FİKİRLERİMİN SEYRİ 

Hiçbir şeye pişman olma geleceğe bak 

MURAT AYDOĞDU


 Önsöz: Çok sorular geliyordu. Kişisel, herkesin bir hikayesi var deyip geçiyordum. Uzun ve sıkıcı merak etmiyorsanız hiç başlamayın.

Yaptığınız bir çok şey spontan gelişir. Gerçek boyutunu sonra daha geniş analiz eder ve daha iyi anlarsınız.
Materyaliz, idealizm suni kavgası da beni metafizik/ruhçu düşüncelerin saçmalığı yüzünden materyalizm’e meylettirmişti. Bunu saçma bir ikilem olduğunu fark etmemle, iki seçenekten birini tercih zorunluluğundan beni kurtardı. Yine yıllar sonra Aliya İzzetbegoviç’in “İslam ne materyalist, ne de idealist değildir” sözü ve Ali Şeraitinin “Düşüncede materyalist, eylemde idealist olunmaz” sözleri ile karşılaştığımda aynı şeyi düşündüm; Benden önce de bazı kişiler problemin bu boyutunun farkına varmışlar. Sonra, varlığa ve sürece anlam biçmek için kullandığımız diyalektik materyalizm kavramını da sorguladım. Diyalektik Materyalizm’in itkisi neydi? İki şeyin çelişkisi olan bu iki şey neydi?  Negatif yükler - pozitif yükler, madde – anti madde, etki-tepki diyorduk, madde içi çelişkilerden söz ediyorduk. İyi kötü kavramı zemine ve şartlara göre değişiyordu, mutlak yargı yoktu, irade açıklamaları determinizmden kurtulamıyordu. İlk fark ettiğim şey Madde içi çelişkilerin ortaya çıkardığına inandığımız madde içi irade kavramının materyalist bir tanımlamaya uymadığı oldu. Bir uyuşmazlık vardı  ve bu süreç içinde materyalizm’den şüpheciliğe oradan nihilizm’e giden bir süreçti. Son nokta da “Yoksa biz Yaratıcı denilen kudrete başka isimler mi veriyorduk?” sorusu kapıyı açan bir soruydu. Diğer yandan Darwin teorisi bir takım kanıtlarla bilimsel bir gerçeklik ifade ediyordu. Ve bize öğretilen Darwin teorisinin materyalist temellerde olup, yaratılış inancının bununla çeliştiğiydi. Açık söylemek gerekirse Darwin ateizm’e inanmamızdaki en önemli faktörlerden birisiydi. Şimdi ateizm’e meyletmenin ana müsebbibi  olarak Darwin gösteriliyor, bana kalırsa Din adına Darwin’e karşı çıkmak daha önemli bir etkendi.

Batı düşünce dünyası İdealizm ve Materyalizm olmak üzere iki ana akımın mücadelesidir.
Hiçbir paradigma/düşünce yapısı, oluşumu itibari ile tek faktöre bağlı değildir, süreci oluşturan bir çok faktör birbirini tetikleyen ya da destekleyen yapıdadır. Yani bazıları seri, bazıları paralel etkilerle durduğumuz konumu belirler. Bu nedenle konunun tarihsel ve düşünsel arka planından başlamak gerek
İdealistler, tarihin değişimini kabul ederek antik Yunan da Elatun’un (Platon) diyalektik (zıtların çelişkisi ile oluşan çatışma ve bunun süreci) yaklaşımı ile felsefi bir üstünlük elde ettiler. Antik zamanların isminin bile pek bilinmediği materyalistleri, maddenin ve ve doğanın hiç değişmediğini, ezeli olduğuna inanırlardı. Yine antik dünya’nın neredeyse tamamı Yaratıcı/Tanrı inancına karşı değildi. Öyle ki Aristo’nın Logos diye tanımladığı kavram Akıl, bilim ve Yaratıcı kavramlarını birlikte içeriyordu. İdealist olmayan/Agnostik bir Aristo gerçekte materyalistte değildi. Sadece Aristo’nun Yaratıcı inancı Panteist/vahdeti vücutçu bir yapıda olup madde’den ayrı değildi. Bu nüans’dan dolayı günümüz materyalistleri Aristoyu sever ve materyalist olarak algılar. Halbuki Aristo sadece Gnostisizme (Hermetizm/metafizik boyuta karşı birisiydi) Tanrı’ya değil. Anaxagoras Logos yerine Nous kavramını kullanarak Yaratıcının maddi olandan bağımsız olduğu düşüncesi ile Aristo’ya muhalefet eder. Anaxagoras bu düşünce ile gaybi bir tanımlama getirse de tam anlamıyla idealist de değildi. Yine agnostisizm, ateizm, şüphecilik ve varoluşçuluk/egsiztansiyalizm gibi kavramlar bazen örtüşen bazen ayrışan kavramlardır ama kesinlikle farklı anlamlar içerir. İlk başlarda girift/iç içe olan sadece bir yaklaşım biçimi olan İdealizm-Materyalizm kavramlarının ayrışması zamanla gerçekleşmiştir.

Gerçekte Eflatun’un idealist dünya görüşü Yunan kökenli değil doğu kökenlidir. Bu Yunanlıların Hermes, İranlıların Hürmüz, İslam tasavvufçuların İdris peygamber dedikleri kişinin düşünceleri Orta doğu kökenlidir. Öyle ki İdealizm, Eflatundan yüzyıllar önce Hint dinlerinde seslendirilen, birkaç bin yıl önce Mısır inançlarında dile getirilen bir metafizik anlayışının Yunan felsefesine girişidir. İdealizmin bu yorumu Hermetizm/Gnostisizm denilen düşünce yapısına göre İnsan, maddi dünyaya gelmeden önce yıldızlar aleminde kusursuz bir biçimdeydi, sonra her ne olduysa oradan dünya denilen yanılsamalar ve kusurluluklar evrenine düştü. Hayat, İnsanın değişim ve tekamül ile tekrar kusursuz cennete yolculuğudur. Bu inanç Hint felsefesinde Nirvana ile betimlenir. Antik Yunan kaynakları Eflatun’un Mezapotamya seyahatinden söz ediyor. Bu gerçek bir yolculuktan öte o bilgilere doğru bir yolculuktur. Eflatun’un İdelar dünyası tanımlaması, Mağara hikayesi ve Körler vadisi anlatımları hep bu Gnostik akımın yansımalarıdır. Eflatın Madde’yi yadsır, O’na göre maddev yanılsama’dır, hayaldir, gerçek değildir. Kusursuz olan İde’ler dünyasıdır. Eflatun’un yaşadığı çağda Yunan dünyası sofilerin laf ebeliği ile bütün değerleri alt üst ettiği dönemdir. Ahlak tamamen çıkar olarak değerlendirilir. Öyle ki Mahkemelerde bile para ile tutulan Sofi’ler demogoji ustalığı ile suçluları suçsuz hale sokacak kadar ustalaşmışlardır. Eflatun’un yaptığı aslında, sofilerin elinde oyuncak olan değerlerin İde’ler alemi denilen kusursuz aleme gönderip dokunulmaz kılmak ve sofistike söylemlerle dejenerasyonunu engellemekti. Aristo zamanında ise tamamen kalıplaşmış İdealizm dinamizmini kaybetmiş ve mistik değerler halinde reel dünya’dan uzaklaşmıştı. Ve Aristo bunu elle tutulur, akılla kavranılır boyuta çekmek için Gnostisizme karşı çıkar, Onun için ideler dünyası yoktur, metafizik ise ancak madde ile birlikte anlam kazanırdı. İşte ilginç olanda bu, Aristo metafiziğe karşı değil madde’den soyutlanmış metafiziğe karşıydı. Günümüzde bile Felsefe’nin tanımı “Bilimsel fiziki olanı anlamlandırma çabası” olarak yapılır.
 
Batı dünyası Hıristiyanlığın orta döneminde Yunan felsefesine seçici yaklaştı. Öyle ki Aristo mantığını kendisine adapte ederken, İkinci analitiklerin son kısmını aforoz edip yasakladı. Bu kısım eski Süryani eserleri gibi eserler aracılığı ile daha hicri 1 yüzyılda Dar-ül Hikme medrese geleneği ile İslam filozoflarının araştırmasına konu oldu. Aristo’ya Muallim-i evvelin dediler, peygamberlerin vahiyle bulduğunu, akıl ile bulan filozoflar olarak değerlendirdiler. Bu gün Batı dünyasının dahi kabul ettiği şey Aristıo’nun ikinci analitikler son kısmı (Arap’lar Kitab-ıl Burhan dertler) İbn-i Haldun tarafından Batıya tanıştırılmıştır. Ve çok açık olan şu ki 13-14. yüzyıllarda Endülüs üzerinden Batıya geçen fikri akımlar Rönesans ve Reform’un temel itkisidir. Buna kısmen Haçlı seferlerindeki iletişim de etki eder. Aynı dönemde tarihin garip cilvesi bir yandan Endülüsün kaybı, diğer yandan Moğol istilası İslam dünyasında yıkıcı etki yapar. Haçlılar Granada kütüphanesini yaktıklarında Tarihçiler, yangının aylar sürdüğünü söylerler. Moğollar Bağdat kütüphanesinin kitaplarını Dicle nehrine döker ve yine tarihçiler Diclenin aylarca kitap aktığından bahseder. Gerçek yıkım Moğol istilasından sonra İslam dünyasında oluşturulan Kutsal devlet, statik fıkıh ve merkeziyetçiliktir. Bu sendromu 11 Eylülde ABD başta Batı dünyası yaşadı, özgürlüklerin ve hoşgörünün nasıl birden bire yıkılıp paranoya halinde baskıya dönüştüğünü görüyoruz.

Gelelim Batı dünyasına; Batı dünyasında Kilise tutucudur.  Aristo’nun mantığını olabildiğince kullanır ama ikinci analitiklerin son bölümünü yüzyıllarca yasaklamış hatta batıda yok etmiştir. Zira Aristo bu bölümde aklın hüküm koyuculuğundan bahsetmekte İnsanın olanca gücü ile sorgulamasına neden olacak yaklaşımlarda bulunmaktadır. Kilise ise ön kabullerin analizine karşıdır. Diğer yandan idealist fikirler Hrıstiyanlığa kuvvetle nüfuz etmiştir. Ruh madde ayrılığı bunun tezahürüdür. Öyle ki Batı literatüründe, Ruh için soul ve sipirit gibi iki kavram kullanır. Bir yandan gramlarla ölçülmeye çalışılan bir Ruh, diğer yandan maddeden tamamen ayrı ideler dünyasına ait bir Ruh tanımı yapar. Kilise İdealizmin tanımlarını da sahiplenmesine karşın değişimi, toplumsal, doğal ve tarihsel diyalektiğe karşı çıkacaktır. Kilise diyalektiği sadece insanın ruhi gelişimine indirger. Klasik tabirle her akımdan işine geleni almıştır.

17 Yüzyıldan itibaren oluşan yeni Batı felsefesinde bir dönüm noktası Marx’ın Hegel diyalektiğini alıp materyalist diyalektik önermesidir. O döneme kadar madde ve doğa ezelidir değişmez diye, kısmen sanayi devrimi ile değişimi kabul eden, ama buna bir düşünce temeli oluşturamayan materyalizm için Marx bir çığır açar. Madde sürekli değişmektedir, madde içi çelişkilerin oluşturduğu diyalektik süreç maddenin tarihini, bu doğa’nı ve en nihayet toplumların tarihini oluşturur. Diğer sosyal ve iktisadi temellendirmeler de yine ayrı bir konu.
Marx teorileri için Darwin teorisini sahiplenir. Marx için toplumsal dinamizme karşı afyon kimlikli Kiliseye de düşmandır. Kilise de Darwin’e karşı çıkar halbuki  Darwin Ateist değildir. Buna rağmen kilisenin Darwin’e karşı çıkması da kaçınılmazdır.
Yapı İtibarı ile Tevrat(Eski ahit) ve İncil(Yeni ahit) anlatımı Kuran’dan farklıdır. Tevrat bir tarih kitabıdır, yüzlerce yıl süren İsrail oğullarının ve peygamberlerinin tarihi. Bu özelliği Tevrat yazıcılarının onu tarih indekslemesine ve sayılara aşırı önem vermesine iter. Bu nedenle Tevrat verilerine göre insanlığın başlangıcı İ.Ö. yaklaşık 7 000 yıl eskiye dayanır. Yin İncil İsa peygmber’in hayatıdır. Yahudilerin aşırı maddileşmiş, ruhu kaybolmuş şeriat uygulamaları karşısında İsa’nın anlatımı Alegorik/mecazi ağırlıklıdır. Allah’a baba diye hitap eder, ama başka bir yerde benim de babam, sizinde babanız der. Hristiyan dünyasının sapması sonucu oluşan profilde melekler ve hatta Tanrı İnsan suretindedir. Eski ve Yeni Ahit’in bu yorumlanma biçimi Evrim kuramının İnsan profiline uymaz, 100 000-200 000 yıl öncesine tarihlenmiş Homo Sapiens (İnsan’ın atası) fosil verilerine uymaz. Ve Kilisenin evrime karşı çıkışı bu çerçevededir.
İslam dünyası ise Moğolların ardından, Nizamülmülkle oluşan statikleşmeye rağmen, merkezi güç ve toplumsal dayanışma ile ömrü uzamış sosyal istikrar sahibidir. Ama batı karşısında çözülmesi, kurumların yıkılması travma oluşturur. Batıdan gelen her şey toplumsal yapıyı çözüp Yeni ve seküler bir toplum oluşturmaktadır. Savunma mekanizması Batı kökenli gördüğü her şeye karşı çıkmayı getirir. Yine Batı paradigması içerisinde materyalizm’i tehdit gören muhafazakar/sağcı İslam anlayışı Kilise düşüncesine bağlı Darwin karşıtlığını birebir alır.
Müslüman aydınların Materyalizm karşıtı söylemleri de İdealizm den devşirilir. Halbuki İslam düşüncesi Darwin’den yüzyıllar önce evrim düşüncesi ile tanışmış ve ciddi bir karşı çıkış oluşturmamıştır. Yine İslam düşüncesinde Materyalist-İdealist gibi bir ayrım da söz konusu değildir.Darwin’in yaptığı kendisinden yüzlerce yıl önce temelleri oluşturulmuş mutasyon, doğal seleksiyon ve türlerin evrimi gibi teorileri Galapagos adaları gibi yerlerde, bazı fosil araştırmalarında ve tekniğin imkanlarını kullanarak somutlaştırmasıdır. Evrim kuramını ilk işleyen İslam alimleri bunu Allah’ın sünneti olarak görüyorlardı. Öyle ki Gnostik eğilimli Cabr b Hayyam’dan daha burhani filozof Kindi’ye kadar farlklı kesimler aynı konuya değindiler. Kimisi evrim’i İlahi mutastyonla ile açıkladı. Kimisi Gen ve DNA biliminde olduğu gibi programlanmış İlahi süreç olarak algıladı.

Ateizm son iki yüzyıla ait yaygınlaşan bir fikir akımıdır. Ama ateizmin nüveleri tarih boyunca vardır.Ali Şeraiti “Din’e karşı Din” eserinde İnsanların hiçbir zaman dinsiz toplum oluşturmadıklarını, bütün peygamberlerin mesajlarına yine Din adına karşı çıktıklarını söyler. Bir çok kimse dinsizlik olarak ateizm’i anlar, ama gerçekte Din, Arapça “Borç” kökünden gelir ve insanın yükümlülük duyduğu hayat görüşü, hayat tarz’ıdır. Örneğin Konfiçyus inancı neredeyse tamamen ahlak kuralları üzerinedir. Tanrı, gayb, cennet-cehennem inançları yoktur. Hinduizm inancında şeytan diye bir kavram yoktur. Örnekler uzatılabilir.
Ben tek tanrılı dinler içinde benzer şeylerden söz edeceğim. Eski ahit/Tevrat’ı okursanız onda da ahret, ölüm sonrası cennet-cehennem ile ilgili açık bir şey bulamazsınız. Gehinnom aslında Filistin’de bir vadi adı’dır, cennet Arap-İbrani d,lleri ortak kökenli olup gizli bahçe anlamına gelir. Yine Tevratta İsrailoğullarının yaptıkları iyiliklerin karşılığını hep dünya da kendileri yada nesilleri tarafından aldıklarını, kötü davranışlarının karşılığını da yine dünyada bulduklarını anlatır. Yahudiliğe göre tamamen Ahret hayatı yok demiyorum, ama vurgular bu dünyaya ait. Nitekim Aliya İzzetbegoviç’te “Doğu-Batı arasında İslam” Adlı eserinde Tevrat’ın çok maddi, ve rasyonel anlatıma sahip olduğunu söyler. Bunun sebebi İsrail oğullarının ilk dönemlerinde çok uhrevi-münzevi eğilimler olduğu, Tevrat’ın bu anlatımı yaşanan dünya’ya ve sorumluluklarına çekmek için kullanmış olmasıdır. İsrail oğullarının aşırı maddileşmesi ile orta yoldan maddiyata kayma gerçekleşir ve bu nedenle de İncil çok daha ruhani, mecazi ve duygusaldır. Amaç fazla maddileşmiş Yahudilerin kaybettikleri maneviyatı vurgulamaktır. Yine bu nedenle İncil’de hukuk ve rasyonel veriler çok azdır. Aliya bunun bilinçli olarak Dünya tarihi boyunca Doğru yoldan sapan toplulukların ortaya çekilmesi olarak tanımlar ama zamanla bu ivme öte tarafa sapar ve ardışık dinlerin üslup farklılıklarının nedeni de budur. Ve son Din İslam da tam bir denge vardır. Okuyuş farklılıklarına göre maneviyat ta, maddiyat ta dengelenmiştir.
Allah Elçisinin geldiği Mekke toplumunda da ciddi materyalist eğilimler mevcuttur sadece tanımlanmamış tepkilerdir.Kendi yaptıkları putları acıkınca yemeleri, Elçinin bu putların hiç gücü yok dediğinde: “Biliyoruz bunlar sadece bizi bir arada tutan semboller” demeleri bu eğilimdir. “Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeni bir yaratılışla mı diriltileceğiz?“ derler.” İsra 49, İsra 89, Müminun 35, Yasin 78, Saffat 16, Saffat 58, Vakıa 47, Kıyamet 3, Naziat 11, "Ne ise hep bu dünyâ hayâtımızdır; ölürüz ve yaşarız, biz öldükten sonra diriltilecek değiliz." Müminun 37, Casiye 24
Mekke müşrüklerinin materyalist bir yorumlamakları da vardı, Yaptıklarınızın karşılığını Allah indinde göreceksiniz diyen elçiye Ebu Cehil şu cevabı verir. “Eğer öbür dünya varsa, ben oğullarım, mallarım ve gücümle sizleri kurtarırım”“Zannediyor ki malı kendisini kalıcı kılacak.” Hümeze 3
 
Konuya tekrar dönersek Hıristiyanlığın fazla ruhani değerlendirmesi batı dünyasında münzeviliğe- ruhbanlığa kayan bir etki oluşturur. Bu nedenle batı dünyası materyalist tepki göstermekte haklıdır. Üstüne üstlük 19. ve 20. yüzyılın ateistlerinin büyük oranda Yahudi kökenli olması bu nedenledir. Zira Yahudi inançları daha rasyoneldir.İslam açısından olay biraz daha farklı.
İslam inancı da avami anlamdan biraz farklıdır. Örneğin Kuran’da kabir hayatı diye bir anlatıma rastlamazsınız. “Ruh” Arap dilinda “Riyha=rüzgar” ve “Rayihe=koku” kelimelerinden türer yani hararet, ve istek anlamlarında kullanılır. Güncel dilde de kullanırız “Bu toplumda ruh kalmamış” (Ruh ile ilgili bir makalem var incelemek isterseniz dipte link ekledim) Kıyamet, dünya’nın sonu değil, yeniden diriliştir. Şimdi şöyle düşünün “Ruhumuz bedenden ayrılınca duyumsamaya devam ediyorsa, cennet ve cehennem metafizik bir kavram ise ve ruhlar oraya gidiyorsa, yeniden diriliş neden olsun. Benim kanaatim Ruh bedenden ayrı duyan, düşünen, acı ya da haz duyan bir varlık değil, bu özelliklerini bedene yeniden iade edilince kazanır. Diyeceksini ki bunca yaşamış insan nasıl tekrar diriltilir. “İlk yaratış”ta güçsüz mü kaldık ki yeni bir yaratılıştan şüphe ediyorlar.” Kaf 15
İlk doğduğumuzda n ölüme kadar olan süreyi düşünün, hücrelerimiz atomlarımız tamamen yenileniyor, değişiyor, o halde bizi biz yapan ney, belki genler, DNA yani AKTARILAN BİLGİ buna program da denilebilir. Daha detayına sanırım kudretimiz yetmeyecek bunlar sadece düşünmek için alıştırmalar.Asıl söylemek istediğim, bu düşünceleri bir Hıristiyan’a anlatsanız size materyalist der. Ateistler Batı’nın ruhçu fikirlerine “La/hayır” diyebilmiş insanlardır, İllallah demeleri için bir nebze yol kalmıştır. İslam inancına diğer gelenekselcilerden daha uzak değillerdir. İlginç bir hatırlatma yapayım Eski Fransız Komünist parti genel sekreteri Roger Garoudy’i inceleyin.Hawking’in ateist olmasının ilginç bir yönü var Einstein ve bazı bilim adamlarının “Big Bang” teorisi ile evrenin bir başlangıcı olduğu tezleri vardı Hawking “Kara Deliklerin” yok oluş değil, madde’nin radyasyona çevrilmesi olduğunu ortaya koyması ile ve “Big Bang” öncesinin de böyle bir hal olduğunu ortaya koyması ile maddenin ezeli ve ebedi olduğunu kabul etti. Bu onun ateist inanca sürükler. Avrupa’daki bilim adamlarının çoğunun ateist olduğu iddiası gerçek değildir. Edison’dan, Newton’a Einstein’a vs ezici çoğu Yaratıcı inancına sahiptir. İlginç nokta Kilise ile pek anlaşamıyorlar. Darwin bile “Mutasyon olayında bir Uluhiyet vardır” der.

Modern yaklaşımlar:
Hawking 1988 yılında yazmış olduğu "Büyük patlamadan kara deliklere, zamanın kısa tarihi" adlı kitabı var. Ben kitabı okumadım, bir belgeselde izlemiştim. Hawking kozmoloji üzerinde çalışıyor ve genel olarak Hiç bir şey vardan yok, yoktan var olmaz fizik prensibine göre davranıyor. Hatırladığım kadarı ile belgeselde sizin de dediğiniz gibi kara deliklerden yola çıkıyor. Bilim dünyasının kesin ortaya koyduğu şey Evrenin genişlediği dir. Bu genişlemenin zamanı da oluşturduğu Einstein'in tezidir. Evren gittikçe yavaşlayan bir gelişme içinde olduğu da normal fizik kuralıdır. Bundan yola çıkılarak zamanında yavaşladığı ama izafi olduğu için bunun algılanamadığı öne sürülüyor. Yine mevcut fizik kurallarına göre evrenin genişlemesi durup geri büzüşme olmalıdır. Bu takdirde zamanın da geri döneceği söylenir. Sorun da burada zamanın geri dönmesi ile irade gibi kavramlar tanımsızlaşır/anlamsızlaşır.Hawking'in bir özelliği daha var populist sansasyonel çıkışlar yağar, yani biraz çılgındır. Uzaylılarla ilgili yaklaşımları da bu minvalde, ama bu sansasyonel çıkışlarını bilimsel verilerle destekler.Big Beng öncesinin olup olmaması da çok önemli değil daha öncesini bilmiyoruz ki, biz sadece ulaşabildiğimiz bilgiye göre hüküm veririz. Bu konuda İhsan eliaçık'ın ilginç yaklaşımı var "Fizik ötesi olaylar sadece yaratılış öncesi ve Kıyamet sonrası içindir." diyor. Melekleri doğa kanunları, Cinleri henüz temas kurulamamış varlıklar, mikroplar vs olarak algılayanlar var. Bunların hepsi anlamlandırma çabaları ve kudretimiz dahilinde gerçekleşir.
Witgenstein felsefesi denilen bir düşünce biçimi var gerçekleri ulaşabildiğimiz verilerle tanımlayabiliriz. Örneğin ilk insan izler ve "Su ısıtılınca kaynar" der. Bu doğru bir gözlem, ama noksanlığı yüzünden yanlıştır. Sonra "Su 100o C de kaynar" kuralı getirilir. ısınınca sadece ısınömakta ancak bu derecede kaynamaktadır. Bu da yanlışlanır zira "Su 1 atm basınçta 100o C de kaynamaktadır, vakımda daha düşük sıcaklıkta, basınç altında daha yüksek sıcaklıkta kaynar. Ebülyoskopi olayı farkedilince bir faktör daha ortaya çıkar. Su saf değilse kaynama noktası değişmektedir. En son bulunan manyetik etkinin de suyun kaynama noktasını çok küçük oranda değiştirdiği'dir, yani kuvvetli mıknatıs kutupları arasında kaynama noktası yükselir. Bu sonsuza kadar gider zire kütle çekim vs sebeplerle fiziksel bir olaya etki eden komplek sonsuz sayıda etken vardır. Tam kesinlik için bütün evrenin ve bütün faktörlerin çözülmesi gerekir. Bu da tüm evreni kuşatan kudret demektir.Hasılı sonuç basit bir hükümde bile insan gücü nispetinde doğruya yaklaşır(limit), kusursuz isabet reel olarak mümkün değil. Sonuç baştaki cümlenin ikrarıdır "Varlığı anlamlandırma, Felsefe ve Din'in konusudur. fizik sadece ulaşılabilen bilgidir."
Big Bang değilse bile yoktan varoluş daha eskiye gider. Madde- antimadde ayrışması da başka bir tez'dir, bu da bir başlangıç'a işaret eder, bu ne doğrulanabilmiş, ne de yanlışlanabilmiş bir kıuraldır. Eğer evren sonsuz geçmişe sahip ise bu sefer panteist/vahdeti vucudçular öneri getirir, "Evren'in tamamı yaratıcı İrade'dir" Ben Kuran anlatımından Allah'ın yarattıklarından münezzeh olması ilkesi gereği bunu mümkün görmüyorum. Zira yaratıcı kapsayıcı, kuşatıcı olması yanında sınırsız kudret sahibidir:
"(O), göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Bir şeyi yaratmak istedi mi, ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir." Bakara 117"
"Allah ilk yaratandır ve yine yaratmanın sürecinin de hakimidir.Allah, gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yükseltti. Sonra arşı istiva etti. Her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan güneş ve ayı buyruğu altına aldı. Kesin olarak Rabbinizle buluşacağınıza inanmanız için buyruğunu yürütüp, ayetleri uzun uzun açıklıyor." Rad 2
"Göğü kitap dürer gibi düreceğimiz gün, ilk defa yaratmaya başladığımız gibi yine onu tekrar ederiz. Söz veriyoruz, elbette bunu yapacağız."  Enbiya 104
"Allâh, yaratmağa başlar, sonra onu çevirip yeniden yapar; sonra O'na döndürülürsünüz." Rum 14
"Gökleri ve yeri yaratanın, onların benzerlerini yaratmaya gücü yetmez mi? Elbette yeter. Çünkü O, her şeyi bilen mükemmel yaratıcıdır." Yasin 81
"Gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan çok daha zordur. Fakat insanların çoğu bilmezler." Mü'min 57
"Biz gökleri, yeri ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık." Duhan 38"
"(Size böyle ölümü takdir ettik) Ki sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi, bilmediğiniz bir biçimde yeniden inşâ' edelim."  Vakıa 61
Her şeyin mülkiyeti elinde olan benzersizdir. Hepiniz O’na döndürüleceksiniz."  Yasin 83

Üniversite yıllarında ateist olduğunu söyleyen bir arkadaşıma, münazara sırasında şunu söyledim
 “İki adam var, birisi Afrika’da ilkel bir kabile’de yaşıyor, 20’li yaşlarında açlıktan ölüyor, Diğeri Amerika’da çok zengin bir ailenin çocuğu, sağlığı da, yakışıklılığı da çok yüksek 100 küsur yaşına kadar da yaşıyor bu adaletsizlik değil mi?” Evet dedi. “Peki senin hayat felsefende bunun suçlusu kim doğa’mı, tesadüf mü, varoluş felsefen buna ne diyor?” dedim.
“ Emperyalistler onlarla kavgamız var falan dedi.
Ben "Karşılığı yok mu?" deyince saldırıya geçti
“O halde senin Allah’ın da adaletsiz.” Cevabı tahmin etmişsinizdir.
“Biz mücadelemizi yürütürüz, ama varoluş felsefemiz herkesin gücü, imkanı ve yetenekleri ile sorumluluktadır. Karşılık ahret hayatında elbet alınır, onun yanında bu dünya ve yaşadığımız ömür okyanusta bir damladır. Ama bu karşılığı almak içinde senin söz ettiğin mücadeleyi yürütürüz, aramızdaki fark bizim hayatı anlamlandırmamız da adalet üzeredir."
Batı Paradigmasının adalet, özgürlük ve hakikat anlayışı nedir?
“İnsanın doğasında var olan, özgürlük, hakikat ve adalet anlayışı, Tanrının benzeri ya da doğal yasaların gereği yaratıldığına inanmış olsaydık, bu dinsel ve felsefi yaklaşımla işimiz daha kolay olurdu.” Erich From“

"Yeryüzünde kaç yıl kaldınız? dedi.
Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık, sayanlara sor dediler.
Çok az bir süre kaldınız, keşke bilseydiniz dedi.
Sizi, boş yere yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” Mü’minun 112-115

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası