ŞUBATHASBİHALİ

"Müslümanlar Hicri 1.yy dan 7 yüzyıla kadar ümmetin başına tebellaş olan Emevi ve Abbasi despotizminin hükümferma saray mollalarının bakış açılarıyla oluşturulmuş hilafet ve siyaset kuramı ile modern dünyada ne belirleyici olabilirler nede sözlerini dinletebilirler.Bırakın bunları kendi ayakları üzerinde bile duramazlar.İslam dünyasının bu gün içinde bulunduğu vasat bunun delilidir."

Atilla Morçol

Konya;16.02.2013


Bir Musibet Bin Nasihatten Evladır!

Keşke Paris Suikastlarının failleri Muhaberat olsaydı ya da Fransız gizli servisi! Klasik bir pkk infazını beklemiyor değildim. Ben %60 bir iç infaz olduğunu düşünüyor ikinci olarak ta Fransa’nın DGS si ile Muhaberatın ortak bir operasyonu olduğunu, ancak yine Pkk içinden tetikçilerle bu işin gerçekleştirilebileceği kanaatindeydim.
Şimdi anlayabiliyor musunuz neden pkk tasfiye edilmelidir!? İki de bir ortaya koyduğumuz, pkk/Bdp nin Kürt Halkına BAŞ olma davasından başka bir emelinin olmadığı iddiasının, ne kadar gerçekçi olduğu; şimdi daha iyi anlaşılıyor olmalıdır.
Taa başından beri bu böyledir.
Saime Aşkın Pkk nın iç infazlarında hayatını kaybetmiş Kürtlerden biridir. Sakine Cansız’la birlikte Öcalan’ın despot yönetimini sorgulamış geri adım da atmayınca idam edilmiş bir kurban. PKK’nin Merkez komite üyelerinden olan 12 Eylül darbesinden sonra Lübnan’a geçen Aşkın, Öcalan’ın diktatör yal yönetimine muhalefet edenlerden. Bundan dolayı uzunca bir süre Öcalan sisteminin elinde tutuklu kalmasına rağmen, tarifsiz işkence ve baskılara rağmen boyun eğmiyor. Sonuçta öldürülmeye götürülürken olayı izlemek istemeyen Ali Haydar Kaytan’a bakarak “Alçak kaçma! Sen de gel, izle! İzle de Anneler ne yiğitler doğurmuş, gözlerinle gör!” diyerek hayal kırıklığı içinde ama kararlılıkla idealleri uğruna son nefesini veriyor.
Sakine Cansız o gün canını kurtarmış olsa da arkadaşı Saime Aşkın ve daha nice yoldaşlarının akıbetinden kurtulmayı başaramadı. Sürgünde yaşadığı Pariste infaz edildi, hem de bir düşman gibi kafasına sıkılarak!
Bumudur Kürt Halkı için savaşmak!
Elbette ki hayır!
Eski Devlet faşizan bir siyaset güdüyordu da pkk demokratik bir örgütmüydü? Kesinlikle hayır!
Teröre son vermek Türkiye’nin demokrasisini güçlendirecek, sorunlar daha hızlı bir şekilde çözülecek ve tüm Ülke; barış, huzur ve kardeşlik atmosferinde daha bir vatan olacaktır. 

Vatanseverliğini Hayatıyla Kanıtlayan Adam: HİRANT DİNK

Onun hain bir kurşunla yere serildiği o anı ilk gördüğümde kendimden bir can yere serilmişçesine yüreğim dağlanmış gözlerimden yaşlar boşalmıştı. Sadece ben değil eşimde gözyaşlarına hâkim olamamıştı.
Hirant Dink yurtseverlikte bu Ülkede parmakla gösterilecek bir vatanperverdi. O ölümü göze alarak tüm tehditlere rağmen delik pabuçları ile yaşadığı vatanını terk etmedi, Avrupa’da yada Amerika’da cazip bir yaşamı tercih etmedi. Onu hep takdirle anacak,Ermenilere yapılan haksızlığın telafisi için ne gerekiyorsa yapılması için çalışacağız.
Ulus devlet projesi; koca bir imparatorluğu yerle bir ettiği gibi 90 yıllık Cumhuriyetin de hala belini büken bir hastalığın müsebbibi olmuştur.
Parçalayan, yok eden, düşmanlık üreten bir ideoloji bu coğrafyayı kasıp kavurdu.
Müslümanlar çok çile çekti bu rejimden.
Önce bu Ülke Ermenilerden arındırıldı. Bir facia yaşandı 1915 te. Ulusçu Ermeni çetelerin kışkırtması, Türkçü İT Cemiyetinin emellerine çanak tuttu, bahanesi oldu tehcirin.
Peşinden Rumların mübadelesi ile Ülke; azınlıklardan arındırıldı. Müslüman çoğunluğu İslam dininden uzaklaştırmak için Hıristiyan nüfustan arındırılması gerekiyordu. Yahudi nüfusa dokunulmaması istisnai bir durumdu ve İTC içinde iltimaslı olduklarına güçlü bir karinedir.
Düşününki Tükler daha Orta Asya’dan çıkmadan bu Ülkenin kadim sakinleri Rumlar, Ermeniler sürülmüş, Kürtler asimilasyona tabi tutularak kimlikleri inkâr edilmiş, katliamlar yapılmış, Türk asıllı Müslümanların ise bu baskı ve zulümden payına düşen inançlarına hakaret ve dini kimliklerinin inkârı ile İslam’dan arındırma siyaseti olmuştur.
Bu Ülke’nin kültürel tarihi ve birikimi; Batı demokrasisini de aşan bir yönetim şeklini ve felsefesini ortaya koyacak potansiyele sahiptir.
Elbirliği ile bu topraklarda kurulacak Darusselam; sadece bu Ülke’de yaşamış ve yaşayan halkların değil, tüm dünya halklarının örnek alacağı ve özlem duyacağı bir dostluk ve kardeşliği muştulamaktadır.
Bu uğurda düşünsel her çaba mutluluk vericidir.

Şiddet Öncelikle Kalpleri Öldürür!

Müslümanların husus en de aydınların şiddet konusunda artık bir karar vermeleri zamanı geldi ve geçmektedir. İslam’a hizmette şiddet bir araç olarak kullanılabilir mi? Şiddet yoluyla bir toplumu İslamlaştırmak mümkün ve caizmidir? Ya da toplumu zor ya da güç kullanarak kurtarmaya soyunmak gibi bir yükümlülük, Allah tarafından Müslümanların üzerine tahmil edilmişmidir? Tabii ki hayır!
Şiddet kalpleri öldürür. Kalplerdeki nuru söndürür. Merhamet ve vicdanı ortadan kaldırır. Tüm hasletlerin yerine; ötekileştirmeyi, kini, nefreti yerleştirir. Velev ki zulüm ve tecavüzü def etmek gibi bir amaçla da olsa şiddeti esas alan bir mücadele öncelikle karşı şiddeti körükler ve o şiddet karşı şiddeti; derken şiddet karşılıklı biri birini besler. Ve kazanan şeytan la yanındaki şirk kazanır. Şirk ve küfür çatışmadan beslenir. İslam ise sulhun egemen olduğu bir toplumda Davetle beslenir. O nedenle Şirk ehli hep şiddete başvurarak çatışma ortamında İslam Davetini çıkarttıkları kargaşa ortamında boğmak isterler. Ama aptal dostlar ise şirkin ekmeğine yağ sürerler silaha sarılmakla. O nedenle boşuna demişler; aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun diye!
Kalplere kin, nefret ve öteki girdiğinde artık o kalpte de sevgiye, merhamete, kardeşliğe, güzelliğe, iyiliğe yer kalmaz.
Müslümanlara  örnekliği Allah’ın buyruğu ile sabit; “..usvetun hasenetun fî ibrâhîme…”(60/4) ve “..fî rasûli(A)llâhi usvetun hasenetun…”(33/21) Allah elçilerinin örnekliğini doğru okumak şarttır. Aksi durumda bu örnekliği de göremeyiz,Kuran kıssalarından da gerekli öğüdü ve dersi alamayız.Allah Elçisi İbrahim as ve  Allah Elçisi Muhammed as, ne barışta ne de savaş alanında bir tek kişi bile öldürmemiş olmalarının hiç mi bir anlamı yoktur!? Ya  Adem’in as iki oğlunun hikayesi boşuna mı anlatılır Kur’anda!?
“Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: 'Seni mutlaka öldüreceğim.' (Öbürü de:) 'Allah, ancak korkup-sakınanlardan (muttakilerden) kabul eder.”
“Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.”
“Dilerim, kendi suçunla beraber benim suçumu da yüklenesin de cehennem ehlinden olasın ve budur cezası zulmedenlerin.” (5/27-28-29)
Filipinler’den,Cezayir’e,Sudan’dan Afganistan/Pakistan’a,Kafkaslardan Ortadoğu’ya şiddete bulaşan Müslümanlar sadece mütecavizlerle savaşsalar bir diyeceğimiz yok,ancak bu insanların elini daha çok Müslüman ve masum garibanların kanına uzatmışlardır.Bunlar bir çırpıda her önüne geleni kafir ya da müşrik  addetmişler, “nere de bulursanız onların boyunlarını vurun!” anlamına gelen ayetlerin muhatabı görmüşlerdir.Oysa bu ayetler Müslümanlara yakın ve uzak tehdit oluşturan azgınlar içindir. ‘Sizinle savaşmadıkça’ onlarla savaşılmayacağını emreden ayetlerin (Bakara 191-192) varlığı,misli misline mukabele etmeyi,aşırı gitmemeyi,affetmenin ise daha hayırlı olduğunu bildiren ayetler bu çevrelerce göz ardı edilmektedir.Nefsi müdafaa için sonuna kadar savaşmak dünyanın her yerinde meşrudur ve insanlık vicdanına aykırı bir yönü de yoktur.Fakat İslam’a hizmet amacıyla;’kafirdir’,’müşriktir’,’fasıktır’,’ facirdir’ diyerek; Müslümanlara savaş açmamış,yakın ve uzak tehdit oluşturmamış,barışla yaklaşan gayri Müslimlere savaş açmak Davetle bağdaşmaz ve bizatihi daveti etkisizleştirmekten başka bir işe de yaramadığı açıktır. 
Afganistan’da ki sosyalist Babrak Karmal iktidarının daveti üzerine, SSCB Orduları 24.12.1979 tarihinde bu Ülkeye girdi. Girmesiyle de direniş başladı. Zaten birçok muhalif İslamcı gurup bu sefer dağlara ve Peşavere çekilerek “Cihad” için örgütlenmeğe ve hazırlanmağa başladı. Başta Amerika olmak üzere Nato hızla Direnişe silah, mühimmad, istihbarat ve eğitim desteği verdi. Suudiler aracı rol oynadılar. Usame bin Ladın  bu çerçevede Cıa-Suudi işbirliği ile Afganistan’a daha doğrusu Peşaver’e gönderildi. O günlerde Peşaver Amerika’nın askeri/istihbari üssü durumundaydı. Cihadçı Afgan guruplarının da  komuta merkezleri Peşaver’deydi.
Askeri destek o denliydi ki SSCB nin ünlü Kızıl Ordusu 10 yılda 15.000 askerini kaybetti. Mücahidlerce Sovyetlerin 450 savaş uçağı düşürüldü. Tabii bu dış askeri destek olmadan ve özellikle de stinger füzeleri olmadan mümkün değildi.O günün medyası Amerika ve Suudilerin Afgan Cihadına ne denli büyük destek verdiğini başarıyla gizledi.Herkes Mücahid Grupların Kızıl Orduyu darmadağın ettiğini zannetmişti.Ne zamanki 1988 Kızılordu çekilmeğe ve 1989 da da tamemen çekilince Peşaverden Afganistana giriş yapan Taliban;başta CIA nın,Suudilerin ve Pakistan İstihbaratının tam desteği ile Mücahid Gruplarını bir bir safdışı bırakmıştır. Hikmetyar İran’a kendini zor atarak canını kurtarmıştı.Safdışı kalmayan bir tek rahmetli şehid Ahmet Şah Mesut güçleri kalmıştı. Bu kahraman Komutan Kızılorduyu Pençir’de sadece Allah’ın yardımıyla dize getirmiş bir komutandı ve  Taliban tarafından bir suikastla şehid oluncaya kadarda masumiyetini korumuş bir mü’mindi.Allah rahmet eylesin.
Bilindiği gibi Peşaver   Pakistan'da, Hayber-Pahtunhva eyaletinin merkezi olan şehir. Kâbil Irmağı'nın kolu Bara kıyısında, Lahor'un 385 km kuzeybatısındadır. Ünlü Hayber Geçidi'nin 15 km güneyinde yer alan kentin stratejik yeri önemlidir. Anlamı «sınır kenti» demektir. Geçmişte İpekyolu'nun önemli duraklarından biridir. Havaalanına sahip ender Pakistan şehirlerinden biridir.
Dünyanın dört bir yanından Müslüman genç Afganistan’da “Cihada” katılmak için önce Peşavere gider oradan da uygun bir “Mücahid Gurup”la irtibat sağlar,gerekli eğitimi aldıktan sonra da,Afganistan’a o gurubun çatışma bölgesine gönderilirdi.Türkiye’Arap Ülkeleri,Pakistan,Hindistan,Afrika ülkelerinden 10 binlerce Müslüman genç Afganistan’a geçmiş ve bir çoğu çatışmalarda şehid düşmüştür. Hayatta kalanlar Afganistan’da yaşadıkları travmayı ve çatışma havasını hiçbir tedavi/rehabilite ve destek almadan olduğu gibi kendi ülkelerine yansıtmışlar ve silahlı şiddetin tohumlarını ekmişlerdir.Bunların bir kısmı Taliban,el Kaide gibi Suud istihbaratı ve Cıa ile irtibatlı bir harekete dönüşürken,kimleri de Cezayir’de İslami Selamet Cephesi (FIS) ne karşı darbeyle  başlayan 1990 lar da ki  iç savaşta  karanlık GİA    oluşturdular.
Bu gün Afrika’da silahlı “İslamcılar” ın neredeyse tamamı; Peşaver/Afganistan/Suudi/Cia hattında şekillenmiş guruplardır ve İslam’dan anladıkları sadece İslam Devleti, halkı kurtarmak ve İslam’ı egemen kılmaktan başkası değildir. İslam Devleti dedikleri ise kendi hiziplerinin devleti, İslam’ın egemenliğinden kasıtları ise kendi sığ dini anlayışlarından başkası değildir.
Dolayısıyla Müslümanlar Şiddetle Davet arasında bir karar vermeleri gerekir.Kah şiddet yanlısı bir tavır,kah davetten dem vurmak şahitlikle bağdaşmaz.Salih amel için hakikate dayalı bir hikmet ve dini anlayış şarttır.
Hamaset ve barbarlık Müslümanlardan başka herkese yakışır lakin Müslümanlara asla!

Sayın Kemal Burkay’a Mektup
Hakpar Genel Başkanı olan Kemal Burkay,Facebook sayfasında şöyle bir başlık açıyor;
Evet, silahların susması elbet çok gerekli ve bu olumlu olur. Ama silahların susması Kürt sorunun çözümü olmuş olmayacak. Sanki PKK silah bırakırsa, silahlar sınır dışına giderse bu iş bitecek gibi bir anlayış var. Bu böyle değil. Bu 200 yıllık bir sorun. Cumhuriyet döneminde sürekli var olan bir sorun. Kanlı bir şekilde bastırılmış bir sorun. Sorunu PKK’den ibaret görmek yanlış olur. Kürt sorununda çözümün adresi sadece PKK ve Öcalan değildir. Çözümün adresi Kürt halkının bütünüdür. Kürt sorununu çözmek için pazarlık yapmaya da gerek yok. Çözüm isteği tüm kamuoyunun ve tüm kesimlerin isteğidir. Çatışmalardan hem Türk halkı hem de Kürt halkı bıkmış durumda ve herkes sorunun çözülmesini istiyor.”
Kürtlerin 200 Yıllık sorunu vardır da, Türklerin, Müslümanların, Rumların, Ermenilerin kaç asırlık sorunları vardır acaba? Bağımsız bir Kürdistan diyenlerin Ermenilerin ve Rumların Kürdistan’ın her bir karışında en az Kürtler kadar hak sahibi olduğunu göz ardı edebilirmiyiz. Hele de Bu “arındırma” işi beyaz Türkler tarafından yapılmış ve doğu ve güneydoğuda ki Kürtler de fiilen Ermenilere karşı kıyım operasyonlarına katılmış, yerlerini ve yurtlarına el koymuşken. “Kürt Sorunu” kronikleşmiş çözümsüz bir sorun gibi kitleleri karamsarlığa boğan yaklaşımlar, hiçte aydınların, siyasetçilerin işi olamaz. Hiçbir sorun çözümsüz değildir. Yeter ki iyi niyet olsun. İnsanlığın evrensel ilkeleri çerçevesinde sorunlara çözüm arayalım.Bu sorunu çözmede en etkili yol olduğu gibi en ağır kompleks sorunları bile basitleştirmeğe yeter.
Sayın Kemal Burkay’a söz konusu bu değerlendirmesine cevaben şöyle diyorum;
“Sayın Kemal Burkay.Siz uzun yıllar Avrupa'da yaşamış bir aydınsınız.Ve şiddet yöntemiyle bir çözümün olamayacağını pratik etmiş bir siyasetçisiniz.200 Yıllık Kürt Sorunu ve Çözümünden bahsediyorsunuz. Bu ülkede de yaşayan halklardan Sadece Kürtlerin mi sorunu var? Asıl "Sorunu" Kürt, Türk, Ermeni, Rum, Çerkez v.d. diye kategorize edersek, asıl sorunu içinden çıkılmaz hale bizzat bu sorundan rahatsızlık duyan BİZLER sokarız. Bu ÜLKEDE herkesin SORUNU vardır. Sorun sosyo ekonomik kültürel siyasal bir sorundur salt Kürtleri ilgilendiren bir sorun değil tüm halkları ve bireyleri etkilemektedir.Ve bu sorunlar Erdoğan ve Gül önderliğinde son 10 yılda büyük ölçüde çözüme kavuşturularak giderilmeğe çalışılmaktadır ve çok büyük yol alındığı da malumdur.
Sizin gibi Avrupa görmüş bir aydın ve Halkı için büyük ve acı deneyimler yaşamış bir siyasetçi; sadece Kürt halkına yönelik etnisite temelli bir siyaset değil, tüm halklara yönelik demokrasi ve özgürlük temelli bir siyaset yapmasını ve demokrasi ve özgürlük temelli bir söylem geliştirmesini beklerdim. Yoksa yanılıyor muyum? Türkiyeli bir Kürt Aydın ve Siyasetçi olarak Sizden beklentimiz; Türkiye’deki Özgürlüklerin ve Demokrasinin gelişmesi, genelde tüm halkların, özelde Kürt halkının daha bir aydınlanması, demokrasiyi daha bir içselleştirmesi için bir siyaset ve söylem geliştirmektir. Ama görüyoruz ki Pkk nın ırkçı ve bölücü/ayrılıkçı söylemlerinin silahsız bir versiyonu ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır. Eğer bu gün Kürdistan denilen bölgelerde Roma dönemine Miladi 7 yy dönecek olursak Kürtlerin ve Türklerin güneydoğu ve Doğu Anadolu’da esamesi bile okunmaz. Unutulmamalıdır ki Anadolu Müslüman Türkler tarafından Doğu Roma’nın hâkimiyetinden savaşla kazanılmış bir yurttur. Bu güne değil de geçmişi kurcalayarak bir değerlendirme ve siyaset belirlenecek olursa, Kürtler hiçte hoşnut olacağı sonuçlarla karşılaşmayacaktır.
Değerli Taha Akyol’un “Bu Vatan Hepimizin” başlıklı yazısı erdem ve hikmet dolu bir içeriğe sahiptir ve herkesin bu makaleden alması gereken dersler mevcuttur.

Çözüm; Türkiye’den ayrıştırılmış bağımsız bir Kürdistan’mı dır SİZCE? Yoksa bir arada, tüm halkların eşit yurttaşlar olarak özgürlük içinde; demokrasiyi hatta Darusselam Yurdu oluşturarak tüm Bölge halklarına bu bağlamda katkı sağlayan, örnek olan bir Ülke, bir vatan oluşturmak mıdır amacımız? Bu iki soruya açıklıkla cevap vermek; 30 yıllık bir çatışma atmosferinde büyük bir ırkçı bir vurguna maruz kalmış Türk ve Kürt halklarının özellikle de gençlerinin daha çok ırkçılık bataklığına saplanmasına ya da bu sarsıntıdan kurtulmasına katkı olacağı inancındayım. Selam, sevgi ve saygılar sunarım Sayın Başkan!”

Mısır ve Tunus Deneyimi

Maalesef acı da olsa gerçek şudur;İslam dünyası tarihin gerisinde tökezleyerek ağır aksak seyrediyor. Yönetim ve siyaset konusunda hala, Emevi ve Abbasiler sultanlarının dinarla kotardığı siyaset fıkhı, İslam’ın esası zannediliyor.
 İhvanın ve Nahta’nın bunca deneyimine rağmen gerek Mısır’daki ve gerekse Tunus’taki  siyasi gelişmeler bir daha gösterdiki;Müslüman zihni baskıcı,dayatmacı,tekçi bir siyasi algıya sahiptir.Her iki hareketin demokrasiden ve halkların özgürlüğünden,çoğulculuktan,meşruiyetten,birlikte yaşamdan yana ortaya koyabileceği bir şey de yok gibi görünmektedir.
Müslümanlar Hicri 1.yy dan 7 yüzyıla kadar ümmetin başına tebellaş olan Emevi ve Abbasi despotizminin hükümferma saray mollalarının bakış açılarıyla oluşturulmuş hilafet ve siyaset kuramı ile modern dünyada ne belirleyici olabilirler nede sözlerini dinletebilirler.Bırakın bunları kendi ayakları üzerinde bile duramazlar.İslam dünyasının bu gün içinde bulunduğu vasat bunun delilidir.
İşte İran’ın hali ortadadır. Otuz üç yıl önce İslam Devrimi 10 yılda despotizme dönüştür ve bu gün; Tahmili Savaşın 8 yıllık başbakanı Mir Hüseyin Musavi ile eşi Zehra Zehravand ve O dönemin Meclis Başkanlığını yapmış Kerrubi 3 yıldır hukuksuz bir şekilde ve yargısız olarak  hapisteler.  
Özgürlüğün, saygınlığın, birey olmanın, haklarının güvence altında olduğunu tatmış modern insanı tek adama biat ettirip, ölünceye kadar vesayetinde kalmayı izah etmek mümkün değildir. Gerekli ve doğru da değildir.
Kurandan, Rasulullah’ın uygulamalarından ve insanlığın tecrübelerinden yeni bir siyaset ve yönetim, tüm beklentilere ve ihtiyaçlara cevap verecek din- devlet-halk ilişkisi, temsiliyette demokrasiyi de aşan bir halkın kendi kendini yönetmesinde ileri bir düzeyi yakalayan bir değişimi gerçekleştirmek şarttır. Bunun içinde statükonun paradigmalarını bir kenara bırakmamız şarttır.
Geçmişin taklidi ile günümüzü anlamak ve yönetmek hayaldir ve aldatıcıdır. Bir o kadar da hüsrandır. İran Devrimi ile gözlemlediğimiz budur. Mısırda kısa bir sürede ortaya çıkan engel bunun göstergesidir. Tunus’da bile bu gün yaşanan siyasi çalkantının temelinde bu vardır.
Raşid el-Gannuşi, Tunus'ta muhalefette bulunan Demokrat Yurtseverler Partisi Genel Sekreteri Şükrü Belıyd'in öldürülmesi ile ilgili ilk değerlendirmesinde; ''İslam, demokrasi ve batıyı bir araya getirmeyi başaran Arap Baharı devrimlerinin düşürülmeye çalışıldığını ve bunun siyonist hareketin başını çektiği silah tüccarları tarafından yapıldığını'' ifade ederek  bu suikastın  kesinlikle başta  iktidardaki Nahta Hareketinin   işine gelmediğini ama eski rejim güçlerine bir fırsat yarattığının altını çizmiştir.
Gannuşi’nin  yaklaşımı doğrudur.Ve  siyaset-devlet-toplum algısı geleneksel kesimlerinkinden çok farklıdır.
Bakalım Tunus ve Mısır’da Müslümanların siyasi görüşleri ne kadar başarılı olacaktır,toplumsal güçleri ne kadar arkasına alacaktır?Bu ayni zamanda bir test niteliğindedir.Ve maalesef umut vermekten de uzaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası