Silahlar
Susarken;Barış ve Kardeşlik Yanıbaşımızda!
15
Ağustos 1984'te Siirt'in Eruh baskını ile başlayan Pkk terörü,29 yıllık süreçte
Türkiye’nin başını önemli ölçüde ağrıttığı, maddi ve manevi güç kaybına sebep
olduğu bir gerçektir.
Otuz
yıl öncesinin egemen siyasi koşulları dağa çıkışı adeta zorunlu kılıyordu. Ağır
insan hakları ihlalleri, inkâr, sistemli asimilasyon politikaları; Kürt
muhalefetinin silahlanmasını hem teşvik etmekteydi hem de meşrulaştırmaktaydı.
Bu
süreç boyunca ağır bedeller ödendi. On binlerce yurttaşımız hayatını
kaybetti.Bir o kadarda dul,yetim ve
yaralı bıraktı geride.Halkımızın fakirliğinde,demokrasinin geriliğinde bu 30
yıllık çatışmanın büyük payı olduğu herkesin malumudur.
Gelinen
nokta da Türkiye’nin ve Kuzey Irakta oluşan sosyo ekonomik yapının
artık sorunları çatışmayla değil,siyasetle çözümü dayattığı görülmektedir.Kuzey
Irak ‘ta oluşan sosyo ekonomik ve siyasi yapı,bölgedeki dengelerinde dayatması
ile Türkiye ile ortak hareket etmeği yani Türkiye’ye partner olmayı zorunlu
hale getirmektedir. Kürt halkının orta sınıfı, aydınları artık yeni şartlarda
sürdürülecek silahlı mücadelenin Kürt halkının gelişimini büyük ölçüde
engellediğini görmüştür. Ve Öcalan görmüştür ki; demokratikleşen bir Türkiye’de
ve Bölgenin değişen siyasi yapısında silahlı mücadelenin hem Türkiye’ye hemde
fazlasıyla Kürt Halkına zarar vereceğini görmüştür. 2012 de Kürt Halkından
beklenen “isyan” hareketine Kürtlerin ilgisiz kalmaları da Öcalan ve Pkk nın durumu anlamasına yetmiştir. Kaldı ki
Türkiye artık, Kürtlere yaklaşım ve terörle mücadeledeki etkinlik açısından
eski Türkiye değildir.
Türk
tarafı içinde Barışı dayatan siyasi, ekonomik gereklilikler yanında İktidarın 2023
Vizyonu’nun gerçekleşebilmesi için, Barış yani Pkk nın silah bırakması
zorunluluğu vardır.
DİB
Mehmet Görmez’in Diyarbekir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i ziyaretindeki sevgi,samimiyyet,nezaket,kardeşlik,bin
yıllık bir derinliğin göstergesi olmuştur. Görmez’in ve Baydemir’in adeta bir
bahane olsa da Kürtler ve Türkler birbirinin boynuna sarılıp gözyaşları içinde helallik dilesin dercesine bir içtenlikle
yaklaşımları ne kadar manidardır.
Yani
bu gün gelinen noktada hem kürtler için hemde Türkler için Barış adeta bir
Kader dir ve başka da bir yol da yoktur.
Türklükten Neden Alerji Duyulur!?
Vedat
Bilgin’in; “Tahmin edeceğiniz gibi, bu cehaletin en yaygın olduğu husus, Türklüğün
bir etnik kimlik olarak görülmesiyle ilgilidir. Defalarca yazdığımız üzere,
Türkler'in milletleşme olayı, tarih ve din ekseninde gerçekleşmiştir.”
Sözleri haklıdır ki cehaletin en yaygın
olduğu alanı oluşturmaktadır. Türklük hangi saikle olursa olsun,nereden
bakarsanız bakın bir Türk etnisite sinin
egemen olmasını,diğerlerinin bu etnisite
içinde erimesini ifade etmektedir. 80 Yıllık tecrübe bu değilse, olan nedir?
Türklerin milletleşmesi ne tarih içinde ne de din ekseninde olmuştur. Aksi
durumda ne chp din karşıtı bir laikliğin şampiyonluğunu yapardı ne de mhp Türkçülüğü
üstün ırk ideolojisine alet edebilirdi.
Belki
19.yy koşularında Türkçülüğe “kurtarıcı” olarak sarılmış olanların bir
çoğunda kürt,türk,çerkes,gürcü olmanın bir önemi yoktu ve bu nedenle de
sorun teşkil etmemiş olabilirdi.Ki öylede olduğu anlaşılmaktadır. Lakin zaman
içinde Kürt kimliğinin inkarı ve “kürt yoktur Türk vardır” dayatması,’Türk’
isminin, milleti tanımlamada kullanmasını
bu gün sorun haline getirmiştir. Özellikle Kürtler ve etnisite konusunu aşmış
Türkler tarafından “alerji” duyulmasının temelinde bu dayatma ve zorbalık
yatmaktadır.
“Türklük
allerjisi” haklı olarak dışındakilere
karşı kaba , saygısız ve aşağılayan
Türklük fanatizminin bir sonucu olduğu
bilinmelidir. Chp li ulusalcıları ve mhp li Türkçüleri görüp te
Türklükten alerji duymamak mümkün müdür?
Fıtri
olan yani Allah’ın yaratması ile sahip olunan kavmi mensubiyeti “öğünme” guru
duyma vesilesi yapmak İblisi bir davranıştır.Hatırlamak gerekir ki;Rabbimiz
Allah; “seni Ademe secde etmekten alıkoyan nedir!?” diye buyurunca la cevabı;”
ben ondan üstünüm;beni ateşten onu ise balçıktan yarattın!” demesi kavmiyetçilerin nasıl şeytan la tarafından
iğdiş edildiğini açıkça göstermektedir.
Müslümanlığın
önüne geçirilmiş bir sünnilik ve şiilik; Vahyin belirleyiciliğini göz ardı
etmeden ve Rasulullah’ın örnekliğini görmezden gelmeden mümkün değildir. Bu
çevrelerin söylemlerine ve eylemlerine bakın; kaynağı Kuran değil; hurafe,
mevzuu ve menkıbe, örnekleri Peygamber değil; imamlar ve velilerdir. Körü
körüne bir taklit ve taraftarlık; din için bile makbul görülmemişken;
mezhepler, kavimler, cemaatler, örgütler nezdinde ki taklidin ve tarafgirliğin
körü körüne yapılmasını varın bir düşünün.Besbelli ki işin temelinde cehalet
yatmaktadır.
Suudi
Arabistan’daki kraliyet rejimi ve Türkiye’deki İsmailağa/Cübbeli Ahmet taifesi
Emevi Sünniliğinin günümüzdeki temsilcileridir. İslam’la bir şekilden başka çokta bağları yoktur. Biri
halka ait olanı gasp temelinde, diğeri şirk temelinde arzı endam etmiştir.
Böyle olunca da Suudiler Amerika’nın himmetleriyle ayakta dururken Cübbelinin
de içinde bulunduğu taife yalan ve saptırmaya istinat etmektedir.
Safevi
Şiiliğinin temsili yetini ise İran Rejimi ve tabii ki onun bölgedeki hempaları
tevarüs etmektedir. İslam Devrimi Hicazda Rasulullah’tan sonra 30 yılda nasıl
ki “ısırıcı meliklik” despotizmine
dönüştüyse İran İslam devrimi de gariptir Humeyni ‘nin vefatını takip eden 10 kısa
yıl içinde Safevi ideolojisine dönüştüğünü görmekteyiz. Kara İstibdadı yıkmak
için nice evladını feda eden bir nesil; acı bir şekilde dini kisveli bir
istibdadın kucağına düşmüştür. Şah
döneminde acımasızca ve sistematik ve kitlesel işkence bu gün sadece “daha az”
farkıyla yapılmakta, cezaevlerinde işkence ve ölümler, sokaklarda yargısız infazlar,
baskı ve devlet terörü güya İslam Cumhuriyeti olan bir ülkeyi açık cezaevine
dönüştürdüğünü gözlemlemekteyiz. Tüm bu cinayet kabilinden acı gerçek;”Direniş”
yalanı ile örtülmeğe çalışılmaktadır. Tıpkı Suudilerin sömürü ve talanlarını;
“şeriat” şalıyla örtmeğe çalıştıkları gibi.
Bu
gün İran’ın Suriye siyasetini Safevi ideolojisi belirlemektedir. Zira böylesi
bir zulmü ancak münharif olmuş bir din anlayışına körü körüne bağlanmış bir
siyaset ancak irtigap edebilir. Ki tarihte Ali’yi din adına ve dini gerekçelerle
şehit eden Haricilerle, bu gün “direniş” için firavundan hiçbir farkı
bulunmayan Esed ve Bass rejimini destekleyen, onlarca bin masumun katline maddi
ve manevi destek veren İran Rejiminin anlayış ve ideolojik bakış açısından
hiçbir farkları yoktur. Hatta bu ikisine, emperyalizmle mücadele adına sivilleri,
sufileri, gayrimüslimleri kitlesel tahrib güçlü bombalarla hunharca katleden
neo selefileri de ekleyebiliriz. Dikkat ediniz biri birine taban tabana
zıtlıklara ve düşmanlıklara sahip İran Rejimi-Hariciler-Neoselifelerin anlayış
ve yaklaşımları bire bir örtüşmektedir.
Umulur
ki tüm bu gruplar, rejimler ve cemaatler; munharif olmuş bir dini anlayıştan
Vahyin rahmeti ile yeniden inşa olsun, Allah’ın fıtri programı ile yeniden
formatlansın, kendilerine gelsinler.
Aslında
böyle bir inşaa ile doğuşa tüm İslam dünyasının ne kadar muhtaç olduğu, her
aklıselimin malumudur.
Manevi
Hastalıklar ve Ahlaki Sapma!
Yahudileşme
tam da budur; manevi hastalıklar, ahlaki sapma! Allah’tan sakınma
hassasiyetinin körelmesine yol açan bu iki husus; ne yazık ki Müslümanlar
arasında, diğerlerinden sanıldığının aksine hiçte geri değil, alabildiğine
yaygındır. Allah yokmuş gibi davranmanın temelinde manevi hastalıkların ve
ahlaki sapmanın birinci derecede etkisi malumdur. Bu nedenle de Kuranla
irtibatımızın ne kadar yoğun olursa olsun fayda sağlamaması bu yüzdendir. Zira
Kuran ancak muttakiler için bir öğüttür, hidayettir ve rehberdir.” Żâlike-lkitâbu lâ raybe fîhi huden lilmuttekîn(e)
(2 Bakara/2) Allah’tan sakınma hassasiyeti kaybolmuş insanların Kurandan bilgi
dışında alacağı ne olabilir ki? O nedenle elinde Kuran olan herkesi ehli Kuran
zannetmek büyük yanılgı olacaktır. Birde buna Kuranı hurafelerle, israiliyatla
ve mevzu rivayetlerle anlamaya çalışanları da eklersek durumun vahameti ortaya
çıkacaktır.
Suriye
üzerinden kamplaşmanın temelinde de bu manevi hastalık ve ahlaki sapma ile
birlikte Kuran dışı bir algı yatmaktadır. Kur-an’ a rağmen Baas Rejiminin yanında olmak, onu
desteklemek, başka ne ile izah edilebilir? Ya neo selefilerin
camilere,mescidlere,Pazar yerlerine
bombalı saldırıları?Şiilerin ve neo selefilerin batıl eylemlerine Kuran’dan
kılıf bulma gayretleri zihin olarak ne
kadar biri birlerine benzediklerini göstermektedir.Her ne kadar biri birlerine
düşman olsalarda.
Yeniden
iman edip Allah’tan sakınma hassasiyeti için kolları sıvayıp Vahiyle yeniden
inşaa olmanın yolunu samimiyetle aramaya koyulmadan, Allah halimizi
değiştirmeyecektir. Bunun için
Rabbilalemiynden öncelikle niyazımız da bu olmalıdır.
Netice
itibariyle, işlerin başı da, sonu da; Allah’a aittir.
Yorumlar
Yorum Gönder