RemzîPêşeng/Timetürk
10.04.2013
“Bireylerin
ve toplumların taşıdıkları dini inançlar hiçbir zaman sorgu altına
alınamazlar. Felsefe ve bilimde en çok kullanılan ‘neden ve niçin’
sorusunun en az kullanıldığı alan “Türk İslamcıları, Hizbullah ve PKK çevresi
olmuştur.”
Şimdi gündemde Hizbulah var. Bu örgütün nasıl ortaya çıktığı kimler tarafından korumaya alındığı çok iyi biliniyor. Ama Hizbullah gibi sayıları onbinlere varan bir örgütün nasıl olup ta bir haftada ortadan kaldırılabildiği ya da etkisizleştirildiğini hiç kimse soramıyor. Hizbullah ta köken olarak Kürtler’den oluşuyordu ve bu örgüt PKK tabanını yıldırmada ustaca kullanılıyordu. O halde ne oldu da Hizbullah’a ihtiyaç duyulmaktan vazgeçildi ve şimdi neden tekrar ihtiyaç duyuldu. ? Bu durumu Öcalan’ın Türkiye’ye dönüşünden ve yeni gibi sunulan stratejinin açıklanmasından ayrı düşünemeyiz.
İsa Bagasi
“Kendi Dilinden Hizbullah” adlı çalışmanın sahibi Türk merkezi yapının
Hizbulah ile ilkişkisini Tesadüfler olarak belirmektedir. Tarihte tesadüfler
olmaz mı? Elbette olur. Ama tesadüflerin stratejik hesapları hiçe
saydığı daha görülmedi. Bu anlayışlar içinde Hizbulahın yaptığı
açıklamalar çok eksik buluyorum. 17 Ocak 2000 yılında yapılan operasyonun
tesadüfi olup olmaması hiçbir şeyi değiştirmez. Öyle de olmuş olabilir.
Ama o güne kadar desteklenen örgütün işlevsiz hale getirilmesini
bu tesadüfün sonucu olarak açıklamak yetersiz kalır. Yine burada
da karşımıza örgüte samimi duygularla katılmış insanların yargıları
çıkıyor. Birileri tarafından açılan yola ve desteklenen hareketlere
sonradan katılanların düşünceleri hep bu doğrultuda olmuştur. Onlar
hep örgüt adı altında onurlarını korumaya çalışmışlardır. PKK’den
ayrılanlar da kendilerini öyle açıklamıyorlar mı? PKK’nin geçmişine
toz kondurmamakla onurlarını koruduklarını sanıyorlar.
Hizbullah ta görülen böylesi bir tesadüfiliktir.aynı Tesadüfilik PKK’nin
eylem anlayışı için gecerli oldugu gibi, Cezayir Askeri Güvenlik subayı
Albay Mohammed Samraouı’ında itiraf ettiği gibi FİS içinde aynı
Tesadüfilik söz konusudur.
“Tesadüfilik”
kavramının, alınmış olan bir karar üzerinde fazla etkili olamayacağını
açıktır. Ancak “Güneydoğu’da PKK’ye en büyük darbeyi vuranların” kendileri
olduğunu, Ama bu savaşta neden PKK’nin dağ veya lider kadrolarını
değil de, halk tabanını hedeflediğiniz bir sorudur. Bu nedenle, İslam
adına yola çıkanların mazlum bir halk durumunda olan Kürtleri teorilerinde
nereye koyacakları belliyken bu halkın üyelerinin “PKK destekçileri”
olarak hedefe konulmasını anlamakta güçlük çekiyorum.
PKK ve Hizbullah
eğer kendileri için birer örgüt olsalardı halka karşı çok daha sorumlu
davranmaları, politik sahnede ise çok daha diplomatik olmaları
gerekirdi. Oysa Hizbullah, Humeyni kadar bile muhalafet unsurlarını
kullanma becerisi gösteremedi.
Ama
bugün Osmanlı ve Türk islamcıları sonuna kadar İslami “kavramlardan” bile
sonuç elde etmişlerdir. “Kutb-i alem-kutbu’l aktab-Mehdi-Veli-İmam-halife”
vb tüm vasıfları muhataplarına göre özenle kullanmıştır. Kutbluk ve Velilik
iddiasının iki amacı vardı. ilkin, Safevilerin pir sıfatına karşı kutbu’l
aktab sıfatıyla, üstünlük, öbür yandan Hz Ali ve velayet sahibi imamları
her iktidar üstünde sayan “Kızılbaşların”( Türklerirn tabiri) ve öbür
grupları ve Bektaşilikle özdeşen yeniçerileri itaat altına almak, Arap
dünyasında Sünni hükümdarlardan farklı olarak imam-halife sıfatıyla
Müslümanların genel başkanlığını ve Şeriatın temsilciliği savında, öbür yandan,
kutbu’l aktab sıfatıylada tasavvuf ve tarikatların koruyucu olma
iddiasındaydılar.
Her ekolün
bir tarikat ile ilişkili vardı, Türk İslamcılar, Kürtleri denetim altına almak
için,bu yönlü bir çok politika geliştirdi. Ve bu politik uygulamalardan somut
siyasi sonuç almışlardır. Belgelerde de görüldüğü gibi, Şeh Ubeydullah,
Azerbeycan’a vali tayin etmiş ve o bölgeyi denetim altına almıştır. İran
Devleti, Şeyh Ubeydullah’ın Kürdistan dan uzak bir yere iskana mecbur tutulması
şartıyla, Rusya ve Osmanlı ile ittifak eder. Azerbeycan’ı, Rusya’ya,
Osmanlının kaybettiği topraklardan olan, Kazlı Göl, Yarım Kaya, Sorbehan,
Mirivan, Lahican hudut ve mahallerince olan meselelerin dahi Osmanlı
Devleti hukuku çerçevesinde iadesine konusunda anlaşmaya gidilir. Belgelerden
de anlaşıldığı gibi bu ittifak, ( İran-Rusya-Osmanlı ) ittiha-i İslam
olarak tanımlanmaktadır.
Fakat asıl
konu, Osmanlı’nın Kürdistan politikası “toprak” üzerinden yürüttüğü ayrıntılı
bir şekilde görülmektedir. Osmanlı siyasi alanını genişlettikçe bu kavramlara
yenilerini ekler, fethettiği bölgeleri Türkleştirmekle birlikte o toprakları şenlendirmiştir.
Kürtlerin
Osmanlıya olan bağlılıklarına ise, ihlas ve samimiyet timsali örneği
şeklinde dinsel bir mana katmışlardır. Buna aykırı bir tutumda olmak ise, Halifeye
karşı gelmek, ve haşarat ve Şaki sıfatlarıyla psikolojik
baskı altına aldığına şahit oluyoruz.
Yani soru
şudur; neden Hizbullah ve benzeri örgütlenmeler Kürtler lehine siyasi sonuç
alamamaktadır? Osmanlı ve Türk İslamcıları İslami her kavram üzerinden siyasi
sonuçlar alırken, neden Kürt hareketleri siyasi sonuç alamamaktadır? İşte bu
durum Hizbullah’ın ve PKK’nin özgünlüğünü tartışmaya açar.
Kürtlerin
PKK ve Hizbullah üzerinden satatüsüzleştirilmesinin örnekleri tarihsel
verilerdede mevcudtur. Bu konuda bir örnek olarak Kürdistan'da toplumsal
yapının paramparça edildiği ve bu parçalanmışlık üzerinde yüzlerce otoritenin
oluşturulduğu gerçeği, Seyyit Abdülkadir'in ailesi içinde de görülmektedir.
Yeğeni Seyit Taha ile giriştikleri iktidar mücadelesinde çeşitli devletler bu
işe kolaylıkla el atabilmektedirler. Ulusal çapta olmayan, bölgesel, ailesel
çelişkilerde büyük devletlerin çok büyük avantajlara sahip olduğunu bu tip
olaylar göstermektedir. Bölgedeki etkili aileler arasındaki çelişkilerin,
aşiretler ve beylikler arası çelişkilerin büyük devlet politikası karşısında
"kullanılmış" olmaktan başka kaderi yoktur.Bu tip çelişkilerde hâkim
devletler istedikleri politikayı uygulayabilmektedirler.
Seyit Taha
ile Seyit Abdulkadir arasındaki çelişkide de bu böyle olmuştur. Osmanlı, Seyit
Abdulkadir ile kendisine uygun politik bir zemin yaratırken, Osmanlıcılığa
bulaşmamasıyla belki ilk bakışta dikkatleri üzerine çeken Seyit Taha, bağımsızlık
yanlısı Şeyh Mahmut Berzenci hareketine karşı İngiliz politikası içinde elde
tutulan bir unsur haline getirilmiştir.
Böylece her
iki tarafın “dini ve siyasi” güçleri ulusal hareketin aleyhine işletilmektedir.
PKK ve Hizbullah örneğinde oldugu gibi. Seyit Taha Şemdinan şeyhliği için
girdiği mücadeleyi, İngilizlerin kendisini 5 Haziran 1923 yılında Rewanduz
kaymakamı yapmasıyla tamamlanmıştır. Böylece Osmanlı devletinin ciddiye aldığı
en güçlü bölgesel otoriteye sahip olan bu aile parçalanmakla kalmamış, aynı
zamanda Şeyh Mahmut Berzenci hareketine karşı hale getirilmişlerdir. Seyit
Taha sadece bununla kalmamış, İran Kürtleri arasında başlıca güç odağı olan
damadı Şikaki Aşireti Reisi İsmail Ağa Simko ile de çelişki içine düşmüştür.
İkinci Paylaşım
Savaşı’ndan beri Sovyet tehdidine karşı geliştirilen “Düşük Yoğunluklu
Savaş” konsepti içinde radikal akımların gerek manipule edilerek,
gerek dejenerasyona uğratılarak kontrol altına alınması emperyalist
sistem için başlı başına bir yönetim ve denetim sorunu olmuştur.
NATO üyesi
devletler içinde yaratılan ‘Gladio’ tipi örgütlenmeler kapitalist
Batı’da devletin korunması için gerekli bir yapı olarak görülmüş ve
Fransa, ABD ve NATO ile olan farklılığına karşın bu örgütlenmeyi kendi
devlet yapısında da kurmakta tereddüt etmemiştir. Bu durum Gladio
tipi örgütlerin devletin korunmasında ne kadar gerekli olduklarını
gösteriyor.
Avrupa’daki
tüm Gladio tipi örgütlenmeler Fransa örneğini takip ederek 1981 yılından
itibaren kısa aralıklarla bir bir dağıtıldı. Bu konuda herkes hemfikir.
Ama neye dönüştürüldüğü konusunda hiçbir düşünce ortada yok. Her
devletin kendi yapısındaki yeniden organizasyonları tamamladıktan
sonra bu tür örgütlenmelere son verdiğini söylemek ‘devlet’ kavramına
çok daha uygundur. Çünkü modern devlet artık uyandırılınca uyanan
değil, bilen, gören, öngören ve önleyen devlet konumuna gelmiştir.
Türkiye’de
ise kamuoyu konunun bilincine tam yıllar sonra vardı.Ve 2003 yılında
AB ile yapılan görüşmelerin bir evresinde MGK bünyesinde yıllarca
çalışan ‘Toplumla İlişkiler Başkanlığı’ adında, kadrosunda
kimlerin olduğu bile bilinmeyen bir yapı ortaya çıktı. Bu yapının
lağvedilip, “sivilleştirilerek” İçişleri Bakanlığı’na devredildiğine
tanık olduk.
TİB’nin ‘psikolojik
hareket faaliyetleri’ yürüttüğü, toplumun yönlendirilmesi için
iş, işveren ve basın çevrelerinden yararlandıkları, toplumu psikolojik
olarak nasıl yönlendirdiği konusunda birkaç satır aralarına raslandı
ama esas olarak hangi somut olayda, hangi somut görevler üstlendikleri
kapalı kaldı. Kürdistan da ki sivil dernek ve cemaatler TİB bir uzantıları
olduğu artık belirginleşmektedir.
İşte
bu ve benzeri örgütlenmeler aracılığı ile devlet toplumda var olabilecek
boşlukları doldurmaya çalışılıyor. Böylece bağımsız, denetimden
uzak kalma riski olan örgütlenmeleri daha yolun başındayken gereksiz
hale getiriyor. Propogandanın yükü denetim alanı içinde kalan örgütler
lehine kullanılıyor ve kitleler açılmış olan bu kanallarla etki altına
alınıyorlar.
Türk İslamcı
camianın ve Hizbullah’ın durumuna en açık örnekliği Cezayir’de “İslam”
adına yürütülen savaşta verebiliriz. Ülkede demokrasi güçlerinin
gelişmesinden endişe duyan askeri rejim, İslami hareketlerden
FİS’e legal bir parti olması için desteklerini vererek legal sahaya
çekilmiştir. Bundan sonra ise hiç hesapta olmayan aşırı İslami güçler
devreye sokularak, bu kez ılımlı, legalize olan İslam hareketi kendini
savunma zorunda bırakılmıştır. Bunlar bugüne kadar ki Cezayir pratiğinde
bilinen şeyler.
Bilinmeyen
ise “Cezayir standartlarıyla konuşursak” “derin devlet”in bu işlerde
ne derece yol aldığıdır. Ülkesi için hizmet ettiğini sanan Cezayir
Askeri Güvenlik subayı Albay Mohammed Samraouı’nin gizli servisteki
‘derinliğin’ kaynağına ulaştığı noktada bu bilgiler de kamuoyuna
ulaştı. Albay Samraoui, 16 Kasım 2003 yılında Fransız Liberasyon gazetesine
yaptığı açıklamalarda derin devletin radikal İslami örgüt GİA’yı
nasıl kullandığını anlatmaktadır. Daha da ileri giderek GİA’nın
bizzat Cezayir Güvenlik Servisi tarafından kurulup faaliyete geçirildiğini
iddia etmektedir. Saf ve samimi duygularla bu guruba katılan “İnananlarla”,
stratejik noktalarda kullanılmak üzere görevlendirilen “kullanılanların”
birbiri içine geçtiği bu tip örgütlerde doğru ile yanlışı bulmak,
bu süreçten sonra sapla sapanı ayırmak gibi bir şeydir.
Yine devlet
elindeki tüm teknik ve maddi imkanlara karşın bu örgütü denetlemeyi
başarmakta zorlanmıştır. Yine bu nedenle gizli servis içindeki çeşitli
gurupların uygulamalarda birbirleriyle çatıştıklarına bile şahit
olunmuştur. Bu çatışmaların ardında birçok ‘falili meçhule’ giden
de olmuş, liderlik kadrosunda birbirine giren de olmuştur.
Bu nedenledir
ki GİA’nın “İslam” adına uyguladığı kör şiddet Cezayir’de derin devletin
kökleşmesine hizmet etmekten başka bir işe yaramamıştır. Öyle ki
bu örgüt ve içindeki gizli servis elemanları Cezayir sınırları dışındaki
operasyonlarda bile kullanılmışlardır.
Olayı kendi
içindeki radikal İslami güçlere karşı yapacağı operasyonlarda
ustaca kullanmıştır. Ben biraz daha ileri giderek anlatılanlara
şunu ekleyeceğim: Bugün Cezayir basını ülkede süren savaşa adını
vermiştir: TÜRK USULÜ SAVAŞ. Bu Türkiye’nin kendi savaş tecrübesini
başkalarına da verdiğinin ifadesidir. Rakamlara bakarak bir karşılaştırma
da yapabiliriz: Türkiye’de kontrollü savaşın kurbanları 15 yıl
içinde 30-40 bin dolayında bulunurken son 10 yılda Cezayir’de ki ölü
sayısı yüzbinleri aşmıştır. Aradaki fark herhalde eldeki metodların
kendisinden değil, uygulamalardaki yeterlilik sorunundan kaynaklanmaktadır.
Ne de olsa Cezayir yeni bir devletti ve bu kadar acemiliği de olacaktı.
Bireylerin
ve toplumların taşıdıkları dini inançlar hiçbir zaman sorgu altına
alınamazlar. Felsefe ve bilimde en çok kullanılan ‘neden ve niçin’
sorusunun en az kullanıldığı alan “Türk İslamcıları, Hizbullah ve PKK
cevresi olmuştur.
Her dinin
kendine has kutsallığı vardır. Ve hiçbirisi diğerine göre daha
‘kutsal’ değildir. Hepsi de içinden çıktıkları toplumları düzene
koymanın yollarını aramışlardır. Bir diğerini etki altına alarak
evrenselleştirilmek istenmesi ve emperyalist politikaları kolaylaştırmaktan
başka bir işe yaramaz.
Cezayir
deki İslami hareket ile Hizbulllahın benzerlikleri
tesadüfilikle yorumlana bilinirmi.? Hizbullah “Hıristiyan batının
İslam ümmetini ve onun en güçlü temsilcisi olan Türkiye’yi
“Milliyetçilik” illeti ile bölme oyununu dillendirmeye başlaması tesadüfilik
ile yorumlanamaz. PKK ve Hizbullah’ın gösterdiği yaklaşımlarda “Milliyetçilik”
kavramı baş köşeye oturtulmuş, bütün analizler bu konsept etrafında formüle
edilmiştir. Kürt toplum yaşamında sanki başka alternatifler varmış gibi,
Milliyetçi karakteri ön plana alınarak teorik bombardıman altına almışlardır.
Varılan sonuç ise, açıkça söylenmese de, bölge devletlerinin varlık
nedenlerini meşrulaştırmaktan başka bir işlev görmemiştir. Kemalistlerin
“Doğu’daki sözde feodal ağalara kaşı mücadelesini” meşru gören özel Kuvvetler
olan İslamcıların geleneğine de uygundur. Sonuç, İslamcı entellektüel terör
Hizbullah üzerinden, Kemalist elektik yapıda PKK üzerinden Kürtleri baskı
altına aldığını gösteren örneklerden biri olarak dikkat çekicidir
Dolayısıyla
anlatmaya çalıştığım örnekler gizli örgütlenmelerin karekterinden
gelmektedir. Gizli sandığımız örgütlenmelere başka gizli eller
çok daha kolay girmektedir. Kürt cemaatlerinin bu oyunları boşa çıkarmak
maksadları var ise, Politikadaki bu tür manipülasyonların tek
panzehiri açık toplumlar ilegaliten soyutlanmış siyasettir. İşte o zaman
her örgüt kendisi için örgüt olabilir ve o zaman “halk için” hizmet yapıldığını
iddia edebilir. Sadece politik alan değil, Kürdistan daki dini inançlar
da aynı hak alanı içindedirler.
Yeni süreci
eskisinden farklı kılan nedir ? ve neden desteklenmelidir?
Türkiye’de Kürt sorunu ilk defa bir siyasal iktidar tarafından sivilleştirilerek ele alınmaktadır. Bu fırsatı hem Kürt siyasetinin hem de bu güne kadar sorunu sadece as...keri boyutlarıyla ele alıp çözmeye çalışan ama başaramayan güçlerin iyi değerlendirmeleri gerektiği kanısındayım.
Bu güçlerin tek kaygısı her türlü baskıyı uygulayarak Misak-ı Milli sınırlarını koruma odaklıydı. Onlar hükümetlere yol, okul ve birkaç devlet yatırımı yetkisi verirken, işin askeri ve siyasi yanını kendilerine saklıyorlardı. ve daha da ileri gidersek Türkiye öylesine ilginç safhalardan geçti ki,Genelkurmay İstihbaratıyla Mit, Jitem Emniyet istihbaratının birbiriyle çatışmasına tanık olduk. Hükümetler ise bu garip savaşı sadece izlenmekle yetiniyorlardı
Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasından önce ve sonrasında Onun üzerinden yürütülen politikalarda sivil idare olarak hükümetlerin gerçekte hiçbir etkinlkleri olmamıştır. sadece,askerlerin sıkıştığı yerlerde bürokratik sorunları gidermekle sorumlu kılınmışlardır
İmralıya özel bir statü verilmiş ve Öcalan üzerinde askeri bir vesayet yakın zamana kadar uygulana gelmiştir.Bugüne kadar yapılan çeşitli denemelerin başarısızlıkla sonuçlanmasında bu vesayetin önemli bir rolü vardır. Çünkü sorunun siyasi yanı sürekli boşlukta kalmıştır.Sürecin ilerletilmesinde Öcalanın verdiği mesajların da yeterli olmadığı görülmüştür
Siyasette askerin ketum davranması, sivillere de verilmeyen inisyatif, sorunun boşlukta sallanmasına neden olmuştur.
Çünkü cumhuriyet tarihi boyunca jandarma baskısından çok çeken Kürt insanı silahlı gücün kabalığına boyun eğmiş ama güvensizliğini
kalbinde her zaman saklamıştır.
Bu PKK hareketi için de geçerlidir. Adına ister “Derin devlet”, ister “Özel Harp Dairesi” veya şimdi çok yaygın olarak kullanıldığı şekilde “Ergenekon” diyelim Öcalan, üzerinde dolaşan bu hayaletlerden bir anlamda kurtulmuş durumdadır. Diğer bir deyimle şimdi Öcalan’da “özgür” durumdadır.
Bu nedenle cumhuriyet tarihi boyunca askeri vesayet altında çözülmeye çalışılan ama bir türlü çözülemeyen Kürt sorununun bu vesayetten kurtuluş aşamasına geldiği tarihsel bir dönemden geçmekteyiz demek doğru olacaktır. yıllardır devleti ve cumhuriyeti korumayı sadece kendilerine ait gören militer bir eğitimden geçen askeri kadroların bu görevi aynı derece hak sahibi olan sade vatandaşa da vermelerinin zamanı gelmiştir.
Eğer bir toprak üzerinde yaşayan insanlara vatandaşlık bağının doğurduğu güven ve sıcaklığı veremiyorsanız,sorun onlarda değil, sizdedir, Türkiye bundan böyle kışla kültürlü hükümet modelleriyle yönetilemeyecek kadar ağır sorunlarla karşıkarşıyadır.
Kürt sorunu üzerinden tartışacağımız onlarca sorun su yüzüne çıkmaktadır. Bütün bu sorunlarla karşıkarşıya kalıp çözüm üretmeye çalışan ise sol bir iktidar değil paradoksal olarak bu terimlere “yabancı” gibi görünen muhafazakar bir hükümetin oluşudur. Gelinen aşamada Kürt sorununun siyasal boyutuyla ters orantılı olarak silahla karşı durmaya çalışan PKK kendisinin bir sorun haline geldiği gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Kürt sorununun siyasal çözümünde kullanılmaya çalışılan bu silahlı bir güç, şimdi çözümün karşısında olan bir güç haline dönüşmüştür,şu anda yaşanan yarım kalmış, Kemalizmin çözmekte yetersiz kaldığı, ama er ya da geç yapılması gereken cözüm süreci
Türkiye’nin çağdaş dünyaya açılması bu sorunu doğru cagdaş ölcülerde ele alarak tamamlanmasıyla mümkündür. ve eğer Öcalan sorunu sadece PKK/Kürt sorunu açısından alırsa dönemin sorunlarına olması gereken yanıtı veremeyecektir.
Çok daha geniş kapsamlı, Türkiye'nin derinliğine inen sorunlarıyla beraber ele alması halinde tarihsel rolünü gerçek anlamıyla oynamış olacaktır.
Bu yaklaşım tarzı kronikleşmiş PKK sorununun daha anlaşılır boyutlarda çözülmesine yardım edecektir. Öte yandan barış süreci Kürt siyasetinin de sivilleşmesinin önünü açacaktır. Özellikle yerel yönetimlerin güçlendirilmeleriyle bugün pasif durumda olanlarda canlı ve dinamik tarzda politikaya katılmasına yardımcı olacaktır. ve böylece eksik olan hukukun taşları ancak bu şekilde yerine oturtulabilecektir. daha bir cok nedenle yeni süreci eskisinden farklı kılar ve desteği hak eder.
Türkiye’de Kürt sorunu ilk defa bir siyasal iktidar tarafından sivilleştirilerek ele alınmaktadır. Bu fırsatı hem Kürt siyasetinin hem de bu güne kadar sorunu sadece as...keri boyutlarıyla ele alıp çözmeye çalışan ama başaramayan güçlerin iyi değerlendirmeleri gerektiği kanısındayım.
Bu güçlerin tek kaygısı her türlü baskıyı uygulayarak Misak-ı Milli sınırlarını koruma odaklıydı. Onlar hükümetlere yol, okul ve birkaç devlet yatırımı yetkisi verirken, işin askeri ve siyasi yanını kendilerine saklıyorlardı. ve daha da ileri gidersek Türkiye öylesine ilginç safhalardan geçti ki,Genelkurmay İstihbaratıyla Mit, Jitem Emniyet istihbaratının birbiriyle çatışmasına tanık olduk. Hükümetler ise bu garip savaşı sadece izlenmekle yetiniyorlardı
Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasından önce ve sonrasında Onun üzerinden yürütülen politikalarda sivil idare olarak hükümetlerin gerçekte hiçbir etkinlkleri olmamıştır. sadece,askerlerin sıkıştığı yerlerde bürokratik sorunları gidermekle sorumlu kılınmışlardır
İmralıya özel bir statü verilmiş ve Öcalan üzerinde askeri bir vesayet yakın zamana kadar uygulana gelmiştir.Bugüne kadar yapılan çeşitli denemelerin başarısızlıkla sonuçlanmasında bu vesayetin önemli bir rolü vardır. Çünkü sorunun siyasi yanı sürekli boşlukta kalmıştır.Sürecin ilerletilmesinde Öcalanın verdiği mesajların da yeterli olmadığı görülmüştür
Siyasette askerin ketum davranması, sivillere de verilmeyen inisyatif, sorunun boşlukta sallanmasına neden olmuştur.
Çünkü cumhuriyet tarihi boyunca jandarma baskısından çok çeken Kürt insanı silahlı gücün kabalığına boyun eğmiş ama güvensizliğini
kalbinde her zaman saklamıştır.
Bu PKK hareketi için de geçerlidir. Adına ister “Derin devlet”, ister “Özel Harp Dairesi” veya şimdi çok yaygın olarak kullanıldığı şekilde “Ergenekon” diyelim Öcalan, üzerinde dolaşan bu hayaletlerden bir anlamda kurtulmuş durumdadır. Diğer bir deyimle şimdi Öcalan’da “özgür” durumdadır.
Bu nedenle cumhuriyet tarihi boyunca askeri vesayet altında çözülmeye çalışılan ama bir türlü çözülemeyen Kürt sorununun bu vesayetten kurtuluş aşamasına geldiği tarihsel bir dönemden geçmekteyiz demek doğru olacaktır. yıllardır devleti ve cumhuriyeti korumayı sadece kendilerine ait gören militer bir eğitimden geçen askeri kadroların bu görevi aynı derece hak sahibi olan sade vatandaşa da vermelerinin zamanı gelmiştir.
Eğer bir toprak üzerinde yaşayan insanlara vatandaşlık bağının doğurduğu güven ve sıcaklığı veremiyorsanız,sorun onlarda değil, sizdedir, Türkiye bundan böyle kışla kültürlü hükümet modelleriyle yönetilemeyecek kadar ağır sorunlarla karşıkarşıyadır.
Kürt sorunu üzerinden tartışacağımız onlarca sorun su yüzüne çıkmaktadır. Bütün bu sorunlarla karşıkarşıya kalıp çözüm üretmeye çalışan ise sol bir iktidar değil paradoksal olarak bu terimlere “yabancı” gibi görünen muhafazakar bir hükümetin oluşudur. Gelinen aşamada Kürt sorununun siyasal boyutuyla ters orantılı olarak silahla karşı durmaya çalışan PKK kendisinin bir sorun haline geldiği gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Kürt sorununun siyasal çözümünde kullanılmaya çalışılan bu silahlı bir güç, şimdi çözümün karşısında olan bir güç haline dönüşmüştür,şu anda yaşanan yarım kalmış, Kemalizmin çözmekte yetersiz kaldığı, ama er ya da geç yapılması gereken cözüm süreci
Türkiye’nin çağdaş dünyaya açılması bu sorunu doğru cagdaş ölcülerde ele alarak tamamlanmasıyla mümkündür. ve eğer Öcalan sorunu sadece PKK/Kürt sorunu açısından alırsa dönemin sorunlarına olması gereken yanıtı veremeyecektir.
Çok daha geniş kapsamlı, Türkiye'nin derinliğine inen sorunlarıyla beraber ele alması halinde tarihsel rolünü gerçek anlamıyla oynamış olacaktır.
Bu yaklaşım tarzı kronikleşmiş PKK sorununun daha anlaşılır boyutlarda çözülmesine yardım edecektir. Öte yandan barış süreci Kürt siyasetinin de sivilleşmesinin önünü açacaktır. Özellikle yerel yönetimlerin güçlendirilmeleriyle bugün pasif durumda olanlarda canlı ve dinamik tarzda politikaya katılmasına yardımcı olacaktır. ve böylece eksik olan hukukun taşları ancak bu şekilde yerine oturtulabilecektir. daha bir cok nedenle yeni süreci eskisinden farklı kılar ve desteği hak eder.
İstifade
edilen eser ve makaleler: İsa Bagasi; Kendi dilinden hizbullah. Bir kez daha Kürt kartı, Rick
Francona. Kürtler şans yakalıyor Ama hala tehlike dışında değiller, Nick Cohen.
Îslam û Ewrûpa; Ingmar Karlsson. Hasan Yıldız. jeopolitik yapılar
açısından Ab, Türkiye ve Kürtler: Diplomasi: Henry Kissinger. Serbesti
Dergisi, Güney Kurdistanda siyasi İslam sayısı. Remzî Pêşeng; Dördüncü
Bakış; Kürt milliyetçiliğinin alt yapı analizi.
Yorumlar
Yorum Gönder