Şafak Katliamı: Darbenin şiddet senaryosu/Dr. Refik Habib




Şafak Katliamı: Darbenin şiddet senaryosu

Kıbti aydın Dr.Refik Habib,Mısır Darbesinin ve Mısır toplumunun  anatomisini ortaya koymuş. Vicdan ve erdem başka bir şey demekki!

Dr. Refik Habib (1)
TIMETURK / 30 Temmuz 2013


Çev: M.FATİH ÖNER


Askeri darbe, devrimin başardığı tüm bir demokratik siyasi süreci baltaladı. Böylece Mısır’ı ayırt edici bir tarihi an ve dönüm noktası ile karşı karşıya bıraktı. Bu, devrim ile karşı devrim veya devrim ile eski rejim arasında yaşanan savaştaki ayırt edici bir andır. Bilmek isteyen herkesin zaten görebileceği bir şekilde darbenin askeri lideri, eski rejimi devlet ile toplumun her ikisine bütünüyle hakim olacak şekilde eski rejimi yeniden geri getirecek bir tasarrufta bulunmuştur. Fiilen eski rejimi yeniden iktidara oturtmuş, yolsuzluk şebekeleriyle derin devletin, ülke mukadderatını bir kez daha kontrol etme fırsatını garantilemiştir.
Bu şekilde demokrasinin baltalanmasıyla birlikte Mısır, sadece seçilmiş Cumhurbaşkanının iadesi değil fiilen demokrasinin de iadesinden ibaret bir Armagedon Savaşına girmiş görünmektedir. Askeri devrimin en büyük hedefi demokrasi baltalamak ve siyasi sistemi askerleştirmektir.

Cumhuriyet Muhafızları binası önünde gerçekleşen “Şafak Katliamı” askeri darbenin seyrini, bu darbe planlarının diğer boyutlarını ifşa etmektedir. Tarihi bir ayırt edici hadise olarak temsil edilen “Şafak Katliamı” kendisini sahte devrim sloganları ile süslemeye çalışan askeri darbenin bütün bir fotoğrafını ortaya çıkarmıştır.

“Şafak Katliamı”ndan sonra Mısır, önemli tarihi istihkaklar ile karşı karşıya kalmıştır. Ya toplum bir kez daha askeri iktidarla aldanacaktır veyahut toplumun özgürleştirilmesini tamamlamak için bir kez daha devrimi yeniden geri getirecektir. Toplum devrim sonrası zayıf bir halde olduğundan, devrim toplumsal bir uyanış veya toplumsal ufukları/açılımları takip/temin edemediğinden ötürü toplumun özgürlüğü tamamlanamadı. Gaflete düşen toplumsal kesimlerden bazıları farkında olmaksızın bir kez daha diktatörlüğün geri gelmesinde yer aldı.

Salt protestolardan ibaret olmayan devrimler bilakis uyanık ve bilinçli bir halk iradesi olduğundan dolayı toplumsal açılımların tamamlanmaması, halk iradesinin ve genel şuurun olgunlaşmaması gibi etkenlerin hepsi birden, karşı devrimle yüzleşen toplumun yeteneğini-kudretini etkilemiştir. Öyle ki bazıları şuursuz bir şekilde tedrici olarak karşı devrimin başarılı olmasında yer almış, bazıları ise isteyerek diktatörlük ve eski rejimin yeniden gelmesine iştirak etmiştir.

Demokrasinin Baltalanması

Bazıları, askeri darbenin yeniden demokratik dönüşüm sürecini inşa edeceğini hedeflediğini sanıyorsa eğer yanılıyor. Bazıları eğer hangi gerekçelerle olursa olsun askeri darbenin geçici sürecin seyrini düzeltmeyi hedeflediğini sanıyorsa yine yanılıyor. Çünkü askeri darbenin hedefi devrimden sonra doğan demokrasi baltalamaktır.

Referandum ile seçimler ile gelen her şeyi, seçimler ve referandumların ortaya çıkardığı her sonucu bertaraf eden askeri darbenin zaten merkezi ve mihver hedefi buydu. Darbenin siyasi mesajı veya merkezi hedefi, toplumda bir ümitsizlik ortamı oluşturmak, kamuoyunda demokrasinin bir çözüm olmadığı, tercihlerinin bir kıymeti harbiyesinin bulunmadığı, iktidarın seçim sandıkları ile gelmediği yönünde bir hayal kırıklığına sevk etmekti.

Devrimin ortaya çıkardığı en önemli şey, geniş toplumsal kesimlerin siyasi sürece katılmasıydı. Bu toplumsal katılım kararı halkın eline vermişti. Askeri darbe esasında bu kararı halktan alıp askerin eline vermeyi hedefledi. Bu sebeple seçimlere katılma heyecanını boşa çıkarma, kamuoyuna kendilerinin istediklerini seçme hakkı olmadığı, dahası kendilerine kim mevcutsa onu seçmesi gerektiği pompalanmaktaydı. Aradaki fark çok büyük! Halk iradesinin tamamen hür bir seçim sahibi olması gerekirken, ortaya çıkan durum halk iradesinin tercihlerinde askeri iktidar penceresinin kendisine gösterdiği tercihlerle sınırlandırılmaktadır.

Eğer halk devrimi hür bir halk demokrasisi ortaya koymuş ise askeri darbenin hedefi demokrasiyi iktidar ortaklarının kontrolündeki elit bir demokrasiye çevirmektir. Bunlar, kendilerinin belirlediği alternatifler arasından halkın tercihlerini yapmalarına izin vermektedir. Bu sebeple askeri darbe vakıada, iktidarla değerlenen bir egemen sınıf oluşturmuştur. Bu iktidar ise otoriter bir askeri elitlere, özellikle polis ve yargı gibi devlet aygıtlarını kontrol eden sivil elitlere, siyasal alana hakim laik elitlere, basını kontrol altında tutan laik elitlere, ekonomiye hakim iş adamları elitlerine yaslanmaktadır. En temelde buu ittifak ise özelde Suudi Arabistan gibi bölgesel, Amerika gibi batı desteğine dayanmaktadır.

Askeri darbenin ilk anından itibaren ülkede kontrolü ele geçiren egemen sınıf, eski rejim zamanındaki egemen sınıfın bizzat kendisi olup gelecekte iktidarı kontrol etmesi istenenlerdir. Böylece demokrasi görüntü ve formaliteden ibaret, manasız ve anlamsız bir hale dönüşmüştür. Çünkü bu demokrasi, direk askerin hükmettiği, görünürde ise egemen sınıfın yer aldığı bir iktidara şekli bir meşruiyet vermeyi hedeflemektedir. Bunlar dışında seçimlerle gelen her kim olursa olsun, ülkedeki fiili otorite olan asker tarafından yıkılacaktır.

Bu şekilde devrimden sonraki ilk aşamada başarı kazandıktan sonraki demokratik sürecin baltalanması tamamlandı. Halkın genel tercihlerinin, eski rejime mensup egemen sınıfla rejimin oluşturduğu menfaat şebekelerinin çıkarlarına olmadığı ortaya çıktıktan sonra, bu başarı askeri darbenin yapılmasına yol açtı. Yine kahir ekseriyetin tercihleri, eski rejim ile ittifak kuran bölgesel ve küresel güçlerin çıkarlarına da değildi.

Bu planlar, kamuoyunu, değiştirmeleri mümkün olmayan bir gerçekliğin olduğu, mevcut durumu kabul ile ikna etmeyi hedeflemekteydi. Bu şekilde halkın, demokratik dönüşüm ümitlerini kaybetmesi, siyasete katılmalarının mevcut durumu değiştirmeyeceğine ikna olmaları, sonuç olarak Mısır’ın dış güçlere mahkum ve kamuoyunun da vakıayı değiştirmesinin imkansız olduğuna ikna olmaları sağlanacaktı.

Kamuoyuna özgürlük veya yaşam arasında pazarlık yapıldı. Askeri darbenin arkasında duran körfez Arap ülkeleri parayı akıttı. Halkın özgürlüğünü seçmesi ve Mısır’ın ekonomik olarak ambargoya alınması arasında pazarlık yapıldı. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ilk yılında da kendisine, Mısır’a ekonomik ambargonun kaldırılması karşısında dayatılan tercihleri kabul etmesi pazarlığı yapılmıştı. Sanki halk bir kez daha hürriyetiyle pazarlık saldırısına uğramaktaydı. Bu, özgürlüğü heder eden, karşılığında hiçbir gerçek ekonomik hizmet sunmayan eski rejimin yaptığı tüm pazarlıklara benziyordu. Bu sefer aynı şey, darbe hükümeti ile yaşanacak. Akan tüm para gerçek bir kalkınma yaşanmaksızın buharlaşacak. Çünkü gerçek bir kalkınmayı gerçekleştirmek isteyen birisi, yani Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, askeri darbe ile karşılaştı. Bu darbe hükümetinin herhangi bir gerçekçi kalkınmanın gerçekleştirilmesine izin vermesi akıl karı mı?

Demokratik sürecin baltalanmasındaki nihai hedef, derin devletin muhtelif kollarıyla siyasi süreci kontrol etmesi, seçimleri formalite hale getirmesidir. Ordu gücüne dayanıp fiili iktidar halini alan derin devletin onayladığı kişiler ancak iktidara gelebilecektir.

Sokaklardaki Hakimiyeti Baltalamak

Askeri darbe, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı çıkan, erken Cumhurbaşkanlığı seçimleri isteyen gösterileri ileri sürerek yapıldı. Bunun anlamı askeri darbenin, demokratik kuralların dışına çıkarak sokaklara hakimiyet sağlama sürecini kolaylaştırmasıdır. Dahası yaslandıkları, meşruiyet kazandığı demokratik süreç ilkelerini mahvetmiştir. Askeri darbenin devamı ve hedeflerini gerçekleştirmedeki başarısı sokaklardan geldiği gibi sokaklarda yıkılıncaya dek sokaklarda hakimiyeti temin sürecini baltalamasına bağlıdır.

Askeri darbe komutanı, sokaklara hakimiyet süreci sona erinceye kadar insanları sokaklardan boşaltmayı hedeflemektedir. Sokakların yeni bir durumu dayatmaması, askeri darbeyi erkenden akamete uğratamaması için kamuoyunun gösteri ve miting yapma kudredini baltalamak istemektedir.

Eğer meşruiyet destekçileri sokaklarda olmayı sürdürür ise darbe destekçilerinin de - velev ki dağınık olsunlar - sokaklarda bulunması zarureti doğmaktadır. Zira ancak böylece darbe liderleri kendilerinin halen sokaklarda destekçileri olduğunu kanıtlayabilirler. Eğer sokaklardaki kalabalık yürüyüşler devam ederse o zaman askeri darbe, sükunet ve istikrarı temin edemeyecektir.
Darbe liderleri, sokaklardaki kamuoyunun sessizliğini kullanarak kendisine meşruiyet temin etmeye çalışmaktadır. Eğer sokaklara sessizlik hakim olursa bu, darbenin yol haritasının zımnen onaylanması anlamı taşıyacaktır. Sokakların bunu kabul etmesi nedeniyle de darbe, meşruiyetini elde etmiş olacaktır.

Bu nedenle meşruiyet destekçilerinin önünde sokaklarda kalmanın dışında başka yol yoktur. Darbe destekçilerinin rekabeti sürekli kalabalıklar ve devamlılıktaki gücüne bağlıdır. Bu da sokaklara sürekli bir hakimiyet sürecini temin edecektir. Meşruiyet destekçileri sokaklara hakimiyet sürecini ilk reddedenler oldu. Sonrasında darbe yanlıların bastırmasıyla sokaklarda hakimiyet sağlamaları farz oldu. Seçim sandıkları baltalanmaya devam ettikçe, meşruiyet destekçilerinin sokaklara hakimiyet ve sokaklarda kalmaları için yeterli derecede ellerinde gerekçe bulunduğu görülmektedir.

Darbe planlayıcıları, toplumun çoğunluğunun Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi karşıtı olduğunu göstermeye, onu ve meşruiyeti destekleyen kalabalıkların sayısını gizlemeye çalıştı. Bu yüzden meşruiyet destekçileri, kendilerinin azınlık değil, belki de gerçek çoğunluk olduğunu gösterinceye kadar sokakları doldurmalı, varlıklarını zaman ve mekan olarak genişleterek yaymalıdır.

Bu sebeple darbe lideri çıkan sesleri susturmak, sokaklardaki protesto görüntülerini gizlemek, dahası askeri darbe hedeflerine hizmet eden metotlarla gösterileri karalamak için meşruiyet yanlısı uydu kanallarını kapattı. Darbe liderleri, gösterilerin sadece Müslüman Kardeşler Teşkilatına (İhvan) münhasır olduğu yönünde kamuoyunu iknaya, sonrasında İhvan imajını kötülemeye çalıştı. Özellikle askeri darbe karşıtı gösteriler ilk günden itibaren çok büyük kalabalıklarla büyüdüğünden, bu da bizatihi darbe liderlerini dehşete düşürdüğünden ötürü gerçek görüntüler ortaya çıkmasın ve gösteriler daha da yayılmasın istendi. Yaşanan sokak hakimiyetini durduruncaya kadar, darbe liderleri sürekli olarak bir korkutma hamlesi, baskıcı siyaset ve tehdit ile meşruiyet yanlılarını sindirmeye, böylece sokakları boşaltmaya çalışmaktadır. Meşruiyet yeniden tesis edilinceye kadar, meşruiyet yanlıların önündeki tek kurtuluş yolunun sokaklara hakimiyet sağlama olduğu görülmektedir.
Demokratik süreç ilkelerinin yeniden tesis edilmesi, şefaf ve hür seçim sandıklarının hâkimiyetini yeniden temin etme, yani meşruiyet yanlılarının sokaklara hakimiyeti, demokratik süreç ilkelerinden çıkarak sokaklarda hakimiyet sağlayan süreci başarısız kılmanın, meşruiyet ve demokrasinin bir kez daha tesis edilmesinin tek yoludur.

Şafak Katliamı

Cumhuriyet Muhafızları Karargahı önündeki şafak katliamı darbe liderlerinin yürüttüğü terör ve korkutma planlarının zirveye ulaştığı andı. Bu eylemle hedeflenen sokakları terk etmelerini sağlamak için meşruiyet yanlılarında korku ve dehşet ortamı yaymaktı. Bu katliam aynı zamanda hiçbir zaman başarılı olmamaları, kanunsuz bir şekilde alıkonulan meşru Cumhurbaşkanını çıkarmamaları için meşruiyet yanlılarını bu mekanda gösteri yapmaktan caydırmayı hedeflemekteydi.
Şafak Katliamının diğer bazı hedefleri de bulunmaktadır. Esasında bu kanlı eylem, sistematik bir küresel sahtekarlık yoluyla kurban imajını çarpıtmayı hedeflemektedir. Bunun için İhvan teşkilatına terör suçlaması yapılarak, askeri darbe ile savaş sanki terör örgütleriyle asker arasındaki bir savaş gibi lanse edilmektedir. Bunun amacı ise İhvan imajını lekeledikten sonra, hem onun etrafında kümelenen insanları dağıtmak hem de sözde halk meşruiyeti arayan askeri darbeye yeni dayanaklar bulmaktır.
Askeri sözcü, barışçıl gösteri ve eylemler ile Sina’da yaşananları birbiriyle ilişkilendirdiğinde, darbe planlarını da ortaya çıkarmaktaydı. Çünkü darbe, daima Amerikan desteğini arkasına alan, teröre karşı savaş sloganlarının yeniden piyasaya sürülmesini hedeflemekteydi. Oysa herkes, Sina’daki silahlı saldırıların devrimden önce de sonra da, Muhammed Mursi Cumhurbaşkanlığı makamına gelmeden önce de sonra da devam etmekteydi. Yani Sina’da yaşananlar, silahlı gruplar ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmaların devamından ibarettir. Yoksa barışçıl gösteriler veya eylemlerle alakası yoktur. Yine herkes silahlı cihatçı gruplar ile İhvan teşkilatı arasındaki keskin ve köklü anlaşmazlıkları da iyi bilmektedir.

Şafak katliamı terörize ve dehşete düşürme planları içindeki tek bir unsur değildi. Bilakis eski rejimin yargı, güvenlik ve diğer yerlerdeki uzantıları aracılığıyla uydu kanallarının kapatılması, tutuklamalar furyasının başlatılması, meşruiyet yanlılarına korku salma girişimi şeklinde bir dizi faaliyetler yürütüldü. Bu ise, İhvan’ı karalama temeline dayanan eski rejim politikalarının geri dönmesi dönmekti. Böylece İhvan liderlerinin tutuklanarak hareketin yayılma istidadı etkisiz kılınmış ve toplum kesimlerindeki imajı çarpıtılması sağlanmış olacaktı.

Eski rejimin uyguladığı politikalar başarısız olmasına rağmen, darbe liderleri bir kez daha aynı politikaları geri getirmişlerdir. Hatta bunu, askeri darbe öncesinde ve sonrasında meşruiyet yanlılarına karşı sistematik bir şiddet kullanarak daha sert bir şekilde yaptı. Neticede eski rejim zamanında yaşanmayan bir şekilde onlarca kişi şehit edildi. Bu da darbe liderlerinin deyim yerindeyse bir şok ve dehşet politikası yürüttüklerini teyid etmektedir. Yani bu, askeri darbeyi bertaraf etmeye yönelik herhangi bir girişimi engellemek için darbecilerin, İhvan mensupları ve meşruiyet yanlılarına art arda acı darbeler indireceği anlamına gelmektedir.

Şoklara karşı daima hazırlıklı bir siyaset takip eden, yanında meşruiyet yanlıları bulunan İhvan Teşkilatına yönelik darbe liderlerinin şiddet içeren uygulamaları başarısız olacaktır. O halde darbecilerin önünde iki seçenek kalmaktadır: ya geri adım atmak, ya da ülkeyi bir kaos ve şiddet riskiyle karşı karşıya bırakacak çok daha pervasız eylemlerde bulunmak.
Şafak Katliamının ilk hedefi, sokaklardan çıkmaları için göstericiler ve protestocuları sindirmek idiyse, ikinci hedefi ise İhvan Hareketi imajını lekelemek, halk desteğini azaltmaktı. Katliamın üçüncü ve en önemli hedefindeyse, temel olarak İhvan Hareketini kanlı bir şekilde söküp atmak, uzun bir süre onu siyasi sürecin dışında tutmak, siyasi sürece dönüşünü engellemek ve bu yolla İhvan’ın oynayacağı siyasi rolü uzun yıllar hafifletmek yer almaktaydı.

Cumhurbaşkanına Gözaltı

İlk andan itibaren, darbe liderlerinin Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin kendisini destekleyen kalabalık için çıkmasından korkuyorlardı. Öte yandan, bu çıkışın meşruiyet destekçileri için de önemli bir destek olacağını, yine bunun gerçekte yaşananları halkın bilmesini sağlayacağını biliyorlardı. Bu mesele gerçekten önemliydi. Erken Cumhurbaşkanlığı seçimi talebinde bulunan gösterilere katılanların çoğunluğu, günlük yaşam koşullarıyla ilgili sebeplerden ötürü sokağa dökülmüştü. Bu da yaşadıkları krizin, darbe planlarının bir parçası olduğunu teyid etmektedir. Yani, darbeyi onaylayan bir kalabalığın varlığı söz konusudur. Eğer bunlar, darbe hakikatini bilseler, o zaman konumlarını değiştireceklerdir; çünkü kendileri onaylamadıkları hedeflerin gerçekleştirilmesine alet edilip kullanılmışlardır.

Darbe liderleri aynı zamanda darbe planlarını kamuoyunun bilmesinden de korkmaktadırlar. Çünkü planlamalar gösterilerden çok önce yapılıp tamamlanmış, göstericilerin sayısı her ne olursa olsun yürütülecekti. Yine gerçek bir korku daha vardı. O da etkin bir şekilde gün yüzüne çıkan, darbedeki körfez (ülkeleri) uzantısının ve öte yandan darbedeki Amerikan rolünün ifşa olmasıydı. İnsanların çoğu darbe planlarını, onun bölgesel ve küresel hedeflerinin Mısır’ın çıkarlarına karşı olduğunu bildikçe, darbe destekçileri halkasının yayılmasını kolaylaştıran bazı insanları saran gaflet perdesi de aralanmaya başladı.

Cumhurbaşkanının zorunlu ikamete mecbur bırakılmasının bir sebebi de karşı tarafla anlaşmak için onu pazarlık unsuru olarak kullanmaktır. Oysa Dr. Muhammed Mursi pazarlıklar yapacak veya tavizler verecek birisi değil. Ancak darbe liderleri, onunla karşısındakilere bir baskı uygulamak ve taviz vermek için Mursi’ye ihtiyaç duymaktadırlar. Destekçileri ve meşruiyet taraftarları arasında hareket eden, seçilmiş bir Cumhurbaşkanının varlığı darbe liderlerini feci şekilde ürkütmektedir. Mursi’nin hala kaldırılamaz, kimsenin kaldırmasına imkan olmayan bir sıfatı haiz, seçilmiş bir cumhurbaşkanı olması, onun meşruiyet sahibi bir Cumhurbaşkanlığını göstermektedir. Oysa bu durum, darbe liderlerinin sahip olduğu bir şey değildir. Mursi’nin toplumsal bir meşruiyeti bulunmaktadır. Silah sahibi ise darbecilerdir. Karşılaşma meşruiyet ile silah arasında olacak, nihai kertede meşruiyet kazanacaktır.

Cumhurbaşkanı’nın zorunlu ikamete tabi tutmanın bir diğer amacı da, gösterileri dağıtması için baskı uygulamak ve insanları sokaklardan çekmektir. Lakin bu da olmayacaktır.

Bendenizle Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi arasındaki son görüşme 3 Temmuz 2013 günü oldu. Kendisi bana, Haziran’daki ordu hareketinin akabinde demokratik dönüşümü onayladığından ötürü 1954 yılında idam edilen şehit (yargıç) Abdulkadir Avde ile ilgili daha öncesinde yaptığımız bir konuşmayı hatırlattı. Avde, Cemal Abdunnasır’a karşı Muhammed Necip’i desteklemişti. Gösterilerin başlamasından önceki bu hadise darbe sonrasında açık bir işaret oldu. Sanıyorum bu, gayet net bir mesaj. Ve zannediyorum ki herkes şimdi bunu fark ediyor. Tehdit hala sürüyor.

Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin soruşturulması, darbe liderlerinin Cumhurbaşkanı’nın verdiği sembolik mesajdaki önemi kavrayarak, 1954 yılında yaşananların bir benzerini yapmayı istediklerini ortaya koymaktadır.

Birkez daha, devletin ana çekirdeği yani silahlı kuvvetler ile toplumun ana çekirdeği yani İhvan teşkilatı yeniden ortaya çıkmakta; ordunun kaldırmayı, İhvan’ın ise korumayı istediği demokrasi etrafında bir savaş yaşanmaktadır. 1954 yılında demokrasi fırsatının heba edildiği, 60 yıl boyunca Mısır’ın despot bir idare altında kaldığı bir dönemden sonra bizler, bir kez daha kurtuluş ve özgürlük savaşına geri dönmekteyiz.

Fakat iki konum arasında büyük bir farklılık bulunmakta. 1953 Haziran’ında ordu darbe yaptı, sonrasında halk desteğini kazandı ve despotik bir rejim kurdu. Halk, 2011 Ocak ayına bir halk devrimi gerçekleştirdi ve demokratik bir dönüşümü başardı. Gerçek bir demokrasi inşa etmeye başladı. Akabinde ordu darbe yaptı, hatta demokrasiyi bertaraf etti ve despotik rejimi yeniden geri getirdi.

İradenin Kırılması

Darbe liderlerinin İhvan Teşkilatının iradesini kırdığını zannedenler yanılmaktadır. Şimdiki hedef, ister seçim sandıkları aracılığıyla olsun, ister sokaklara hakimiyet aracılığıyla olsun bir daha iradelerini dayatamaz hale gelinceye kadar halkın tümünün iradesini kırmaktır. Yaşananlar, Ocak devriminin tamamen bertaraf edilmesi, en temelde, askeri devlet modelinin dayatılması, en yüksek otoritenin yargı ve emniyet kurumlarını yanına alan askeri komutanın olması, böylece içi boş bir demokrasinin getirilmesi ve halkın seçim tercihlerinin ise hiçbir tesirinin olmamasıdır.

İlk aşamasında, hatta sonraki birçok aşamada dahi başarılı olan Ocak devrimindeki halk iradesini kırmayı hedefleyen karşı devrimin nihai olarak zafer tahakkuk ettirmesi mümkün değildir. Halkın özgür iradesi eski rejimin başını devirmiştir, sonrasında birçok kez özgür irade bir rol üstlenmiştir. Seçimlerde zaferler kazanmış, böylece halk iradesi etkin bir güç kaynağı halini almıştır. Bu nedenle askeri yönetim yanlılarının, gerçeklerden gafil kesimlerin desteğiyle darbe yaşanmıştır. Bu ise 2011 Ocak ayından beri Mısır halkının başardığı tüm çalışmaları bütünüyle etkisiz kılmak için yapılmıştır.

Askeri darbe, en örgütlü bir hareket olduğundan ötürü ilk olarak İhvan Teşkilatını hedef aldı. İhvan iradesini kırmak isteyen darbeciler İslami hareketlerin en fazla toplumsal tabana sahip olduğunu bildiğinden onları hedef alarak, iradelerini kırmak istemekteydi. İslami hareketlere sürekli darbeler indirip, iradelerini kırdıktan, İslami hareket mensuplarının iradesini kırdıktan sonra darbeciler için toplumda kontrolü sağlamak ve onları aldatmak gayet kolay olacaktı.

İrade savaşında meşruiyet yanlıları ve İhvan Teşkilatı mensuplarının önünde tek yol bulunmaktadır: gösteri ve eylemleri sürdürmek ve sebat göstermek. Böylece karşı taraf gneiş halk kesimlerinin iradesinin kırılmayacağından emin olacaktır. Toplumun diğer kesimleri de uyanacak, darbenin zulüm devletini bir kez daha geri getirmeyi hedeflediğini, bunun da yolsuzluklarla çevrili devletin bir daha başlarına geldiğini fark edeceklerdir.

Barışçıl göstericiler ve eylemlerin karşısında sokaklardaki tankların varlığı, darbenin başarısızlığı ve ifşasının en önemli bir göstergesidir. İrade savaşı önemsiz bir savaş değildir. Çünkü silahsız bir halk ile ağır silahlarla donanmış güçler bulunmaktadır. Gösterilerin gücü barışçılığında, darbecilerin zayıflığı ise silahındadır.

İhvan teşkilatını karalama, onu terör suçuyla ilişkili gösterme girişimleri, gösteriler, eylemler ve protestoları zayıflatma girişimleridir. Halk gösterilerinin gücü onun barışçıl karakterinden neşet etmektedir. İhvan Teşkilatının gücü de, uzun yıllardır sahip olduğu geniş toplumsal tabana, örgütsel gücüne ve barışçıl siyasi çalışmalarına dayanmaktadır. İhvan, gücünü barışçıl çalışmalarına yaslandırmakta olup onu şiddete bulaştırma girişimleri başarısız olacaktır. Hakeza bu çerçevede üyelerini kışkırtıp şiddete buluşturma girişimleri de. Meşruiyet yanlılarıyla birlikte olup barışçıl gösterilerde yer almayı sürdürmekle İhvan, kendisini terör suçuyla ilişkilendirmeye yönelik tüm girişimleri de bertaraf etmiş olacaktır.
Kısa bir zaman zarfında kamuoyu bilincini/şuurunu çarpıtmak mümkün olabildiğinden, insanların kendi kendilerini askeri iktidara teslim etmemeleri için toplumda gerekli ölçüde şuurdanlığı artırmak gerekmektedir. Bu sebeple tüm gelen bilgilerin, iddiaların ve yalanların gerçeklik ölçütüne vurulması, tüm bunların insanlara nasıl geldiğinin bilinmesi lazımdır. İnsanların kendilerine, eğer bu bilgiler doğruysa bunlardan ilk istifade edenlerin kim olduğunu sorması zaruridir. Eğer İhvan Teşkilatı aleyhinde onların terör eylemleri için silahlandığı gibi söylentiler yayımlanıyor ise o zaman kendimize tüm bunların İhvan’a herhangi bir fayda sağlayıp yağlamayacağını sormalıyız. Bu durumda, geniş toplumsal tabanı bulunan, şeffaf bir halk hareketi olan İhvan’ın şiddete başvurmasının ona her şeyi kaybettireceğini göreceğiz. Şüphesiz bu da, böylesi söylentilerden tek istifa edenlerin darbe liderleri olduğu anlamına gelmektedir.

Referandum ile Darbe Haritası

Eski rejim başkanı (Mübarek) düşürüldükten sonra silahlı kuvvetler yüksek meclisinin yaptığı ilk iş, koyduğu yol haritasını referanduma sunmak oldu. Askeri darbe liderlerinin yaptığı ilk iş ise referandum olmaksızın yol haritasını dayatmak oldu. Eğer darbe liderleri, referandum yoluyla bu yol haritasını geçirebileceklerine güç yetireceklerine azıcık bir inanç olsaydı, bunu yaparlardı. Eğer darbe liderleri kendilerini, toplumun bir kesimine karşı diğer büyük kesimlerinin yanında durduğuna inanıyorsa, o zaman referanduma gitmelidirler. Böylece halk ya darbecilerin yol haritasını onaylayarak ona meşruiyet kazandırmış olacaktır veyahut Cumhurbaşkanı, Anayasa ve Meclis ile meşruiyet geri gelmiş olacaktır.
Bu darbe birkez daha seçim sandıklarının hakimiyet sağlamasına müsaade etmeyecektir, dahası kamuoyuna darbe planlarını dayatacaktır. Bu da basitçe, devletin askerileştirilmesi ve laikleştirilmesi, laik askeri iktidarın dayatılmasının ardından da halkın haklarını yerine getirebilecekleri demektir.

Hakikatın çarpıtılması dahil, darbe liderleri iki tarafın da gerçekleştirdiği gösterilerin boyutlarını gayet iyi bilmektedir. Yine, istihbarat ve emniyet birimlerinin yürüttüğü geniş halk kesimlerini aldatma operasyonunu da iyi bilmektedir. Darbeyi yapanlar, sistematik aldatma operasyonunun çok uzun sürmeyeceğini, durumun değişeceğini, kamuoyunun maruz kaldığı şiddetli tazyikin bir kısmının dağıtılacağını, sırf kendilerine manevi destek için ilgili birimlerin söylentiler yaydığının da farkındalar. İşte tüm bu sebeplerden ötürü, darbe liderleri bir yol haritası dayatarak yapılan darbenin mütekamil bir askeri darbe olduğundan emin olmak istediler.

Askeri Darbe Başarılı Olur Mu?

Bu soruya cevap vermek için, meseleye diğer bir zaviyeden bakmaya ihtiyacımız var. Şuurlu, özgür ve güçlü bir halk iradesi olmaksızın devrim veya demokrasi başarılı olur mu? Güçlü ve faal bir kamuoyu şuuruna dayanan etkin bir demokratik dönüşüme ihtiyacımız var mı? Eğer soru, darbenin ne kadar başarılı olduğu yönünde ise cevabımız şudur: askeri darbeler başarılı olmaz. Ancak halk arasında yayılan gafletin boyutları, insanların iradelerini askeri idareye teslim etmeleri ve sonrasında yıllarca bundan pişman olmasına neden olur.

Darbenin maruz kaldığı tökezlemenin sebebi halk iradesinin, kamuoyu şuurunun eksikliğiydi. Böylece darbeci basın ve yayın kuruluşları halkın çoğunun şuurunu köreltmeyi, sonrasında iradelerini yağmalamalarını temin ederek, sonuçlarını kabul etmeyecekleri işleri teyid etmelerini sağladı.

Şüphesiz ki laik bir çözümü savunan, İslami projenin tek alternatif olacaksa askeri yönetimi isteyen kesimler bulunmaktadır. Bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı mekanizmasını sonlandırmak için sokağa döktürülen kitleler de vardır. Bunlar niye sokağa çıktıklarını, bunun devletin askerileştirilmesi ve laikleştirilmesine yol açacağını bilmemektedirler. Kitlelerin bulunduğu bir yerde onların bilincini çarpıtmak mümkün olurken, devrimin kazanımlarını koruyacak güçlü bir halk iradesi ise tesis edilemez.
Dolayısıyla, toplum olduğu gibi kalmadığından darbe de başarılı olmayacaktır. Sürekli bir karartma operasyonlarına maruz kaldığı doğrudur, ama tuzaklarla yaşatılan gaflet halinin devam etmesi mümkün değildir. İnsanların çoğunluğu askeri darbe gerçeğini öğrendikçe, bunun en temelde eski rejimden daha kötü bir askeri yönetimi dayatacağını bildikçe, halkın hür tercihleri ve çıkarlarını korumak için halkın uyanışı geri dönecektir.

Meşruiyet destekçileri ve İhvan Teşkilatının ayakta kalması, sokakları hareketlendirme kabiliyetini haiz, bir kez daha kamuoyunun oynayacağı rolü aktifleştirme noktasında en faal unsur olduğunu göstermektedir. İşte burada devletin ana çekirdeği ile toplumun ana çekirdeği arasında bir karşılaşma sözkonusudur. Toplum için bir ana çekirdeğin varlığı bulunmadığında devletin ana çekirdeği, yani ordu başarılı olur. Askeri yönetimi dayatma mevzusunda ise İhvan ile temsil edilen toplum ana çekirdeğe sahip olduğundan dolayı İhvan sürekli bir savaşa maruz kalmaktadır. İşte müttefikleri ve destekçileriyle bu ana çekirdek sebat gösterebilir, toplumun gücünü ortaya koyabilir. Bazıları, tedrici bir şekilde kamuoyunun ufkunun açılmasına devam etmekle, toplumun ana çekirdeğinin, yani İhvan teşkilatının bilfiil askeri darbeyi kesintiye uğrattığını görmektedir. Böylece toplumsal güçler bir araya gelebilecek, terör ve sindirme süreci sona erecek, ardından devrim bir kez daha ihya edilecek, halkın meşruiyeti geri gelmiş olacaktır.

Darbe ile Meşruiyet Arasındaki Karşılaşma

Devrimi tökezleten, seyrini kesintiye uğratan darbe sonuçta başarısız olacaktır. Baskıcı polis politikalarının geri dönüşüyle birlikte daha ilk andan itibaren ortaya çıktığı gibi darbenin başarısız olmasının çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Darbecilerin, içlerinde darbeyi destekleyenlerin de yer aldığı topluma kendi iradesini dayatmak istediği kesinleşti. Darbe müttefikleri dahi süreçte, karşılaşmada yer alma kabiliyeti gösteremedi. Hatta darbe öncesi süreç ve sonrasındaki süreç arasına bakıldığında darbenin bir diğer başarısızlığı görülmektedir. Darbe bir şok haliydi. Toplumu destekleyen ile muhalif şeklinde kutuplara böldü. Darbe politikaları sürdükçe de gerçekler gün yüzüne çıkmaktadır. Yaşananlar darbe öncesi veya sonrası arasında değil, Silahlı Kuvvetler Yüksek Meclisi yönetim aşaması ile darbe sonrası askeri yönetim aşaması arasındaki bir farktır.

Eski rejimin başkanı düştükten sonra geçiş sürecini demokratik geçiş bir süreci esaslarında Silahlı Kuvvetler Yüksek Meclisi idare etti. Ama darbe sonrası askeri yönetim, süreci demokratik bir sistemden dönüş süreci temellerinde, devleti askerileştiren bir sisteme çevirme şeklinde yönetti. İki süreç arasında çok büyük fark bulunuyor. Askeri liderlerden bazılarının ilk aşamada, devletin askerileştirilip laikleştirilmesine adanan Anayasa üstü ilkeler vesikası aracılığıyla gerçekleştiremedikleri, şimdi askeri darbe aracılığıyla gerçekleştirilmek istenmektedir. Tablo daha fazla ortaya çıktıkça, darbeciler daha fazla deşifre oluyor, askeri darbeyi dayandırdıkları olağanüstü başarı faktörlerine başarısızlık faktörleri ekleniyor.

Eğer darbe, yaşanan keskin siyasi bölünmüşlük sürecine bir müdahale diye meşrulaştırılıyorsa, darbenin bilfiil iç çatışma sürecinin başlangıcına yol açtığı görülecektir. Askeri darbe liderleri aynı zamanda bu durumu istismar ederek tüm Mısır halkının hakkını, özgürlüğünü ve geleceğini ipotek altına koymak, askeri idareyi dayatmak istemektedir. Olaylar sürdükçe, bazıları her ne kadar mevcut duruma çözüm getirdiğini sansa da bu darbenin geleceğe yönelik bir tehdit olduğu açıktır.

Darbenin seyri ile meşruiyeti koruma seyri arasındaki bir karşılaştırma ve karşılaşma genişledikçe farklar da artmaktadır. Her ikisinin seyrinin yansımaları da askeri darbenin tökezleme aşamasını başlatmakta, bir kez daha devrimin seyrinin doğru yoluna geri dönmesini başlatmaktadır.

Bu sebeple meydanlardaki halkın direnci, darbenin iddia ettiği herhangi bir meşruiyeti izale edecek en önemli etmendir. Böylece darbeciler dayanaklarını ve yaslandıkları iddialarını kaybedecek, geniş halk kesimlerinin önünde gerçek yüzleri tamamen ortaya konulacaktır. Yaşananların gerçek yüzleri ortaya konuldukça da insanların çoğu askeri darbenin, devletin askerileştirilmesiyle laikleştirilmesine yol açacağını göreceklerdir. Bu da onların şuur ve bilinçleriyle tercih etmelerini sağlayacaktır. Bu halde Ocak Devriminden sonra kim kalkıp da halkın çoğunluğunun devletin askerileştirilmesi ve laikleştirilmesini tercih edeceğini tahmin edebilir?

Darbenin ilk gününden, sonraki günlerden beri meşruiyet yanlılarıyla askeri darbe arasındaki caydırıcılık dengesini takip edenler şunu görmektedir: askeri darbe her gün kaybetmekteyken, meşruiyet yanlısı hareket her geçen kazanmaktadır. Bu da geçen zamanın askeri darbecilerin lehine olmadığı, meşruiyet ve demokrasinin geri dönüşü, bir kez daha devrimin tesis edileceği anlamına gelmektedir. Başlangıcıyla birlikte başlayan askeri darbenin sonu için geri sayım zamanı.


(1)Dr. Refik Habib 1959 yılında Kahire’de dünyaya geldi. Kıpti Evanjelik düşünür Habib, Hürriyet ve Adalet Partisi Başkan yardımcılığı görevinde bulundu.1985’te Ayn Şems Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. 1988’te aynı üniversitesinin Felsefe bölümünde doktorasını tamamladı. Kıpti Evanjelik Sosyal Hizmetler Teşkilatı direktörlüğü yaptı.

Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Prof. Dr. Muhammed Mursi’nin Aralık 2012’de kendisini danışman olarak ataması üzerine siyasi görevlerini bıraktığını duyurdu. Babası Samuel Habib bir Kıpti Protestan papazıydı. 1980-1997 yılları arasında Mısır’daki Protestan Teşkilatı başkanlığını yaptı.

Eserleri:

Kıptilerde Dindarlık Psikolojisi, 1986, Kahire, Daru’s-Sekafe

Dini Protesto ve Sınıf Çatışması, 1990, Kahire, Sina Yayıncılık

Mısır’da Siyasal Hristiyanlık, 1990, Kahire, Yafa Yayıncılık

Hristiyanlık ve Savaş: Amerikan Siyonist Köktenciliği Hikâyesi ve İslami Doğu’da Anlaşmazlık, 1991

Dini Canlanma: Mısır’da Hristiyan ve İslami Akımların Sosyal Dosyası, 1991 Daru’l-Arabiyye

Demokrasinin Dağıtılması, 1997, Kahire, Daru’ş-Şuruk

Kutsal ve Özgürlük, 1998, Kahire, Daru’ş-Şuruk

Değişim: Çatışma ve Gereklilik,1999, Kahire, Daru’ş-Şuruk

Millet ve Devlet: Milletin Kurtuluş Bildirgesi, Kahire, Daru’ş-Şuruk

Dengeli Medeniyet: Yeni bir Fanatizme Doğru, Kahire, Daru’ş-Şuruk

Arap Geleneklerinin İhyası, Kahire, Daru’ş-Şuruk

Uyanışın Yolu: Milletin Gündemi, Kahire, Daru’ş-Şuruk




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası