Şiddet Öncelikle Kalpleri Öldürür!

Atilla Morçol

Konya;10.02.2013


Müslümanların husus en de aydınların şiddet konusunda artık bir karar vermeleri zamanı geldi ve geçmektedir. İslam’a hizmette şiddet bir araç olarak kullanılabilir mi? Şiddet yoluyla bir toplumu İslamlaştırmak mümkün ve caizmidir? Ya da toplumu zor ya da güç kullanarak kurtarmaya soyunmak gibi bir yükümlülük, Allah tarafından Müslümanların üzerine tahmil edilmişmidir? Tabii ki hayır!
Şiddet kalpleri öldürür. Kalplerdeki nuru söndürür. Merhamet ve vicdanı ortadan kaldırır. Tüm hasletlerin yerine; ötekileştirmeyi, kini, nefreti yerleştirir. Velev ki zulüm ve tecavüzü def etmek gibi bir amaçla da olsa şiddeti esas alan bir mücadele öncelikle karşı şiddeti körükler ve o şiddet karşı şiddeti; derken şiddet karşılıklı biri birini besler. Ve kazanan şeytan la yanındaki şirk kazanır. Şirk ve küfür çatışmadan beslenir. İslam ise sulhun egemen olduğu bir toplumda Davetle beslenir. O nedenle Şirk ehli hep şiddete başvurarak çatışma ortamında İslam Davetini çıkarttıkları kargaşa ortamında boğmak isterler. Ama aptal dostlar ise şirkin ekmeğine yağ sürerler silaha sarılmakla. O nedenle boşuna demişler; aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun diye!
Kalplere kin, nefret ve öteki girdiğinde artık o kalpte de sevgiye, merhamete, kardeşliğe, güzelliğe, iyiliğe yer kalmaz.
Müslümanlara  örnekliği Allah’ın buyruğu ile sabit; “..usvetun hasenetun fî ibrâhîme…”(60/4) ve “..fî rasûli(A)llâhi usvetun hasenetun…”(33/21) Allah elçilerinin örnekliğini doğru okumak şarttır. Aksi durumda bu örnekliği de göremeyiz,Kuran kıssalarından da gerekli öğüdü ve dersi alamayız.Allah Elçisi İbrahim as ve  Allah Elçisi Muhammed as, ne barışta ne de savaş alanında bir tek kişi bile öldürmemiş olmalarının hiç mi bir anlamı yoktur!? Ya  Adem’in as iki oğlunun hikayesi boşuna mı anlatılır Kur’anda!?
“Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: 'Seni mutlaka öldüreceğim.' (Öbürü de:) 'Allah, ancak korkup-sakınanlardan (muttakilerden) kabul eder.”
“Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.”
“Dilerim, kendi suçunla beraber benim suçumu da yüklenesin de cehennem ehlinden olasın ve budur cezası zulmedenlerin.” (5/27-28-29)
Şiddeti,savaşı,öldürmeyi  yöntem edinerek İslam’a hizmet edilemeyeceği,halkların kurtuluşu,devasa sorunlarının çözülemeyeceği, hamaset girdabına kapılanlar elbette ki göremeyecektir.
Filipinlerden, Cezayir’e, Sudan’dan Afganistan/Pakistan’a, Kafkaslardan Ortadoğu’ya şiddete bulaşan Müslümanlar sadece mütecavizlerle savaşsalar bir diyeceğimiz yok, ancak bu insanların elini daha çok Müslüman ve masum garibanların kanına uzatmışlardır. Bunlar bir çırpıda her önüne geleni kafir ya da müşrik  addetmişler, “nere de bulursanız onların boyunlarını vurun!” anlamına gelen ayetlerin muhatabı görmüşlerdir. Oysa bu ayetler Müslümanlara yakın ve uzak tehdit oluşturan azgınlar içindir. ‘Sizinle savaşmadıkça’ onlarla savaşılmayacağını emreden ayetlerin (Bakara 191-192) varlığı, misli misline mukabele etmeyi, aşırı gitmemeyi, affetmenin ise daha hayırlı olduğunu bildiren ayetler bu çevrelerce göz ardı edilmektedir. Nefsi müdafaa için sonuna kadar savaşmak dünyanın her yerinde meşrudur ve insanlık vicdanına aykırı bir yönü de yoktur. Fakat İslam’a hizmet amacıyla;’kâfirdir’,’müşriktir’,’fasıktır’,’ facirdir’ diyerek; Müslümanlara savaş açmamış, yakın ve uzak tehdit oluşturmamış, barışla yaklaşan gayri Müslimlere savaş açmak Davetle bağdaşmaz ve bizatihi daveti etkisizleştirmekten başka bir işe de yaramadığı açıktır. 
Afganistan’da ki sosyalist Babrak Karmal iktidarının daveti üzerine, SSCB Orduları 24.12.1979 tarihinde bu Ülkeye girdi. Girmesiyle de direniş başladı. Zaten birçok muhalif İslamcı gurup bu sefer dağlara ve Peşavere çekilerek “Cihad” için örgütlenmeğe ve hazırlanmağa başladı. Başta Amerika olmak üzere Nato hızla Direnişe silah, mühimmad, istihbarat ve eğitim desteği verdi. Suudiler aracı rol oynadılar. Usame bin Ladın  bu çerçevede Cıa-Suudi işbirliği ile Afganistan’a daha doğrusu Peşaver’e gönderildi. O günlerde Peşaver Amerika’nın askeri/istihbari üssü durumundaydı. Cihadçı Afgan guruplarının da komuta merkezleri Peşaver’deydi.
Askeri destek o denliydi ki SSCB nin ünlü Kızıl Ordusu 10 yılda 15.000 askerini kaybetti. Mücahitlerce Sovyetlerin 450 savaş uçağı düşürüldü. Tabii bu dış askeri destek olmadan ve özellikle de stinger füzeleri olmadan mümkün değildi. O günün medyası Amerika ve Suudilerin Afgan Cihadına ne denli büyük destek verdiğini başarıyla gizledi. Herkes Mücahid Grupların Kızıl Orduyu darmadağın ettiğini zannetmişti. Ne zamanki 1988 Kızılordu çekilmeğe ve 1989 da da tamamen çekilince Peşaver’den Afganistan’a giriş yapan Taliban; başta CIA nın, Suudilerin ve Pakistan İstihbaratının tam desteği ile Mücahit Gruplarını bir bir saf dışı bırakmıştır. Hikmetyar İran’a kendini zor atarak canını kurtarmıştı. Safdışı kalmayan bir tek rahmetli şehit Ahmet Şah Mesut güçleri kalmıştı. Bu kahraman Komutan Kızılordu’yu Pençir’de sadece Allah’ın yardımıyla dize getirmiş bir komutandı ve  Taliban tarafından bir suikastla şehit oluncaya kadarda masumiyetini korumuş bir mü’mindi.Allah rahmet eylesin.
Bilindiği gibi Peşaver   Pakistan'da, Hayber-Pahtunhva eyaletinin merkezi olan şehir. Kâbil Irmağı'nın kolu Bara kıyısında, Lahor'un 385 km kuzeybatısındadır. Ünlü Hayber Geçidi'nin 15 km güneyinde yer alan kentin stratejik yeri önemlidir. Anlamı «sınır kenti» demektir. Geçmişte İpekyolu'nun önemli duraklarından biridir. Havaalanına sahip ender Pakistan şehirlerinden biridir.
Dünyanın dört bir yanından Müslüman genç Afganistan’da “Cihada” katılmak için önce Peşaver’e gider oradan da uygun bir “Mücahit Gurup”la irtibat sağlar, gerekli eğitimi aldıktan sonra da, Afganistan’a o gurubun çatışma bölgesine gönderilirdi. Türkiye’Arap Ülkeleri, Pakistan, Hindistan, Afrika ülkelerinden 10 binlerce Müslüman genç Afganistan’a geçmiş ve bir çoğu çatışmalarda şehit düşmüştür. Hayatta kalanlar Afganistan’da yaşadıkları travmayı ve çatışma havasını hiçbir tedavi/rehabilite ve destek almadan olduğu gibi kendi ülkelerine yansıtmışlar ve silahlı şiddetin tohumlarını ekmişlerdir.Bunların bir kısmı Taliban,el Kaide gibi Suud istihbaratı ve Cıa ile irtibatlı bir harekete dönüşürken,kimleri de Cezayir’de İslami Selamet Cephesi (FIS) ne karşı darbeyle  başlayan 1990 lar da ki  iç savaşta  karanlık GİA    oluşturdular.
Bu gün Afrika’da silahlı “İslamcılar” ın neredeyse tamamı; Peşaver/Afganistan/Suudi/Cia hattında şekillenmiş guruplardır ve İslam’dan anladıkları sadece İslam Devleti, halkı kurtarmak ve İslam’ı egemen kılmaktan başkası değildir. İslam Devleti dedikleri ise kendi hiziplerinin devleti, İslam’ın egemenliğinden kasıtları ise kendi sığ dini anlayışlarından başkası değildir.
Dolayısıyla Müslümanlar Şiddetle Davet arasında bir karar vermeleri gerekir.Kah şiddet yanlısı bir tavır,kah davetten dem vurmak şahitlikle bağdaşmaz.Salih amel için hakikate dayalı bir hikmet ve dini anlayış şarttır.Sahih bir dini anlayış ancak Vahyin ahlak edinilmesi ile mümkündür ve ancak Vahyi ahlak edinenlerden Salih amel sudur eder. Bakın bakalım Afrika’dan Uzak doğuya Kafkaslardan Somali’ye, silahlı yöntemle halkları kurtarmaya soyunan gurupların hangisi sahih bir dini anlayışa ve pratiğe sahiptir?
Müslüman halkları müstevlilerden daha büyük felaketlere duçar eden bu maceracı guruplar; halkın hiçbir derdine derman olmadıkları gibi, sosyal, ekonomik, sağlık, eğitim gibi sorunları daha da içinden çıkılmaz hale sokmaktadırlar. Somali’de, Sudan’da, Afganistan, Irak, Suriye’de böyle değilmidir? Güya halkı silahlı mücadele ile kurtaracaklarını iddia etseler de, halkın başına daha büyük sorun açmaktan başka ne işe yaramıştır düşünmek ve bir karar vermek zamanı gelmemiş midir?
Hamaset ve barbarlık Müslümanlardan başka herkese yakışır lakin Müslümanlara asla!Ama bakıyorsunuz İslamcılar bu konuda kimseye fırsat vermemektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası