın önderliğine ses çıkarmayan  Yahudi Kabileleri, zaman içinde toplumsal insiyatif mülümanların eline  geçtikçe  ve toplumsal düzenlemeler müslümanlar tarafından yapılmaya başlandıkça  ilk fırsatta bu anlaşmadan ve müslümanlardan kurtulmanın planlarını yaptıkları malumdur.

Yesrib'te hikmetle ve adaletle toplumsal bir zihin oluşturulmaya başlandı. Adalet; düzeltmek,denkleştirmek,eşitlemek, düzene sokmak,doğrultmak eşitlemek demektir. Adalet duygusu ile tanışan Yesribliler,  fıtratlarında hala var olan ancak üstü ortülmüş iyilik melekeleri gün yüzüne çıkmaya başladığı aşikardır. Hızlı bir müslümanlaşma bunu göstermektedir.

Halkın  Yönetime Katılması
İnsanlık ortak aklı halk iktidarı  alanında ilk uygulamayı  MÖ 4. Yüzyılda Atina Şehir Devletinde uygulamaya sokmuştur. 250 bin nüfuslu bu şehir devletinde Atina’nın yerlisi, erkek ve belli bir miktarın üzerinde vergi veren halkın bir kısmını oluşturan 30 bin  kişinin katıldığı seçimle  şehir devletini yönetecek olan meclise temsilci seçildi.  Orta Çağda İngilterede gerçekleştirilen bir antlaşma ile Magna Carta (Büyük Sözleşme) veya Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi), 1215 yılında imzalanarak  yönetim alanında  önemli bir dönüm noktası yaşanmıştır. Bu Belge anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihi sürecin temel dönüm noktasıdır. Bu Belge;”Papa III. Innocent, Kral John ve baronları arasında, kralın yetkileri hususunu karara bağlamak amacıyla imzalanmıştır. Kralın bazı yetkilerinden feragat etmesini, kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılıyordu.
Vatandaşların özgürlüklerini belirlemekten çok, toplum güçleri arasında bir denge kuran Magna Carta, kralın sonsuz olan yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlamıştır. Magna Carta’nın 39. maddesinde yer alan;
“Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” [3]
“18. ve 19. yüzyıllarda demokrasi anlayışındaki  gelişmeler ve bilhassa Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile demokrasi  evrensel bir değer  olarak karşımız çıkmıştır. Bu döneme kadar demokrasi küçük devletlere ve kloniler has bir yönetim şekli olarak görülürken artık büyük devletlerde demokratik yönetimlere sahip olmaya başlıyordu.
Amerika'nın kurulmasını sağlayanların oluşturduğu sistem ilk liberal demokrasi olarak tanımlanabilir. 1788 yılında kabul edilen amerikan anayasası hükümetlerin seçimlerle kurulmasını ve insan hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlıyordu. Bundan daha önce de koloni döneminde Kuzey Amerika'daki kolonilerin birçoğu demokratik özellikler taşıyordu. Koloniden koloniye farklılaşmakla beraber, hepsinde belli miktarda vergi veren veya istenen bazı sıfatları karşılayabilen beyaz erkeklerin seçme hakları vardı.Amerikan İç Savaşı'nın ardından 1860'larda yapılan değişikliklerle kölelere özgürlük sağlandı ve demokrasinin temel ilkelerinden biri olan oy verme hakkı On Beşinci Anayasa Değişikliği ile tanındı, ancak güney eyaletlerinde siyahlar 1960'lara kadar oy verme hakkını kullanamamışlardır. (bkz:Jim Crow Yasaları).
1789 Fransız Devrimi'nde ise bir anayasa hazırlanarak iktidar halkın seçeceği bir parlamento ile kral arasında paylaştırıldı. Ulusal Konvansiyon hükümeti genel oy ve iki dereceli bir seçimle iş başına geldi. Fakat ilerleyen yıllarda Napolyon'un başa geçmesiyle demokrasiden oldukça uzaklaştı.”[4]
            Yönetimin Halkın seçimi ile belirlenmesi, insan hakları alanındaki gelişmeler, örneğin ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele, yargı dokunulmazlığı , adil yargılama, bağımsız yargı , örgütlenme hakkı, düşünce ve kanaat belirtme  ve benzeri alanlardaki gelişmeler, yönetim ve yönetilen halkların arasındaki kadim sorunları hızla çözmeye başlamıştır. Demokratik yönetim şeklinin iskeleti olan halk iktidarı yani halk iradesine dayalı ve yine Halk tarfından (Muhalefet)  denetlenen, anayasa ile  temel kurumların işleyişi,devletle halkın ilişkileri ile, toplumsal hak ve özgürlüklerin  ne şekilde çalışacağı, sınırlarının belirlenmesi doğaldırki kişi hak ve özgürlüklerini teminat altına almış, halkı  güçlüye karşı korumuştur. Batıdaki Demokratik  gelişmelerde Kilisenin rolü yadsınamaz. Halk  üzerinde mutlak egemen olan Kralların egemenliği kilisenin de gayretiyle azaltılmış,  ve  1215 Yılında Papa III. Innocent, Kral John ve baronları arasında imzalanan Magna Carta ile, kralın yetkileri sınırlandırılmış, bazı yetkilerinden feragat ettirilmiş, kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğu belirlenmiştir.[5]
Yeryüzünü Ademevladı için  bir imtihan vasatı olarak nimet ve donanımlı olarak  var eden Allah; kulluğun kendisine tahsis edilmesini, her türlü haksızlık ve istismardan kaçınılmasını, zayıfların gözetilmesini, marufu emr, münkerden ise teberri edilmesini istemiştir. İktidar mevkiine getirdiği  Peygamberi Davud’a insanlar arasında adaletle hükmetmeyi emretmiş, aksi durumda elim bir azabla  tehdit etmiştir.[6]  Allah Peygamberlerine “daveti” hikmetle yerine getirmeyi, dinde zorlama  yapılmamasını, insan özgürlüğünün dokunulmazlığını , imtihan vasadının baskı ve yasaklarla bozulmamasını, iman edecek olanın hiç bir baskı ve dayatmaya muhatap olmadan, iman edecekse  hür iradesiyle bunu yapmasını dilemiştir. Eğer Allah yarattığı kuluna  imanı, marufu  dayatmak isteseydi, küfrü ve münkeri yaratmazdı. Bu durumda da  imtihan, denenme olmamış olurdu. Allah Nas’ın Melikinin, İlahının, Rabbinin  Kendisi olduğunu  hiç bir kimsenin İnsanlara meliklik, rablik ve ilahlık yapamayacağını, bunun Şirk olduğunu Son Mesajı Kur’an ı Kerimle  deklare etmiştir. [7]Yöneticiler  Halkın  Rabbi, İlahı ve Meliki olamazlar. Yöneticiler Halka adalet ve tevazu ile hizmet ederek; Halkın Rabbinden,melikinden,İlahından ecrini bekleyecektir.

İslamda yönetim  meselesini ele aldığımız  bu konu içinde  hep aklımızın bir kenarında durması gereken husus  şudur; Vahiy’de  yönetimle alakalı olarak yönetim ilkeleri vaz edilmiştir: Tevhid, Davet, Adalet, özgürlük, hakkaniyet, tevazu, sevgi, kardeşlik . Rasulullah’ın Medine’deki döneminde, Peygamber/Yöneticiliğin  en güzel örneğini görmekteyiz. Müslümanları bağlayan  budur ve başkası değildir.  Zaten Raşit halifeler olarak  anılan Rasulullahtan sonraki Dört halifenin iş başına getirilmesindeki usul ve esasların farklılığı, bu konuda bir Nas’sın  olmadığına dalalet etmektedir ki her birinin seçilmesindeki yöntem biri birinden farklı olmuştur. Tevhidi Dünya görüşü ve İslam yaşam tarzının Halk iktidarı ile  siyasi arenada insanlığın  nazarına sunulması  durumunda ortaya kamil mana da bir örnek toplum modeli ve yönetim şekli   konulmuş olacaktır. Demokrasinin, halk iktidarı anlamına geldiğini unutmayalım. Demokrasiye  giydirilen felsefi anlayış, batılı modern dünya görüşü ve ideoloji, Batılıların  tarzı ve  usulüdür.  Müslüman toplumlar da kendi dünya görüşlerini, inançlarını ve yaşam tarzlarını  Halk İktidarı  esası olan  demokrasiye giydirildiğinde  ortaya  başka bir manzara çıkacağı tabidir ki bu manzarada hakim rengin İslam boyası olacağı da  muhakkaktır. Demokrasinin ana iskeleti  şu unsurlardan meydana gelir:

A-  Anayasa: Anayasa halkın tüm fertlerinin, gruplarının , kesimlerinin  hak ve özgürlüklerinin  teminat altına alındığı, toplumla devlet, devletle fert, toplum kesimlerinin, toplumu temsilen siyasetçilerin,aydınların, kanaat önderlerinin katılımıyla , hak ve yükümlülüklerin toplumsal bir mutabakatla/konsensüsle  belirlendiği, teminat altına alındığı,bağlayıcılığı olan  bir sosyal,toplumsal sözleşmedir. Toplumdaki en üst hukuk metnidir. Toplumdan topluma da şartlar,ihtiyaçlar ve sorunlar çerçevesinde farklı içeriklere sahiptir. Çok dinli bir toplumda farklı, tek dinli ancak farklı etnik kimliklerin olduğu toplumlarda farklı  yaklaşımların olacağı bir metindir. Müslüman bir toplumda en azından  toplumun müslüman kesimini alakadar eden anayasa da Tevhid, davet, adalet,eşitlik ve özgürlük  temel düsturlar olmalıdır. Bu değerlerin  ve hak ve özgürlüklerin ve yönetim usul ve esaslarının  Anayasal teminat altına alınması  toplumsal maslahatın bir gereği ve dayanağıdır. Anayasa Toplumu meydana getiren halkların değerlerini bünyesinde  taşımalıdır. Müslümanlar için Allah'a itaat, yasaklarına riayet, tevhid, adalet,özgürlük, eşitlik elbetteki anayasada yerini alacak ve korunacaktır. Bununla birlikte toplumda meşruiyetini kanıtlamış her görüş ve felsefe, yaşam tarzı  da başkalarına zarar vermemek kaydıyla  hakları tanınmalıdır.

B-  Parlemento: Demokraside meclis, rekabet ve eşit oy ilkeleriyle halkın temsilcilerinin oluşturulduğu bir kurumdur. Oy oranına gore iktidar ve muhalefet parlementoda  siyasi faaliyetlerini yürütür. Parlemento ayni zamanda  Ülke  yönetiminde gerekli yasalar için de yasama görevi görmektedir. İktidar Parlemento denetimine de tabidir. İslam yönetim tarzında istişare ve  meşveret önemli bir yöntemdir. Kur'anda  müminlerin işlerinin müşavere ve istişare ile olduğu vazedilir. lakin hatırlamakta  gerekirki; Darun Nedvede müşriklerde ayni şekilde işlerini iştişare ve müzakere ile gerçekleştirilerdi. İslam  müşriklerin tecrübeyle buldukları  doğruyu  reddetmemektedir. Zira ilim  ilahidir ve müslümanın yitik değeridir. Siyasal, yönetsel  alanda toplumların artak tecrübeleriyle geliştirdiği araçlar, yöntem ve ilkelerden duygusal bir alınganlık gereği yada ashabiyet gösterilerek yararlanmamak islamın emrettiği bir davranış değildir. Öyle olsaydı Müslümanlar; sultanlık, imparatorluk, krallıkla değil daha başka orijinal bir yönetim şekli bulmaları gerekirdi.Parlemento çalışmalarının Anayasa çerçevesinde yürütülmesi, Halkın değer ve inançları ile bağdaşmayan durumların olmayacağı anlamına gelmektedir.

C-  Siyasi Partiler/Gruplar: Özgür Örgütlenme ve ifade hakkı siyasi partilerle anlamını bulur. Toplumda iyiliği,dürüstlüğü,çalışkanlığı  ve bu alanda rekabeti sağlayan siyaseti Halkın kontrolüne veren  bir  yapıdır. Anayasa çerçevesinde vücut bulacağından, genel ve tabii ahlaka aykırı herhangi bir durum söz konusu olamaz. Yani Homoseksüeller parti kurup siyasi faaliyetlerde bulunamaz. Hiç kimsenin, hiçbir gurubun halkı ifsad edip insanlığın ortak çabaları ile bu günlere getirdiği ortak değer yargılarını, ahlak ve erdemini, semavi dinler aleyhine hiçbir şeyi topluma empoze etmeye, dayatmaya, propaganda yapıp bozmaya hakkı olamaz. Bunu hoş görenler olabilir.Bizim farkımız sınırsız bir özgürlük değildir. Kaldıki bu gün batılı toplumlarda halkı ifsad eden marjinal yaşam tarzları hala yasaktır ve özgürlük verilen  ülkelerde bile halkın tamamının onayı ile değildir. Ununtulmamalı ki Batılı toplumlarda hırsızlık,adam öldürme, her türlü aldatma gibi fiiller düşünce özgürlüğü bağlamında bile yer almaz. Özgür toplumlarda hikmetle davet ve ikna söz konudur ve bu islama uygun bir yöntemdir.

D-Bağımsız Yargı:Devletin ve iktidarın  idari tasarruflar yargı denetimine tabidir. Yargı sadece yurttaşların biribirleriyle olan ihtilaflarını çöen bir kurum değil, Ülkede hukuk hakimiyetinin, nizamın da sağlanmasında önemli bir işlev gören bağımsız,yansız bir anayasal organdır.

E-Seçimler: Ülke yönetimi; halkın en çok oy verdiği ve parlementoda en çok milletvekili ile temsil edilen siyasi parti tarafından kurulacak hükümet tarafından yönetilir.Kim yönetime gelirse gelsin, anayasal düzen çerçevesinde bir iktidar söz konusu olduğundan, anayasa ilşe kaznılan kaznımlar tehdit altına girmeyecekltir. Yani herkesin inanç, yaşam tarzı ve dünya görüşü teminat altında olmaya devam edecektir. Totaliter /Despot rejimlerde  bunun aksi endişe yaratabilir ancak. Her yurttaşın seçme ve seçilme hakkı demokrasilerle kazanılan bir hak olmuştur. Kadınların 2. Dünya Savaşına kadar bir çok Batı ülkesinde seçme ve seçilme hakkı bulunmuyordu. Bu gün Arap ülkelerinin bir çoğunda kadınların seçilme hakkı yoktur. Irak, Afganistan böyledir. Tabii ki bu bir süreçtir. Batı bu süreci Doğudan  once geçirmiş olmanın avantajını yaşamaktadır.

F-İnsan Hakları/ Kadın ve Azınlık Hakları : Batı 1948 Yılında BM ler Evrensel İnsan hakları Beyannamesini kabul etmezden evvel daha iyi olmakla birlikte Doğulu toplumlardan pek te farklı bir konumda değildi. Birinci ve İkinci dünya savaşları ve abd nin Japonya’nın iki büyük şehrine atom bombası atması  başlı başına kitlesel insan hakları ihlalidir. Bu kitlesel katliamlardan sonar BM in İHEB ile, ‘yaşama hakkının’ insan hakkı olduğunun saptanması  bir rastlantı değildir. Büyük trajedilerden onra BM de İHEB, [8]özellikle Savaşa katılan Ülke siyasetçilerinin  vicdan muhasebesi, insanlığa karşı sorumluluklarını hatırlama olması bakımından önemlidir. Bu Beyaname, uluslararası  anlaşma metinleri içinde  etkileri ve sonuçları en kapsamlı olan, yaptırımı ahlaki olarak en etkili olanıdır. Değiştirici ve dönüştürücü etkisi yadsınamaz. Çin, Irak, Türkiye,Abd, SSCB gibi ülkeler İnsan Hakları  ihlalleri yaptığı iddiası ile uluslarası kamu oyu baskısından  gelen tepkiler nedeniyle kendilerini her zaman baskı altında  hissetmişlerdir.

G-              …………………..

Bir tartışma:

İslamcı bir aydınla halkın seçimle iktidarı belirlemesi konusunda yapılan bir fikir teadisinde; “Halk niteliksizdir, yönetim konusu halkın tercihine bırakılamaz. Zira ‘Allah Kur’anda Nas’ın ekseriyetine uyarsan  seni saptırır ‘ yada ‘nassın çoğu iman etmez’ şeklinde ilahi tespitler olduğu ileri sürülür.  Bu nedenle de Ülke yönetiminde gayri müslimler ve sekülerlerle ittifak edilmeyeceği, ancak bunlara, tabiyetimize girerseniz haklarınızı veririz denilebileceği ileri sürmektedirler. Yönetim, nitelikli çoğunluk yani cumhur yani toplumun Alim ve aydınları tarafından  belirlenmesi,seçilmesi gereken bir iştir. Gayrimüslimler Müslümanların egemenliği altında zimmi olarak kısmi haklara sahiptirler. Toplumun asli unsuru müslümanlardır. İslam Devleti ideolojik,totaliter bir devlettir. Topluma dayatan,empoze eden, yönlendiren, terbiye eden bir devlet anlayışı vardır. Siyasi partiler olamaz. İslam Devletinde kimse  heva ve hevesine uyarak hareket edemez. Kamusal alanda istediği gibi davranamaz. Çoğunluğun değil, nitelikli azınlığın dediği olur. Vs.” şeklinde mülahazalarda bulunmuştur.
Bu değerlendirmeler, genel olarak İslamcı geleneğin, tarihi olandan tevarüs edilen yönetim anlayışına denk düşmektedir.Ki Emeviler ve Abbasiler dönemi siyasi paradigmasının eseri anlayış ve olgulardır. Görüldüğü gibi burada totaliter bir yapı var. Parlemento yok. Bir kişinin liderliğinde oligarşik yönetim  sözkonusu. İdeolojik bir devlet otorisinde toplumun tüm detayları bu otorite tarafından dizayn ve kontrol edilmekte, katı ve baskıcı bir toplum mühendisliği ile toplum şekillendirilmektedir. Kuvvetler ayrılığı  yok. Bu ne anlama gelir? Yönetim denetimsiz, murakebesizdir.  Halkın üzerinde  oligarşik bir dini bürokrasi yani "ruhban sınıf" egemen demektir. Alimlerden, aydınlardan ve siyasetçilerden müteşekkil küçük bir bürokratik sınıf. Neyin zararlı,neyin faydalı olduğunu topluma dikte eden bir sınıf. Oysa İsrailoğullarını böyle bir sınıfın tasallutundan ve istismarından kurtarmak için Allah; onca Elçi  göndermiştir. Peygamberlerin yönetimindeki  bir modelin bire bir uygulanması;  yöneticiler için sözkonusu olamaz. Peygamberlerin icraatları bizzat Allah tarafından  denetleniyor ve derhal müdahale edilerek hata ve yanlışlar gideriliyordu. Oysa  adil,fazıl,abidte olsa  insanoğlu şaşar beşerdir. İktidar ve makam insanı aline eden  önemli denenme unsurlarıdır.  Dolayısıyla  bir toplumun iktidarı; bir kişiye verilemeyecek ve denetim ve murakebeden azade olacak kadar  kadar önemsiz değildir. Elbetteki İslam toplumlarında  rekabetçi bir siyaset  her toplumda olduğu gibi  yönetimin kalitesini artıracaktır.  Partilerin toplumsal ve evrensel değer yargılarına  en uygun olanları, topluma en güzel projeleri sunabilenlerinin iktidara gelmesi maruf olandır.  İmtihan vasatını  ortadan kaldırıcı dayatmalar diktaya ve istibdata neden olduğu aşikardır. Ve unutulmamalı ve halihazırdaki  pratiği/Fotoğrafı doğru okunmalı ki; despotik, totaliter yönetimler halkları cahilleştiriyor, nesli bozuyor. Dünyanın hiçbir yerinde ne dün ne de bu gün; eğitim ve öğretim totaliter baskıcı rejimlerde haddinden fazla geri, seviyesiz ve yetersizken, halka dayalı yani meşruiyetini  Halkın genel kabulünden almış adil yönetimlerde hep iyi, kapsamlı ve ileri olduğundan başkası görülmemiştir. Zira diktatörler  bilgili, aydın, örgütlenmeyi, muhalefeti  bilen dolayısıyla gözü açık  halklardan değil, cahil, bilgisiz, hakkını savunmaktan aciz, örgütlenme ve muhalefet yeteneği olmayan, ne yapması gerektiğini bilemeyen  yığınlardan hoşlanır. Dün olduğu gibi bu günün dünyasında da açık, hür, demokratik toplumların bütçelerinde  eğitime ayırdığı payın totaliter  yönetimlere göre açık ara fazla olması bundandır.
        Unutulmamalıdır ki; yeryüzü, Ademevladının emanete sadakatinin sınandığı  bir imtihan yurdudur.  Bu denenmenin mihenk taşları mesabesindeki kavramlar, değerler, vasıflar Bizzat Allah'ın  vazettiği bir rotadır. Adalet,Tevhid, Özgürlük toplumsal temelinde; siyaset, Güç-Emanet-Ehliyet-müşavere  ilkeleri ile tanzim edilmiş, Ekonomik yapı; emanet- Helal olan(hile, faiz,kenz,israf gayrimeşrudur.)  infak-sadaka-zekat  temelinde şekillenmiş, el İnsan;  Ahlak-Birr- züht,isar ölçü,ilke ve değerler çerçevesinde;  İnsan ve yaşamın temeli olan  siyaset ve ekonomi  Yaratan Allah tarafından inşa edilmesi murat edilmiştir. İşte İmtihan'ın  çerçevesi  budur.

                   Bazı İslam Alimi  Şahsiyetlerin Demokrasi Hakkındaki Değerlendirmeleri

         
Hasan El Benna ihvan-I müslimin’in 5. kongresin için yazdığı risalede; hilafetle alakalı olarak şunları söylemiştir: “Her yönü ile bireysel hakları koruma, Şura, Egemenliğin toplum kaynaklı olması, yönetimin halka karşı sorumlu olması, yöneticilere yaptıklarının hesabının sorulabilmesi ve bütün güçlerin sınırlarının tespit edilmiş olması gibi ana ilkelere dayanan anayasal yönetim sistemi dikkatlice incelenirse, bu sistemin İslam’ın öğretilerine ve yönetim şekline tamamen uygun olduğu görülecektir. Bu sebeple ihvan-ı müslimin teşkilatı yeryüzünde islam’a en yakın yönetim sisteminin anayasal sistem olduğuna inanır ve başka yönetim sistemlerine itibar etmez.[9]
           
            İslam düşünürü Muhammed Gazali Egemenliğin kaynağının toplum olduğunu söyler “ egemenliğin tek kaynağı toplumdur. Onun iradesine başvurmak ve o iradeyi Kabul etmek bir fariza ona karşı çıkmak ise boş inat ve yobazlıktır.
            Yine Ebul Ala el Mevdudi batılı demokrasi ve batılı teokratik yönetim şeklini reddederek İslâm’ın teokratik demokrasi yada ilahi demokratik yönetim” daha uygun olduğunu ifade eder. O halkın Allah’ın gücü ve otoritesi altında yönetime ve egemenliğe ortak olacağını söyler. Bu açıdan mevdudi’nin önerdiği yönetim hem teokrotik hemde demokratiktir. Mevdudi yönetimin özgür seçimle halk tarafından belirleneceğini söyler. Ve şöyle der “ dolayısıyla İslami hilafet sistemi imparatorluk, papalık yada batıdaki haliyle teokrasi sistemlerinin aksine demokratik bir sistemdir. Ancak batılılar demokrasiyi tam bir özgürlük ve serbestlik olarak görürler. Oysa bize gore demokratik halifelik sisteminde halkın yöneticiliği Allah’ın kanunları ile kayıtlıdır.[10]

            İslam düşünürü Yusuf El Kardavi ise; Şura İslami yönetimin olmassa olmazıdır ve Allah’ın emridir der ve demokrasiyle ilgili olarak da “Demokrasinin küfür olduğunu ve İslam’a ters olduğunu söyleyenlerin demokrasiden haberleri yoktur. Onlar demokrasinin hedeflerini anlayamadıkları gibi üzerine oturduğu değerleri ve ilkeleride anlamamışlardır. Demokrasi, baskıcı ve totaliter zorbaların canına okuyacak yöntemler, usuller, mekanizmalar ve araçlar geliştirmiştir. Demokrasinin temel prensipleri aslında bizde zaten vardır. Fakat orada geliştirilmiş olan yöntem ve mekanizmalar bizde mevcut değildir. İslam’ın getirmiş olduğu prensipleri uygulayabilmek için başkalarının geliştirdiği yöntemleri almamıza engel teşkil edecek birşey yoktur. Kardavi Demokrasiye, Hüküm Ancak Allah’ındır gerekçesiyle karşı çıkanlara; “ Bu düşünce doğru değildir, demokrasiyi savunanlar ille de Allah’ın hükmüne karşı çıkıyor değildirler, onların karşı çıktıkları şey; bir kişinin mutlak otorite sahibi olmasıdır yani burada tek kişinin otoritesiyle halkın otoritesi arasında bir seçim sözkonusudur. Allah’ın hükmüyle halkın hükmü arasında değil.”[11] İhvan-I Müslimin’in Irak lideri Abdülkerim Zeydan egemenliğin topluma ait olduğunu söyleyerek fertler devlet başkanını seçme hakkına sahiptir halk o makama kimi seçerse devletin başkanı odur der; “Toplumun devlet başkanlığı seçme hakkını nasıl kullanacağı İslam şeriyatında açık naslarla belirlenmiş değildir bu ise bu hususun topluma bırakılmış olduğunu gösterir. Toplum zaman mekan şartlarını gözönünde bulundurarak bu durumu değerlendirecek ve karar verecektir. Ister doğrudan seçim ister dolaylı seçim yapabilir bize gore her iki yolda şeriatın kaydelerine uygundur.
           
            Tunus Diriliş Hareketinin lideri Raşid El- Gannuşi;  Şura’nın dinin esaslarından  ve Rabbani egemenliğin gereği olduğunu söyler. Şura ona gore toplumsal egemenliğin omurgasıdır. Toplumun yönetim emanetini ortaklık, yardımlaşma ve sorumluluk temelinde yerine getirebilmesi için şura zorunludur. Yasama ve yürütmenin ortak olarak yapılması topluma Allah tarafından  verilmiş bir niteliktir. Karar alma uygulama ve sonuçlarda bütün toplum ortaktır.” der. Gannuşi “ Demokratik sistemin aygıtlarının İslami değerlerin içerisinde çalışır hale getirilmesi ve böylece ortaya “İslami demokrasi” nin çıkması hiçte imkansız değildir.” der.[12]



[1] Bu  ve buna benzer  olaylar Rasulullah’ın hayatında birçok kez yaşanmıştır. Hurmaların aşılanması ve dikiminde, Hendek Savaşında ve Hudeybiye'de. Kul/teba anlayışı değil eşit yurttaşlar ve eşit şahsiyetler söz konusudur ve İslam bunu istemektedir. Aksi durum Melikin Nas, ilahın Nas, Rabbin Nas’a şerikler koşmak olurdu.

[2]  "Medine Vesikası"

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1-)Bu kitap (yazı), Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli mü’minler ve müslümanlar ve bunlara tabi olanlarla yine onlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir.)
2-)Işte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet (câmi'a) teşlil ederler.
3-)Kureyş'den olan Muhacirler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler ve onlar harp esirlerinin fidyei necâtını mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
4-)Benû 'Avf'lar kendi aralarında âdet olduğu vechile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir ve (müslümanların teşkil ettiği) her zümre (taife), harp esirlerinin fidyei necâtını mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
5-)Benû Hârisler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile evvelki, şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasında iyi ve mâ
kul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
6-)Benû Sâide'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
7-)Benû Cuşem'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiler altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâ
kul bilinen esaslara ve aâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
8-)Benû'n-Neccâr'lar kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
9-)Benû 'Amr Ibn 'Avf'lar, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştiraık edeceklerdir.
10-)Benû'n-Nebît'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
11-)Benû'l-Evs'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necâtını, mü'minler arasındaki iyi ve mâ
kul bilinen esaslara ve adâlet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
12-)Mü'minler kendi aralarında ağır malî mes'uliyetler altında bulunan hiç kimsei (bu halde) bırakmayacaklar, fidyei necât veya kan diyeti gibi borçlerını iyi ve mâkul bilinen esaslara göre vereceklerdir.
12/b-)Hiçbir mü'min diğer bir mü'minin mevlâsına (kendisi ile akdî kardeşlik râbıtası kurulmuş kimse) mümâna'at edemez (diğer bir okunuşa göre:Hiçbir mü'min diğer bir mü'minin mevlâsı ile, onun aleyhine olmak üzere bir anlaşma yapamayacaktır.)
13-)Takvâ sahibi mü'minler, kendi aralarında mütecâvize ve haksız bir fiil îkaını tasarlayan yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da mü'minler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evlâdı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
14-)Hiçbir mü'min bir kâfir için, bir mü'mini öldüremez ve bir mü'min aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez.
15-)Allah'ın zimmeti (himaye ve teminâtı) bir tekdir; (müminlerin en ehemmiyetsizlerinden birinin tanıdığı himâye) onların hepsi için hüküm ifede eder. Zîra mü'minler, diğer insanlardan ayrıolarak birbirlerinin mevlâsı (kardeşi) durumun-dadırlar.
16-)Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara muârız olanlarla yardımlaşılmaksızın, yardım ve müzâheretimize hak kazanacaklardır.
17-)Sulh, mü'minler arasında bir tekdir. Hiçbir mü'min Allah yolunda girişilen bir harpde, diğer mü'minleri hâriç tutarak, bir sulh anlaşması akdedemez; bu sulh, ancak onlar (mü'minler) arasında umumiyet ve adâlet esasları üzere yapılacaktır.
18-)Bizimle beraber harbe iştirak eden bütün (askerî) birlikler, birbirleriyle münâvebe edecek-lerdir.
19-)Mü'minler, birbirlerinin Allah yolunda (uğrunda) akan kanlarının intikamını alacaklardır.
20-)Takvâ sahibi mü'minler, en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar.
20/b-)Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin mal ve canını himâyesi altına alamaz ve hiçbir mü'mine bu hususta engel olamaz (yani Kureyşliye hücûm etmesine mani olamaz.)
21-)Herhangi bir kimsenin, bir müminin ölümüne sebep olduğu katî delillerle sâbit olur da maktûlün velîsi (hakkını müdafaa eden) rızâ göstermezse, kısas hükümlerine tabî olur; bu halde bütün mü'minler ona karşı olurlar. Ancak bunlara, sadece (bu kaidenin) tatbiki için hareket etmek helâl (doğru) olur.
22-)Bu sahife (yazı)nın muhteviyatını kabul eden, Allah'a ve ahiret gününe inanan bir mü'minin bir kaatile yardım etmesi ve ona sığınacak bir yer temin etmesi helâl (doğru) değildir; ona yardım eden veya sığınacak bir yer gösteren Kıyamet günü Allah'ın lânet ve gadabına uğrayacaktır ki o zaman artık kendisinden ne bir para tediyesi ve ne de bir tavîz alınacaktır.
23-)Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah'a ve Muhammed'e götürülecektir.
24-)Yahudiler, mü'minler gibi, muharebe devam ettiği müddetçe (kendi harp) masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.
25-)Benû 'Avf yahudileri, mü'minlerle birlikte (Ibn Hişam'da bu,  “ma'a” (=ile) olarak, Ebû Ubeyde'de ise “min” (=den) olarak zikredilir) bir ümmet (:câmi'a) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, mü'minlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek mevlâları ve gerekse bizzat kendileri dahildirler.
25/b-)Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm îkâ eder, o sadece kendine ve âile efradına zarar (vermiş) olacaktır.
26-)Benûn- Neccâr Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.
27-)Benû’l-Haris Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.
28-)Benû Sâ'ide Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.
29-)Benû Cuşem Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.
30-)Benû'l-Evs Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahip olacaklardır.
31-)Benû Sa'lebe Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm îka eder, o sadece kendini  ve aile efradını zarardîde etmiş olacaktır.
32-)Cefne (ailesi) Sa'lebenin bir kolu (batn)dur; bu bakımdan Sa'lebe'ler gibi mülâhaza oluna-caklardır.
33-)Benû'ş-Şuteybe de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. (kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır.
34-)Sa'lebe'nin mevlâları, bizzat Sa'lebeler gibi mülâhaza olunacaklardır.
35-)Yahudilere sığınmış olan kimseler (Bitâne), bizzat Yahudiler gibi mülâhaza olunacaklardır.
36-)Bunlar (yahudiler)'dan hiçbir kimse (müslümanlarla birlikte bir askerî sefere), Muham-med'in müsaadesi olmadan çıkamayacaktır.
36/b-)Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilemeyecektir. Muhakkak ki bir kimse bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve âile efradını mes'uliyet altına sokar; aksi halde haksızlık olacaktır (yani bu kaideye riâyet etmeyen  bir kimse haksız vaziyette olacaktır.) Allah bu yazıya en iyi riâyet edenlerle beraberdir.
37-)(Bir Harp vukuunda) Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve müslümanların masrafları kendi üzerindedir. Muhakkak ki bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır. Onlar arasında hayırhahlık ve iyi davranış bulunacaktır. (kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareketler olmayacaktır.
37/b-)Hiçbir kimse müttefikine karşı bir cürüm îka edemez:Muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir.
38-)Yahudiler müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri müddetçe masrafda bulunacaklardır.
39-)Bu sahîfenin (yazının) gösterdiği kimse lehine Yesrib vâdisi dahili (cevf), harâm (Mukaddes) bir yerdir.
 40-)Himâye altındaki kimse (cârr), bizzat himaye eden kimse gibidir; ne zulmedilir ve ne de (kendisi) cürüm îka edecektir.
41-)Himâye verme hakkına sahip kimselerin izni müstesna, bir himaye hakkı verilemez.
42-)Bu sahîfede (yazıda) gösterilen kimseler arasında zuhurundan korkulan bütün öldürme yahut münâzaa vak'alarının Allah'a ve Resûlüllah Muhammed'e götürülmeleri gerekir. Allah bu sahîfeye (yazıya) en kuvvetli ve en iyi riâyet edenlerle beraberdir.
43-)Ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edecek olanlar, himâye altına alınmayacaklardır.
44-)Onlar (=Müslümanlar ve Yahudiler) arasında, Yesrib'e hücüm edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.
45-)Şayet onlar (yahudiler), (Müslümanlar tarafından) bir sulh akdetmeye veya bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet onlar (Yahudiler), (müslümanlara) aynı şeyleri teklif edecek olursa, mü'minlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır;din mevzuunda girişilen harp vak'aları müstesnadır.
45/b-)Her bir zümre, kendilerine ait mıntıkadan (gerek müdafaa ve gerekse sâir ihtiyaçlar hususunda) mes'üldür.
46-)Bu sahifede (yazıda) gösterilen kimseler için ihdas edilen şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların mevlâlarına ve bizzat kendi şahıslarına, bu sahifede (yazıda) gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir muhafazakarlık ile tatbik olunur. (kaidelere) mahakkak riâyet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır. Ve haksız şekilde kazanç temin edenler, sadece kendi nefsine zarar vermişolurlar. Allah bu sahifede (yazıda) gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riâyet edenlerle beraberdir.
47-)Bu kitap (yazı), bir haksız fiil îka eden veya cürüm işleyen (ile cezâ) arasında engel olarak giremz. Kim ki bir harbe  çıkar, emniyette olur veya kim ki Medine'de kalırsa yine emniyet içindedir;haksız bir fiil ve cürüm îkaı hallerini, (bu sahîfeyi) tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza eden kimseler üzerinde tutacaklardır.
 
[3]  Bkz Vikipedi
[4] Bkz. Vikipedi
[5]
[6] 038.26-  "Ey Dâwud, gerçek şu ki, Biz Seni Arz’da bir Halife kıldık. Öyleyse İnsanlar arasında Haqq ile hükmet, Hewa’ya uyma. Sonra Seni Allah'ın Yolu’ndan saptırır. Elbette Allah'ın Yolu’ndan sapanlar, Hesap Günü'nü unutmalarından dolayı Onlar için Şiddetli bir Azab vardır." (dedik)
[7] 114.01-“De ki: İnsanlar’ın Rabb'ine sığırınım.
114.02 İnsanlar’ın Meliki’ne
114.03 İnsanlar’ın İlâhı’na
114.04 Weswese veren (Vesvesecin )in Şerri’nden,
114.05 Sinsice Göğüsler’e ,,
114.06-Cinler’den de, İnsanlar’dan da (olabilir).”

[8] 10 Aralık 1948
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir.
 
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu;
İnsanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu Bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.
Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.
Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.
Madde 5- Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.
Madde 7- Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8- Herkesin anayasa yada yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde 10- Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.
Madde 11
1. Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
2. Hiç kimse işlendiği sırada ulusal yada uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 12- Kimsenin özel yaşamına, ailesine konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz.
Herkesin bu gibi karışma ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.
Madde 13
1. Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.2. Herkes , kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.
 Madde 14
1. Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.2. Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.
 Madde 15
1. Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.2. Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz.
Madde 16
1. Yetişkin her erkeğin ve kadının, ırk, yurttaşlık veya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır. 2. Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.3. Aile, toplumun, doğal ve temel unsurudur, toplum ve devlet tarafından korunur.
Madde 17
1. Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı vardır. 2. Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.
Madde 18- Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir.
 Madde 19- Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.
 Madde 20
1. Herkesin silahsız ve saldırısız toplanma, dernek kurma ve derneğe katılma özgürlüğü vardır. 2. Hiç kimse bir derneğe girmeye zorlanamaz.
 Madde 21
1. Herkes, doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılığı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir. 2. Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır. 3. Halkın iradesi hükümet otoritesinin temelidir. Bu irade, gizli veya serbestliği sağlayacak benzeri bir yöntemle genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak ve belirli aralıklarla tekrarlanacak dürüst seçimlerle belirlenir.
Madde 22- Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.
 Madde 23
1. Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır. 2. Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.+ 3. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır. 4. Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır. Madde 24- Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır.
Madde 25
1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir. 2. Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır.
Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
 Madde 26
1. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır. 2. Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir. 3. Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır.
 Madde 27
1. Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir. 2. Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
 Madde 28- Herkesin bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.
Madde 29
1. Herkesin, kişiliğinin serbestçe ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır. 2. Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken, başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refahın gereklerinin karşılanması amacıyla yalnız yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olur. 3. Bu hak ve özgürlükler hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.
 Madde 30- Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.
 
[9] Hasan El Benna, Risale (İslamuna)
[10] Tedvinü’d-Dusturil İslami
11] Yusuf el Kardavi, Essiyasettüş-Şerriye
[12] Raşid El Gannuşi, El Hurriyatul Amme Fid- Devlet-il İslamiye.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası