Mısır, Tunus ve Selefiler...
 
Fehmi HÜVEYDİ 


İslam ve Şeriat'ı bir pazarlık masasına koymak istemiyoruz. Artık bu ikisine karşı olup olmadığımızı kimse sorgulamıyor.  Doğru soru, bu ikisini nasıl anlayacağımız, içine hangi kapıdan gireceğimiz ve şu an yaşamakta olduğumuz öncelikli sorunlar içindeki yerinin ne olduğu.
ــ1ــ
Bu hafta sakallı bir genç ekrana çıktı ve Abdülmun'im Ebul Fütuh'un "şeriata karşı" olduğunu söyledi. Herkes biliyor ki bu genç daha doğmadan önce Abdülmunim Ebu'l Fütuh İslami hareketin aktif bir ferdiydi. Geçtiğimiz Cuma, onun yaşıtları Tahrir Meydanı'nda toplanarak Cumhurbaşkanı adayı Hazım Ebu İsmail'e destek verdiler. Sloganlarından biri "Halk, Allah'ın kanunu istiyor" idi. Tunus'ta ise bu gençlerden biri ülkenin bayrağını indirerek siyah renkli bir başka bayrak astı. Bazıları bunu İslami hilafetin bayrağı olarak nitelediler.
Binlerce kişi meydanlara çıkarak sivil bir devlet kurulmasını destekleyen gösteri yaptılar, buna karşın binlerce kişi karşı bir gösteri düzenleyerek İslam devleti kurulmasını ve şeriatın tatbik edilmesini istediklerini haykırdı. Tunus'taki eski rejimin mağdurlarından ve Bin Ali'nin hapishanelerinde on beş yıl geçirmiş Nahda Hareketi üyesi Tunus İçişleri Bakanı Ali el Ariz, bu atışmaların olumsuz etkileri hakkında uyarıda bulundu. Fransız Le Mondes gazetesinde 21 Mart tarihli yazdığı yazıda el Ariz, bayrağın indirilmesini eleştirirken Tunus'ta Selefiler içinde yaşları küçük üç kişinin İslam devletinin kurulması için şiddete başvurduğunu ve Safakıs kenti yakınlarında ordu mensuplarıyla çatışmaya girdiğini, bu kişilerin daha sonra arkadaşlarıyla birlikte göz altına alındığını ifade etti. Yazarın ifadesine göre bu yaştaki gençler, devrimden sonra devlet kurumlarının yaşadığı zafiyet nedeniyle kendilerini güçlü zannediyorlar. Devrim sırasında meydana gelen kaosta silah depolarından silahları almışlar. Ali el Ariz yazısında,  Tunus'taki en büyük tehlikeyi Selefilerin içindeki şiddet yanlıları oluşturduğunu belirterek, onlarla çatışmanın kaçınılmaz olduğunu kaydetti.
Selefi hareket içerisinde şiddet yanlıları Mısır'da çok bilinmez, ancak Libya, Tunus ve Cezayir'de bunun bir tarihi var. Ancak olaylara yaklaşım biçimleri orada da burada aynı. Mısır Parlamentosu'nda ezan okumaya kalkan milletvekiliyle milli marş ve bayrak karşısında saygı duruşunda bulunmayı reddeden arkadaşımız, aslında ülkesinin bayrağını indirerek yerine siyah bayrak asanlardan çok da farklı değil. Bunu yaparak o, Mağrip ülkelerinde hilafet devletini kurduğunu zannediyor.
Dindarlığın sadece basit bazı ritüellere indirgenmesi, dinin rolünün aşırı basitleştirilmesi, yaşanan gerçekliğin verileri ve önceliklerine ilişkin tam bir duyarsızlık ya da bilinçsizlik hali, Selefi düşüncenin büyük bir bölümünü diğerlerinden ayıran bir özellik. Şunu biliyoruz ki bu insanlar keçinin olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi misali, bir boşluğu doldurmak üzere ortaya çıkmaları için zemin sağlandı. Orta yolu takip eden dini olgunluğa erişmiş hareketlerin olmaması ve bir de buna eşlik eden siyasi kıyım da bunun tuzu biberi oldu. Bu yayılmaya bir de Arap toplumlarının tabiatı icabı dindar olması, Selefi düşüncenin aşırı basitleştirici, sadece şekle ve görünüme önem veren yaklaşımı da yardım etti. Sakal, çarşaf ya da peçeyle kişi, harekete girmeye layık görüldü, faaliyetlerinin yapıldığı yerlere giriş izni verildi. Bu hareketlerin Körfez ülkelerinden ciddi bir finansal destek aldığı artık kimse için sır değil. Özellikle bu ülkelerdeki ticaret erbabı, zekatını selefi davetin yaygınlaşması için buraya veriyorlar.
ــ2ــ
Bazı Selefilerin, Tunus'ta şiddete başvurmasını istisna edersek, aslında orada olan bitenle Mısır'daki yaşananlar arasında büyük bir benzerlik olduğunu anlarız. İki ülkenin toplumu da muhafazakar ve dindar. Her iki ülke de yıllarca diktatörlükle yönetildi, mutedil dini hareketler orada da bizde de dışlandı, hatta orada Zeytune Üniversitesi'nin kapatılması, bizde Ezher Üniversitesinin tamamen devlet kontrolüne geçmesiyle hemen hemen aynı şeydir. Çünkü Selefiler, siyasetin dışındaydılar ve onunla ilgilenmedikleri için güvenlik güçleri onların faaliyetlerine göz yumdu. Bu sayede halk tabanına yayılabildiler. Her iki ülkede de devrimler olduğunda, toplum gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kaldı ve Selefiler su yüzüne çıktılar. Tunus'ta seçimlere katılmayıp sokakta kalmayı tercih etmelerine rağmen muteber bir halk hareketi olarak ortaya çıktılar. Mısır'da ise seçimlere katılıp bir de seçim ittifakına girmeleri onlara çok şey kazandırdı.
Tunus'ta anayasayla ilgili adımlar atılmaya başladığında devletin kimliğine ilişkin tartışma başlamış oldu. Bir grup, sivil bir devlet kurulmasını isterken Selefiler, İslam Devleti'nin kurulması ve Allah'ın şeriatıyla hükmedilmesi gerektiğini savundular. Aynı şey Mısır'da da oldu. Mısır'da durum kesinlik kazanmasa da Tunus'ta bir şekilde kesinlik kazandı. Bir çok kez parlamentoda çoğunluğu oluşturan Nahda Hareketi'nin lideri Şeyh Raşid el Gannuşi, Tunus'un İslami hareketin iktidara gelmesinden önce de sonra da Müslüman bir ülke olduğunu, bunun için kimsenin tanıklığına muhtaç olmadığını kaydetti. Hareket, kimseyle devletin kimliği üzerinde pazarlığa girmeyeceğini belirterek, anayasaya Tunus'un özgür bir ülke olduğu, dilinin Arapça, dininin de İslam olduğunu koymakla yetindiklerini kaydederken İslam şeriatının kanunların referansı olup olmayacağına ilişkin bir ibare anayasada yer almadığını da sözlerine ekledi. Nahda sözcüsü, ülkede uzlaşmanın sağlanması için bu ibareye razı olduklarını, toplumda ayrılıklara yol açmaktan kaçındıklarını kaydetti.
Raşid Gannuşi ile yaptığım söyleşide kendisi bana, bu tutumu benimsemelerinin toplumun İslami kimliğine bağlılıktan vazgeçtikleri anlamına gelmediğini, ancak toplumun kalkınması için ulusal uzlaşmaya önem verdiklerini söyledi. Dikkatlerini istikrar kazanması gereken güvenliğe, dönmeye başlaması gereken ekonomi çarkına, kendilerine çalışma fırsatı sağlanması gereken işsizler taburuna, geliştirilmesi gereken demokratik kurumlara, kendilerinden uzaklaşmamız nedeniyle çok şey kaybettiğimiz Mağrip çevresine yoğunlaştırması gerekiyordu. Bütün bu sorunların, İslam'ı kendi sabitelerinden biri olarak gören bir toplumda dinin nasıl bir rol oynayacağına karar verme noktasındaki kavga adına devam ettirilmesi artık mümkün değildir.
4.
Gerek uzlaşma dersinden çakan siyasilerin çıkardığı kriz nedeniyle gerekse de hareketini kısıtlayan dış politikada daha önce verilmiş sözler nedeniyle Mısır'daki durum çok daha karmaşık. Milli birliğin parçalandığı, gören gözler için gayet aşikar, zira çoğunluğun arzuları yanlış değerlendirilirken azınlık konumunda olanlar ise inatçılık yapıyorlar. Bu parçalanmışlık ve karşılıklı atışmanın meydana getirdiği olumsuz etkinin bir kısmı da iki tarafın çatışmasını fırsat bilerek bundan yararlanmak isteyen eski rejimin artıklarının siyasi arenaya ülkeyi kurtarmaya soyunan bir kurtarıcı gibi ortaya çıkmasıdır. Bunu cumhurbaşkanlığı adaylarının açıklandığı son listede görüyoruz. Seçilerek Millet Meclisi'nde yerini alan İslami çoğunluğun toplumun kaygılarını tatmin edemeyip tersine kaygı yaratan bir yol izlemesi üzüntücü verici durumdur. İhvan'ın tavrı, ikna edici olmadığı gibi uzlaşmacı da değildir. Tavırlarından anlaşılan, bu hareketin ülkede birliğin sağlanması ya da safların sıklaştırılmasından ziyade cemaatin gücü ve rolüyle ilgilendikleridir.
Çoğunluk olmanın ne demek olduğunu da yanlış anlamış insanlardır bunlar. Toplumun tek meşru temsilcisi gibi kendilerini görmektedirler. Selefilere gelince onlar için tek olmasa bile en önemli konu şeriatın tatbik edilmesi. Bunların çoğu kendilerini Müslümanların yeryüzündeki tem temsilcisi olarak görüyorlar. Siyasi arenaya daha yeni çıktıklarından İslam şeriatının tatbiki sloganı etrafında birleşmiş ve hatta bunun arkasına saklanmış durumdalar. Bunun vakıaya nasıl uyarlanacağı ve zemininin nasıl nasıl oluşturulacağına ilişkin bir diyaloğa girmeye hazır değiller gibi görünüyor. İkisi arasında tercih yapmak durumunda kalındığı taktirde şeriat hükümleri yerine, bu hükümlerin üstünde yer alan ilkeleri temel alınması gerektiğini söylediğimde bazıları benim bu sözlerimi reddetmişti. Benim bunu bu şekilde ifade etmemin sebebi, sadece bu hususun anayasada yer alması ve dolayısıyla milli uzlaşmaya daha uygun bir zemin sunmasından değil aynı zamanda etrafımızda şeriat ahkamını uygulayıp da son tahlilde daha önemli ilkelere bağlılık göstermeyen ülkeler bulunduğundan kaynaklanmaktaydı. Hatta bu ülkeler içerisinde hadleri uygulayan ya da uyguladığını iddia eden ülkeler, bir taraftan da adalet, özgürlük ve eşitlik gibi ilkeleri ve şeriatın ana gayelerini göz ardı ettiği inkar edilemez bir gerçektir. Bir gün Selefilerden birini ikna etmekten ümitsizliğe düşünce konuşmayı yarıda kestiğimi hatırlıyorum. Hangisi sana göre daha önemli, özgürlük mü yoksa hadler mi diye sorduğumda beni azarlarcasına "Allah'ın hadlerinden taviz verilmesini mi istiyorsun?" demişti.
Mısır'daki siyasi arenanın içinde bulunduğu, Tunus'ta benzeri olmayan bir başka sıkıntı, ülkenin elini kolunu bağladığını söylediğim birlikte kalınmasını icap ettiren ve ülkenin öncelikleri üzerinde şiddetli baskı uygulayan dış politikayla ilgili kısıtlamalardır. Bu kısıtlamalardan kasıt, Mısır'ın ABD ile ilişkilerinin ve İsrail'le yaptığı barış anlaşmasının üzerinde oluşturduğu yüktür. Mısır'ın bu yükümlülükleri, hikmetle ele alınması gereken, Mısır'ın yüksek çıkarları ya da Arap coğrafyasının güvenliğiyle meydana gelen çelişmesine izin verilmeyeceği siyasi kusurlara ve eksikliklere dönüşmüştür.
ــ4ــ
Mısır'a kendine özgü rengini veren bu arka plan, Mısır'da aydınların ve siyasi yapıların üzerinde kavga ettikleri konulara ilişkin önceliklerin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılıyor. Bu yüzden, ülkenin kimliği üzerinde pazarlık yapmaktan vazgeçmemizi umut ediyorum.
Birinciler milli birliğimize hale getiriyor ve tamir etmekten çok bozuyorlar. Diğerleri ise yel değirmenleriyle savaşıyorlar. Her iki tarafın tartışma ve kavgası, bir taraftan milli bütünlüğü parçalarken diğer taraftan da herkesin etrafında toplanması gereken öncelikleri göz ardı ediyorlar. Bir keresinde Yusuf el Karadavi, demokrasinin şeriattan önce geldiğini söylemişti. Buna tamamen katılıyorum, bir de üstüne vatanın bağımsızlığının her ikisinden de önce geldiğini eklemek istiyorum. Mısır'ın iradesinin bağımsızlığının herkesin üzerinde ittifak etmesi gereken en temel  mesele olduğunu iddia ediyorum. Kimlik, şeriat gibi konular üzerinde tartışmaya gerek yok, ülke hayat memat meselesi olan konularda kendi iradesine sahip değilse şeriat ya da demokrasi konusunda nasıl bir başarı kaydedildiğinin hiçbir değeri yoktur. Nasıl ki bir kişi aklını kaybettiğinde dini bir mükellefiyeti kalmıyorsa, vatanın iradesi gasp edildiğinde ülkenin üzerinden de mükellefiyet kalkar. Milli iradenin geri alınması, bağımlılığa ve yabancı boyunduruğuna karşı çıkma, Mısır'daki herhangi bir cemaat, örgüt ya da siyasi partinin başka bir konuya geçmeden önce halletmesi gereken temel meseledir. Bu gerçek Mısır'daki siyasi partilerin programında ya da bilincinde yer almıyorsa bunun iki anlamı var demektir: Ya içinden geçtikleri dönemde önceliğin ne olduğunu şaşırmışlardır ya da komedi çeviriyorlar bu nedenle söyledikleri yaptıklarında ciddi değiller. Her iki durumda da vatanın üzerindeki yükleri kaldırmak ve ona yardım etmek yerine ona daha fazla yük olmaktadırlar.
Dünya Bülteni için Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası