Din Devlet Siyaset İlişkisi


Atilla MORÇOL
Konya;25.09.2011




Hayrettin Karaman Hocaefendi,İslami Siyasi Sistemi şu şekilde  tarif etmektedir.“İslâmî siyaset sisteminin ve devletin yapısında, her biri Kur'ân'da defalarca zikredilen ve Kur'ânî anlamları da belli olan şu unsurlar vardır: Tevhîd, itâat, hilâfet, bey'at, şûrâ, emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker, velâyet, mülk, hüküm, adâlet, ehliyet ve emanet. Bunları ihtivâ eden sistemler İslâmîdir.” (İslam ülkelerinde demokrasi ve laiklik/Y.Şafak)

         Toplumların durumu, eğilimleri, itikatları, duygu ve düşünceleri ile yönetimleri ve devlet halk ilişkileri arasında birebir ilişki vardır. Yani, nasılsanız öyle idare edilirsiniz. Bir kavim durumunu değiştirmedikçe Allah o kavmin halini değiştirmez.(Rad 11)  Bu Ayet,toplumsal ıslahında fesadında ilahi bir yasaya bağlı ceryan ettiğini göstermektedir.

“İslam” olmakla “İslami” olmak arasındaki ince fark üzerinde durulması gerekir. Bir şeyin İslam olması o şeyi layüselleştirir. Yani o şey artık, ne reddedilir nede eleştirilir. Cennet, Cehennem, Namaz, Oruç bu baptandır. Siyaset; İslam mıdır, İslamimidir? Rasulalullah’ın siyaseti  İslam dır. O ne ise kabul edilir ve itiraz edilmez.(Biriki rivayet istisna teşkil etsede) Peygamberin siyasetine itiraz doğrudan Risalete itirazdır ki Vahiy; Allah Resulüne itaati yani neye teşvik etmişse ona yapışmayı, neden nehyetmişse ondan uzaklaşmayı emretmektedir.(Al-i İmran/32-50-132;Nisa/13-59-64-69)  Siyasi anlamda Allah’ın elçisine itaat edip uymak peygamberin nevi şahsına münhasırdır. Ancak O’nun devleti; İslam Devletidir. Zira bizatihi Allah’ın murakabesindedir ve Vahiyle ve meleklerle uyarılmakta, yönlendirilmektedir. Ondan sonraki siyasetler ve Müslümanların kurduğu devletler ancak İslami olabilirler. İslami olmak salt İslam’ın yerini tutmadığından eleştiriye ve muhalefete açıktır. Açık olmalıdır aksi takdirde bunun; batı orta çağındaki Kilisenin teokratik devletinin bir benzeri olacağı aşikârdır. Kilisenin yeryüzünde Tanrıyı temsil ettiği fikri ile halifelerin yeryüzünde Allah’ın gölgeleri olduğu fikri arasındaki benzerlik; bu düşüncelerin İslam dışılığını göstermektedir. Peygamberle peygamber olmayan insan arasındaki fark anlaşılmadan bu konu anlaşılmaz. Bu açıdan Günümüz İslam Mütefekkiri Ali Bulac’ın peygamberliği tarif sadedindeki peygamber/elçi tasavvuru dikkate şayandır. Ali Bulaç; Bu açıdan bakıldığında peygamber özel bir insandır. Öyle de olması gerekir, sıradan bir insan olsaydı vahyin ağır yükünü taşıyamazdı. Hz. Ömer'in de ifade ettiği üzere, "Bir gün Hz. Peygamber'e vahy gelirken dizi benim dizim üzerindeydi, dizimin ezildiğini, sanki unufak olduğunu hissettim" der (Buhari, salat, 12, cihad ve siyer, 31, tefsiru sura, 4, 18, Tirmizi, tefsiru sura, 4, 19, Nesai, cihad, 4.)Bazan vahy geldiğinde Efendimiz su ter içinde kalırdı. Kısaca "ağır bir iş" olan vahyde peygamberin kişiliği son derece önemlidir. Peygamber aşkın/müteal, içki/batın ve öte/ahirete bakan yoluyla mustafadır. Yani seçilmiştir. "Mustafa" olma vasfını iki manada kullanıyoruz: Soyu temiz ve seçkin olarak. Temiz, ahlaki ve ruhi olarak da süzülmüş, özel bir eğitimden geçmiş ve seçilmiş bir kişilik. Bu özelliğiyle peygamber aynı zamanda fetanet sahibi yani en üst seviyede zekâ, basiret, feraset ve akıl gücüne sahiptir. Hiçbir beşer peygamberin fetanet ve zekâ gücüne sahip değildir. Masumdur, günahlardan, büyük yanılgılardan, mantık hatalarından korunmuştur. Bu üç özelliğiyle peygamber vahyi ruhen, aklen ve bedenen tecrübe eder. Yani vahiy alan peygamber sadece bilgi ve haber aktaran –hâşâ- bir postacı, bir haber spikeri değildir. Aynı zamanda vahyi ruhu, aklı ve fizyolojik varlığıyla da tecrübe eder, tabir caizse vahye iştirak eder. Bu son derece önemlidir.” 
Dolayısıyla Peygamberle peygamber olmayan insanların yönetimleri arasında mahiyet ve meşruiyet farkı; elçi ile davete muhap arasındaki fark gibidir. Nisa 59 da ki Allah ve Resulünden sonra gelen “ulu-l emr” e itaat; masumiyeti olmayan, zulme düşme ihtimali de her zaman muhtemel olan siyasi bir otoriteyi kastediyor olamaz. Allah; Kendisi ve Elçisi ile birlikte  itaat için zikrettiği olsa olsa  yine Vahiy’de bahsedilen muqarrebunu,( 56/.10-11      Yarışıp öne geçenler de öne geçmiş öncüler’dir.İşte Onlar Muqarreb’dir.) Muqarrabun yani öncüleri, Eimmetül Huda; iyilerin imamlarını, Sabigunu;Kendilerini Kurban edenleri(Grb) adayanları murat etmiş olmalıdır.Bunlar Ebrardan olanlardır.(Bkz. Mutaffifin /18-22) Birçoğu geçmiş ümmetlerdendir. Sabıgunu evvelin. Birazı sonrakilerdendir. Allahu alem; Allah ve Rasulünden sonra itaat edilmesi istenen “Ulul-emr” den kasıt bu öncü ve adanmış sınıf olsa gerektir. Zira Allah’tan hakkıyla ancak Âlim olanlar sakınır. Dolayısıyla kendilerini muhafaza ederler, adaletten sapmazlar ve sadakatlerini korurlar. Böyleleri ister irşad makamında olsun isterse siyaset makamında, duruşunu ve çizgisini bozmadıkları sürece onlara itaat elbette ki gereklidir.
         Bu açıklamalardan sonra başa dönecek olursak; Hayrettin Karaman Hoca efendinin, genel olarak bizimde kabul edebileceğimiz “İslami” olarak nitelendirilebilecek devlet tanımına; meşruiyet ölçüsü ve halkın hoşnutluğu ilkelerini ilave etmek gerekir. Zira devlet nas yani halk içindir.Buyurgan değil hizmet içindir. Allah kullarını bu dünyada özgür yaratmış, Hakka da Batıla da yönelmesini kendi iradesine ve insanların  seçimine bırakmışsa, hiç kimseye halka karşı DAVETTEN başka zor ve baskı hak ve görevi vermemiştir.Geleneğin bu konuda çağın gereklerine gerekli cevabı veremediğini görmekteyiz. Zira Gelenekte Halkın hoşnutluğu değil yönetime itaati esastır. Sünni devlet/siyaset teorisi ana eksen olarak bu yönde inşa edilmiştir. Sırtınızı kırbaçlasa da, elinizden malınızı gasp etse de yöneticiden itaatin çekilmemesi üzerine bina edilmiştir. Fiili durum da hala bu güne kadar bu yönde cereyan etmektedir. O nedenle İslam toplumlarında muhalif hareketlere iyi nazarla bakılmaz. Haliyle böyle bir kültürde despotizmi üretir. Siyaset teorisinde çağdaş teorilerden de istifade ederek, İslam’ın konuyla ilgili ilkeleri dikkate alınarak yeni bir siyaset teorisi üzerinde düşünülmelidir. Pazarlarında kapitalizmin en ilkel şeklinin egemen olduğu İslam Dünyası (!)  kendi dinamiklerinden beslenen özgün bir sosyo ekonomik siyasi bir model ortaya koymak zorundadır.
Düşünsel ve fikri gayretler sonucu ortaya çıkacak ürünün; Müslümanların dünya görüşünden neşet etmiş olması önemlidir. Ne Batıyı taklit doğrudur nede geleneği ve tarihi olan yapıları İslam mış gibi taklit sadra şifadır. Doğru olan ilmi bir yöntemle Vahyi ilkeler ışığında insanlığın pratiğinden istifadeyle kendi dünya görüşümüze ve hayat tarzımıza uygun bir siyaset/devlet teorisini inşa edebilmektir. Böyle bir düşünsel entelektüel ameliyede; asabiyetlere, taklide, dogmatizme yer yoktur.    




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası