B İ R H A S B İ H A L
Konya;06.03.2012
Suriye İndifadası ve Baas Katliamları
Suriye’deki
Halk ayaklanması artık İndifadaya dönüşmüş durumdadır ve bundan böyle Tevhid ve
Özgürlük Mücadelesi tarihine Suriye İndifadası başlığı altında yeni bir bölüm
açılması zaruri ve haklı bir yaklaşım olacaktır.
Suriye
İntifadasının daha başlarında 1 Temmeuz 2011 de İran ve Hızbullah’ın; Suriye
Baas Rejimi Politikasına “Hudeybiye Antlaşması” emsal ve delil gösterilerek
savunan K.Çamurcu ve taklitçi çömezlerine getirdiğimiz eleştiri şöyleydi. Tabii
o günler Baas’ın katlettiği masum sivil sayısı çift(!) rakamlardaydı.Yani bu
günkü gibi kitlesel katliamlar yaşanmıyordu.
“Arkadaşlar
açıp önce Hudeybiye Anlaşmasının NEDEN yapıldığını, NE içerdiğini, maddelerğine
bir bakın! Hudeybiye Anlaşması Müslümanlarla Müşrikler arasında bir
DOSTLUK/Dayanışma,İttifak anlaşması değil, savaş ve çatışmayı bir süreliğine
(10 yıl) erteleme, Haccı’da savaş yapmadan iki sene tehirden sonra yapabilme
anlaşmasıdır. Yani SAVAŞI erteleme anlaşmasıdır. Müşriklerle bir başka düşmana
karşı DOSTluk ,MÜTTEFİKlik anlaşması değildir. Bu ikisi arasındaki farkı
Türkiyede en iyi bilenlerden birinin K.çamurcu olduğunu bilirdim.Bu Hudeybiye
Antlaşması üzerindeki “istismar ve alet etme” konusu üzerinde durulmalıdır. Koca koca
adamlar ekranlara çıkyor,röportajlar veriyorlar Resulullah sav Hudeybiye
Anlaşmasını mülhid Baas Rejimi ile DOSTLUĞA /İttifaka delil gösteriyorlar! Bu
bir cinayettir! Bu Peygamberi ve Vahyi istismardır. Türbünlere oynamanın tipik
bir örneğidir.Yapılanın Hudeybiye Anlaşması ile hiçbir alakası yoktur! Bu kadar
çarpıtmayı Suudlu mollalar bile yapmaz! Ayıbtır!
K.Çamurcu’nun
Stratejik analizlerini zevkle okuduğum
olmuştur. Ama bakıyorum Suriye ile ilgili analizleri (!) sanki başka birinin
elinden çıkmış gibi! Fikritakip’te okuduğum İran Muhalefeti lehine, İran
Statükosunu kıyasıya eleştiren analizlerine ne oldu? Bu arada Fikritakip
Sitesini tamamen kapatma(!) gerekçesinin ne olduğunu sormadan da edemeyeceğim!(Fikritakip,Arap
Baharının ilk günlerinde sahipleri tarafından
tamamen kapatıldı.) Gelelim konumuza! Farzımuhal,İran’ın Amerika ile
yada Siyonist rejim ile 10-15 yıl süreyle “saldırmazlık anlaşması” imzalaması
Hudeybiye ile açıklanabilir. Saldırmazlık anlaşması tarafları “dost ve
müttefik” kılmaya matuf anlaşmalar değil, belli bir süreliğine çatışmayı,savaşı
dondurmaya matuf anlaşmalardır. İran 30 Yıldır mülhid Baas Rejimi ile dost! 30
Yıl sonra yine katliam yine dost! Üstelik mülhid baas rejimini koruyub, mazlum
Müslümanları suçlayarak! Dolayısıyla Hudeybiye Anlaşması ile hiçbir benzerliği
bulunmamaktadır. Ama “zalime meyletmeyi” yasaklayan Allah’ın hukümlerine
muhalefet olduğu kesindir. Olay karmaşık değil gayet açıktır. Asabiyete varan
Tarafgirlik, konunun anlaşılmasını önlüyor. İran Mesulleri ne içerde nede dış
politikada siyaset üretemiyor. 30 Yıldır Despotizm İranı bu noktaya getirdi.
Yanlış siyaset,yanlış stratejik tercihler, ulusal endişeler; hata üzerine hata.
Nasrallah’ta ister istemez bu siyaseti takip etmek zorunda kalıyor. Bizim
buradan bu hatalara “maşallah ne iyi yapıyorlar!” diyecek halimiz ve
yükümlülüğümüz de yoktur. İyi işlerine destek hatalarınada eleştiri getirmek
şahidliğimizin gereği olmalıdır. Selam ve sevgiler sunarım.”
Aradan tam 7
ay geçti Suriye’deki katliamların boyutu değişti,daha kitlesel katliamlar söz
konu olmaya başladı.Bu arada “Hudeybiye” istismarı sanki bir yerlerden “emir”
almışcasına şıp diye kesildi, ayni taklitçi çevrelerce öldürülenlerin;
“Emperyalizmin ajanları” yaftalaması ve
katliamcı Baasçılarında; “Direnişin Onurlu Üyesi” nişanı ile
nitelendirilmeye başlandığına şahit olmaktayız.Hudeybiye Antlaşması örneği ile
Mekkeli müşrikler konumuna indirgedikleri Baascı Rejimi, bu gün Direnişin
Onurlu bir üyesi olarak kutsallaştırmaları,siyonizmle ve emperyalizmle
mücadeleyi seküler bir düzleme indirgediklerinin resmidir. Zira Baas Rejimi ile
ayni fotoğrafta velevki antisiyonist bir çizgide olsa bu fark etmez, görünmek
demek dini değil dünyevi bir haldir.
İran’ın ve
Hızbullah’ın; Baas Rejimini stratejik gerekçelerle yedeğinde taşımasının da bir
sınırı olduğu muhakkaktır. İran Suriye’nin cürümlerine bir saatten sonra artık
“dur” diyecektir.Ve bu kaçınılmaz olarak gelecektir. Baas Liderlerini geri adım
atmaya zorlayacak,muhaliflerle masaya oturması için telkinlerde bulunacaktır.
Muhalefette bu direnişi uzun zaman devam ettirmesi zordur. Böyle bir süre daha
devam etsede bir “ateşkes” mukadderdir.
İran’ın şimdiden bu “manevranın” nasıl gerçekleştirileceği konusunda
dışişlerinin kafa yormaya başladığı muhakkaktır. Zira İran Devrimden bu
yana İslam Dünyası nezdinde bu kadar
yalnızlaştığı ve meşruiyetinin dibe vurduğu bir durumu yaşadığı vaki
değildir.Ve işin ilginç yani bu durum,
düşmanlarının propaganda gücünden değil sadece
kendi yanlış politikasından kaynaklanmaktadır. O nedenle yarın kendine
yönelik bir saldırının İslam
dünyasında tepkisiz kalmasını
istemeyeceği de açıktır.
Bu nedenle
İran Suriye muhalefetini tanıyacağı ve Baas Rejimine de itidal tavsiyesinde
bulunacağı bir siyaseti ortaya koymak zorundadır. Şimdilik böyle bir durumun
görünürde hiçbir emaresi olmasa da, Orta Doğuda tüm rejimler gibi İran rejimi de
hareket kabiliyeti hantal ve yavaş olduğu unutulmamalıdır. Bizim coğrafyada
tedbirlerin hep son anda düşünülmeğe ve alınmağa başlanması gibi ilkel bir
alışkanlık malumdur.
Ezber Bozmak İlim ve Hikmet İster!Ve Tabii Cesaret!
7-8 Şubat 2012
tarihlerinde Facebook’ta bazı arkadaşlarla bir tevafuk sonucu,”Allah’tan başkasından medet” konusu ile “Ya Rabbi cismimi cehennemde o
kadar büyüt ki başka insanlar cehennemde yer bulamasın!” kabilinden Eba Bekr ra
nispet edilen söz üzerinde, dilimizin döndüğü,
muktesabatımızın elverdiği ölçüde tavsiyelerde bulunduk. Aşağıda bu
tavsiyelerimiz ve karşı cevapları göreceksiniz.
Kimse ezberinin
bozulmasına olgunlukla rıza göstermiyor. Konforunu bozmaya cesaret edemiyor.
Azıcık bir düşünme zahmetine katlanmıyor. Adeta “biz böyle duydu, gördük.
Herkesde böyle inanıyor.” Diyerek doğruya ve hakikate aşk bir yana en ufak bir ilgisi bile
olmadığını ortaya koyuyorlar.Kafa konforları bozulmasında istediği kadar batıl
düşünceler doğru varsayılsın!Kimin umurunda?! Oysa Din tahayyüldür. Vahiy
insanların önce kavramlarını sonra tahayyüllerini inşaa eder. Tevhid akidesinin
nüvesi olan Allah, Rab, Melik, İlah gibi kavramlar ancak Vahiyle inşaa
olmuştur. Unutmamak gerekir ki tüm peygamberler gibi, kendisine risalet görevi
verilmesi ile birlikte ilk vahiylerle birlikte Rasulullah’ta sav bu kavramları yerli yerine oturttu,vahiyle
içeriğini doldurdu ve anladı. Dini tahayyülümüzün inşaası için bizde; örneğimiz
Rasulullah gibi Vahye teslim olacağız.Vahyin inşaasına direnmeden,”ancak,ama,
falancı da şöyle dedi” ve benzeri itirazlarda bulunmadan izin vereceğiz.
Bu durum geçmiş
ümmetlerin aynıyla başına gelmiş bir afettir. Ve Rabbimiz son ümmet Muhahammed
Ümmetini konunun önemine binaen uyarmaktadır.Tevbe Süresi 31. Ayeti
kerimesinde;” Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de
kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a
ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. O,
müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” Buyrulmaktadır. Peki
Yahudilerin “ahbarehum” yahudi din adamlarını,hristiyanların “ruhbanehum”
hristiyan din adamlarını; “erbaben” Rabler edinmeleri nasıl olmuştur?Hatta
ayette Meryem oğlu Mesihi de Rab edindikleri haber verilmektedir. Nasıl ve ne
şekilde bu sapma tahakkuk etmiş?Bu iki ümmet başlangıçlarında Tevhid Akidesine
sahipken hangi anlayış onları şirke bulaştırmış?Gelin onuda Rasulullah’tan
örenelim!
Adiy bin Hâtem, Rasûlullah'ın
yanına girdi. Peygamberimiz şu âyeti okuyordu:
"Onlar, Allah'ı bırakıp
bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i
de... Oysa onlar, tek olan bir ilâh'a ibâdet etmekten başka bir şeyle
emrolunmadılar. O'ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden
yücedir." (Tevbe: 9/31) Adiy:
"Ya Rasûlallah, hıristiyanlar
din adamlarına ibâdet etmiyorlar, onları rab ve ilâh edinmiyorlar ki" dedi.
Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Onlara haramı helâl, helâlı
da haram yaptılar, onlar da uymadılar mı din adamlarına?" Adiy:
"Evet" dedi. Efendimiz buyurdu
ki:
"İşte bu, onlara ibâdettir." (İmam Tırmızı nakletmiştir.)
yanına girdi. Peygamberimiz şu âyeti okuyordu:
"Onlar, Allah'ı bırakıp
bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i
de... Oysa onlar, tek olan bir ilâh'a ibâdet etmekten başka bir şeyle
emrolunmadılar. O'ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden
yücedir." (Tevbe: 9/31) Adiy:
"Ya Rasûlallah, hıristiyanlar
din adamlarına ibâdet etmiyorlar, onları rab ve ilâh edinmiyorlar ki" dedi.
Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Onlara haramı helâl, helâlı
da haram yaptılar, onlar da uymadılar mı din adamlarına?" Adiy:
"Evet" dedi. Efendimiz buyurdu
ki:
"İşte bu, onlara ibâdettir." (İmam Tırmızı nakletmiştir.)
Bu nedenledirki,
Rasulullah;”
“Bana nisbet edilen her şeyi,
ALLAH’ın kitabına arz ediniz;
ona uyarsa ben söylemişimdir, ona
aykırı ise ben söylememişimdir.
Ben, ancak ALLAH’ın kitabı’na muvafık olurum;
zira ALLAH, beni, onunla hidayete erdirmiştir.”
Buyurmuşlardır. (İbn Abdilberr, Camiu
beyani’l-ilm ve fadlih,II,191,Beyrut 1978; Suat Yıldırım “Hadisleri Kur’an’la
karşılaştırma Meselesinin kaynakları” s.105 )
Bu konuda meşhur bir
rivayette şöyledir;
Sevban
(r.a) Rasulullan’ın (s.a.) şöyle buyurduğun rivayet etmiştir:
“Dikkat edin! İslamın karşısına
musibetler, hezimetler çıkacaktır.” Orada bulunanlar, “ O zaman biz ne yaparız,
ya Rasulullah!” dediler. Bunun üzerine Rasulullah “Sözlerime, Kitab’la karşılaştırın.
Kitab’a uygun olan benim sözümdür, ben söylemişimdir”
buyurmuşlardır.
(Süleyman bin Ahmed Taberani, El-Mü’cemü’l-kebir, II,94, Bağdat 1978; .Nureddin
Heysemi, Mecmaü’z-zevaid ve menbeü’l-fevaid,Muttaki,I,70;1982 beyrut baskısı)
MİT/ Emniyet Kapışması!
Mit ile
Ergenekon (Galdio yada Özel Harp Dairesi) arasındaki çatışma 80 öncesinde
ülkeyi 12 Eylül Darbesine getirmiştir. O dönemde Mit bazı yasadışı örgütleri
kullanırken Özel Harp’te bazı örgütleri kullanmaktaydı. Öyleki bir Özel Harpçi
subay;özel bir toplantıda bir tanıdığıma şu anektıtu anlatıvermişti;”Biz Özel
Harp olarak tüm sol fraksiyonlara sızdık.Ancak Aydınlık Grubuna ne zaman sızsak
elemanlarımız deşifre oluyor.” Aydınlık Grubu 12 Eylül öncesinin Doğu Perinçek
Grubu. Aydınlık Gazetesi çıkartıyor ve bu gazete halen istihbarat birimlerinin
bilebileceği malumat ve olayları sütunlarına taşıması ile maruftur.O dönemde
Aydınlık onlarca Özel Harpçi’yi manşetten deşifre etti ve bu kişilerin tamamı
5-10 gün geçmeden teröre kurban gittiler. Recep Haşatlı bunlardan biridir. Özel
Harple MİT arasındaki bu çatışma 1980 sonrasında da devam etti.
Mit elemanı Hiram Abas’ın hikayesi, gerek Mit içindeki kirli ilişkileri anlamada
gerekse Mit emniyet ve mit özel harp çatışması açısından önemli ipuçlarına
sahiptir lakin konumuz bu değildir.Mitten ayrıldıktan sonra 1986 Ağustos’unda
Hayri Ündül’ün MİT Müsteşarlığına getirildiği dönemde, MİT Müsteşar
Yardımcısı olarak yeniden MİT’e döndü.1986 yılından itibaren dönemin
Başbakanı Turgut Özal’ın MİT’in sivilleşmesi operasyonunun sembol ismi oldu.
Suriye’nin PKK’yı barındırması üzerine Müslüman Kardeşler Teşkilatı
yöneticilerini Türkiye’ye getirtti. Abas’ın en önemli çalışması Dev-Sol örgütü
üzerineydi.1988 yılında emekli oldu. 26 Eylül 1990'da İstanbul'da arabasının
içinde, Devrimci Sol silahlı bir örgüt tarafından öldürüldü. Olay gerçek
yönleri ile aydınlatılmadı. Perde gerisi karanlıkta kaldı,Abas faili meçhule
gitti.
Emniyet
ise gerek asker, gerek jandarma ve gerekse Mit tarafından hep geri planda ayak
işleri görevlerinde asayişi sağlayan bir birim olarak görüldü. Terörle mücadele
de Özel Timlerin başarısı yine asker tarafından 28 Şubat Sürecinde
tırpanlanarak karakol polisliğine indirildi.2002 AKP iktidarı ile birlikte
Emniyet, sivil ve halka yakınlığı itibariyle hükümet tarafından kollandı,
güçlendirildi. Özel Yetkili Savcıların, mafya ve çeteleşmelere karşı
operasyonlarında ön almaya başladı. Cunta ve Darbe faaliyetleri kapsamında Ordu
içindeki temizlik operasyonlarında aktif görev alarak ve de bu süreçte jandarma
ile Özel Harbin etkinlik kaybetmesi ile Mit’in karşısında hatırı sayılır bir
konuma geldi.
Eski ve yeni Mit müsteşarı ile önemli Mit
görevlilerinin ÖY Savcı tarafından şüpheli/Sanık olarak ifadeye çağrılması,
buna cevap olarak Hükümet tarafından İstanbul Emniyetinde Terörle Mücadele Şube
Müdürü ile İstihbarat Şube Müdürünün görevden alınması,Mit-Emniyet çatışmasını
birden Yargı-Yürütme çatışmasına dönüştürmüştür.Söz konusu polis müdürlerinin ÖY Savcıya verdikleri KCK ve PKK içindeki Mit elemanları ile ilgili bilgiler
dahilinde olduğu anlaşılmaktadır. Mit’in başına Fidan’ın getirilmesi ile bu kurumun kendiliğinden “safralardan”
temizlenmesini beklemek elbette ki saflık olurdu. 2007 den bu yana öyle
anlaşılıyor ki, İktidarı yıpratma operasyonlarında Mit ön almağa
başlamıştır.Ordu içindeki onca operasyonlara karşın bu güne kadar Mit hiçbir
denetime,soruşturmaya ve yargılamaya tabi tutulmamıştır. Oysa bu kurumun son
elli yılda hakkında onca ciddi iddialar bulunmuş bir yapı hakkında böyle bir
soruşturmanın iktidarın Mit’te Fidan’la başlattığı normalleşmeyi hızlandıracağı
açıkken, hem Fidan ve hem Hükümet acemilikten kaynaklanan bir acullükle
Yargıyla karşı karşıya kalmışlardır. Oysa ÖY Savcının bu hamlesi Mit içindeki
yasadışı oluşumların tasfiyesi için hükümetin elini güçlendirebilirdi.
Mit’in kontrolünde yürütülen 2006 da başlatılan
Oslo görüşmelerinde önemli bir aşamaya gelindiğinde 7 Aralık Reşadiye Saldırısı
arkasından Karakol baskınları ve son olarak ta
Silvan Baskını ile ipler koptu. Hükümet anladı ki ne apo sözüne
güvenilir bir aktördür ne de Kandil. Mit içinde de eski fesat yapı da barışı
baltalamaktadır. Ve hem Mit içindeki bu kanserli yapı hem de Kandil; barışı
değil çatışmayı istemektedir ve bu uğurda da işbirliği içindedir.Bu durum
Türklerin geneli tarafından anlaşılmış durumdadır lakin Kürtlerin geneli bu
gerçeği görememektedir. Ve kendilerini helak eden terör çetesini ya desteklemekte yada içinde bulunan kaosun yegane sorumlusu yapıya başkaldırma yükümlülüğünü
yerine getirememektedir.
Tayyib Erdoğan cephesi taa
başından itibaren akıl,vicdan ve cesaret merkezli siyasi/ideolojik stratejisi
ile hem Mit/pkk eksenli cephenin oyunlarını bertaraf edecek fireset ve basirete
sahip olduğunu kanıtlamış hem de Emniyet/Cemaat cephesinin.Mit’in belirleyici
olduğu cephe normalleşme ve eski kirli defterleri hiç açılmamak üzere gömme
amacına yönelik olarak ÖYMahkemeler ile CMK 250,251 ve TMK nun değiştirilmesini
isterken,Emniyet Cephesi asla bunlara dokunulmamasını ve terörle mücadelenin
şiddetle sürdürülmesini istemektedir. Tayyib Erdoğan Cephesi ise başlangıçta
MİT cephesinin stratejisine onay vermiş lakin Apo-Kandil ekseninin
dirayetsizliği ve ikili oynaması karşısında bu iki kesime güvenilemeceğini
görmüştür. Şimdi Terör’ün elindeki süngünün; gerek dağda ve gerekse şehir
yapılanması olan KCK nın elinden düşürülüp teslim alınıncaya kadar mücadeleye
startverilmiştir. Eğer bu strateji başarılı olursa (ki olmayabilirde) 2012
Güzünde Yeni Anayasa için BDP ile muhatap alınacak birlikte; ÖY Mahkemeler ile
CMK 250,251 ve TMK nun değiştirilmesi gündeme gelecektir. Böylece Kürt
ayrılıkçılarının “silah sigortadır”
muskası ellerinden alınmış olacak, Devlet galip olarak barış elini
müşfikçe uzatmış olacaktır. Aksi durumda ayrılıkçı Kürtlerin önünü almak mümkün
olmayacaktır. Ancak bu strateji ile bu sorun kalıcı bir çözüme kavuşabilir.
Küçük marjinal guruplar ise her toplumda olacaktır. Bu sürecin sonunda Emniyet
ve bürokrasi içindeki bazı aşırı şiddet yanlısı bürokratlarda elbette ki
tasfiye edilecektir. Politik mutaassıbiyet Basiret ve Firaseti Dumura Uğratır!
Dini mutaassıbiyet olurda siyasi yada politik
mutaassıbiyet olmazmı? Olur elbette! Aslında bunu biri birinden de ayırmak
doğru da değildir.
Gerek İİC yönetiminin ve gerekse Hızbullah
liderliğinin mutaassıb siyasi anlayışı,İranı içerde istibdata sürükleyib tüm
dünyaya despotik bir görüntü vererek itibarsızlaştırırken, aynı şekilde Suriye
Baas rejimini ölümüne desteklemesi ve özgürlük mücadelesi veren Suriye
muhalefetini “emperyalizmin” tuzağına düşmekle suçlaması tüm İslam Dünyasında
özellikle Hızbullah’ın yükselen sempatisini tepetakla inişe geçirmiştir.
1982 Hama katliamının alel
acele ve sessizce tüm dünyanın haberi
dahi olmadan bir oldu bittiye getirilerek gerçekleştirilmesi ve müçbir sebep
sayılabilecek bir Tahmili Savaşın mevcudiyeti ve İran tarafının hiçbir zaman
Baas rejimi muhaliflerini töhmet altında bırakacak bir imada dahi bulunmaması
ile bu günkü İİC mesullerinin ve Hızbullah yönetiminin dili arasında 180 derece
fark olduğu aşikardır.Hele de ve ayni
yıllarda Lübnan’da Şeyh Said Şaban Liderliğindeki Trablusta örgütlenmiş Hizbi
Tevhid Cemaatini imha etmek maksadı ile aylarca muhasara altında tuttuğu ve
şehirde kıtlık,hastalık baş gösterdiği bir ortamda İranlı mesullerin duruma
müdahil olarak Baas rejimine telkinlerde bulunması,o günkü Cumhurbaşkanı
Hamaney’in açıliyetli savaş şartlarında tek stratejik müttefiki konumundaki
Suriye Baas rejiminin hiçte hoşuna gitmöeyecek bir konuyla ilgili Şam ziyareti
ve akabinde Trablus kuşatmasının kaldırılması,Devrimin o günlerindeki Devrimin
siyaseti ile bu günkü siyaseti arasındaki devasa uçurumu ortaya koyması
bakımından bir göstergedir.Yani 30 yılda Tevhid,özgürlük ve adalet temelli
İslam Devrim’ii nerden nereye gelmiş,ne yazıkki; içerde despotlaşırken dış
siyasette ise halk düşmanı rejimlerin yanında kendini bulmuştur. Bu İran
yönetiminin ve Hızbullah Liderliğinin
siyaseten başarısızlığını ve ne kadar kötü bir yönetim ortaya
koyduklarının açık bir delilidir.Tabbi ki mutaassıb tarafgirlikle bu durumun anlaşılması
mümkün değpildir.Düşünün ki bu gün Müslümanlar Suriye Baas Rejimi ve Diktatör Esad’ın üzerinde bile anlaşamıyor, bir kısmı bu rejimi ve liderini meşru görüp arkasında dururken, bir kısmı da zalim olarak görüp karşısında durmaktadır. Hamas’ın Suriye politikasındaki siyasi ve dini gereklilikleri karşılayan duruşu ise dikkate şayandır.Stratejik endişeleri önceleyen “Direniş Ekseninin” hiç olmazsa bu tavra benzer bir tutum izlemesi dini ve siyasi bir gereklilik değimlidir?Siyonizm’le ve arkasındaki askeri siyasi ekonomik güçle savaşım;Allah’ın yardımı olmadan ve Müslümanların kalpleri bir araya gelmeden yapılabilecek salt savaş araç gereçleriyle başarılabilecek bir sonuç mudur? O halde Baas’ın son 30 Yılda Suriye’de başta Suriye İhvanına ve Filistinli mültecilere ve Suriye Kürtlerine karşı sergilediği insanlık dışı zalimce siyasetin görmezden gelinmesi, hiçbir şey yokmuş gibi davranılması İslam Ahlakı ile bağdaşırmı?
Hele de bu zalim ve de Şiiliğin “galad” sürümü bile sayılamayacak Nusayri azınlık nüfusa dayalı mülhid Baas Rejiminin sözde “reform” aldatmacasını, bir halkın Kıyamına tercih etme gafleti sahiplerini itibarsızlaştıran, yalnızlaştıran bir hatadır. Böyle bir hatanın vereceği zararı ne Amerika verebilirdi ne de İsrail. Bahreyn de kaç şii katledilmişti ya da kaç şii ülkesinden kaçmak zorunda kalmıştı ki, Bahreynli şii mazlumlara gösterilen ilgi, Suriyeli mazlumlardan gösterilmiyor.
Nasrallah; Lübnan askeri, siyasi, stratejik
şartlarının penceresinden bakan bir lider. Onun İsrail karşısındaki duruşuna
kutsallık atfetmek hem sempatizanlarının hem de eleştirenlerinin temel ve ortak
hatasıdır. O Lübnan’ın bekasını düşünüyor ve gerek İsraille olan savaşımını ve
gerekse Suriye ile olan ittifakını Lübnan’ın bekası bağlamında ele alıyor ve
buna göre de siyaset ve strateji geliştiriyor. Bu güne kadar, İsraille olan
münasebetlerinde yoğun bir dini siyasi dil kullanması, ümmet vurgusu
yapması; O’nun gerçekte daha çok siyasi
bir aktör olmasını bu güne kadar gizlemiş olmakla birlikte, Suriye İndifadası
gerçek fotoğrafı ortaya koymaya yetmiştir. Ulusal ve mezhebi endişelerin
siyasetini öncelikle belirlediği söz konusu açıklamalarından anlaşılmaktadır.
Kıyasıya eleştirdiği amerika ve emperyalizmin gerici arap rejimleri
desteklemesine karşın ayni tavrı ulusal kaygılar ve mezhebi endişeler nedeniyle
Bahreyn muhalefetine ve Suriye Baas rejimine karşı göstermektedir. Bu da
siyasal dilde makyavelizm olarak nitelendirlmektedir.Yani ulusal çıkarlar ve
mezhebi endi,şeler söz konusu olduğunda her şey mübahtır.Amerikanın suudi
Rejiminin,Bahreyn ve Yemen’i desteklemesi ile Nasrallah’ın ve İran’ın Suriye
Baas rejimi arkasında olması arasında siyaset ahlakı açısından hiçbir fark
yoktur. Ve Nasrallah bu tavrından dolayı büyük bir prestij ve meşruiyet kaybına
uğradığı da bir gerçektir.Dolayısıyla Nasrallah ve Hızbullah’ın Suriye eleştirisi ne Nasrallah’ı ve ne
de Hızbullah’ı “itibarsızlaştırma operasyonu” değil; bilakis Baas gibi mülhid
ve eli kanlı bir rejimle “ahbap” olmak kendi kendini başlı başına bir
itibarsızlaştırma nedenidir. Bırakın ahbap olmayı,bir zalimle ayni karede
bulunmak bile kişiyi ve kurumları itibarsızlaştırmaya yeter. Boşuna mı demiş
eskiler;’söyle arkadaşını söyleyeyim kim olduğunu’ diye.
Başta Suriye Halkından;en büyük acıları çekmiş
Suriye İhvanından,Suriye Kürtlerinden,Suriye’de insan yerine bile konulmayan
Filistinli mültecilerden ve kendisine büyük bir sempati duyan şii olmayan ve
Sünni Müslümanlardan “özür” dilemedikçe ve Suriye Baas rejimi ile halihazırdaki
siyasetini gözden geçirmedikçe;Nasrallah’ın ve Örgütünün İslam Dünyasının büyük bölümündeki meşruiyeti ve halk
desteğini sürdürmesi mümkün görülmemektedir.Bu desteğin daha şimdiden büyük bir
erozyona uğradığı malumdur.Zira insanlık vicdanı; zalimlerle ayni karede yer alan hiç kimseye kim olursa
olsun meyletmez.
Suriye’de bir dram yaşanıyor. Kim ne derse desin.
Gerçek asla karartılamaz, üzeri örtülemez. Şehidin kanı karanlıkları
aydınlatmaya her zaman yetmiştir. Suriye’deki “mülhid” Baas rejiminin katliamları;
ne Filistin’de Siyonist rejimin zulmünden azdır nede Bosna’da Çetniklerin
yaptıklarından!
İran’ın ve Nasrallahın Batılı müstekbirlerin
kartşısında duruken Doğunun
müstekbirleri Çin ve Rusya ile mülhid Suriye Baas rejiminin
cinayetkarlığın en acımasızlığının örneklerinin serildiği bir zamanda eli kanlı
bu rejimin arkasında ayni safta bulunması,İslam Devriminin itibarını bozuk para
gibi harcamak anlamına gelmektedir.
Din ve Siyaset
/ Halk ve Devlet
Devlet/Halk ilişkisi, siyasi erkin
kurumsallaşmaya başladığı Süleyman as dönemine kadar gider ki Vahyin
anlatımlarından Belkıs’ın Yönetimi ve Süleyman as Hükümdarlığı ile karşımıza
çıkar.Sosyolojik ve arkeolojik tarihi
malumatlardan da kurumsallaşmanın İÖ 2-3 bine kadar uzandığını anlıyoruz. Şehir
devletleri şeklinde başlayan kurumsallaşma ile birlikte güç ve siyaset,kral ve
halk, devlet ve toplum ilişkileri başlangıcından günümüze kadar her sorun
olmuştur.Bu sorun; altını,siyaseti ve gücü ele geçiren mütrefiyn ile halklar
arasında;mütref sınıfın üstünlüğü, halkın aşağılanması ve istismarı
çerçevesinde bir sosyo ekonomik siyasi yapının tesis edilmesi ile nüksetmiştir. Ve bu süreç bu gün dünyanın her
yerinde devam etmektedir. Ne var ki Batılı toplumlarda halkların lehine bir
iyileşme söz konusuyken, Doğulu toplumlarda eğitim,sağlık,adalet,insan
hakları,hukuk,siyasi katılım,sansür,baskılar v.b afetler yüzünden bir kaos söz
konusudur.
“Onlara: «Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!»
denildiği zaman: «Biz ancak düzelticileriz» derler.” (Bakara 11) Kim bunlar? Kalplerinde hastalık olan ve
Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya yeltenerek; «Allah'a ve ahiret gününe
inandık» dedikleri halde gerçekte iman etmeyenler. İstikbar ederek Allah’a ve
halkına büyüklenirler. “O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevrip gitti mi)
yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise,
fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.” (Bakara 205) Böylelerinin
“İslam” demeleri de yada seküler baasçı,despot laisizm olmaları fark
etmez.Hepsinin ortak özelliği halka karşı kibirli olmaları tepeden bakmaları,
terbiye edilecek ve güdülecek bir sürü olarak görmeleri ve çer- çöp kadar değer vermeleridir. Kendileri
ise seçkindirler,liyakatlidirler,bilgindirler, halkın efendisidirler. Onlar
buyurur halk ise boyun eğer. Böyle isterler. Bunun için sopa gerekirse
sopa,dayak gerekirse dayak,işkence gerekirse işkenceyi siyaset aracı olarak
kullanırlar.Düşünce özgürlüğü,sorgulama,muhalefet asla caiz değildir. Bunu
ıslah etme adına, emri bilmaruf nehyi anil münker olarak görürler. Bunların
“dindar olanlarında” Allah elçilerinin mütevaziliğini,şefkat ve
merhametini,halkın en yoksulları gibi yaşama sünnetini göremezsiniz.Yoksullar
onların sohbetlerine yanaşamaz.Kamuya açık vaazlarda varsıllar değil yine
yoksullar zılgıtı yerler.Oysa tüm peygamberler sadece tebliğ etmişler kimseye
zor ve baskı uygulamışlardır. Rasulullah’ın Medine döneminde kimseye baskı uygulanmamış,kimse
namaza sopayla davet edilmemiş, kimsenin günah işleyip işlemediği araştırılıp
takibat altına alınmamış,savaşa davet te bile gönüllülük esası gözetilmiştir.
“Meşru bir İktidar’ın istinat ettiği temel ayaklar;Hakikat (Yani Tevhid),Adalet,Merhamet,Ehliyet(Liyakat)(Ebu
Talha Ailesi Kabenin anahtarları bu aileye tevdi edilmiştir Rasulullah
tarafından),Meşveret Vahiy baştan sona bu beş konuyu anlatır ve Allah’ın iktidarı da (el Muktedir) Allah’ın
istediği beşeri iktidar da bu beş ilke üzerinde yükselmiştir. Bu beş ilke bir
iktidarın meşruiyet ölçüsüdür. Böyle iktidarların ise arkasında Allah vardır.
Allah zulmedenleri sevmez.El Muktedir ismi Mekkidir ve risaletin 9 ncu yılında yani Hüzün ve Acı Yılında ve de Boykotun en şiddetli anında gündeme gelmiştir: Allah el muktedirdir.Mutlak muktedir olan ancak Allah’tır. Güce dayalı bu iktidar çer çöptür.Selin önünde savrulan. Hem aziz hem muktedir. Allah böyledir.El Azizdir ve El muktedirdir. Yani El Melik!
Mümin mutlak iktidarı da mutlak özgürlüğü de Cennette umandır ve görendir. Gerçekten de Cennette mü’minler cennete muktedirdir.Her aklından geçen önünde amade olacaktır.
Bu beş ilke üzerinde yükselen iktidar; öncelikle mahrumları, yoksulları, güçsüzleri önceler, onlara ilgi ve alaka gösterir. Zira merhamet bunu gerektirir.
Bu beş ilke üzerinde inşa olunmayan İktidar, şeytani bir iktidardır. Şeytan iktidardır ancak iktidarda olan kendini muktedir zanneder. Fravunileşme budur. Her Firavun kendini gerçek muktedir sahibi görür oysa o şeytanın memurudur. Allah’ın muktedirliğini göremeyen iktidarlar kendi iktidarlarını ebedi zannederler ve ceberutlaşırlar. Firavunun yaptığı da budur bugün Arap halklarına musallat olan despotların yaptığı da budur.
Nisa Süresi 59. Ayeti kerimesi;” Ey o bütün iyman edenler! Allaha itaat edin, Peygambere de itaat edin sizden olan ülülemre de, sonra bir şeyde nizaa düştünüz mü hemen onu Allaha ve Resulüne arz ediniz: Allaha ve Âhıret gününe gerçekten inanır mü'minlerseniz.. O hem hayırlı hem de netice i'tibarile daha güzeldir”
“sizden olan ulülemre de” itaat etmek istenmektedir. İtaat edilecek Yöneticilerin, mesullerin”Sizden olması” demek; ümmetin/halkın onayladığı, hoşnut olduğu, seçtiği, adil, şefkatli, hizmet ehli olmayı şart kılar. Eğer yönetici böyle değilse yani despot,işbilmez,ahlaksız,adaletsiz ise zaten “bizden” değildir ki ona itaat edilmez. Cihadın efdalinin zalim yöneticiye hakkı yüzüne karşı söylemek olması bundandır.Davud as Allah’ın “insanlar arasında adaletle hükmet” uyarısı (38 Sad 26) sadece ‘şeriat hükümlerini uygula’ anlamını aştığı açıktır. Zira zaten bir peygamber Allah’ın hükümleri dışında bir hükümle insanlara hükmetmezdi. Buradaki “adalet” hükümleri de içine alan ama daha çok aşan bir anlama sahiptir.Bu yüzden yüce Allah Resulüne: “Sen ve seninle birlikte Allah’a yönelenler, emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun ve haddi aşmayın! Zira O, sizin yaptıklarınızı da görmektedir...”(Hud 112) buyurarak onlara, “Sakın ha, zalimlere meyledip dalkavukluk etmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka hiçbir dostunuz yoktur; sonra hiçbir yardım göremezsiniz!”(Hud 113) uyarısını da yapmıştır. Bir peygamber nasıl zalime meyleder? Zalimlerle işbirliği, ittifak, eylemlerini ve rejimlerini desteklemek şeklinde bir meyil mi söz konusu olan? Hayır! Kesinlikle böyle değildir. Bir peygamber böyle bir şeyi zaten risalet öncesi dahi yapmaz ve yapmamıştır.
Dolayısıyla “sizden olan ulul emre” itaat demek; toplumsal mesuller sizlerin yani halkın rızası ile o makama gelmiş, sizin gibi Müslim ve mü’min, sizlere hizmet ediyor, müşkillerinizi gideriyor ve tüm icraatlarını da adaletle ve hoşnutluğunuzu gözeterek yapıyor o halde ona itaat edin!’ manasınadır. Zalim bir yöneticiye, namaz kılmağa devam ettiği müddetçe itaatten yüz çevirmeyin türünden bir anlayışın İslam’la bir alakası bulunmamaktadır. Kaldı ki günümüz devlet ve siyaset anlayışında, iktidarların halkın hoşuna gitmeyen, hukuk dışı uygulamaları zaten yargı denetimine tabidir ki zarar gören her yurttaş idarenin tasarrufunu yargıya götürme hakkına sahiptir. Beş yüz yıl öncesinin halk devlet ilişkisine kutsallık atfederek “İslam’ın yönetim şekli budur!” demek İslam’a büyük bir bühtandır.
İslam
barışı,esenliği,hoşnutluğu,gönüllü kulluğu
diler,dayatmayı,zorbalığı,savaşı,çatışmayı,ötekileştirmeyi değil. Davet dinin
esaslarındandır. “Siz insanlara şahidler olun”
buyrulurken(bkz. 2 Bakara 143) Davet vurgusu yapılmaktadır. Doğru dürüst
yaşanmayan bir dini kime önereceksiniz?Yada kim böyle bir dine icabet
edecektir? O nedenle Ceberut Kanun
devleti değil, halka hizmet, şefkat ve saygı gösteren ahlak devleti İslam’a
daha yakındır. Tarihte de böyle olmuştur.Ne zaman üstün ahlaka dayalı,adalet ve
hukuk devleti oluşmuştur bir yerde zulümden kaçanlar oraya (Darusselam’a)
yönelmiş hicret etmişlerdir.Nerede de baskı ve zorbalık vardır oradan da kaçış
olmuştur.
İnsanlığın geldiği bu noktada, insana ve halka
verilen değer, fıtri olana daha yakındır. Bu nedenle İslam’a davetin özgürce ve
sınırlandırılmadan yapıldığı ve insanlarında bu davete özgür iradeleriyle
hiçbir zorlama olmaksızın icabet ettiği ya da reddettiği siyasi vasat Allah’ın
imtihan vasatı olarak yarattığı yeryüzüyle örtüşmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder