Ahmed
Kalkan'dan, Morçol'un yazısına eleştiri : İnsan, Allah'ın Halifesi Olamaz!
“Halife
İnsan: Kimin Halefi?” başlığında bir yazı gördüğümde, önem verdiğim bir hususta
“acaba Allah’ın halefi” mi diyecek, yoksa Kur’an’a ters düşmeyen, Allah’ı
yaratıklarına, yaratıkları Allah’a hiç benzetmeden, yani tevhidî bakış açısıyla
mı değerlendirecek, diye merak ettim ve yazınızı ilgi duyarak okudum.
11/08/2011
/ 19:52
(Not:Bu yazışmalar Fikribeyan’da yapılmış,ancak
Fikribeyan’ın sahibi olan Kişi emanetinde olana hürmetsizlik yaparak bu
yazıları ve diğer yazılarımı Sitesinden silmiştir
. Onca emeğin hesabını hesap gününde arayacağım izahtan varestedir.A.M.)
Sevgili
kardeşim Atillâ Bey, selam ve sevgilerimi sunuyorum. Hayır, Allah biliyor,
intikam alma
gibi basit şeylerle işim yok. “Siz benim yazıma itiraz ettiniz, ben de sizing
yazınıza itiraz edeyim” gibi hevesler benim için çocukça basitlikte şeyler.
Ama, size Allah için uyarma ihtiyacı hissettiğim için, önemli gördüğüm bir
hatanızı düzeltme amacıyla yazıyorum. Sizin bu düzeltmemi olgunlukla
karşılayacağınızı ümit ediyorum.
“Halife
İnsan: Kimin Halefi?” başlığında bir yazı gördüğümde, önem verdiğim bir hususta “acaba
Allah’ın halefi” mi diyecek, yoksa Kur’an’a ters düşmeyen, Allah’ı
yaratıklarına, yaratıkları Allah’a hiç benzetmeden, yani tevhidî bakış açısıyla
mı değerlendirecek, diye merak ettim ve yazınızı ilgi duyarak okudum. Yazınızda
katılmadığım en önemli hususun başlığa verdiğiniz cevap oldu. Ama bu cevap,
ikna edici delillerle izah edilmeliydi, öyle bir duruma şahit olamadım.
Yazınızın başlığı “Halife İnsan: Kimin Halefi?” olduğu halde, insanın kimin
halefi olduğu konusu yazının ancak satır aralarında birkaç cümleyle
geçiştirilmiş, başlıkla ilgisi olmayan hususlar uzun uzadıya anlatılmış.
Aslında
daha önce tatlı bir şekilde tartıştığımız son cevabî yazınızda “Allah
Halifesi olarak yarattığı insana ve insan topluluğuna bu yetkiyi vermiştir.” diye
bir cümle kurmuştunuz. Ben de bu cümleyi son cevabî yazımda (Hangi âyette
Allah, halifesi olarak yarattığı insanlara bu yetkiyi verdiğini belirtiyor?
Allah verdi, deniliyorsa, Allah’a iftira atılmaması için ispatı gerekir.
Ayrıca, “kim demiş “insanı, Allah halifesi olarak yarattı” diye?
(Allah’ın halifesinin olamayacağı konusuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmed
Kalkan, Kur’an Kavramları, Halife kavramı)” diyerek itiraz etmiştim. Bu
yazınızda benim ilgili yazımdan alıntı yaptığınız halde, “Allah’ın Halifesi
Olur mu?” arabaşlığı ile yazdığım sizin bu yazınızdaki tezinizi konu edindiğim
hususa hiç değinmemişsiniz. Hatta, benim (Fevzi Zülaloğlu’dan yer yer iktibas
ettiğim) konuyla ilgili değerlendirmeme yazınızın başlığı ve bir-iki cümle ile
insanın Allah’ın halifesi olduğunu vurgulayarak mümkün ki benim (de
savunduğum delili kuvvetli teze,) tezime itiraz edip cevap vermiş oldunuz. Ama,
yazınızdan bana cevap verdiğiniz gibi bir şey kesinlikle anlaşılmıyor. Ayrıca,
iki nolu dipnotta iktibas ettiğiniz şahsı açıklarken benim ismimi verdikten
sonra “Günümüz Müfessirlerinden” diye iltifat etmişsiniz, teşekkür ederim;
ancak ben böyle bir iddia sahibi değilim, kendimi bir müfessir olarak değil,
bir Kur’an talebesi olarak görüyorum.
Bu
yazınızda şöyle diyorsunuz: “Kur’an Ademle ilgili olarak ve Ademin
Evlatları hakkında; 1- İnsan;'Eşref-i mahlukat’tır 2- İnsan;'Allah’ın
halifesi’dir 3- İnsan;'Özgür irade sahibi’dir buyurur. Bu üç konu, üzerinde
düşünmeye değer konulardır ve 'İnsan' olmak,bu üç konuya, Vahyin getirdiği
açılımı ve standardı yakalayabilmeye bağlıdır.” Karşılıklı
yazışmamızda en son yazımda size şu soruyu sormuş ve Allah hakkında bir söz
isnat edilip Kur’an’dan isbat edilemeyince çok ağır hüküm olan ‘Allah’a iftira’
atılmış olacağını ifade etmek için şöyle demiştim: “Hangi âyette Allah,
halifesi olarak yarattığı insanlara bu yetkiyi verdiğini belirtiyor? Allah
verdi, deniliyorsa, Allah’a iftira atılmaması için ispatı gerekir. Ayrıca, “kim
demiş “insanı, Allah halifesi olarak yarattı” diye?” Size yazılan bir yazı
olduğu için okumadığınızı sanmıyorum. Yine, Kavram Tefsiri adlı nâçizane
eserimden halife kavramını da okumuş olmalısınız, çünkü ben oraya bakmanızı
rica etmiştim, sizin de bu yazınızda alıntı yaparak o yazımı okuduğunuz
anlaşılıyor. Buna rağmen, oradaki delillere tam ters hüküm verip yorum
yaptığınız halde, benim alıntı yaparak veya kendi görüşüm olarak sunduğum
delillere hiçbir cevap vermemişsiniz. O yüzden, bu konuda önce eleştirimi
yapmayı, sonra size ve okuyuculara oradaki yazımdan ilgili bölümleri buraya
alıntılamayı uygun gördüm. Bu ifadelerimle şahsınızı incitmiş olmayacağımı,
sizin eleştiriyi seven ve eleştirilmeye de açık olduğunuzu hem yazışmalarımız
neticesinde görüyor ve hem de hüsn-i zannımla değerlendiriyorum.
Bir önceki
paragrafta siyah harflerle alıntı yaptığım ifadenizi ispat etmek zorundasınız.
Çünkü Kur’an’a isnat ettiğiniz sözün Kur’an’ın neresinde geçtiğini bilme
hakkımız var. Ama sizin Kur’an’da olmayan bir sözü “Kur’an şöyle buyuruyor”
demeye hakkınız kesinlikle yok. Hiçbir mü’min Kur’an’da olmayan bir sözü
Kur’an’a nispet ederek büyük günah işleyemez. Kur’an birçok âyette Allah’a
karşı yalan uyduranlara (iftira edenlere) en büyük zâlim diyor (7/A’râf, 37;
10/Yunus, 17; 11/Hûd, 1; 5/Mâide, 103 vd.). Ben sizin bilerek böyle bir suç işlediğinize
en küçük bir ihtimal veremem. Ama, kesin bir ifade ile Kur’an’a nispet
ettiğiniz üç maddenin üçü de Kur’an’da kesinlikle sizin bahsettiğiniz şekilde
geçmez. Buna rağmen, Kur’an böyle der diyor ve bu kesin Kur’anî gerçeklerden(!)
yola çıkarak bu hükmünüzden farklı açılımlara gidiyorsunuz. Kur’an kültürünüz
yeterli ise, âyet numarası vermeniz, değilse bir Kur’an talebesine danışmanız
veya bu konuyla ilgili “müfessir” kabul ettiğiniz şahısların açıklamalarına
güvenmeniz gerekirdi.
“Kur’an’ın
1- İnsan; 'Eşref-i mahlukat’tır” dediğini kesin bir şekilde
söylüyorsunuz. “Eşref-i mahlûkat” tabiri de, hatta “eşref” kelimesi de
“mahlûkat” kelimesi de Kur’an’da hiç geçmez. Bu kelimeler geçmese de, anlamı
veya benzer ifadeler geçer mi? Geçmiş olsa, âlimler, meleklerin insandan üstün
olup olmadıklarını tartışıp durmazlardı. Mahlukatın içinde melekler de olduğuna
göre insan, melekten üstün der ve hiçbir âlim itiraz edemezdi. Yine, Kur’an
bazı insanlar için “hayvandan daha aşağı” (7/A’râf, 179) demez, bazı insanları
köpeğe (7/A’râf, 176) ve eşeğe (62/Cum’a, 5) benzetmezdi.
Yine
“Kur’an’ın 2- İnsan;'Allah’ın halifesi’dir” dediğini söylüyorsunuz. Hiçbir âyette
Allah’ın halifesi tabiri geçmez. İnsanın Allah’ın halifesi olduğu anlamına
gelecek hiçbir ifade Kur’an’da yoktur. Halife kelimesi iki âyette geçer, bu her
iki âyette halife, Allah’a nispet edilmez, “arz”a nispet edilir. “yeryüzünde
halife” anlamında kullanılır. Halife kelimesinin çoğulu olan halâif kelimesi de
kimi âyetlerde yalın, kimi âyetlerde “arz” kelimesiyle birlikte kullanılmış,
halifelik Allahın halifeleri şeklinde hiç kullanılmamıştır. Aşağıdaki Kavram
Tefsiri adlı eserden alıntılarda bu konunun geniş izahı var.
Yine,
“Kur’an’ın 3- İnsan; 'Özgür irade sahibi’dir” dediğini
vurguluyorsunuz. Sizin olmayan bir ifadeyi size atfeden kimseye nasıl tepki
göstereceğinizi merak ediyorum. Allah’ın hakkı kendi hakkımızdan önce korunması
gereken bizim kulluk görevimizdir. Hangi âyette insan özgür irade sahibidir”
denilir. Mezheplerin ve ulemânın kader tartışmalarını, bu arada insan iradesi
konusunda çokça ihtilaf ettiklerini bilmediğinizi sanmıyorum. Eğer böyle bir
âyet olsaydı, insanoğlunu rüzgârın önündeki bir yaprak gibi iradesi önemli
olmayan bir konumda gören hiçbir ulema ve mezhep olmaması veya olduysa, bunların
“insan, özgür irade sahibidir” diyen Kur’an âyetini inkâr ettiği için kâfir
ilan edilmesi gerekirdi. Kur’an’da insan iradesini öne çıkaran âyetler olduğu
gibi, Allah’ın iradesini öne çıkartıp onu yokmuş gibi kabul eden âyetler de
vardır. Ama, Kur’an’ın hiçbir yerinde İnsan için “özgür irade sahibidir”
denilmez. İnsanın irade sahibi olduğu Kur’an’dan anlaşılır elbette, ama özgür
irade sahibi olduğuna dair bir ayet yoktur. Özgürlükle Allah’a kulluk
birbiriyle örtüşmez. İnsan özgür iradesiyle dilediğini yapması için değil;
Allah’a kulluk yapması için yaratılmıştır. Meselâ siz; “ben özgür irade
sahibiyim. Allah hakkında, Kur’an hakkında özgür şekilde dilediğimi söyler,
özgür bir irade ile dilediğim gibi ifadelerde bulunabilirim” diyemezsiniz.
Hayır, özgür irade sahibiyim diyerek Allah’ın hududunu aşamazsınız. Özgür
değilsiniz, Allah’ın kulusunuz. Ama Allah’a teslimiyet, sınırsız özgürlük
değilse bile, kula kulluktan kurtaran en güzel bağlılıktır. “Allah dilemeden, O
irâde etmeden siz hiçbir şeyi dileyemezsiniz.” (76/İnsan, 30; 81/Tekvîr, 29).
Allah’a rağmen özgür irade olmaz.
Sizin, bir
mü’min erdemine sahip şahsiyet olarak: “Ben bunları âyet sanıyordum, bu şekilde
âyet yokmuş” diyerek Kur’an’a atfettiğiniz sözü tashih edip okuyuculardan özür
dilemenizi ve her şeyden önce de Allah’tan af dilemenizi tavsiye ediyor ve bunu
yapacağınızı ümit ediyor, bunun sizi küçültmeyip büyüteceğini bildiğinizi
düşünüyorum. İnşaAllah, nefsinizin hevâsını öne çıkarıp mugalata yaparak te’vil
yoluna gitmez, hata yapmadığınızı iddia etmezsiniz. Madem ki yazınızda büyük
babamızı konu edindiniz; Ben sizden Hz. Âdem’in yasak ağaçtan yedikten sonra
yaptığı olgunluğu bekliyorum.
Gelelim
insanın Allah’ın halifesi olamayacağı konusuna…
Allah
meleklere yeryüzünde halife var edeceğini bildirmekle, insanı yeryüzünün hâkimi
ve yaratıkları arasında hükmedecek biri yapacağını belirtmiştir. Ayetteki
"halife" kelimesinde hâkimiyet anlamı vardır. Yeryüzünde halife
olmak, yeryüzünün hâkimi ve yöneticisi olmak demektir. "Ey
Dâvud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar
arasında hak ve adaletle hükmet." (38/Sâd, 26). Ayetten de
anlaşıldığı gibi burada "halife", hüküm veren; yöneten anlamında
kullanılmıştır. Bu nedenle insanlar arasında hak ve adaletle hükmetmesi Hz.
Davud'dan istenmektedir. "Yani ey Davud, seni hükümdar yaptık ki iyiliği
emredesin ve kötülükten sakındırasın. Böylece senden önceki peygamber ve salih
önderlere halef olasın" "Sonra da, sizin nasıl
davranacağınızı görmek için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler
kıldık." (10/Yûnus, 14). "Yani onların yerine artık siz
hükmedeceksiniz." Halife kelimesiyle, nesil nesil birbirini takip
edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü
kastedilmiştir. Yine Hz. Nuh ve kavmi için de şöyle buyrulur: "Onları
(yeryüzünde) halifeler kıldık; ayetlerimizi yalanlayanları da (denizde)
boğduk." (10/Yûnus, 73)
Bu
ayetlerde "halife" kelimesi, sözlük anlamı olan; başkasının yürüttüğü
bir işi, ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak devralınan iş, hâkimiyetle
ilgili bir iştir. Nitekim Hz. Adem için "halife" kelimesinin
kullanıldığı ayetten hemen önceki ayette: "Allah, yerde ne varsa
hepsini sizin için yarattı." (2/Bakara, 29) buyurulmaktadır. Demek ki
Hz. Adem'in halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili
bir iştir (İbn Teymiyye, Mecmuatu Fetâvâ, 35/42-46).
“Yeryüzü” Halifeliği
Kur’an’da
ya yalın veya “arzda halife” terkibi halinde geçen halife kelimesini bu
bütünlükte değerlendirdiğimizde, insanlar yeryüzünde ömür süren, orayı imar ve
ıslah eden, orada iskân eden yeryüzü halifeleri anlamında kullanıldığı
anlaşılır; onlar birbiri ardından gelen nesillerdir (43/Zuhruf, 60; 19/Meryem,
59). Bu anlamda, beşeriyetin yeryüzündeki kaderini ve Allah'a vereceği hesabı
anlatan Bakara suresi 30. ayetteki halife insan, yeryüzünün halifesi
olacak, orada iskân edecek, kan dökecek, ama Rabbinden isimler öğrenecek ve
yaptıklarının hesabını verecek bir nesildir (Bkz. 27/Neml, 62; 35/Fâtır, 39;
6/En’âm, 135).
Arz
üzerindeki bütün güçler, bütün tabiat yasaları insana boyun eğmiş ve insan,
bunları kendi yararına kullanmak kabiliyetinde yaratılmıştır. Yeryüzündeki
diğer yaratıklar insana boyun eğdirilmiştir. İnsan, dünya üzerindeki canlıların
hiçbirinin yapamayacağı işleri yapmaktadır; bu özellikleri, insanın halife
olarak yaratılmasından dolayıdır.
“O
ki, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.” (6/En’âm, 165) “Onların
ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık, nasıl davranacağınıza bakalım
diye.” (10/Yûnus, 14) Ayetlerde “yeryüzünün halifeleri” ve “yeryüzünde
halifeler” ifadeleri geçmekte ve insanın halife kılınarak bir
imtihana tâbi tutulduğu belirtilmektedir. İmtihansa
elbette irade sahibi olmayı gerektirmektedir. İrade, seçme
özgürlüğü demek olduğundan insanın istediği şekilde hareket edebileceği ortaya
çıkar. İrade sahibi bir varlığın iyilik yapabileceği gibi, kötülük de
yapabileceği kolayca anlaşılır. Şu halde, irade sahibi olma
“halife” kelimesinin kapsamı içindedir ve melekler insanın fesat
çıkarıp kan dökeceğini buradan anlamış olabilirler. Öte
yandan, halife’nin irade sahibi olması, belli bir hâkimiyet gücünü elinde
bulundurması demektir.
“Allah’ın Halifesi” Olur mu?
Allah'ın
bir halifesi olamaz. Nitekim Hz. Ebu Bekir'e "Ey Allah'ın halifesi!"
denildiğinde, "Ben Allah'ın halifesi değilim; ben ancak Rasûlullah
(s.a.s)'ın halifesiyim ve bu bana yeter" (Ahmed bin Hanbel, Müsned,
I/10-11) demiştir. İbn
Teymiyye’ye göre, tanım gereği; ölen, orada hazır bulunmayan, ya da işinde âciz
olan biri için halife söz konusudur. Allah hakkında ise bu tür durumlar mümkün
değildir. Allah’ın ne bir benzeri, ne de dengi mümkündür. Âlemlerden
müstağni olan Allah’ın halifeye/vekile ihtiyacı yoktur. İbn Teymiyye, vahdet-i
vücutçuların insanı ulûhiyet makamına yükseltmek istediklerini, bu yüzden İbn
Arabi’nin “insanın Allah’ın halifesi” olduğunu iddia ettiğini söyler. Vahdet-i
vücutçular, insanın birtakım mertebelerle Allah’la bütünleşebileceğini iddia
ederken, “Allah’ın halifesi” gibi görünüşte Kur’anî bir dayanak ileri sürerler
(M. Sait Şimkşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Y., s. 168-169).
Aynı
şekilde hilâfet makamına geçtiğinde Hz. Ömer'e de, "Allah'ın
halifesi" şeklinde hitap edilmesi kendisine teklif edilmiş, kendisi bunu
reddetmiştir. "Allah'ın halifesi" şeklinde bir ifadeye ne bir ayet ve
ne de sahih herhangi bir hadiste rastlıyoruz. Ayetteki "halife"
kelimesiyle nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin
diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Bu görüş, aynı zamanda
İbn Kesir (1/99),Taberi (1/200), Maturidi gibi nice âlimlerin kabul ettiği bir
yorumdur. Bu görüş, "halife" kelimesinin kelime anlamına da aykırı
değildir. Çünkü "halife" kelimesi, hem ism-i fâil ve hem de ism-i
mef'ûl olarak alınabilir. İsm-i fâil olarak alındığında, başkasının yerine
geçen; ism-i mef'ûl olarak alındığında da başkası ona halef olan anlamındadır.
Halife'nin, hâkim olan ve yöneten şeklindeki tefsirine gelince, yukarıdaki
bütün anlamlarla birlikte zikredilmesi gereken bir görüştür. Hz. Adem'in
devraldığı iş, yönetme işidir (M. Sait Şimkşek, a.g.m.. s. 177).
Oysa
Allah’ın temsil edilebilir bir varlık olarak algılanması, Hz. İsa’yı enkarne
olmuş (et giymiş -Allah’ın oğlu-) biçimi olarak gören Hıristiyanlara ait bir
düşünce idi. İslâm’ı istismar ederek, İslâm’ın öngörmediği
usullerle işbaşına geçen zâlim yöneticiler, İslâm’ı kullanarak dini siyasete
âlet etmek için “Allah’ın halifesi” , “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”
vasıflarını kendileri için uygun bir ünvan olarak gördüler. Kötülük ve
adaletsizliklerini örtbas etmek için kendilerine tanrısal bir statü vermeleri,
müstekbirlerin geleneksel tavrı olsa gerek. Bunlar, ilâhî tayinle iktidar
oldukları iddiasını sürekli tekrarlamışlardır. Firavunlar, zaman zaman
kendilerini tanrının oğlu (Ra tanrısının, güneşin oğlu), hatta zaman zaman da
tanrının kendisi olarak sunarlar. Japon imparatorlarına yirminci asra kadar
hâlâ “güneşin oğlu” deniliyordu. İnsan, tarih boyunca, ilâhî
adalete aykırı olarak, hak etmediği vasıflara sahip çıkmaktadır. Bu olumsuz
tavrı gösterenler arasında, vahye muhatap olmuş ama onun kadrini kıymetini
bilememiş ve tahrif etmiş yahudi ve hıristiyanlar, ümmî Kureyşliler de
vardı.
Yahudi
ve hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.” (5/Mâide,
18) sözü ile Allah tarafından seçilmiş ırk görüşünü savunurlar. Fil
olayının sonucunu kendi üstünlüklerine yoran Kureyşliler de,
kendilerinin Mescid-i Haram’a daha lâyık olduklarını ileri sürerek (8/Enfâl,
34) hak etmedikleri bir imtiyazla (9/Tevbe, 19) bütün kabilelerin Kureyş’e
ta’zimini sağlamaya çalışmışlardır. Görüldüğü gibi zulüm iktidarları kendi
meşruiyetlerini garanti altına almak için insan fıtratında vazgeçilmez bir olgu
olarak yer alan Allah'a inanma eğilimini kullanarak Allah adına hareket
ettikleri iddiasıyla, mazlumları etki ve yetki altına almaya çalışmışlardır.
Cahilî zihniyet, kendi iddialarına göre risâletten önce Allah’ın yakınlarıdır
(8/Enfâl, 34; 9/Tevbe, 19) Risâletten sonra Emeviler döneminde ise Allah’ın
halifesidir. İslâm düşüncesinin değişime uğradığı tarihin daha geç dönemlerinde
ise “zıllullah”tır; yani Allah’ın gölgesi. Artık sultanın yaptığı zulümden
vazgeçmesi isteniyorsa o zaman yapılacak tek şey vardır: Oturup dua etmek!
Çünkü her haliyle yeryüzünde Allah’ın gölgesi olan sultana isyan en büyük
günahtır(!)
Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in kabul etmediği Allah’ın halifeliği
sıfatına zulümlerine meşrûluk vermek için zalim yöneticiler can simidi gibi
sarılıyorlar. Rasulullah için Kur’an ısrarla “kul” vasfını verdiği, Allah’ın
halifesi gibi ifadeler O’nun için bile söylenmediği halde, Emevilerden itibaren
sözde halifeler için, Rasûlullah’ın halifesi, mü’minlerin emîri, müslümanların
halifesi gibi sıfatlar yeterli gelmiyor, cılız kabul ediliyordu. Allah’ın
yeryüzündeki temsilcileri ilan edilen bu müstağni liderler, Allah’ın kulluğuna
değil; vekilliğine soyunuyor. Ortaya koydukları siyasete/pratiğe göre
de dini yorumlayıp zulümlerine kılıf geçiriyorlar. Böylece dokunulmazlıkları
olan küçük yeryüzü ilahlıkları, rahatlıkla sömürü düzenlerini devam ettirecek;
ama asla eleştirilemeyeceklerdir. Çünkü sultaları Allah’ın takdiridir(!) Cebr
ve İrcâ akidesi imdatlarına yetişir (Allah’ın Halifeleri miyiz? F. Zülaloğlu,
Haksöz, Aralık 92, s. 16-17).
İlk
dönem İslâm tarihinde halife’nin kavramsal olarak yerleşmediğini ve öncü sahabenin
bu kelimenin Allah'a nisbet edilmesine kesinlikle karşı çıktığını görüyoruz.
İlk dönem İslam öncüleri, Rasül’ün ve Kur’an’ın yönetim için kavramlaştırdığı
“emr” kelimesini kullanmışlar, kendilerini “emîr” olarak görmüşlerdir.
Kur’an, yöneticilere “Ülü’l-Emr” ve “Veliyyü’l-Emr” (4/Nisâ, 83)
terkibini tercih eder.
Kur’an,
halife kelimesini açık bir şekilde arza izafeten kullanıyor; Allah'a
izafeten hiçbir yerde kullanmıyor. Bakara suresi 30. ayetten sonraki
ayetlerdeki, meleklerin yorumlarında ve reel hayatta gördüğümüz gibi,
(yaratıcısını överek tesbih edeceğine) yeryüzünde fesat/kargaşa çıkaran, kan
döken biri Allah’ın temsilcisi olabilir mi? Bir temsilci, temsil
ettiğinin dışına çıktığı zaman temsilci olmaktan çıkacağına göre, belli bir iradî
alanda istemlerini gerçekleştirme, tercihte bulunma yeteneğine sahip insan
gerçeği, “Halifetullah” ile nasıl uzlaştırılacaktır? (Bkz.
10/Yûnus, 14)
Adı sanı
anılmadan nice çağlar gelip geçtikten sonra yeryüzü için yaratılan ve
yeryüzünün hâkim ve yöneticisi konumuna getirilen insan, nasıl hareket
edeceği konusunda denenmektedir. Oysa Allah’ın temsilcisi olarak görülen
birinin özgür bir iradesi olmasından bahsedemeyiz. Böyle bir statüye sahip
birinin yapıp ettiklerinden dolayı sorgulanması da söz konusu olamaz. Çünkü
yapıp ettikleri Allah adına, Allah’ı temsilendir. Halbuki insan için izzet ve
üstün bir şeref aranıyorsa, bu, Allah'a kulluk ve takvadır (Bkz.
3/Âl-i İmran, 79).
"Halifetü’l-Arz"
(Yeryüzünün efendisi, yöneticisi) insanın kendisi için Allah’ın takdir ettiği
bir konumu, bu ifadeyle anlatılıyor. Yasak meyveyi yiyen insan, kendi farkına
varmış, böylece içgüdüye bağlı istekten; itaat ve isyana kabiliyetli,
irâde/istem hürriyetine kavuşmuştur. Böylece “yeryüzünün halifesi” payesini
almaya hak kazanmıştır.
Bazı
ayetlerde halife kelimesi, başkasının yürüttüğü bir işi ondan sonra yüklenip
yürüten anlamındadır. Ancak, devralınan hâkimiyetle/egemenlikle
ilgili bir iştir. “Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için
yarattı.” (2/Bakara 29) Demek ki insanın halife kılındığı şey,
yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir. “Ey Davud!
Biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar
arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevesine /keyfe uyma; sonra seni Allah’ın
yolundan saptırır.” (38/Sâd, 26). Yani ey Davud, seni hükümran kıldık ki
adaleti yerine getirerek, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak, senden
önceki peygamber ve salih önderlere halef olasın. Bu hilafet, siyasi erkle
kayıtlı değildir; eşyanın tümünün âdil kullanımını öngörür. “Sonra onların
ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki nasıl davranacağınızı
görelim.” (10/Yûnus, 14)
İnsana,
kâinatta Allah’ın biçtiği konum yerine; hak edilmeyen bir statüye kaydırarak
yer aramak, eşyada var olan dengeyi tersine çevirmek demektir. İnsan,
ancak insana temsilci/halife olur. Ontolojik denge açısından eşitliğe sahip
olmayan insanla Allah arasında müşterek bir vekâlet sistemi yoktur. O halde
Allah’ın vekil/halife edinmesinden söz etmek mümkün değildir (F.
Zülaloğlu, a.g.m., s. 20-21).
Selâm
ve sevgilerimle…
Yorumlar
Yorum Gönder