İkinci sahne açılıyor ve Türkiye bu kurgunun
merkezinde
Cemal Acar /5.01.2016
Ortadoğu’da haritaların değiştirilme zamanının geldiği
anlaşılıyor!. Hal ve gidişten, on yıllardır oynanan “Büyük Oyun”da ilk aşamanın artık sona
erdiği, yeni bir devrin açılmakta olduğu görülüyor. İçeriden ve dışarıdan kurt
kapanına sıkışan Türkiyemiz de maalesef kurgunun merkezinde bulunuyor.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı BARZANİ’nin 2013
yılında ertelenen referandumu bugünlerde tekrar gündeme getirmesi; Rus lider
PUTİN’in kendi ekibiyle yaptığı bir toplantıda, “ABD, Suriye’nin
kuzeyini Kürtlere vermiş” deyip, bunun artık Rusya’nın da
kabullendiği olmuş bitmiş bir konu olarak üzerinden geçmesi; Kürtlerin karar
verme toplantısı olarak nitelendirilen olağanüstü kongrede açıklanan DTK
bildirisinde“özyönetim” ilanı; Cumhurbaşkanı ERDOĞAN
tarafından “vatana ihanet”le ve “anayasa suçu” işlemekle suçlanan HDP
Eşbaşkanlarının “özerklik” açıklamaları; Barzani’nin lideri
olduğu Kürdistan Demokrat Partisi (KDP)’nin Politbüro üyesi Kemal KERKÜKİ’nin
yönetimin yarı resmi yayını Rudaw’daki “Türkiye’nin, Güney
Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı olmadığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da
geçtiğimiz aylarda Kürdistan bölgesinin bağımsızlık ilan etmesinin Irak’ın iç
işi olduğunu belirttiği” yönündeki açıklamaları; Kongre-Gel Eş Başkanı Remzi
KARTAL’ın “2016 yılı Kürtler için final ve
zafer yılı olacak. Kürtler artık merkezden yönetilmek istemiyor” şeklindeki beyanı; Kürt Yönetimi
temsilcilerinin ülkemize yaptıkları resmi ziyarette Kürt bayrağı ile
karşılanmaları; yine dünyaca ünlü ödüllü Kürt şair Şeyhmus DAĞTEKİN’in bir
röportajda “Bağımsız Türkiye, İran,
Arabistan varsa ve olmaya devam edecekse, bağımsız Kürdistan’ın da olması
şarttır.Yirminci yüzyılın başında bu treni kaçırdık. Ufukta yeni bir Kürt
treni belirdi,” demesi vs. hep aynı kapıya çıkıyor.
Nitekim, Ortadoğuda
varlık gösteren tüm güçlerle taktik ilişkilerinin olduğunu belirten KCK Yürütme
Konseyi Başkanı Cemil BAYIK’ın Fransız Le Monde gazetesine geçen hafta verdiği
röportajda dile getirdiği şu sözler bölge üzerinde karabulutların dolaştığını
açığa vurarak, önümüzdeki yakıcı tabloyu kendince adeta özetliyor:
“Türkiye, İran ve Suriyedeki
gelişmeler tek ve aynı çatışmadan çıkıyor. Ortadoğu bu savaş sonucunda
yeni bir çağa girecek. Kürdistan Ortadoğunun merkezinde, Türkiye, Suriye, Irak
ve İran’ın arasındadır. Bu nedenle biz mevcut bölgesel savaşın
kalbinin Kürdistan olduğunu ve bu savaşın yeni bir duruma dönüşene kadar
yoğunlaşacağını düşünüyoruz. Gelecek aylarda iç savaş Türkiye’de yoğunlaşacak.
Yakında Türkiye’nin içinden ve dışından gelen başka örgütlerle birlikte bir
direniş cephesinin kuruluşunu ilan etmeyi düşünüyoruz. Soğu Savaş bitti;
birbirlerine karşıt gibi görünen güçlerle çıkarlarımız buluşabilir.”
Görüldüğü gibi, kadim “Büyük Oyun”da gelinen noktada orkestra şimdi
ikinci sahnenin açılış müziği için “ses” vermektedir. Aslına bakılırsa,
bugünlere gelineceği çeyrek yüzyıl öncesinde davul zurna ile de ilan edilmiş;
hatta bunu sağır sultan bile duymuş; fakat her nedense, kimi aydınlarımız ve
yöneticilerimiz duymazdan gelmişler ya da işlerine öylesi gelmişti.
Sözgelimi, 1989 yılında -daha sonra Irak Devlet
Başkanlığı görevi de yapacak olan- Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı
TALABANİ, Mehmet Ali BİRAND’ın “Gerçekten bir gün bağımsız
birleşik bir Kürdistan olabileceğine inanıyor musunuz?” şeklindeki sorusuna aynen şu
cevabı vermişti: “Ben gerçekçi bir insanım.
Olmayacak işler peşinde koşmam. Şair değilimdir. Ben bağımsız, birleşik bir
Kürdistan görebileceğimi sanmıyorum. Ancak, bu ilerde mutlaka gerçekleşecektir.
Biz şimdi Irak’ta kendi kaderimizi kendimizin tayin etmesi hakkını (self determinasyon)
sağlamaya çalışıyoruz. Bunu elde ettikten sonra diğer ülkelere de bu durumu
göstereceğiz ve daha ileri gideceğiz.”
BAĞIMSIZ-BİRLEŞİK-BÜYÜK KÜRDİSTAN
Kuşkusuz, “bağımsız ve
birleşik Kürdistan” fikri, Talabani’nin kendi kendisine ortaya attığı bir
hayal değildi. Tıpkı, PKK’yı da Abdullah
ÖCALAN’ın kendi kendine kurmadığı gibi!. Kimse bizleri kandırmasın. Bir an
için APO’yu bir yana bırakalım; yerine eğitim, donanım ve tecrübesiyle dünyanın
en seçkin askeri liderlerinden birinin konulduğunu varsayalım; mesela,
zamanında kuşağının en yetkin komutanlarından biri olarak gösterilen, sonradan
kendisine teklif edilen ABD Genelkurmay Başkanlığı görevini dahi elinin
tersiyle iten, I. Körfez Savaşı’nda koalisyon güçlerine komuta eden ve batıda‘Stormin NORMAN’, Ortadoğuda ise ‘Çöl Ayısı’ lakabıyla tanınan General N.
SCHWARZKOPF getirilmiş olsun. Al sana imkan; al sana kaynak, para ve personel
denilsin. Sıfırdan bir örgüt kurup, bir devlet organizasyonunun neredeyse tüm
karşıtlarını oluşturarak bölgeye yerleşip; kendi başına dünyanın en büyük
ordularından biri karşısında 35 yıldır tutunup, 40 küsur bin insanın ölümüne
neden olup, hala kurumsal olarak varlığını koruyup, bu ölçekte bir mücadele
sürdürebilmesi mümkün müydü?
Dolayısıyla, bölgede “bağımsız-birleşik-büyük
Kürdistan” kurulması planı kimsenin meçhulü değildir.
Belirsizlik, bunun hayata nasıl geçirileceğinde idi. Ortada dolaşan iki
seçenekten biri, Kürt nüfusun yaşadığı 4 ülkede koşulların olgunlaştırılıp,
bölgede çıkarılabilecek bir karışıklık ortamında bunun eşzamanlı olarak tek
hamlede yekten kurulması; diğeri ise, önce Kuzey Irak’ta çekirdek bir devlet
kurulup ardından “üzüm üzüme baktırılıp
karartılarak”, Japonların İkinci
Dünya Savaşı’nda pasifik adalarını ele geçirirken uyguladığı “kurbağa sıçraması” taktiği ile birer birer diğer
ülkelerin de girdaba çekilmesiydi. Gelinen noktada ise, bu iki yolun ortası
bulunarak harekete geçileceği anlaşılmaktadır.
SORU 1: IRAK VE SURİYE’DE KÜRT
DEVLETLERİ KURULDUĞUNDA TÜRKİYE NE YAPACAKTIR?
Bölgede Kürt nüfusun
en azı Suriye’de, az-birazı Irak’ta, birazı İran’da ve fazlası da Türkiye’de
yaşamaktadır. Rakamlar tartışmalı olmakla birlikte, sırasıyla 1,5; 5,5; 6 ve 15
milyon olmak üzere, toplamda güncel nüfus 30 milyona yakındır. Buradan,
önümüzdeki süreçte Türkiye’nin üniter yapı yönünden nasıl bir risk ve tehdit
ile karşı karşıya kalabileceği de açıkça görülmektedir. Kuşkusuz, içeride
teröre karşı yürütülen mücadele yaşamsal öneme haizdir. Ne var ki, işin bu yönü
sorunun sadece bir parçasıdır.
Asıl büyük tehdit ise dışarıdan gelmekte olan siyasi
rüzgar ve bunun yıllardır altyapı oluşturulan içeriyi de karıştırma
potansiyelidir.
Bu nedenle, bölgedeki eylemler bastırılıp hendekler
doldurulduğunda iş bitmiş, sorun tam çözülmüş olmayacak; kalkışma ve terörist
eylemler bahara doğru bu kez şehirlere yayılabilecektir. Keza, Irak’ta, hatta
az nüfuslu Suriye’de bile Kürt devleti kurulması halinde -ki bu ABD planını
PUTİN kazaen deşifre etmiştir- bunun Türkiye’ye olası etkileri öngörülüp
şimdiden pozisyon alınması da kaçınılmazdır. Bu yönde bir
politikamız var mıdır?
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir ELÇİ, televizyondaki o
meşhur tartışmada, sempati duyduğu Kürt sorununun aslında derinliğini anlatmaya
çalışırken baltayı taşa vurmuş; büyük olasılıkla teknik donanımı ve literatür
bilgisi zayıf olduğundan, “PKK silahlı koldur, terör örgütü
değildir” şeklinde talihsiz bir açıklamada bulunmuştu. Sanırız
gerçekte vurgulamaya çalıştığı husus, “Türkiye’deki Kürt
hareketinin siyasi talepleri olan bir hareket ve PKK’nın da bunun silahlı
unsuru olduğu” şeklinde yorumlanabilecek içerikteydi. Ancak, kısmen
doğru bir tespiti, “Kürt hareketi” ile “PKK” terimlerini birbirine karıştırıp,
dünyanın en kanlı terör örgütü olduğu aşikar PKK için, kimileri gibi “Kürt halkının
ordusudur” demese de, “PKK bir terör
örgütü değildir” söylemiyle maksadını aşan bir yanlışa dönüştürmüştü. “Yanlış açıklama” da doğal olarak, “yanlış
anlaşılmayı”beraberinde
getirmişti.
Ülkemizde bu karmaşık, çok boyutlu ve kabul edelim ki,
çözümü gerçekten de zor olan sorun karşısında, maalesef bugüne kadar gerekli ve
yeterli düzeyde inceleme ve araştırma yapılabilmiş; problemi aşabilecek sağlıklı
bir çözüm ya da yetkinlik ortaya konulabilmiş değildir. Çok kapsamlı olgu, ilk
zamanlarda “bir avuç eşkıya” gözüyle görülmüş; uzunca bir süre
sadece “terörle mücadele” boyutuyla ele alınmış; bir dönem
hepten tavsanıp akil adamlarla deyim yerindeyse havanda su dövülmüş; ardından “çözüm süreci” yaklaşımıyla müzakere masasında
rehavete düşülmüş ve nihayet son zamanlarda da yeniden terör eylemleri
karşısında ister istemez silahlı çatışma ile askeri boyutu öne çıkarılmıştır. Bu arada da,
içeride HDP/KCK/PKK konuşulurken, ne yazık ki Irak’ta atı alan KDP Üsküdar’ı
geçmiş, Suriye’de ise maalesef PYD ve silahlı örgütü YPG Fırat’ın batısına
dayanmıştır.
Oysa, böylesine
kapsamlı, farklı mesleki disiplinlerin işbirliğini zorunlu kılan, karmaşık ve
çözümü de oldukça zor olan bir konuda; şimdiye kadar üniversitelerimizde
sayısız araştırma ve doktora çalışması yapılması, sivil toplum kuruluşları ve
stratejik düşünce enstitülerince etüdler gerçekleştirilmesi; MGK Sekreteryası,
Genelkurmay Başkanlığı ATASE veya diğer birimleri, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı
vs. çok sayıda kurumda kayda değer çalışmalar yürütülmesi gerekirdi. Buna
karşılık, bugün elde sadece birkaç sivil toplum kuruluşu ve kimi siyasal
partiler tarafından amatörce hazırlatılmış az sayıda rapor, devrilmiş bir masa,
toprağa gömülmüş silahlar, kazılmış hendekler ile namlulara sürülmüş mermiler
vardır.
Tabii, bir de hamasetle düşürülmüş uçak ve itibariyle,
Suriye’de oyun dışına itilmek!.
ETNİK SELF DETERMİNASYON
HAREKETLERİ VE DEVLETLERİN PARÇALANMASI
Kürt ve etnik terör sorununun
önümüzdeki dönemde varlığını daha da hissettirerek ülkemizi adeta yakacağı
anlaşılmaktadır. Literatür gözden geçirildiğinde; benzeri olaylar
üzerinde yapılmış en kapsamlı ve dikkate değer inceleme olarak, Kolombiya
Üniversitesi’nde Kamal S. Shehadi tarafından gerçekleştirilen ve uluslararası
çevrelerde bu konulara yönelik çalışmalarda temel kaynakların başında
gösterilen “Ethnic Self-determination and
Break-up of States / Etnik Self-Determinasyon ve Devletlerin Parçalanması” adlı araştırma ciddiyetiyle öne
çıkmaktadır. Adelphi Paper’da “özel sayı” olarak da yayımlanan bu çalışmada
etnik self determinasyon hareketlerinin izlediği süreçler kapsamlı şekilde
incelenmiş olup; bölgedeki Kürt hareketlerine benzerliği yönünden şahsen bizim
de irdeleyip “Ekmek ve Silah” adlı kitabımızda (Ötüken
Neşriyat) kısmen alıntıladığımız bu süreçlerin, “taleplerin ve
mücadelenin ötelenmesi”ni de içeren, genel haliyle şu 6 başlık altında
özetlenmesi mümkündür:
MOBİLİZASYON
Bu ilk faz, herhangi bir self determinasyon
hareketinin pasif bireysel kitleden toplumsal yaşamın aktif ve eylemci
katılımcılığına geçiş evresidir. Self determinasyon
hareketlerinin en belirgin ve ortak özelliklerinden birisi süreç boyunca terör
ve şiddete başvurulmasıdır. Mücadelenin başlangıç aşamalarında, şiddet,
başvurulabilecek yegane enstrüman konumundadır.
Gelişmelerin seyrine göre zamanla artırılıp
azaltılabilmekte, güvenlikle ilgili hedeflerden sivil unsurlara, sonraları
şehirlere yayılabilmekte, hatta komşu ülkeler bile işin içine çekilebilmektedir.
KONTROL KURMA
Bu ikinci faz, self determinasyon sürecinin en önemli
fazıdır. Bu kapsama hem çatışmanın nedeni ve iddia konusu olan bölge hem de
nüfus girer. Eğer süreç evrilmiş ve mücadele sadece politik bir boyut
taşıyorsa, bu takdirde kontrol kurma, yapılan bir referandum ya da seçimi
kazanmak demektir. Ancak, bu çok ender rastlanan bir durumdur. Genelde ise, ihtilaf konusu olan
bölge ve nüfus üzerinde kontrol kurma fiziksel kuvvete başvurularak sağlanır. Şayet, bölgede kontrol kurma
olgusu devletin çok üstün olan askeri kapasitesi nedeniyle başarılabilir bir
girişim değilse, bu durumda hareket devletin toplam kontrolüne karşı mücadeleyi ‘vur-kaç’ operasyonları veya ‘terörist’saldırılar üzerine bina eder.
Kontrol kurma, mutlaka otorite kurma anlamına gelmez, fakat bunun ilk
basamağıdır. Eğer herhangi bir hareket kontrol kurma fazını
geçebilirse, self determinasyon yolunda en büyük engellerden biri aşılmış
demektir. Zira, bu aşamanın sonlarına erişebilmiş olan bir
hareketi durdurabilmek artık son derece zor olup; olası bir çözümün tüm
bileşenleri dışlanarak salt askeri tedbirlere başvurmak suretiyle çözüm aramak
ise akılcılığı en az olan opsiyonlardan biri haline gelir.
KONSOLİDASYON VEYA KURUMLAŞMA
Herhangi bir
bölgenin ya da ahalinin kısmi veya tam kontrolü, self determinasyon hareketine
legal (hukuki) bir statü kazandırmaz. Bu durumda kontrol edilen bölgenin kısmen
de olsa hareket tarafından yönetilebilmesi için çeşitli örgüt veya kurumların
oluşturulması kaçınılmazdır. Ayrıca, söz konusu bölgede belirli bir düzen
kurulması ve güvenliğin sağlanması da şarttır. İlave olarak, hareketin
devletinkilere paralel bazı sosyal servisler geliştirmesi ve bunlar için
içeriden ve/veya dışarıdan kaynak bulması zorunludur.
Bu süreç içindeki
bir hareket, gerek kurumlaşma ve gerekse silah tedariği için mali kaynaklara ve
uluslararası desteklere ihtiyaç duyar.
İTTİFAK GELİŞTİRME
Self determinasyon hareketleri, tüm çatışma süreci
boyunca, ülke içindeki tatminsiz ve huzursuz diğer gruplarla ve dışarıda da
çatışmayla ilgili doğrudan veya dolaylı çıkarları olan dış ülkelerle ittifak
kurma arayışlarına girerler. İçeride bulunabilecek müttefikler devleti
zayıflatma açısından oldukça önemlidir. Zira, bu bazen “kar topu” etkisi de
yaratabilir ve bir grubun başkaldırısı, çıkar ve talepleri farklı dahi olsa,
diğer grupları da cesaretlendirip harekete geçirebilir. Dış ittifaklara
ise, daha çok silah, finans ve politik destek kaynağı olarak ihtiyaç duyulur. Bununla birlikte, yabancı
müttefiklerin verdikleri destek genellikle kendi ulusal çıkarlarına dayanır.
Bir başka deyişle, dışarıdan alınabilecek destek her zaman hareketin amacının
desteklendiği anlamına gelmez. Ayrıca, yabancı ittifaklar, hareketleri kısmen
bağımlı ve dış baskılara karşı daha duyarlı hale de getirir.
ÇATIŞMANIN
ULUSLARARASILAŞTIRILMASI
Dış ittifaklar geliştirme, krizin
uluslararasılaştırılma sürecinin başlangıcıdır. Bu faz, artık iddia ve
taleplerin geçerliliğinin ön plana çıktığı bir evredir. Argümanlar ne kadar
haklı iseler, çatışmadaki uluslararası rol de o nispette artar. Yalnız, eğer
grup silahlı unsurlar yönünden çok güçlü ve avantajlı ise, çatışmaya
uluslararası nitelik kazandırmaktan uzak durabilir. Bu konumdaki bir hareket
sadece kazanımlarını onaylatmak için uluslararası açılımlara yönelmek ister.
Fakat, tersine bir durum söz konusu ise, yani, self determinasyon hareketi
mücadeleyi silah gücüyle kazanabilecek bir potansiyele sahip değilse, bu
takdirde elinden geldiği ölçüde sorunun uluslararasılaştırılmasına ve dış
destekler bulmaya çalışır.
POLİTİK YERLEŞME
Bu son faz, önceki fazlardaki kazanımları takiben,
self determinasyon hareketinin yeni statüsünün karşı taraf, yani devlet ve
uluslararası toplumca tanınması ve böylece silahlı kazanımların politik zafere
dönüştürülmesi aşamasıdır. Bu genellikle “güvenilirliği
kuşkulu” bir anlaşmayla sağlanır. Ayrıca, hareketin planlı
olarak kurumlaşma ve yasallaşmasının habercisi de bu fazdır. Ne var ki, herhangi bir self
determinasyon hareketi için, iddiasının tanındığı politik yerleşme süreci
hikayenin yine de sonu değildir. Zira, şimdi hareket, self determinasyonun
önceden iddia ettiği yararlarını artık hayata geçirmek ve bu konuda nüfusun
beklentilerini karşılamak durumundadır.
Bu 6 faz boyunca
self determinasyon hareketleri, hükümetlerin kararlılığını sınamak amacıyla
sınırlı taleplerde bulunabilecekleri gibi stratejinin bir parçası olarak
isteklerini arttırma tehdidinde de bulunabilir. Önden kısıtlı amaçlar ileri
sürülerek taktiksel manevralara girişilebilir; kültürel haklarla işe başlanıp,
bölgesel otonomi ile yol alınıp, federasyon veya tam bağımsızlık gibi ileri
talepler sonraya saklanabilir. Zaten, bu hareketler karşısında hükümetlerin
karşılaştıkları en önemli handikap da gerçek hedeflerin kesin olarak
bilinemeyişidir. Eğer niyetler samimi ise, daha ileri düzeyde talepleri teşvik
eder endişesine kapılmaksızın karar verilebilmekte; hatta, bazen bu sınırlı
talepleri karşılayarak ön kesmek hükümetlerin de işine gelebilmektedir. Fakat,
açıklanan niyetler samimiyetten yoksunsa, bunların karşılanması hükümetler
açısından bir bakıma politik intihar anlamına da gelebilmektedir.
SORU 2: ÜLKEMİZDEKİ KÜRT HAREKETİ
BİR ETNİK SELF DETERMİNASYON HAREKETİ MİDİR?
Sonuç olarak, adı konulup sorular doğru sorulduğunda;
bölgemizde yaşanan süreç, Cumhuriyetimizin çözümü ve çıkışı zor bir kavşağa
geldiğini göstermektedir. Gerçek liderlik böyle zamanlarda
belli olur.
Yorumlar
Yorum Gönder