Ahmed Kalkan'dan, Morçol'un yazısına eleştiri : İnsan, Allah'ın Halifesi Olamaz!

“Halife İnsan: Kimin Halefi?” başlığında bir yazı gördüğümde, önem verdiğim bir hususta “acaba Allah’ın halefi” mi diyecek, yoksa Kur’an’a ters düşmeyen, Allah’ı yaratıklarına, yaratıkları Allah’a hiç benzetmeden, yani tevhidî bakış açısıyla mı değerlendirecek, diye merak ettim ve yazınızı ilgi duyarak okudum.

11/08/2011 / 19:52

(Not:Bu yazışmalar Fikribeyan’da yapılmış,ancak Fikribeyan’ın sahibi olan Kişi emanetinde olana hürmetsizlik yaparak bu yazıları ve diğer yazılarımı Sitesinden silmiştir . Onca emeğin hesabını hesap gününde arayacağım izahtan varestedir.A.M.)

Sevgili kardeşim Atillâ Bey, selam ve sevgilerimi sunuyorum. Hayır, Allah biliyor, intikam alma gibi basit şeylerle işim yok. “Siz benim yazıma itiraz ettiniz, ben de sizing yazınıza itiraz edeyim” gibi hevesler benim için çocukça basitlikte şeyler. Ama, size Allah için uyarma ihtiyacı hissettiğim için, önemli gördüğüm bir hatanızı düzeltme amacıyla yazıyorum. Sizin bu düzeltmemi olgunlukla karşılayacağınızı ümit ediyorum.
“Halife İnsan: Kimin Halefi?” başlığında bir yazı gördüğümde, önem verdiğim bir hususta “acaba Allah’ın halefi” mi diyecek, yoksa Kur’an’a ters düşmeyen, Allah’ı yaratıklarına, yaratıkları Allah’a hiç benzetmeden, yani tevhidî bakış açısıyla mı değerlendirecek, diye merak ettim ve yazınızı ilgi duyarak okudum. Yazınızda katılmadığım en önemli hususun başlığa verdiğiniz cevap oldu. Ama bu cevap, ikna edici delillerle izah edilmeliydi, öyle bir duruma şahit olamadım. Yazınızın başlığı “Halife İnsan: Kimin Halefi?” olduğu halde, insanın kimin halefi olduğu konusu yazının ancak satır aralarında birkaç cümleyle geçiştirilmiş, başlıkla ilgisi olmayan hususlar uzun uzadıya anlatılmış.

Aslında daha önce tatlı bir şekilde tartıştığımız son cevabî yazınızda “Allah Halifesi olarak yarattığı insana ve insan topluluğuna bu yetkiyi vermiştir.” diye bir cümle kurmuştunuz. Ben de bu cümleyi son cevabî yazımda (Hangi âyette Allah, halifesi olarak yarattığı insanlara bu yetkiyi verdiğini belirtiyor? Allah verdi, deniliyorsa, Allah’a iftira atılmaması için ispatı gerekir. Ayrıca,kim demiş “insanı, Allah halifesi olarak yarattı” diye? (Allah’ın halifesinin olamayacağı konusuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmed Kalkan, Kur’an Kavramları, Halife kavramı)” diyerek itiraz etmiştim. Bu yazınızda benim ilgili yazımdan alıntı yaptığınız halde, “Allah’ın Halifesi Olur mu?” arabaşlığı ile yazdığım sizin bu yazınızdaki tezinizi konu edindiğim hususa hiç değinmemişsiniz. Hatta, benim (Fevzi Zülaloğlu’dan yer yer iktibas ettiğim) konuyla ilgili değerlendirmeme yazınızın başlığı ve bir-iki cümle ile insanın Allah’ın halifesi olduğunu vurgulayarak mümkün ki  benim (de savunduğum delili kuvvetli teze,) tezime itiraz edip cevap vermiş oldunuz. Ama, yazınızdan bana cevap verdiğiniz gibi bir şey kesinlikle anlaşılmıyor. Ayrıca, iki nolu dipnotta iktibas ettiğiniz şahsı açıklarken benim ismimi verdikten sonra “Günümüz Müfessirlerinden” diye iltifat etmişsiniz, teşekkür ederim; ancak ben böyle bir iddia sahibi değilim, kendimi bir müfessir olarak değil, bir Kur’an talebesi olarak görüyorum.  

Bu yazınızda şöyle diyorsunuz: “Kur’an Ademle ilgili olarak ve Ademin Evlatları hakkında; 1- İnsan;'Eşref-i mahlukat’tır 2- İnsan;'Allah’ın halifesi’dir 3- İnsan;'Özgür irade sahibi’dir buyurur. Bu üç konu, üzerinde düşünmeye değer konulardır ve 'İnsan' olmak,bu üç konuya, Vahyin getirdiği açılımı ve standardı yakalayabilmeye bağlıdır.” Karşılıklı yazışmamızda en son yazımda size şu soruyu sormuş ve Allah hakkında bir söz isnat edilip Kur’an’dan isbat edilemeyince çok ağır hüküm olan ‘Allah’a iftira’ atılmış olacağını ifade etmek için şöyle demiştim: “Hangi âyette Allah, halifesi olarak yarattığı insanlara bu yetkiyi verdiğini belirtiyor? Allah verdi, deniliyorsa, Allah’a iftira atılmaması için ispatı gerekir. Ayrıca, “kim demiş “insanı, Allah halifesi olarak yarattı” diye?” Size yazılan bir yazı olduğu için okumadığınızı sanmıyorum. Yine, Kavram Tefsiri adlı nâçizane eserimden halife kavramını da okumuş olmalısınız, çünkü ben oraya bakmanızı rica etmiştim, sizin de bu yazınızda alıntı yaparak o yazımı okuduğunuz anlaşılıyor. Buna rağmen, oradaki delillere tam ters hüküm verip yorum yaptığınız halde, benim alıntı yaparak veya kendi görüşüm olarak sunduğum delillere hiçbir cevap vermemişsiniz. O yüzden, bu konuda önce eleştirimi yapmayı, sonra size ve okuyuculara oradaki yazımdan ilgili bölümleri buraya alıntılamayı uygun gördüm. Bu ifadelerimle şahsınızı incitmiş olmayacağımı, sizin eleştiriyi seven ve eleştirilmeye de açık olduğunuzu hem yazışmalarımız neticesinde görüyor ve hem de hüsn-i zannımla değerlendiriyorum.

Bir önceki paragrafta siyah harflerle alıntı yaptığım ifadenizi ispat etmek zorundasınız. Çünkü Kur’an’a isnat ettiğiniz sözün Kur’an’ın neresinde geçtiğini bilme hakkımız var. Ama sizin Kur’an’da olmayan bir sözü “Kur’an şöyle buyuruyor” demeye hakkınız kesinlikle yok. Hiçbir mü’min Kur’an’da olmayan bir sözü Kur’an’a nispet ederek büyük günah işleyemez. Kur’an birçok âyette Allah’a karşı yalan uyduranlara (iftira edenlere) en büyük zâlim diyor (7/A’râf, 37; 10/Yunus, 17; 11/Hûd, 1; 5/Mâide, 103 vd.). Ben sizin bilerek böyle bir suç işlediğinize en küçük bir ihtimal veremem. Ama, kesin bir ifade ile Kur’an’a nispet ettiğiniz üç maddenin üçü de Kur’an’da kesinlikle sizin bahsettiğiniz şekilde geçmez. Buna rağmen, Kur’an böyle der diyor ve bu kesin Kur’anî gerçeklerden(!) yola çıkarak bu hükmünüzden farklı açılımlara gidiyorsunuz. Kur’an kültürünüz yeterli ise, âyet numarası vermeniz, değilse bir Kur’an talebesine danışmanız veya bu konuyla ilgili “müfessir” kabul ettiğiniz şahısların açıklamalarına güvenmeniz gerekirdi.

“Kur’an’ın 1- İnsan; 'Eşref-i mahlukat’tır” dediğini kesin bir şekilde söylüyorsunuz. “Eşref-i mahlûkat” tabiri de, hatta “eşref” kelimesi de “mahlûkat” kelimesi de Kur’an’da hiç geçmez. Bu kelimeler geçmese de, anlamı veya benzer ifadeler geçer mi? Geçmiş olsa, âlimler, meleklerin insandan üstün olup olmadıklarını tartışıp durmazlardı. Mahlukatın içinde melekler de olduğuna göre insan, melekten üstün der ve hiçbir âlim itiraz edemezdi. Yine, Kur’an bazı insanlar için “hayvandan daha aşağı” (7/A’râf, 179) demez, bazı insanları köpeğe (7/A’râf, 176) ve eşeğe (62/Cum’a, 5) benzetmezdi.
Yine “Kur’an’ın 2- İnsan;'Allah’ın halifesi’dir” dediğini söylüyorsunuz. Hiçbir âyette Allah’ın halifesi tabiri geçmez. İnsanın Allah’ın halifesi olduğu anlamına gelecek hiçbir ifade Kur’an’da yoktur. Halife kelimesi iki âyette geçer, bu her iki âyette halife, Allah’a nispet edilmez, “arz”a nispet edilir. “yeryüzünde halife” anlamında kullanılır. Halife kelimesinin çoğulu olan halâif kelimesi de kimi âyetlerde yalın, kimi âyetlerde “arz” kelimesiyle birlikte kullanılmış, halifelik Allahın halifeleri şeklinde hiç kullanılmamıştır. Aşağıdaki Kavram Tefsiri adlı eserden alıntılarda bu konunun geniş izahı var.

Yine, “Kur’an’ın 3- İnsan; 'Özgür irade sahibi’dir” dediğini vurguluyorsunuz. Sizin olmayan bir ifadeyi size atfeden kimseye nasıl tepki göstereceğinizi merak ediyorum. Allah’ın hakkı kendi hakkımızdan önce korunması gereken bizim kulluk görevimizdir. Hangi âyette insan özgür irade sahibidir” denilir. Mezheplerin ve ulemânın kader tartışmalarını, bu arada insan iradesi konusunda çokça ihtilaf ettiklerini bilmediğinizi sanmıyorum. Eğer böyle bir âyet olsaydı, insanoğlunu rüzgârın önündeki bir yaprak gibi iradesi önemli olmayan bir konumda gören hiçbir ulema ve mezhep olmaması veya olduysa, bunların “insan, özgür irade sahibidir” diyen Kur’an âyetini inkâr ettiği için kâfir ilan edilmesi gerekirdi. Kur’an’da insan iradesini öne çıkaran âyetler olduğu gibi, Allah’ın iradesini öne çıkartıp onu yokmuş gibi kabul eden âyetler de vardır. Ama, Kur’an’ın hiçbir yerinde İnsan için “özgür irade sahibidir” denilmez. İnsanın irade sahibi olduğu Kur’an’dan anlaşılır elbette, ama özgür irade sahibi olduğuna dair bir ayet yoktur. Özgürlükle Allah’a kulluk birbiriyle örtüşmez. İnsan özgür iradesiyle dilediğini yapması için değil; Allah’a kulluk yapması için yaratılmıştır. Meselâ siz; “ben özgür irade sahibiyim. Allah hakkında, Kur’an hakkında özgür şekilde dilediğimi söyler, özgür bir irade ile dilediğim gibi ifadelerde bulunabilirim” diyemezsiniz. Hayır, özgür irade sahibiyim diyerek Allah’ın hududunu aşamazsınız. Özgür değilsiniz, Allah’ın kulusunuz. Ama Allah’a teslimiyet, sınırsız özgürlük değilse bile, kula kulluktan kurtaran en güzel bağlılıktır. “Allah dilemeden, O irâde etmeden siz hiçbir şeyi dileyemezsiniz.” (76/İnsan, 30; 81/Tekvîr, 29). Allah’a rağmen özgür irade olmaz.   

Sizin, bir mü’min erdemine sahip şahsiyet olarak: “Ben bunları âyet sanıyordum, bu şekilde âyet yokmuş” diyerek Kur’an’a atfettiğiniz sözü tashih edip okuyuculardan özür dilemenizi ve her şeyden önce de Allah’tan af dilemenizi tavsiye ediyor ve bunu yapacağınızı ümit ediyor, bunun sizi küçültmeyip büyüteceğini bildiğinizi düşünüyorum. İnşaAllah, nefsinizin hevâsını öne çıkarıp mugalata yaparak te’vil yoluna gitmez, hata yapmadığınızı iddia etmezsiniz. Madem ki yazınızda büyük babamızı konu edindiniz; Ben sizden Hz. Âdem’in yasak ağaçtan yedikten sonra yaptığı olgunluğu bekliyorum.

Gelelim insanın Allah’ın halifesi olamayacağı konusuna…

Allah meleklere yeryüzünde halife var edeceğini bildirmekle, insanı yeryüzünün hâkimi ve yaratıkları arasında hükmedecek biri yapacağını belirtmiştir. Ayetteki "halife" kelimesinde hâkimiyet anlamı vardır. Yeryüzünde halife olmak, yeryüzünün hâkimi ve yöneticisi olmak demektir. "Ey Dâvud!  Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet." (38/Sâd, 26). Ayetten de anlaşıldığı gibi burada "halife", hüküm veren; yöneten anlamında kullanılmıştır. Bu nedenle insanlar arasında hak ve adaletle hükmetmesi Hz. Davud'dan istenmektedir. "Yani ey Davud, seni hükümdar yaptık ki iyiliği emredesin ve kötülükten sakındırasın. Böylece senden önceki peygamber ve salih önderlere halef olasın"  "Sonra da, sizin nasıl davranacağınızı görmek için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık." (10/Yûnus, 14). "Yani onların yerine artık siz hükmedeceksiniz." Halife kelimesiyle, nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Yine Hz. Nuh ve kavmi için de şöyle buyrulur: "Onları (yeryüzünde) halifeler kıldık; ayetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk." (10/Yûnus, 73)
 Bu ayetlerde "halife" kelimesi, sözlük anlamı olan; başkasının yürüttüğü bir işi, ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak devralınan iş, hâkimiyetle ilgili bir iştir. Nitekim Hz. Adem için "halife" kelimesinin kullanıldığı ayetten hemen önceki ayette: "Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı." (2/Bakara, 29) buyurulmaktadır. Demek ki Hz. Adem'in halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir (İbn Teymiyye, Mecmuatu Fetâvâ, 35/42-46).
 “Yeryüzü” Halifeliği
 Kur’an’da ya yalın veya “arzda halife”  terkibi halinde geçen halife kelimesini bu bütünlükte değerlendirdiğimizde, insanlar yeryüzünde ömür süren, orayı imar ve ıslah eden, orada iskân eden yeryüzü halifeleri anlamında kullanıldığı anlaşılır; onlar birbiri ardından gelen nesillerdir (43/Zuhruf, 60; 19/Meryem, 59). Bu anlamda, beşeriyetin yeryüzündeki kaderini ve Allah'a vereceği hesabı anlatan Bakara suresi 30. ayetteki halife insan,  yeryüzünün halifesi olacak, orada iskân edecek, kan dökecek, ama Rabbinden isimler öğrenecek ve yaptıklarının hesabını verecek bir nesildir (Bkz. 27/Neml, 62; 35/Fâtır, 39; 6/En’âm, 135).         
 Arz üzerindeki bütün güçler, bütün tabiat yasaları insana boyun eğmiş ve insan, bunları kendi yararına kullanmak kabiliyetinde yaratılmıştır. Yeryüzündeki diğer yaratıklar insana boyun eğdirilmiştir. İnsan, dünya üzerindeki canlıların hiçbirinin yapamayacağı işleri yapmaktadır; bu özellikleri, insanın halife olarak yaratılmasından dolayıdır.   
 “O ki, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.” (6/En’âm, 165) “Onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık, nasıl davranacağınıza bakalım diye.” (10/Yûnus, 14) Ayetlerde “yeryüzünün halifeleri” ve “yeryüzünde halifeler”  ifadeleri  geçmekte ve insanın halife kılınarak bir imtihana tâbi  tutulduğu  belirtilmektedir.  İmtihansa  elbette  irade  sahibi  olmayı gerektirmektedir. İrade, seçme özgürlüğü demek olduğundan insanın istediği şekilde hareket edebileceği ortaya çıkar. İrade sahibi bir varlığın iyilik yapabileceği gibi, kötülük de yapabileceği kolayca anlaşılır. Şu halde, irade sahibi olma  “halife”  kelimesinin kapsamı içindedir ve melekler insanın fesat çıkarıp kan dökeceğini buradan anlamış olabilirler. Öte yandan, halife’nin irade sahibi olması, belli bir hâkimiyet gücünü elinde bulundurması demektir.
 “Allah’ın Halifesi” Olur mu?
 Allah'ın bir halifesi olamaz. Nitekim Hz. Ebu Bekir'e "Ey Allah'ın halifesi!" denildiğinde, "Ben Allah'ın halifesi değilim; ben ancak Rasûlullah (s.a.s)'ın halifesiyim ve bu bana yeter" (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/10-11) demiştir.  İbn Teymiyye’ye göre, tanım gereği; ölen, orada hazır bulunmayan, ya da işinde âciz olan biri için halife söz konusudur. Allah hakkında ise bu tür durumlar mümkün değildir. Allah’ın  ne bir benzeri, ne de dengi mümkündür. Âlemlerden müstağni olan Allah’ın halifeye/vekile ihtiyacı yoktur. İbn Teymiyye, vahdet-i vücutçuların insanı ulûhiyet makamına yükseltmek istediklerini, bu yüzden İbn Arabi’nin “insanın Allah’ın halifesi” olduğunu iddia ettiğini söyler. Vahdet-i vücutçular, insanın birtakım mertebelerle Allah’la bütünleşebileceğini iddia ederken, “Allah’ın halifesi” gibi görünüşte Kur’anî bir dayanak ileri sürerler (M. Sait Şimkşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Y., s. 168-169).
 Aynı şekilde hilâfet makamına geçtiğinde Hz. Ömer'e de, "Allah'ın halifesi" şeklinde hitap edilmesi kendisine teklif edilmiş, kendisi bunu reddetmiştir. "Allah'ın halifesi" şeklinde bir ifadeye ne bir ayet ve ne de sahih herhangi bir hadiste rastlıyoruz. Ayetteki "halife" kelimesiyle nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Bu görüş, aynı zamanda İbn Kesir (1/99),Taberi (1/200), Maturidi gibi nice âlimlerin kabul ettiği bir yorumdur. Bu görüş, "halife" kelimesinin kelime anlamına da aykırı değildir. Çünkü "halife" kelimesi, hem ism-i fâil ve hem de ism-i mef'ûl olarak alınabilir. İsm-i fâil olarak alındığında, başkasının yerine geçen; ism-i mef'ûl olarak alındığında da başkası ona halef olan anlamındadır. Halife'nin, hâkim olan ve yöneten şeklindeki tefsirine gelince, yukarıdaki bütün anlamlarla birlikte zikredilmesi gereken bir görüştür. Hz. Adem'in devraldığı iş, yönetme işidir (M. Sait Şimkşek, a.g.m.. s. 177).
 Oysa Allah’ın temsil edilebilir bir varlık olarak algılanması, Hz. İsa’yı enkarne olmuş (et giymiş -Allah’ın oğlu-) biçimi olarak gören Hıristiyanlara ait bir düşünce idi. İslâm’ı istismar ederek, İslâm’ın öngörmediği usullerle işbaşına geçen zâlim yöneticiler, İslâm’ı kullanarak dini siyasete âlet etmek için “Allah’ın halifesi” , “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” vasıflarını kendileri için uygun bir ünvan olarak gördüler. Kötülük ve adaletsizliklerini örtbas etmek için kendilerine tanrısal bir statü vermeleri, müstekbirlerin geleneksel tavrı olsa gerek. Bunlar, ilâhî tayinle iktidar oldukları iddiasını sürekli tekrarlamışlardır. Firavunlar, zaman zaman kendilerini tanrının oğlu (Ra tanrısının, güneşin oğlu), hatta zaman zaman da tanrının kendisi olarak sunarlar. Japon imparatorlarına yirminci asra kadar hâlâ  “güneşin oğlu”  deniliyordu. İnsan, tarih boyunca, ilâhî adalete aykırı olarak, hak etmediği vasıflara sahip çıkmaktadır. Bu olumsuz tavrı gösterenler arasında, vahye muhatap olmuş ama onun kadrini kıymetini bilememiş ve tahrif etmiş yahudi ve hıristiyanlar, ümmî Kureyşliler de vardı.      
 Yahudi ve hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.” (5/Mâide, 18) sözü ile Allah tarafından seçilmiş ırk görüşünü savunurlar.  Fil  olayının  sonucunu  kendi  üstünlüklerine yoran Kureyşliler de, kendilerinin Mescid-i Haram’a daha lâyık olduklarını ileri sürerek (8/Enfâl, 34) hak etmedikleri bir imtiyazla (9/Tevbe, 19) bütün kabilelerin Kureyş’e ta’zimini sağlamaya çalışmışlardır. Görüldüğü gibi zulüm iktidarları kendi meşruiyetlerini garanti altına almak için insan fıtratında vazgeçilmez bir olgu olarak yer alan Allah'a inanma eğilimini kullanarak Allah adına hareket ettikleri iddiasıyla, mazlumları etki ve yetki altına almaya çalışmışlardır. Cahilî zihniyet, kendi iddialarına göre risâletten önce Allah’ın yakınlarıdır (8/Enfâl, 34; 9/Tevbe, 19) Risâletten sonra Emeviler döneminde ise Allah’ın halifesidir. İslâm düşüncesinin değişime uğradığı tarihin daha geç dönemlerinde ise “zıllullah”tır; yani Allah’ın gölgesi. Artık sultanın yaptığı zulümden vazgeçmesi isteniyorsa o zaman yapılacak tek şey vardır: Oturup dua etmek! Çünkü her haliyle yeryüzünde Allah’ın gölgesi olan sultana isyan en büyük günahtır(!)
Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in kabul etmediği Allah’ın halifeliği sıfatına zulümlerine meşrûluk vermek için zalim yöneticiler can simidi gibi sarılıyorlar. Rasulullah için Kur’an ısrarla “kul” vasfını verdiği, Allah’ın halifesi gibi ifadeler O’nun için bile söylenmediği halde, Emevilerden itibaren sözde halifeler için, Rasûlullah’ın halifesi, mü’minlerin emîri, müslümanların halifesi gibi sıfatlar yeterli gelmiyor, cılız kabul ediliyordu. Allah’ın yeryüzündeki temsilcileri ilan edilen bu müstağni liderler, Allah’ın kulluğuna değil; vekilliğine soyunuyor. Ortaya koydukları siyasete/pratiğe göre de dini yorumlayıp zulümlerine kılıf geçiriyorlar. Böylece dokunulmazlıkları olan küçük yeryüzü ilahlıkları, rahatlıkla sömürü düzenlerini devam ettirecek; ama asla eleştirilemeyeceklerdir. Çünkü sultaları Allah’ın takdiridir(!) Cebr ve İrcâ akidesi imdatlarına yetişir (Allah’ın Halifeleri miyiz? F. Zülaloğlu, Haksöz, Aralık 92, s. 16-17).
 İlk dönem İslâm tarihinde halife’nin kavramsal olarak yerleşmediğini ve öncü sahabenin bu kelimenin Allah'a nisbet edilmesine kesinlikle karşı çıktığını görüyoruz. İlk dönem İslam öncüleri, Rasül’ün ve Kur’an’ın yönetim için kavramlaştırdığı “emr” kelimesini kullanmışlar, kendilerini  “emîr” olarak görmüşlerdir. Kur’an, yöneticilere “Ülü’l-Emr” ve “Veliyyü’l-Emr”  (4/Nisâ, 83) terkibini tercih eder.  
Kur’an, halife kelimesini açık bir şekilde arza izafeten kullanıyor; Allah'a  izafeten hiçbir yerde kullanmıyor. Bakara suresi 30. ayetten  sonraki ayetlerdeki, meleklerin yorumlarında ve reel hayatta gördüğümüz gibi, (yaratıcısını överek tesbih edeceğine) yeryüzünde fesat/kargaşa çıkaran, kan döken biri  Allah’ın temsilcisi olabilir mi? Bir temsilci, temsil ettiğinin dışına çıktığı zaman temsilci olmaktan çıkacağına göre, belli bir iradî alanda istemlerini gerçekleştirme, tercihte bulunma yeteneğine sahip insan gerçeği,  “Halifetullah”  ile nasıl uzlaştırılacaktır? (Bkz. 10/Yûnus, 14)
Adı sanı anılmadan nice çağlar gelip geçtikten sonra yeryüzü için yaratılan ve yeryüzünün hâkim ve yöneticisi konumuna getirilen insan, nasıl hareket edeceği konusunda denenmektedir. Oysa Allah’ın temsilcisi olarak görülen birinin özgür bir iradesi olmasından bahsedemeyiz. Böyle bir statüye sahip birinin yapıp ettiklerinden dolayı sorgulanması da söz konusu olamaz. Çünkü yapıp ettikleri Allah adına, Allah’ı temsilendir. Halbuki insan için izzet ve üstün bir şeref aranıyorsa, bu, Allah'a kulluk ve takvadır (Bkz. 3/Âl-i İmran, 79).
 "Halifetü’l-Arz" (Yeryüzünün efendisi, yöneticisi) insanın kendisi için Allah’ın takdir ettiği bir konumu, bu ifadeyle anlatılıyor. Yasak meyveyi yiyen insan, kendi farkına varmış, böylece içgüdüye bağlı istekten; itaat ve isyana kabiliyetli, irâde/istem hürriyetine kavuşmuştur. Böylece “yeryüzünün halifesi” payesini almaya hak kazanmıştır.
Bazı ayetlerde halife kelimesi, başkasının yürüttüğü bir işi ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak, devralınan hâkimiyetle/egemenlikle  ilgili  bir  iştir. “Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” (2/Bakara 29) Demek ki insanın halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir. “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevesine /keyfe uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır.” (38/Sâd, 26). Yani ey Davud, seni hükümran kıldık ki adaleti yerine getirerek, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak, senden önceki peygamber ve salih önderlere halef olasın. Bu hilafet, siyasi erkle kayıtlı değildir; eşyanın tümünün âdil kullanımını öngörür. “Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki nasıl davranacağınızı görelim.” (10/Yûnus, 14)
 İnsana, kâinatta Allah’ın biçtiği konum yerine; hak edilmeyen bir statüye kaydırarak yer aramak, eşyada var olan dengeyi tersine çevirmek demektir. İnsan, ancak insana temsilci/halife olur. Ontolojik denge açısından eşitliğe sahip olmayan insanla Allah arasında müşterek bir vekâlet sistemi yoktur. O halde Allah’ın vekil/halife edinmesinden söz etmek mümkün değildir (F. Zülaloğlu, a.g.m., s. 20-21).                    

 Selâm ve sevgilerimle…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası