H A Z İ R A N H A S B İ H A L İ
Atilla
MORÇOL/KONYA;15.06.2012
Suriye;
Ümmete Kurulu Saatli Bomba!
Suriye’de
ki ana sorun ne muhaliflerdir nede bir iç savaş öncesi katliamlardır. İstibdat
ve zulmü Kırk yıldır siyasi bir araç olarak kullanan müstebit polis devleti
oligarşisinin bizatihi varlığıdır asıl sorun! Bu fasit rejimin 40 yıldır İhvan-ı
Müslimiyne ve suni Müslümanlara yaptığı, kıyım, sürgün, tutuklama, işkence,
toplu katliamlar gibi zulmün en şiddetli örneklerini sergileyerek halkın büyük
çoğunluğunu fiilen ezdiği, diğer bir bölümünü de bu vesileyle tehdit altında
bulundurduğu bilinen bir gerçektir. Suriye’de faşizan polis devletinin ürküntü
veren uygulamaları öteden beri bilinmektedir. Koyu bir sansürle, acımasız baskı
ve korkutmalarla ve de yaygın istihbarat ve casusluk ağı ile Suriye açık bir
cezaevi haline getirilmiş, hiç kimse derdini, hiç kimseyle paylaşamaz, yazamaz,
konuşamaz hale getirilmiştir.
Peki
Suriye’de Rejimin ne olduğu, 40 yıllık icraatları ile malum iken,İran’ın ve
Hızbullah’ın stratejik maslahatlar gereği bu mülhid rejimi desteklemesine
gösterilen tepkiler meşru ve ne kadar ilkesel bu konuda bir muhasebe
yapılmışmıdır? Hiç zannetmiyoruz.
Suriye
katliamı başlayalı bir yılı geçmektedir. Bir yılda olup bitenler ve yapılan
katliamlar; neredeyse Filistin’in karanlık Nakba döneminde olanlara eşit
durumdadır. Evet ama unutmamak gerekir ki Siyonist rejim kaç camiyi
bombalayarak 400 masum insanın ve bir kaç bin Müslümanın ağır yaralanmasına
sebep olacak bir eylem yapmıştır!? Buna karşılık El Kaide ve neoselefizmin
terör eylemlerinde camilerde,mescidlerde,otobüslerde,kiliselerde her
defasında katledilen onlarca,yüzlerce
çocuk,kadın yaşlı masum insan ve bir o kadar ağır yaralı karşısında hep
susuldu,bu cinayetler hep görmezden gelindi.Bu gün Suriye vesilesiyle İran’ı ve
Hızbullah’ı “aforoz” edenler ne yazık ki
el Kaide yada neoselefizmin
katliamları söz konusu olunca hep suskun
kalmışlar ve görmezden gelmişlerdir.İstisnasız durum budur. Daha dün Bağdat’ta bir
yardım kuruluşu Şii Divanı Vakfına düzenlenen bombalı intihar saldırısında
çoğunluğu Vakıf çalışanı olmak üzere 26
masum insan katledilmiş,190 masum ve yoksul insanda yaralanmıştır. Belki
de bir çoğu hayatı boyunca o patlamada ölmediğine yanacaktır. Allah sabır ve
şifa versin. Peki tepkiler ne âlemde? Sadece
“Kınıyoruz!” Karadeniz şivesiyle;” kınayruk daa!” o kadar! Dolayısıyla
Müslümanların teröre, despotizme, insan haklarına, özgürlüklere, adalete, sevgi
ve merhamete bakışlarında büyük sorunlar olduğu çok açıktır. Bu sorun
Vahiyle,hikmetle,medeni dünyanın maruf pratiği ile çözülmedikçe,ne
ümmetleşmeden bahsedebileceğiz ne de insani,İslami bir devlet-toplum-din
ilişkisinden.
İran’ın
Suriye’de tutsak olan İki genç gazetecinin teslimindeki etkinliği; diktatoryal
Baas rejimi ile münasebetinin ne kadar derin olduğunun da bir göstergesi
olmuştur. Suriyedeki diktatoryal faşist rejimle bu kadar içli dışlı olunmasının
arkasında yatan şey; “direniş endişesinden” önce İran daki baskıcı istibdat
rejiminin varlığıdır. İran’da Hatemi iktidarı olsaydı yada Mir Hüseyin Musavi
Rejimi söz konusu olsaydı;Türkiye ve İran’ın
baskısıyla işler Suriye’de bu aşamaya gelmez,çoktan seçimle işbaşına
gelmiş bir düzen söz konusu olurdu ki ne
Direniş bundan bir yara alması söz konusu olurdu nede İran ve Türkiye iki hasım
haline gelirdi.Hep diyoruz;despotizm, rengi ne olursa olsun,hem kendine zarar
veren hem de her ilişkide olanı ifsat
eden iblisi bir rejimdir.
Nasrallah’ın
ilk Suriye değerlendirmesini hatırlayacak olursak, “Suriyedeki dost ve
akrabalarımla haberleşiyoruz;onların; her şey normal,dış basında anlatılan ve
görüntülenenlerin hiçbir Suriye’de söz konusu olmadığını” aktararak Suriye’de
her şeyin sütliman olduğunu,münferit birkaç olaydan başka bir şeyin söz konusu
olmadığını söylese de geçen süre Baas Rejiminin katliamlarını ortaya çıkartmaya
yetmiş ve zaten söz konusu katliamlarında artık
gizlenemeyecek boyuta taşındığı da ne yazık ki görülmektedir.
Suriye’de
Çanlar Baas Rejimi için çalıyor. Artık Şam bile güvenli bir bölge
değil.Erdoğan’ın Esed Rejiminin çok ağır
bir dille suçlaması ve Esed’in artık
Suriye’de duramayacağını dile getirmesi,bu Rejim için sona gelindiğini
göstermektedir. İran ve Rusya’nın da bu doğrultuda bir plan üzerinde çalıştığı gelen
haberler arasındadır.
Uludere Komplosu
Uludere Kazasının hemen
ertesi günü bir medyatik/propaganda operasyonu başladı ve giderek akp ye karşı
kesimleri ve iktidara mesafeli duran çevreleri etkisi altına alarak bir koro
halinde “özür dile” kampanyasına dönüştürüldü.Yani Uludere Olayı;Hükümeti
yıpratma maksatlı bir komploya alet edildi.Bu çevrelerin pkk katliamlarında
hiçte tepki göstermemesi,iddiamızın doğruluğunu gösteren açık delillerden sadece biridir. Yapılmak istenen güya
Başbakan özür dileyecek ve Pkk ile mücadelede seçilen yöntem yara almış olarak
bu sefer bu yöntemden geri adım atılması istenecektir. Liberaller,pkk nın sivil
uzantıları,Kemalistler,laikçi çevreler ve maalesef bir kısım marjinal İslami çevreler
ve şahsiyetler bu operasyon içinde yer aldığına tanık olduk.Dikkat edilirse
Uludere Kazası ile pkk ile mücadele bir anda duraksadı ve iki aya yakın bir
süre hava operasyonları yapılamadı.Ve bu olay İktidarı güç durumda bıraktı,pkk
ya ise nefes aldırdı.Yani Pkk bu olaydan dolayı büyük bir rahatlama sağladı.
Neşe Düzel Soruyor;” Ahmet Altan, “Hazreti Muhammed yaşasaydı
Uludere faciasında tavrı ne olurdu. Susar mıydı” diye sordu. Hazreti Peygamber
ne yapardı, susar mıydı Uludere konusunda?”
Rıdvan Kaya cevaplıyor;”Biz, kendi çevremiz itibarıyla Hz. Peygamber’i takip etmekle kendimizi sorumlu gören insanlarız. Biz susmadık. Biz, Hz. Peygamber’i örnek aldığımız için susmadık. Biz, Kuran’ın emirlerinin ve Hz. Peygamber’in örnekliğinin “susmamak” olduğunu düşündüğümüz için susmuyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye buyuran bir Peygamber elbette bu tür bir facia ve zulüm karşısında susmazdı! 34 insan bombalarla, savaş uçaklarıyla öldürüldü. Rabbimiz, bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığın öldürülmesi gibi olduğunu buyuruyor. Zulüm, haksızlık karşısında susmamak ve itiraz etmek anlamında Kuran’da pek çok ayet var. Hz. Peygamber’in de pek çok hadisi var. Mesela Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Zaten Müslümanlık bir anlamda adalet çağrısıdır. Bu yüzden Uludere’deki suskunluğu eleştirmeliyiz.”
Rıdvan Kaya cevaplıyor;”Biz, kendi çevremiz itibarıyla Hz. Peygamber’i takip etmekle kendimizi sorumlu gören insanlarız. Biz susmadık. Biz, Hz. Peygamber’i örnek aldığımız için susmadık. Biz, Kuran’ın emirlerinin ve Hz. Peygamber’in örnekliğinin “susmamak” olduğunu düşündüğümüz için susmuyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye buyuran bir Peygamber elbette bu tür bir facia ve zulüm karşısında susmazdı! 34 insan bombalarla, savaş uçaklarıyla öldürüldü. Rabbimiz, bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığın öldürülmesi gibi olduğunu buyuruyor. Zulüm, haksızlık karşısında susmamak ve itiraz etmek anlamında Kuran’da pek çok ayet var. Hz. Peygamber’in de pek çok hadisi var. Mesela Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Zaten Müslümanlık bir anlamda adalet çağrısıdır. Bu yüzden Uludere’deki suskunluğu eleştirmeliyiz.”
Neşe Düzel karşısında İslamcı
aktivist kardeşimizin;” Yahu Ahmet Altan
istismar ediyor peygamberimizi. Ne zaman
Ahmet Altan ve onun gibiler;”Hazreti Muhammed yaşasaydı bu gün şu işe ne derdi diye sormuşlardır ki!? Ya da,islamdışı
bir dünya görüşüne sahip ve islamdışı bir yaşam
tarzıyla gurur duyan Ahmet Altan
ve onun gibilere ne derdi!?” demesini
beklerdim.Her Müslüman kazada olsa,devlet hatasını kabul etse de ve kurbanların
kan bedelini yakınlarına ödemeyi kabul etse de bu facia karşısında üzüntülerini
ve tepkilerini dile getirmişlerdir. Ancaak bu pkk propagandasına ücretsiz
taşeronluğu gerektirmemeli, Ülkeyi felaha götüren İktidarı ve siyasi liderliğin
zaafa uğratılmasına müsaade edilmemelidir. Dikkat edilirse görülecektir ki daha
ilk gün pkk ile siyaset ve medyadaki uzantıları
Uludere Kazası için ilk elden sorumluluğu Hükümete ve Başbakana yıktılar. Kaza
kurbanlarının cenaze törenleri tam bir pkk propagandasına dönüştürülüp siyasi
istismar konusu oldu. Mhp nin cenazelerde yaptığının tersi Uluderede
Pkk bayraklarına sarılı 34 cenaze için yapıldı. Kimse bu çirkin
istismarı görmedi,görmek istemedi.
Sanki devlet içindeki ergenekonvari yapılanmaların varlığından habersizlermiş
gibi. Ve operasyon emri bizatihi başbakan ya da İçişleri bakanı tarafından
veriliyormuşçasına! Uludere konusunda Orduya toz bile kondurulmaması, aklımıza
Ergenekon ve generallerin yargılamasında
üç maymunları oynayan Dtp ve kandil’in tavrını getiriyor ve bu durum, bir komplo ile karşı karşıya kalındığı kanısını
güçlendiriyor.
Hakkaniyet
ve insaniyetten bahsedenlerin Uluderedeki faciaya tepki koydukları kadar pkk
katliamlarını ve vahşetinede ayni
şekilde tepki koyması gerekmezmi?En azından! Devlet burada bir kaza yaptığını
açıklıyor ve ne gerekirse yapılacağını deklere ediyor.Ya pkk terörünün
katliamları?Devletin eylemlerinde ve operasyonlarında bir meşruiyet damarı olduğu her aklıselimin
malumu olduğu halde pkk terörürünün hangi meşruiyuetinden bahsedilebilinir?Hele
de Yeni Devlet kürt gerçeğini
tanıdığını; inkardan,red ve asimilasyondan vaz geçtiğini açıkladığı halde! Ve
dtp ne özgürce Meclis çatısı altında militanca bir siyaset
yapma imkanı tanınmışken.
Ülke TV de Veyis Ateş’in:
"Peki daha somut konuşursak iddia
edildiği gibi Cemaat mi yaptı bunu?" sorusuna
Kandil izlenimlerini anlatan Avni Özgürel,şöyle cevap veriyor;
"Herkes ne olsa Cemaat'ten biliyor. Fethullah Hoca'nın etkisi büyük tabi ki. En son Türkçe Olimpiyatları'nda bu etkiyi gördük. Türkiye'de bürokrasinin bir kısmı artık askerin arkasına gizlenerek iş göremediği için Cemaat'in arasına sızarak çalışıyor olabilir. O kalkanın arkasına sığınıyor olabilir. Ekrem Dumanlı'nın ya da Mustafa Yeşil'in bunu bilmediğini düşünemeyiz. Rahatsızlıklarını görüyoruz... Bakıyorsunuz İçişleri Bakanı'nın en büyük destekçisi Devlet Bahçeli. Bazı şeyler iç içe girmiş olabilir. Bazıları statükoyu Cemaat üzerinden korumak istiyor... Cemaat içinde bir grup statükonun korunmasını ve sorunun silahla çözülmesini istiyor olabilir... Dağlıca, Aktütün gibi örnekler yine olabilir, canımızı acıtacak girişimler yine olabilir. "
"Herkes ne olsa Cemaat'ten biliyor. Fethullah Hoca'nın etkisi büyük tabi ki. En son Türkçe Olimpiyatları'nda bu etkiyi gördük. Türkiye'de bürokrasinin bir kısmı artık askerin arkasına gizlenerek iş göremediği için Cemaat'in arasına sızarak çalışıyor olabilir. O kalkanın arkasına sığınıyor olabilir. Ekrem Dumanlı'nın ya da Mustafa Yeşil'in bunu bilmediğini düşünemeyiz. Rahatsızlıklarını görüyoruz... Bakıyorsunuz İçişleri Bakanı'nın en büyük destekçisi Devlet Bahçeli. Bazı şeyler iç içe girmiş olabilir. Bazıları statükoyu Cemaat üzerinden korumak istiyor... Cemaat içinde bir grup statükonun korunmasını ve sorunun silahla çözülmesini istiyor olabilir... Dağlıca, Aktütün gibi örnekler yine olabilir, canımızı acıtacak girişimler yine olabilir. "
İktidarın,”
Cemaatle” pkk terörü arasında sıkıştığı bir gerçek. Mit müsteşarını ifadeye
çağrılması iktidara bir tehdit algısı oluşturmuştur ister istemez. Ve
hükümet bu tehditi bertaraf etmek en azından
alacağı tedbirle muhtemel bir kazayı önleme hamlesini yapacaktır. Nitekim,ÖYM
lerin “yetki sorunu” ile ilgili bir yasa tasarısı hazırlığı bu günlerde
tartışılmaktadır.
Altan
Tan ve Benzerlerinin Yanılgısı
Ya da Bir Kürt Kurnazlığı
Marksist/
Maocu ve din karşıtlığı ile maruf ve aynı zamanda Türkçülüğe karşı Kürtçülük bayrağını
yükselten bu amaçla da terör ve şiddeti vazgeçilmez bir araç olarak kullanan
Pkk nın siyasi uzantısı Dtp de son dönem milletvekilliği yapan eski “ Kürt
İslamcı” Altan Tan bakın neler söylüyor;
” Kürtler bu sisteme iki noktadan
itiraz ettiler. Birinci olarak, Ortadoğu’nun en dindar, İslam’a en bağlı halkı
olmaları hasebiyle, İslam’ın toplum hayatından kazınmasına itiraz ettiler.
İkinci olarak da Kürt kimliğinin inkârı ve kendilerine zorla laikçi, seküler
bir Türk kimliği dayatılmasına itiraz ettiler. Onun için de, dini yönden dayak
atılması gerektiği zamanda rejim, büyük oranda karşısında Kürdü gördü. Yani,
Kürtler, hem Müslüman olduğu, hem de Kürt olduğu için dayak yedi. Bazen
özellikle Türk İslamcılar “Efendim, bu rejim hepimize zulmetti” derler. Evet,
zulmetti de, bize iki sefer zulmetti.”( Nil Gülsüm / MİLAT)
Ya hu arkadaş,madem Kürtler
Ortadoğu’nun en dindar halkı idi de ve bu yüzden “sisteme “ itiraz etti ise de;
Maocu /Marksist ideolojiye sahip pkk altında işin ne?Pkk nın siyasi uzantısının
içinde siyaset; “Dindar ve İslama en bağlı” dediğin Kürt Halkına ihanet değilmidir? Pkk eğer bir bağımsız
Kürdistan kuracak olsa “sistemin” bölgede kazıdığı İslami kültürün kalıntılarına
bile tahammül etmeyeceğini bu günden biz
görüyoruz da sen nasıl göremezsin?
İkincisi; evet;”sistem” Kürt kimliğini inkar etmiş ve Türk ulusal
kimliğini tüm Kürtlere de bir ulusal kimlik olarak dayatmıştır. Amma bu eski
Devletin marifetiydi! Bugün yeni Devlet; Kürt kimliğini tanıyor,inkar etmiyor
ve türk ulusal kimliğini kimseye dayattığı yok! Müslüman siyasetçileri,n
iktidarında göğsünü gere gere Meclis Küsüsünden Kürtçe konuşuyor ve “Kürdistan” diyebiliyorsun! 1990 ların başında Leyla Zana
ve arkadaşları Kürt Milletvekilleri Meclisten nasıl aşağılanarak terörle
mücadeleye görüldüğünü herkes hatırlar.Müslüman siyasetçilerin eliyle bu yapı
ve anlayış değişti.Altan Tan İslamcı Türklere sitem etse de bunlar eliyle 30
yıldır Kürdistandaki olağanüstü hal 9 yıl önce kaldırıldı. Bunları görmemek
nankörlüktür. Bu muazzam değişimi görmezden gelerek ve tarihin derinliklerine kendilerini hapsederek
mazlumiyyet üretmeden başka bir şey
değildir ve bunun kimseye de bir fayda sağlayacağı yoktur. Bu gün eski
Türkiye’nin inkarcı,dayatmacı ve
asimilasyoncu hiçbir uygulaması kalmamıştır.Devlet büyük oranda eski siyasetini
terk etmiş;özgürlüklerden ve demokrasiden yana
bir rota takip etmektedir.
Peki Altan Tan bu muazzam
değişimi görmek istemiyor ve de Türk İslamcıları ulusalcılıkla suçlarken;Kürtleri
temsil ettiğini iddia eden Pkk ve uzantısı Dtp; bu gerçeğe uygun olarak şiddet
ve terör yöntemini gözden geçirmiş midir?
Hayır! Bilakis 2007 den itibaren şiddeti tırmandırmış, Anayasa Referandumunda
bile Ulusalcı/Dayatmacı/Vesayetçi yapı ile ortak hareket etmiştir. Bu gün bile
Ergenekonun ve Jitemin devre dışı
kalarak yapamadığı demokratikleşmenin
sabote edilmesi işini Pkk/Dtp /kçk
yapısı deruhte etmektedir. Bu gün demokratik yeni anayasa çalışmasını sabote
eden tek unsur Pkk Şiddeti ve terörüdür.
Size (Kürtlere) iki kez
zulmedilmişmiş! İyi de Kürtlere iki kez zulmedilmiş diye tepemize çıkmak mı
istiyorsunuz? Y ada böyledir diye, tüm Türkiye’nin kaderini,
Apo’nun ve Kandil yönetim kadrosunun ki ;100 kişiyi geçmez; istikbali için bloke edip Kürt ve Türk
halklarını kaosa mahkum etmek mi
gerekmektedir.
Altan Tan’ın “Çözüm” olarak söyledikleri
ise tam bir komedidir. ” Bu kavganın bitmesi için, laikçi, Kemalist ulus-devlet
anlayışının terk edilmesi lazım. Toplumu tek bir kalıba sokmak isteyen, farklı
halkları, farklı mezhepleri, dinî inançları yok kabul eden ve onlara tek bir
paradigmayı dayatan anlayışın terk edilmesi lazım. Türkiye'de herkesin, kendini
ifade edeceği demokratik bir rejimin tesisi, inşası gereklidir. Çözüm
buradadır.” Aslında buna “yuh” demek haksinaslığın bir gereğidir.Arkadaş ne
laikçiliği,ne ulusalcılığı senin dünyadan haberin yokmu gerçekten? Hala dediğin
gibi böyleyse; tüm zulümlerin müsebbibi
vesayetçi,laikçi,ulsalcı,tek tipçi,inkarçı, despotik Yapı ve sorumluları 4-5 yıldır Ceazevinde tutuklu,hesap veriyor.Son
10 yıldır Türkiye’deki değişim, demokratikleşme ve özgürlüklerin gelişimi
İslam dünyasındaki siyasetçi, ve aydınlar tarafından olduğu gibi tüm
Batılı demokratik ülke siyasetçileri,aydınları
tarafından da takdirle izlenirken
“hiçbir şey olmamış” gibi bir
söylem;pkk terörünü ve şiddetini meşrulaştırma gayretinden başka bir şey
değildir. Öyle ya bu kadar büyük ve muazzam değişime rağmen sormazlar mı neden
pkk ya silahlı mücadeleyi bırakmasını teklif etmiyorsunuz diye. Nitekim Barzani
ve Talabani bu soruyu sormaktadırlar.
Türkiyedeki şartların çok değiştiğini,özgürlüklerin ve demokratik gelişmelerin inkar
edilemeyeceğini artık silahlı mücadeleye gerek kalmadığını defalarca
söylemişlerdir. Osman Baydemir bile bunu ifade etmiş;”artık silahla bir yere
varılamayacağı anlaşılmalıdır!” dediği için ve
sokak eylemlerine yeterince destek vermediğinden 2008 Yılında KCK
tarafından sorguya çekildiği ne çabuk unutuldu.Bu gün Dtp milletvekilleri
Mecliste demokratik bir toplumda olduğu gibi kendini ifade edebiliyor,özgürce
siyaset yapabiliyor hatta İktidar milletvekillerinin üzerine bile külhanbeyi
edasıyla yürüyebiliyor! Daha hangi hak ve özgürlükten bahsediliyor?
Tan Türk İslamcıları da eleştirerek ; ümmetçi olmamakla suçluyor!Pes
doğrusu!İçinde siyaset yaptığı yapı Kürtçü Marksist bir yapı ve de İslam
ümmetçiliğine de şiddetle karşı olduğunu bilmeyen yokken;”.. Türkiye'deki
Müslümanların büyük bir kısmı, kendilerini ümmetçi zannediyorlar veya
‘ümmetçiyiz’ diyorlar. Hâlbuki Türkiyeli Müslümanlar, bu olaylara ümmetçi bir
bakış açısı ile bakabilseler, bu barış çok kolay tesis edilebilir.”
Diyebiliyor. Tam bir Kürt kurnazlığı değimli bu?
Bizde kendisine ve böyle düşünen
Kürtlere şöyle diyoruz; 2007 den bu yana Türkiye’nin demokratikleşmesini,
özgürleşmesini sabote eden tek güc Pkk ve uzantılarıdır. Jitemin boşalttığı
boşluğu adeta pkk doldurmuştur. Provakatif eylemlerle Barışın ve
demokratikleşmenin önünde tek engel pkk/Kçk ve Dtp dir. Barış ve demokrasi
endişesi olanların; öncelikle Pkk ya silah bırakma yada en azından eylemsizlik
kararı alarak Kandile çekilmeyi tavsiye etmesi gerekmektedir. Aksi tutumun
çözüm değil,pkk ya zafer peşkeşi peşinde olduğunu gösterdiği açıktır. Devlet; elinde silahlı adamları ile
kamu düzenini bozan hiçbir güce müsaade edemez. Buna zaten devlette denmez. Pkk
nın Türkiye topraklarında bir tek silahlı adamı dahi olsa Devletin bunun için
gerekli operasyonu yapma hakkı vardır ve bu meşrudur.
Dtp lilerin Barış ve
demokrasi adı altında Altan Tan’ın
ilavesiyle “ümmetçilik” makyajı ilavesiyle tüm topluma dayattıkları; Pkk’ya
altın tepside tam bir “zafer” sunmaktan başka bir şey değildir.Bu oyunu görebilecek
dirayet ve ferasete çok şükür ki sahibiz.
Anlamak istemedikleri konu budur.
Mavi
Marmara İddianamesi Kabul Edildi!
Ne demek bu? Mavi
Marmara Katliamına adı karışan İsrailli yetkililer yargılanacak ve uluslar
arası hukuka göre hüküm giyebilecekler. En azından Türkiye’ye ve Türkiye’yle
“hatırlı dost” ülkelere giriş yapmaya cesaret edemeyecekler. Büyük bir ülkenin
güvenlik güçlerini ve yakın takibini hep akıllarında tutup, endişe içinde
yaşayacaklar. Kimler var yarılanan İsrailli yetkililer arasında?
Üç
yıl önceki menfur saldırı da 9 masum
katledildi, 60 kişi de yaralandı, aralarında basın mensuplarının da bulunduğu
yüzlerce kişi, günlerce İsrail'de hukuksuz bir şekilde tutuklu kalmıştı.
İstanbul 7'inci Ağır Ceza Mahkemesi, Savcı Mehmet
Akif Ekinci tarafından hazırlanan 144 sayfalık iddianame üzerindeki
incelemesini tamamladı. İddianame, oybirliğiyle kabul edildi.
Dönemin
İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashknazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı
Eliezer Alfred Marom, İstihbarat Başkanı Amos Yadlin ve Hava Kuvvetleri
Komutanı Avishay Levi..4 İsrailli komutan, 'Canavarca hisle veya eziyet
çektirerek öldürme suçuna azmettirmekten yargılanacak.
Bundan da önemlisi yargılama safahatı içinde sanık sayısı artacak,yeni isimler
iddianameye gireceği tabidir.
Katledilen 9 kişi için 9 kez ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası istendi.Ayrıca ayın kişilerin 490 müşteki ve mağdur
sebebiyle de eziyet, yağma ve mala zarara azmettirme suçundan, toplam 18 bin
32'şer yıla kadar hapisle cezalandırılması söz konusu...
İddianamenin
kabulünden hemen sonraki günlerde İsrail’den gelen tepkiler,bu ve benzeri
gelişmeleri hep görmezden gelmeyi ahlak edinmiş bizdeki mazı müzmin muhalif
çevrelerin aksine ne kadar ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir.
Ortadoğu’da
Tansiyon Yükseliyor
Irak Baas Rejiminin devrik lideri
Saddam Hüseyin'in sağ kolu olarak bilinen özel kalem müdürü ve sekreteri
"Orgeneral Abd Hmud" lakaplı Abdulhamid Mahmud El Tikriti dün idam
edildi. Irak Baas Rejiminin azgınlık ve tuğyanı sonucu, Batılı emperyalistlerin
destek ve teşvikleri ile İran’a saldırması ve İran topraklarını işgali ile
başlayan Tahmili Savaş tam 8 yıl sürmüş, İran’ın bir milyon şehit, yüz binlerce
esir ve bir o kadar da yaralı vermesi, birçok şehrin tüm alt yapısının imhası ile
sonuçlanmıştı. Bu cürümlerin müsebbibi olan başta Saddam ve şürekâsının bu
dünyadaki elim akıbeti bizde bazılarını üzüntüye sevk et etmişti maalesef. Güya
Amerika’nın eliyle olmuşmuş bu infazlar! Bu kafaya göre Amerika’yla zıtlaşan
Saddam desteklenmeli, Baas rejimi ayakta kalmalıdır. Libya diktatörü
Kaddafi’nin melun rejimi de öyle, Nato güçleri tarafından bombalanmamalıydı ve
muhalifler Kaddafi cellâtları tarafından imha edilmeliydi. Eklektik, tepkisel
bir anlayış ve değerlendirmenin tezahürleri!
Allah’ında “bir planı” olduğu
unutuluyor,Dünya siyasetine ve gidişatına sadece abd ve müttefiklerinin yön ve biçim verdiği zannedilmektedir.Bu
psikoloji ve anlayış tamda Amerikan emperyalizminin empoze ettiği bir psikolojik harekat operasyonudur.
Hepimiz, Amerika’nın Bop projesi ile ilgili özellikle Türkiye de
solcu,sağcı,ulusalcı çevrelerin koparttığı fırtınayı ve envai türlü komplo
teorilerini hatırlamaktayız.Hiçbir gerçekleşmedi.Amerika ne Irak’ta istediğini alabildi ne de
Afganistan’da.Arap Baharı diye anılan “el Kifaye!” halk devrimlerinin sonuçları;başta Mısır ve
Tunus gibi en stratejik ülkelerde Amerika ve İsrail rejiminin aleyhine bir
seyir izlemektedir.Türkiye Amerikan
yörüngesinden çıkmış, müstakil bir
siyasetle bölgede kendi menfaatlerinin ve bölge halklarının menfaatlerini
gözeten bir aktör olmuştur. Bu gün İsrai’e uluslar arası düzlemde en büyük
darbe Türkiye’den gelmektedir. Türkiye İsrail Rejiminin meşruiyetini tehdit
etmektedir.Burası iyi anlaşılmalıdır.İsrail
Rejimi de silah gücüyle değil, meşruiyet
sorunuyla ancak tasfiye sürecine girecektir. Tıpkı Güney Afrika’da uluslar arası kamuoyunun inisiyatifi ile
tasfiye edilen Aparthait Rejimi gibi.
Hamza Türkmen’in bu
konudaki açıklaması önemli;”
1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de reddedilmesinden ve Ortadoğu’da bu plan aleyhine
olan gelişmelerden sonra BOP yürürlükten kaldırıldı. 1 Mart Tezkeresi’nin kabul
edilmemesi Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri, BRİC ülkeleri hatta AB nezdinde
itibarını artırdı. Kapitalist yolla da olsa ekonomik kalkınmayı yakalayan
Hükümet, Türkiye’yi bir nevi bölgede bir istikrar ülkesi olarak algılanır hale
getirdi. Türkiye hala bir NATO ülkesi ve Batı ile işbirliğini devam ettiriyor.
Ama gerek Kemalist vesayeti geriletmesi, gerek ekonomik başarısı ve gerek dış
itibarı dolayısıyla artık işbirliğini önceki hükümetler döneminde olduğu gibi
emir alan pozisyonda değil, müzakere eder pozisyonda devam ettiriyor.”
Gerçekten
de Türkiye 2001 den itibaren yani Akp
nin iktidarı devralması ile birlikte bölgede uyuşuk bir müttefik
değil,dikleşmeden ama dik durarak öncelikle Türkiye’nin ve bölge halklarının
menfaatlerini önceleyen ve bunun için sert müzakerelere girebilen bir partner
olmuştur.
Birleşmiş Milletler Nükleer İzleme Örgütü, İran’ın Türkiye’nin de arabuluculuğu ile
başlayan müzakerelerin İran’ın nükleer programına ilişkin görüşmelerin
hayal kırıklığıyla sonuçlandığını açıkladı. Tamda
Amerikan Savunma Bakanı İran’ın nükleer silah üretmesine izin verilmeyeceğini,
öncelikle tercih edilen yolun siyasi uzlaşma olduğu ancak askeri seçeneğin
masada olduğunu belirtmiştir. Onu İsrail genel Kurmay Başkanının açıklaması takip etti. İsrail Genelkurmay
Başkanı Benny Gantz, İsrail Parlamentosu Knesset’te yaptığı konuşmada,
”Askerlerim, İran nükleer reaktörlerini vurabilecek güçte. İran nükleer
reaktörlerini vurmaya hazırız” dedi.
İsrail basını,
siyasetçilerin bu tür açıklamalarla toplumu gerdiğini ileri sürerek eleştirmekte
ve rahatsızlık duyduğunu ortaya
koymaktadır. Özellikle Gantz’in ”2018 yılında bugün karşımızda olan 3 farklı
güçle birden savaşa hazır olacağız” şeklindeki açıklamasını çok ağır bulan ve
eleştiren İsrail basını,bu tür açıklamaların toplumda gerginliğe neden olduğunu
ileri sürmektedir.Gerçekten de zengin
Yahudilerin savaş tehdidi
altında işgalin bir parçası olmayı daha
fazla sürdüremeyeceği açıktır.
Suriye Olayı ise çok boyutlu bir siyasi kriz olarak
gündemdeki yerini korumaktadır.İran ve Hızbullah İslam dünyasında tarihinde hiç
olmadığı kadar yalnızlaştı son bir yılda. Amerika ve İsrail bunu başaramamıştı onca gücüne rağmen. Bu Zalime
meyletmemeği şiddetle öğütleyen Allah’a muhalefet in getirdiği bir musibettir. Suriye
Krizi; tarafları ve sonuçları ile tam
bir Kördüğüm olmuştur. Türkiye’nin tavrı bu Kördüğüm’ü çözmeğe yakın en
gerçekçi yolu işaret etmektedir.
Yüz
Kızartıcı bir Hikaye Örnek Gösteriliyor!
Müslümanların bir
toplantısında konuşmacı kardeşlik ve yardımlaşma ile ilgili Medine’de Ensar ile
Muhacirin kardeşliği sadedinde sözüm ona “örnek” bir davranışmış gibi Ensâr'dan
Sa'd b. Rabî'inin Abdurrahman bin Avf’a
teklifi sıklıkla anlatılır durulur. Güya
kardeşliğe,yardımlaşmaya,paylaşıma güzel bir örnekliktir! Söz konusu
rivayet (zaten bu ümmetin ve geçmiş
ümmetlerin başına hangi musibetler geldiyse bu rivayet kültürünün çok büyük
payı olduğuna inanırım. Vahyin önüne geçirilmiş bir rivayet kültürü; adeta
Vahyi ve Rasulullah’ı bile tefsir ve tanımlamada kullanılmaktadır.) i
bir hatırlayalım.
Abdurrahman b. Avf (r.a.) ilk
müslümanlardan olmasından dolayı Kureyş'in zâlim tutumuna dayanamayan ashâb ile
birlikte Habeşistan'a yapılan iki hicrete de katılmıştı. Nihayet Rasûlullah,
ashâbı Medine'ye hicret etmeye teşvik edince, o da diğer ashâb ile birlikte
hicret etmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Ensâr ile Muhâcirler arasında
kardeşlikler ilân edince Abdurrahman b. Avf ile Ensâr'dan Sa'd b. Rabî'i kardeş
ilân etmişti.Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Rabî' 'Din kardeşi'
Abdurrahman'a şunları söylemişti;”Benim bir hayli malım vardır. Bunun yarısını
sana veriyorum. Ayrıca iki eşim vardır. Bunlardan birini boşayacağım, iddeti
bitince onu nikâhlarsın.” Bu büyük
âlicenaplık karşısında Abdurrahman b. Avf kardeşine şunları söylüyordu;'Cenâb-ı
Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranışına karşı Allah
ecrini versin. Sen yalnız bana çarşının yolunu göster, benim için yeterlidir.”
1-Nikahlı iki eşten birinin
boşanması,
2-Boşanan eşin Sadaka olarak bir
başkasına nikâhlanması.
Hemen belirtmek isterim ki böyle
bir teklif asla olmamıştır.Olamazda. Olmuşsa da
“örnek” bir davranış ve meşru ve
övülecek bir “alicenaplık” değil,
kökenleri cahiliye düşüncesinde ve cahili yaşam tarzının bir tezahürü olarak
söz konusu olabilecek bir davranıştır ki
maruf bir davranış olarak dile getirilmesi bile bir cinayettir.
Bir defa “sadaka” için nikâhlı
bir eşin boşanması gibi bir yol ne meşrudur
nede görülmüş bir davranıştır. Böyle bir
usul ve tavsiyede bulunmamaktadır. Boşamanın hangi şartlarda yapılabileceği
fıkhın konusu olmakla birlikte “sadaka” için “eş” boşamanın meşruiyetini ne
duydum nede gördüm!
Nikahlı eşi; bir köle,bir meta
olarak gören cahili bir anlayışın tavrı olabilecek bir davranış,Müslümanlara
örnek bir davranış olarak sunulması; rivayet kültürüne analitik bir akılla
yaklaşmamanın Müslümanları nerelere savuracağının tipik bir örneğidir.Bu ayni
zamanda başta ashabı ve tüm Müslümanları ,insanlık ve namus konusunda töhmet
altında bırakacak bir davranıştır.Sadaka yapılacak serveti varken,yada hiç serveti olmasa da,
kadınını boşayıp başkasına nikahlamak tabii ahlaka da İslam ahlakına da
sığmayacak bir davranıştır.Namus açısından
bu tavır kabul edilemezken,kadın hakları konusunda da hem İslam’la ve
hem de insanlıkla bağdaşmayan bir tasarruf söz konusudur.
Biz Ashabın böyle davranışlardan uzak olduğunu
kabul ederek, bu tür rivayetlerin sahih olmadığı,Vahiyle,insanilik ve
ahlakilikle çelişmesi nedeniyle dikkate bile alınmaması,kullanılmaması,insanlara
anlatılmamasını tavsiye ederiz.
Yorumlar
Yorum Gönder