Suriye’ye Yönelik İki Farklı Tavrın Kökeni


Atilla MORÇOL/Konya:25.08.2011


Müslümanların Suriye konusunda farklı iki taraf oluşturması ve biribirini “Suriye Basçılığı” ile  ve “amerikancılıkla” suçlayıcı bir dil kullanması, Türkiye Müslümanları açısından başlı başına bir fitnedir ve tasvibi hiçbir surette mümkün değildir. Olayın taraflarını (Baas rejimi ve muhalif halk) bir tafaftarlık  mantığı içinde  eleştirirken, iş; şahsileştirilip kırgınlıklara hatta düşmanlıklara  sebep olacak safhaya taşınmakta olduğu görülmelidir. Ve bundan kaçınmak her müslümanın öncelikli dini siyasi görevi olduğu malumdur. Zira Allah kardeşliği emretmekte,çekişmeyi, ayrılığı ve hizipçiliği yasaklamaktadır. Böyle bir durum Allah'ın hoşuna gitmeyeceği gibi şeytanın la bundan haz alacağını her Müslümanın bildiğine kaniğim.

 İran’ın ve Hızbullah’ın; nereden bakarsanız bakın her yönden gayrimeşru ve insanlık dışı Suriye baas rejimi ile çeyrek asırı aşkın bir süredir dost ve müttefikliği ile bu rejimin  Muhaliflerini gayrimeşru ilan edip, Baas Rejiminin yanında pozisyon alması büyük bir fitnedir ve bu tartışmaların ana sebebidir. Dolayısıyla Hızbullah’ın ve İran’ın Suriye baas rejimine asker gönderip göndermediğinin bir önemi yoktur. Zira siyasi destek asker göndermekten daha az önemsiz bir durum değildir. İran ve Hızbullah’ın Suriye siyasetleri hatalıdır.Haklılığına, eminliğine ve  meşruiyetine halel getirmiştir. Bu hatadan dönülmesi yada  bu yanlışın düzeltilerek acilen kayıbların telafi edilmesinin hayati ehemmiyeti söz konusudur. 
İran ve Hızbullah kendi kendilerine büyük zarar verdiler,Suriye politikasıyla.Amerika'nın; İran rejimini ve Hızbullah örgütünü dünya kamuoyu gözünde değersizleştirecek bir operasyonu,  ancak bu kadar başarılı olabilirdi. Ki İranlı mesuller  bunu ne yazık ki kendi elleriyle yaptılar.  Bu hatalı siyaseti buradan savunmanın da bir anlamı ve önemi yoktur. Ancak Suriye siyasetleri nedeniyle eleştirilere evet fakat bu eleştirilerin Hızbullah ve iran aleyhtarlığına dönüştürülmesi, müslümanlara yakışmamaktadır. Hele hele neoselefizmin tekfirci söylemlerine prim verecek bir dilden şiddetle kaçınılmalıdır. Zira bu dil ayrıştırıcıdır. Ayrışma ise İslamın ve Müslümanların maslahatına değil  şeytani güçlerin maslahatına olduğu malumdur.
 Diğer taraftan İran’ın ve Hızbullahın büyük bir hata olan suriye siyasetini yalan yanlış, galad yorum,tefsir ve tevillerle Kur'an dan ve sünnetten delil getirme gayretlerine girmeninde bir gereği ve inandırıcılığı yoktur. Olay apaçık ortadadır. Baas Rejimi eli kanlı mülhid bir tağuti rejimdir. Halkı katletmiş, Allah'a isyan etmiş fecere ve kefere tayfesinin iktidarıdır. Bunda kimsenin şüphesi olduğunu zannetmiyorum. O halde Suriye halkının kurtuluş mücadelesini gündeme getirirken Hızbullaha ve İrana eleştiri getirelebilinir ancaak ötekileştirici bir dil asla kullanılmamalıdır. Öte yandan İran’ı ve Hızbullahı savunacağım derken de mazlum Suriye halkının kurtuluş mücadelesine saygısızlık ederek genelleme ve lafazanlıkla iftira kabilinden iddialarla yaftalamanın hakkaniyetle bağdaşmadığı anlaşılmalıdır. 

Devletler, siyasetler ve icraatlar akli ve zanni olarak insan eliyle  vücut bulan nesnelerdir ve dolayısıyla kutsal değildir. Akli ve zanni olarak vücut bulan herhangi bir şeyin kutsallaştırılmaları ise tevhid akidesi ile bağdaşmayan ve büyük fitnelere yol açan sapmalardır. Devletin kutsallaştırılması durumunda, yalan yanlış icraatlarının en ufak eleştirisinin dahi dini eleştirme anlamına geldiği bir vakıadır. Bu gün İran’da yaşanan sorunların temelinde bu vardır. Aynı şekilde   İran’ı ve Hızbullahı kutsallaştıranların en küçük eleştiriye bile tahammül gösterememesi de bu  fasid durumdan kaynaklanmaktadır. Zira Dini kutsallara yapılan her eleştiri ve itiraz Müslümanları rahatsız edeceği aşikârdır. Oysa devlet ve örgütler; üzerine oturduğu felsefi temel, amaç ve kullandığı araçlara göre   “meşru” ya da “gayrimeşru” olarak nitelendirilirler. Hayırlı icraatlarında ve siyasetlerinde desteklenir, hatalı işlerinde ise muhalefet edilip karşı çıkılır ya da eleştirilirler.  Adaletin;  meşruiyet ölçüsü olduğu malumdur. Adalet konusunda zaaflı olan o ölçüde meşruiyetini kaybeder. Bu itibarla meşru bir devlet ve örgüt; kutsal ve layüsel değildir. Aksi durumda devlet; yönetici sınıf lehine halk üzerinde baskı aracı olmaya başlar. Halkın tepesinde elitist bir sınıf oluşur. Despotizm ortaya çıkar ve egemen olur. Toplumsal tesanüt bozulur. Memnuniyetsizlikler baş gösterir. Bir müddet sonra halk baskılar nedeniyle kendi içine kapanır, kendini geliştirme enerjisini yitirir, toplumsal gelişme kilitlenir.

Suriye muhalefetinin içinde dış güçlerle irtibatlı ve destekli guruplar olabilir.  Bu durum Suriye Baas rejiminin onca yıldır yaptığı zulmü bir anda ortadan kaldırmaz ve meşrulaştırmaz. Kırk  yıllık istibdat rejiminin olağanüstü hal uygulaması altında onurları ezilmiş,babaları ağabeyleri,amcaları ,dayıları katledilmiş,birçoğu ise sürgün hayatıyla  bölünmüş aileler oluşmuş,hakları gasp edilmiş, istikballeri çalınmış bir halkın gözünde  İran ve Hızbullah ne tarafa düşer!?
 Kendinizi mesela Hama katliamında  babanızı kaybetmiş bir Baaszede yerine koyarak bunu bir düşünün!? Her aileden bir kayıp olan bir halkın içinden denize düşen yılana sarılır hesabı bazı gurupların dış desteklere sarılmış olmaları tasvip edilemez olmakla birlikte anlaşılır bir durumdur. Ancak bu durum basit bir genelleme ile tüm muhalefetin karalanmasına ve Baas Rejiminin yaptığı zulmün onaylanmasına da gerekçe gösterilemeyeceği açıktır. Hele de varsa böyle bir durum, mulhid Baas Rejimini asla meşrulaştırmaz,haklı çıkartmaz ve destek verme nedeni olamaz.  Tabii ki adalet duygusu körleşmemişse!

Dolayısıyla, bu tartışmaları ne İran’ın nede Hizbullah’ın ruhu bile duymazken işgüzarlık yapıp işi şahsileştirerek dargınlıklara, küskünlüklere sebebiyet verilmesine müsaade edilmemelidir. Bunun için taraflarca kullanılan dile, usluba dikkat edilmesi, eleştirilere; eleştiri sınırını aşıp ötekileştirmeye, yaftalamaya ve suç isnadına vardırılmamasına özen gösterilmesi her aklıselimin onaylayacağı maruf bir tavır olacaktır. Hiç kimseye ne fayda nede zarar verecek söz konusu ‘eleştirilerin’ ve ‘savunmaların’ ilmi,insani,ahlaki sınırları aşarak  hakarete,ithama ve yaftalamaya  dönüşmesi, tarafların dinlerine yani kendilerine zarar vereceği malumdur.

Vahiyle inşa olmuş tevhidi dünya görüşüne sahip muvahhidler için değerlendirme ölçüsü, ancak Vahyi ilkelerdir. Vahyi ilkelerin asgari şartlarına haiz olmayan; adaletsizliği, zulmü, kan dökmeyi, işkenceyi, korkutmayı siyaset haline getirmiş bir rejime karşı takınılacak tavır, vahyi ilkeler tarafından belirlenir. Siyaset tarafından değil! İslam makyavelist tavırları aşağılar ve reddeder. Resulullah’ın sav dostlarının ve Ali ra  ahlakı ve siyaseti de hep bu olmuştur. ‘Kızım Fatıma da olsa elini keserim’ buyurması yada reel politiğin dayatmasına mukabil  emanetin ehline verilmesi ilkesi adına  valileri görevden alan Ali; bize  böyle öğretmiştir.
 Vahyi ilkeler;  belirler ve tanımlar. Muvahhid  bu ilkelere göre yaşayan,düşünen ve hareket edendir.İşlerin başı da sonu da şanı yüce Allah’a aittir.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası