H A Z İ R A N  H A S B İ H A L İ

Atilla MORÇOL/KONYA;15.06.2012


            Suriye; Ümmete Kurulu Saatli Bomba!


            Suriye’de ki ana sorun ne muhaliflerdir nede bir iç savaş öncesi katliamlardır. İstibdat ve zulmü Kırk yıldır siyasi bir araç olarak kullanan müstebit polis devleti oligarşisinin bizatihi varlığıdır asıl sorun! Bu fasit rejimin 40 yıldır İhvan-ı Müslimiyne ve suni Müslümanlara yaptığı, kıyım, sürgün, tutuklama, işkence, toplu katliamlar gibi zulmün en şiddetli örneklerini sergileyerek halkın büyük çoğunluğunu fiilen ezdiği, diğer bir bölümünü de bu vesileyle tehdit altında bulundurduğu bilinen bir gerçektir. Suriye’de faşizan polis devletinin ürküntü veren uygulamaları öteden beri bilinmektedir. Koyu bir sansürle, acımasız baskı ve korkutmalarla ve de yaygın istihbarat ve casusluk ağı ile Suriye açık bir cezaevi haline getirilmiş, hiç kimse derdini, hiç kimseyle paylaşamaz, yazamaz, konuşamaz hale getirilmiştir.
            Peki Suriye’de Rejimin ne olduğu, 40 yıllık icraatları ile malum iken,İran’ın ve Hızbullah’ın stratejik maslahatlar gereği bu mülhid rejimi desteklemesine gösterilen tepkiler meşru ve ne kadar ilkesel bu konuda bir muhasebe yapılmışmıdır?  Hiç zannetmiyoruz.
            Suriye katliamı başlayalı bir yılı geçmektedir. Bir yılda olup bitenler ve yapılan katliamlar; neredeyse Filistin’in karanlık Nakba döneminde olanlara eşit durumdadır. Evet ama unutmamak gerekir ki Siyonist rejim kaç camiyi bombalayarak 400 masum insanın ve bir kaç bin Müslümanın ağır yaralanmasına sebep olacak bir eylem yapmıştır!? Buna karşılık El Kaide ve neoselefizmin terör eylemlerinde camilerde,mescidlerde,otobüslerde,kiliselerde her defasında  katledilen onlarca,yüzlerce çocuk,kadın yaşlı masum insan ve bir o kadar ağır yaralı karşısında hep susuldu,bu cinayetler hep görmezden gelindi.Bu gün Suriye vesilesiyle İran’ı ve Hızbullah’ı “aforoz” edenler ne yazık ki    el Kaide yada neoselefizmin katliamları söz konusu olunca  hep suskun kalmışlar ve görmezden gelmişlerdir.İstisnasız durum budur. Daha dün Bağdat’ta bir yardım kuruluşu Şii Divanı Vakfına düzenlenen bombalı intihar saldırısında çoğunluğu Vakıf çalışanı olmak üzere 26  masum insan katledilmiş,190 masum ve yoksul insanda yaralanmıştır. Belki de bir çoğu hayatı boyunca o patlamada ölmediğine yanacaktır. Allah sabır ve şifa versin. Peki tepkiler ne âlemde? Sadece  “Kınıyoruz!” Karadeniz şivesiyle;” kınayruk daa!” o kadar! Dolayısıyla Müslümanların teröre, despotizme, insan haklarına, özgürlüklere, adalete, sevgi ve merhamete bakışlarında büyük sorunlar olduğu çok açıktır. Bu sorun Vahiyle,hikmetle,medeni dünyanın maruf pratiği ile çözülmedikçe,ne ümmetleşmeden bahsedebileceğiz ne de insani,İslami bir devlet-toplum-din ilişkisinden.
            İran’ın Suriye’de tutsak olan İki genç gazetecinin teslimindeki etkinliği; diktatoryal Baas rejimi ile münasebetinin ne kadar derin olduğunun da bir göstergesi olmuştur. Suriyedeki diktatoryal faşist rejimle bu kadar içli dışlı olunmasının arkasında yatan şey; “direniş endişesinden” önce İran daki baskıcı istibdat rejiminin varlığıdır. İran’da Hatemi iktidarı olsaydı yada Mir Hüseyin Musavi Rejimi söz konusu olsaydı;Türkiye ve İran’ın  baskısıyla işler Suriye’de bu aşamaya gelmez,çoktan seçimle işbaşına gelmiş bir düzen  söz konusu olurdu ki ne Direniş bundan bir yara alması söz konusu olurdu nede İran ve Türkiye iki hasım haline gelirdi.Hep diyoruz;despotizm, rengi ne olursa olsun,hem kendine zarar veren hem de  her ilişkide olanı ifsat eden  iblisi bir rejimdir.
            Nasrallah’ın ilk Suriye değerlendirmesini hatırlayacak olursak, “Suriyedeki dost ve akrabalarımla haberleşiyoruz;onların; her şey normal,dış basında anlatılan ve görüntülenenlerin hiçbir Suriye’de söz konusu olmadığını” aktararak Suriye’de her şeyin sütliman olduğunu,münferit birkaç olaydan başka bir şeyin söz konusu olmadığını söylese de geçen süre Baas Rejiminin katliamlarını ortaya çıkartmaya yetmiş ve zaten söz konusu katliamlarında artık  gizlenemeyecek boyuta taşındığı da ne yazık ki görülmektedir.
            Suriye’de Çanlar Baas Rejimi için çalıyor. Artık Şam bile güvenli bir bölge değil.Erdoğan’ın  Esed Rejiminin çok ağır bir dille suçlaması ve  Esed’in artık Suriye’de duramayacağını dile getirmesi,bu Rejim için sona gelindiğini göstermektedir. İran ve Rusya’nın da bu doğrultuda bir plan üzerinde çalıştığı gelen haberler arasındadır.

 Uludere Komplosu

Uludere Kazasının hemen ertesi günü bir medyatik/propaganda operasyonu başladı ve giderek akp ye karşı kesimleri ve iktidara mesafeli duran çevreleri etkisi altına alarak bir koro halinde “özür dile” kampanyasına dönüştürüldü.Yani Uludere Olayı;Hükümeti yıpratma maksatlı bir komploya alet edildi.Bu çevrelerin pkk katliamlarında hiçte tepki göstermemesi,iddiamızın doğruluğunu gösteren açık delillerden  sadece biridir. Yapılmak istenen güya Başbakan özür dileyecek ve Pkk ile mücadelede seçilen yöntem yara almış olarak bu sefer bu yöntemden geri adım atılması istenecektir. Liberaller,pkk nın sivil uzantıları,Kemalistler,laikçi çevreler ve maalesef bir kısım marjinal İslami çevreler ve şahsiyetler bu operasyon içinde yer aldığına tanık olduk.Dikkat edilirse Uludere Kazası ile pkk ile mücadele bir anda duraksadı ve iki aya yakın bir süre hava operasyonları yapılamadı.Ve bu olay İktidarı güç durumda bıraktı,pkk ya ise nefes aldırdı.Yani Pkk bu olaydan dolayı büyük bir rahatlama sağladı.
Neşe Düzel Soruyor;” Ahmet Altan, “Hazreti Muhammed yaşasaydı Uludere faciasında tavrı ne olurdu. Susar mıydı” diye sordu. Hazreti Peygamber ne yapardı, susar mıydı Uludere konusunda?”

Rıdvan Kaya  cevaplıyor;”Biz, kendi çevremiz itibarıyla Hz. Peygamber’i takip etmekle kendimizi sorumlu gören insanlarız. Biz susmadık. Biz, Hz. Peygamber’i örnek aldığımız için susmadık. Biz, Kuran’ın emirlerinin ve Hz. Peygamber’in örnekliğinin “susmamak” olduğunu düşündüğümüz için susmuyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye buyuran bir Peygamber elbette bu tür bir facia ve zulüm karşısında susmazdı! 34 insan bombalarla, savaş uçaklarıyla öldürüldü. Rabbimiz, bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığın öldürülmesi gibi olduğunu buyuruyor. Zulüm, haksızlık karşısında susmamak ve itiraz etmek anlamında Kuran’da pek çok ayet var. Hz. Peygamber’in de pek çok hadisi var. Mesela Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Zaten Müslümanlık bir anlamda adalet çağrısıdır. Bu yüzden Uludere’deki suskunluğu eleştirmeliyiz.”
Neşe Düzel karşısında İslamcı aktivist kardeşimizin;” Yahu  Ahmet Altan istismar ediyor  peygamberimizi. Ne zaman Ahmet Altan ve onun gibiler;”Hazreti Muhammed yaşasaydı bu gün  şu işe ne derdi diye sormuşlardır ki!? Ya da,islamdışı bir dünya görüşüne sahip ve islamdışı bir yaşam  tarzıyla gurur duyan  Ahmet Altan ve onun gibilere ne derdi!?”  demesini beklerdim.Her Müslüman kazada olsa,devlet hatasını kabul etse de ve kurbanların kan bedelini yakınlarına ödemeyi kabul etse de bu facia karşısında üzüntülerini ve tepkilerini dile getirmişlerdir. Ancaak bu pkk propagandasına ücretsiz taşeronluğu gerektirmemeli, Ülkeyi felaha götüren İktidarı ve siyasi liderliğin zaafa uğratılmasına müsaade edilmemelidir. Dikkat edilirse görülecektir ki daha ilk gün pkk ile siyaset ve medyadaki             uzantıları Uludere Kazası için ilk elden sorumluluğu Hükümete ve Başbakana yıktılar. Kaza kurbanlarının cenaze törenleri tam bir pkk propagandasına dönüştürülüp siyasi istismar konusu oldu. Mhp nin cenazelerde yaptığının tersi  Uluderede  Pkk bayraklarına sarılı 34 cenaze için yapıldı. Kimse bu çirkin istismarı görmedi,görmek istemedi.
Sanki devlet içindeki  ergenekonvari  yapılanmaların varlığından habersizlermiş gibi. Ve operasyon emri bizatihi başbakan ya da İçişleri bakanı tarafından veriliyormuşçasına! Uludere konusunda Orduya toz bile kondurulmaması, aklımıza Ergenekon ve generallerin yargılamasında  üç maymunları oynayan Dtp ve kandil’in tavrını getiriyor ve   bu durum, bir  komplo ile karşı karşıya kalındığı kanısını güçlendiriyor.
                Hakkaniyet ve insaniyetten bahsedenlerin Uluderedeki faciaya tepki koydukları kadar pkk katliamlarını ve vahşetinede  ayni şekilde tepki koyması gerekmezmi?En azından! Devlet burada bir kaza yaptığını açıklıyor ve ne gerekirse yapılacağını deklere ediyor.Ya pkk terörünün katliamları?Devletin eylemlerinde ve operasyonlarında  bir meşruiyet damarı olduğu her aklıselimin malumu olduğu halde pkk terörürünün hangi meşruiyuetinden bahsedilebilinir?Hele de Yeni  Devlet kürt gerçeğini tanıdığını; inkardan,red ve asimilasyondan vaz geçtiğini açıkladığı halde! Ve dtp ne  özgürce   Meclis çatısı altında militanca bir siyaset yapma imkanı tanınmışken.
Ülke TV de Veyis Ateş’in: "Peki daha somut konuşursak iddia edildiği gibi Cemaat mi yaptı bunu?" sorusuna Kandil izlenimlerini anlatan Avni Özgürel,şöyle cevap veriyor;

"Herkes ne olsa Cemaat'ten biliyor. Fethullah Hoca'nın etkisi büyük tabi ki. En son Türkçe Olimpiyatları'nda bu etkiyi gördük. Türkiye'de bürokrasinin bir kısmı artık askerin arkasına gizlenerek iş göremediği için Cemaat'in arasına sızarak çalışıyor olabilir. O kalkanın arkasına sığınıyor olabilir. Ekrem Dumanlı'nın ya da Mustafa Yeşil'in bunu bilmediğini düşünemeyiz. Rahatsızlıklarını görüyoruz... Bakıyorsunuz İçişleri Bakanı'nın en büyük destekçisi Devlet Bahçeli. Bazı şeyler iç içe girmiş olabilir. Bazıları statükoyu Cemaat üzerinden korumak istiyor... Cemaat içinde bir grup statükonun korunmasını ve sorunun silahla çözülmesini istiyor olabilir... Dağlıca, Aktütün gibi örnekler yine olabilir, canımızı acıtacak girişimler yine olabilir. "
                İktidarın,” Cemaatle” pkk terörü arasında sıkıştığı bir gerçek. Mit müsteşarını ifadeye çağrılması iktidara bir tehdit algısı oluşturmuştur ister istemez. Ve hükümet  bu tehditi bertaraf etmek en azından alacağı tedbirle muhtemel bir kazayı önleme hamlesini yapacaktır. Nitekim,ÖYM lerin “yetki sorunu” ile ilgili bir yasa tasarısı hazırlığı bu günlerde tartışılmaktadır.

Altan Tan ve Benzerlerinin Yanılgısı
 Ya da Bir Kürt Kurnazlığı

                Marksist/ Maocu ve din karşıtlığı ile maruf ve aynı zamanda Türkçülüğe karşı Kürtçülük bayrağını yükselten bu amaçla da terör ve şiddeti vazgeçilmez bir araç olarak kullanan Pkk nın siyasi uzantısı Dtp de son dönem milletvekilliği yapan eski “ Kürt İslamcı” Altan Tan bakın neler söylüyor;
” Kürtler bu sisteme iki noktadan itiraz ettiler. Birinci olarak, Ortadoğu’nun en dindar, İslam’a en bağlı halkı olmaları hasebiyle, İslam’ın toplum hayatından kazınmasına itiraz ettiler. İkinci olarak da Kürt kimliğinin inkârı ve kendilerine zorla laikçi, seküler bir Türk kimliği dayatılmasına itiraz ettiler. Onun için de, dini yönden dayak atılması gerektiği zamanda rejim, büyük oranda karşısında Kürdü gördü. Yani, Kürtler, hem Müslüman olduğu, hem de Kürt olduğu için dayak yedi. Bazen özellikle Türk İslamcılar “Efendim, bu rejim hepimize zulmetti” derler. Evet, zulmetti de, bize iki sefer zulmetti.”( Nil Gülsüm / MİLAT)
Ya hu arkadaş,madem Kürtler Ortadoğu’nun en dindar halkı idi de ve bu yüzden “sisteme “ itiraz etti ise de; Maocu /Marksist ideolojiye sahip pkk altında işin ne?Pkk nın siyasi uzantısının içinde siyaset; “Dindar ve İslama en bağlı” dediğin Kürt Halkına ihanet değilmidir? Pkk eğer bir bağımsız Kürdistan kuracak olsa “sistemin” bölgede kazıdığı İslami kültürün kalıntılarına bile  tahammül etmeyeceğini bu günden biz görüyoruz da sen nasıl  göremezsin?
İkincisi; evet;”sistem”  Kürt kimliğini inkar etmiş ve Türk ulusal kimliğini tüm Kürtlere de bir ulusal kimlik olarak dayatmıştır. Amma bu eski Devletin marifetiydi! Bugün yeni Devlet; Kürt kimliğini tanıyor,inkar etmiyor ve türk ulusal kimliğini kimseye dayattığı yok! Müslüman siyasetçileri,n iktidarında göğsünü gere gere Meclis Küsüsünden Kürtçe konuşuyor ve “Kürdistan”  diyebiliyorsun! 1990 ların başında Leyla Zana ve arkadaşları Kürt Milletvekilleri Meclisten nasıl aşağılanarak terörle mücadeleye görüldüğünü herkes hatırlar.Müslüman siyasetçilerin eliyle bu yapı ve anlayış değişti.Altan Tan İslamcı Türklere sitem etse de bunlar eliyle 30 yıldır Kürdistandaki olağanüstü hal 9 yıl önce kaldırıldı. Bunları görmemek nankörlüktür. Bu muazzam değişimi görmezden gelerek ve   tarihin derinliklerine kendilerini hapsederek  mazlumiyyet üretmeden başka bir şey değildir ve bunun kimseye de bir fayda sağlayacağı yoktur. Bu gün eski Türkiye’nin  inkarcı,dayatmacı ve asimilasyoncu hiçbir uygulaması kalmamıştır.Devlet büyük oranda eski siyasetini terk etmiş;özgürlüklerden ve demokrasiden yana  bir rota takip etmektedir.
Peki Altan Tan bu muazzam değişimi görmek istemiyor ve de Türk İslamcıları ulusalcılıkla suçlarken;Kürtleri temsil ettiğini iddia eden Pkk ve uzantısı Dtp; bu gerçeğe uygun olarak şiddet ve terör  yöntemini gözden geçirmiş midir? Hayır! Bilakis 2007 den itibaren şiddeti tırmandırmış, Anayasa Referandumunda bile Ulusalcı/Dayatmacı/Vesayetçi yapı ile ortak hareket etmiştir. Bu gün bile Ergenekonun ve Jitemin  devre dışı kalarak yapamadığı  demokratikleşmenin sabote edilmesi işini Pkk/Dtp /kçk  yapısı deruhte etmektedir. Bu gün demokratik yeni anayasa çalışmasını sabote eden tek unsur Pkk Şiddeti ve terörüdür.
Size (Kürtlere) iki kez zulmedilmişmiş! İyi de Kürtlere iki kez zulmedilmiş diye tepemize çıkmak mı istiyorsunuz? Y ada böyledir diye, tüm Türkiye’nin  kaderini,  Apo’nun  ve Kandil  yönetim kadrosunun  ki ;100 kişiyi geçmez;  istikbali için bloke edip Kürt ve Türk halklarını kaosa mahkum etmek mi  gerekmektedir.
Altan Tan’ın “Çözüm” olarak söyledikleri ise tam bir komedidir. ” Bu kavganın bitmesi için, laikçi, Kemalist ulus-devlet anlayışının terk edilmesi lazım. Toplumu tek bir kalıba sokmak isteyen, farklı halkları, farklı mezhepleri, dinî inançları yok kabul eden ve onlara tek bir paradigmayı dayatan anlayışın terk edilmesi lazım. Türkiye'de herkesin, kendini ifade edeceği demokratik bir rejimin tesisi, inşası gereklidir. Çözüm buradadır.”  Aslında buna “yuh”  demek haksinaslığın bir gereğidir.Arkadaş ne laikçiliği,ne ulusalcılığı senin dünyadan haberin yokmu gerçekten? Hala dediğin gibi böyleyse; tüm zulümlerin müsebbibi  vesayetçi,laikçi,ulsalcı,tek tipçi,inkarçı, despotik  Yapı ve sorumluları  4-5 yıldır Ceazevinde tutuklu,hesap veriyor.Son 10 yıldır Türkiye’deki değişim, demokratikleşme ve özgürlüklerin  gelişimi  İslam dünyasındaki siyasetçi, ve aydınlar tarafından olduğu gibi tüm Batılı demokratik ülke siyasetçileri,aydınları  tarafından da takdirle izlenirken  “hiçbir şey olmamış”  gibi bir söylem;pkk terörünü ve şiddetini meşrulaştırma gayretinden başka bir şey değildir. Öyle ya bu kadar büyük ve muazzam değişime rağmen sormazlar mı neden pkk ya silahlı mücadeleyi bırakmasını teklif etmiyorsunuz diye. Nitekim Barzani ve Talabani  bu soruyu sormaktadırlar. Türkiyedeki şartların çok değiştiğini,özgürlüklerin  ve demokratik gelişmelerin inkar edilemeyeceğini artık silahlı mücadeleye gerek kalmadığını defalarca söylemişlerdir. Osman Baydemir bile bunu ifade etmiş;”artık silahla bir yere varılamayacağı anlaşılmalıdır!” dediği için ve  sokak eylemlerine yeterince destek vermediğinden 2008 Yılında KCK tarafından sorguya çekildiği ne çabuk unutuldu.Bu gün Dtp milletvekilleri Mecliste demokratik bir toplumda olduğu gibi kendini ifade edebiliyor,özgürce siyaset yapabiliyor hatta İktidar milletvekillerinin üzerine bile külhanbeyi edasıyla yürüyebiliyor! Daha hangi hak ve özgürlükten bahsediliyor?
Tan Türk İslamcıları da  eleştirerek ; ümmetçi olmamakla suçluyor!Pes doğrusu!İçinde siyaset yaptığı yapı Kürtçü Marksist bir yapı ve de İslam ümmetçiliğine de şiddetle karşı olduğunu bilmeyen yokken;”.. Türkiye'deki Müslümanların büyük bir kısmı, kendilerini ümmetçi zannediyorlar veya ‘ümmetçiyiz’ diyorlar. Hâlbuki Türkiyeli Müslümanlar, bu olaylara ümmetçi bir bakış açısı ile bakabilseler, bu barış çok kolay tesis edilebilir.” Diyebiliyor. Tam bir Kürt kurnazlığı değimli bu?
Bizde kendisine ve böyle düşünen Kürtlere şöyle diyoruz; 2007 den bu yana Türkiye’nin demokratikleşmesini, özgürleşmesini sabote eden tek güc Pkk ve uzantılarıdır. Jitemin boşalttığı boşluğu adeta pkk doldurmuştur. Provakatif eylemlerle Barışın ve demokratikleşmenin önünde tek engel pkk/Kçk ve Dtp dir. Barış ve demokrasi endişesi olanların; öncelikle Pkk ya silah bırakma yada en azından eylemsizlik kararı alarak Kandile çekilmeyi tavsiye etmesi gerekmektedir. Aksi tutumun çözüm değil,pkk ya zafer peşkeşi peşinde olduğunu gösterdiği  açıktır. Devlet; elinde silahlı adamları ile kamu düzenini bozan hiçbir güce müsaade edemez. Buna zaten devlette denmez. Pkk nın Türkiye topraklarında bir tek silahlı adamı dahi olsa Devletin bunun için gerekli operasyonu yapma hakkı vardır ve bu meşrudur.
Dtp lilerin Barış ve demokrasi  adı altında Altan Tan’ın ilavesiyle “ümmetçilik”  makyajı  ilavesiyle tüm topluma dayattıkları; Pkk’ya altın tepside tam bir “zafer” sunmaktan başka bir şey değildir.Bu oyunu görebilecek dirayet ve  ferasete çok şükür ki sahibiz.
Anlamak istemedikleri konu budur.

Mavi Marmara İddianamesi Kabul Edildi!

Ne demek bu? Mavi Marmara Katliamına adı karışan İsrailli yetkililer yargılanacak ve uluslar arası hukuka göre hüküm giyebilecekler. En azından Türkiye’ye ve Türkiye’yle “hatırlı dost” ülkelere giriş yapmaya cesaret edemeyecekler. Büyük bir ülkenin güvenlik güçlerini ve yakın takibini hep akıllarında tutup, endişe içinde yaşayacaklar. Kimler var yarılanan İsrailli yetkililer arasında?
Üç yıl önceki menfur saldırı da  9 masum katledildi, 60 kişi de yaralandı, aralarında basın mensuplarının da bulunduğu yüzlerce kişi, günlerce İsrail'de hukuksuz bir şekilde tutuklu kalmıştı.
İstanbul 7'inci Ağır Ceza Mahkemesi, Savcı Mehmet Akif Ekinci tarafından hazırlanan 144 sayfalık iddianame üzerindeki incelemesini tamamladı. İddianame, oybirliğiyle kabul edildi.
Dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashknazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Marom, İstihbarat Başkanı Amos Yadlin ve Hava Kuvvetleri Komutanı Avishay Levi..4 İsrailli komutan, 'Canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme suçuna azmettirmekten yargılanacak. Bundan da önemlisi yargılama safahatı içinde sanık sayısı artacak,yeni isimler iddianameye gireceği tabidir.
Katledilen 9 kişi için 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi.Ayrıca ayın kişilerin 490 müşteki ve mağdur sebebiyle de eziyet, yağma ve mala zarara azmettirme suçundan, toplam 18 bin 32'şer yıla kadar hapisle cezalandırılması söz konusu...
            İddianamenin kabulünden hemen sonraki günlerde İsrail’den gelen tepkiler,bu ve benzeri gelişmeleri hep görmezden gelmeyi ahlak edinmiş bizdeki mazı müzmin muhalif çevrelerin aksine ne kadar ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir.

Ortadoğu’da Tansiyon Yükseliyor

Irak Baas Rejiminin devrik lideri Saddam Hüseyin'in sağ kolu olarak bilinen özel kalem müdürü ve sekreteri "Orgeneral Abd Hmud" lakaplı Abdulhamid Mahmud El Tikriti dün idam edildi. Irak Baas Rejiminin azgınlık ve tuğyanı sonucu, Batılı emperyalistlerin destek ve teşvikleri ile İran’a saldırması ve İran topraklarını işgali ile başlayan Tahmili Savaş tam 8 yıl sürmüş, İran’ın bir milyon şehit, yüz binlerce esir ve bir o kadar da yaralı vermesi, birçok şehrin tüm alt yapısının imhası ile sonuçlanmıştı. Bu cürümlerin müsebbibi olan başta Saddam ve şürekâsının bu dünyadaki elim akıbeti bizde bazılarını üzüntüye sevk et etmişti maalesef. Güya Amerika’nın eliyle olmuşmuş bu infazlar! Bu kafaya göre Amerika’yla zıtlaşan Saddam desteklenmeli, Baas rejimi ayakta kalmalıdır. Libya diktatörü Kaddafi’nin melun rejimi de öyle, Nato güçleri tarafından bombalanmamalıydı ve muhalifler Kaddafi cellâtları tarafından imha edilmeliydi. Eklektik, tepkisel bir anlayış ve değerlendirmenin tezahürleri!
Allah’ında “bir planı” olduğu unutuluyor,Dünya siyasetine ve gidişatına sadece abd ve müttefiklerinin  yön ve biçim verdiği zannedilmektedir.Bu psikoloji ve anlayış tamda Amerikan emperyalizminin empoze ettiği  bir psikolojik harekat operasyonudur. Hepimiz, Amerika’nın  Bop  projesi ile ilgili özellikle Türkiye de solcu,sağcı,ulusalcı çevrelerin koparttığı fırtınayı ve envai türlü komplo teorilerini hatırlamaktayız.Hiçbir gerçekleşmedi.Amerika  ne Irak’ta istediğini alabildi ne de Afganistan’da.Arap Baharı diye anılan “el Kifaye!”  halk devrimlerinin sonuçları;başta Mısır ve Tunus gibi en stratejik ülkelerde Amerika ve İsrail rejiminin aleyhine bir seyir  izlemektedir.Türkiye Amerikan yörüngesinden çıkmış, müstakil  bir siyasetle bölgede kendi menfaatlerinin ve bölge halklarının menfaatlerini gözeten bir aktör olmuştur. Bu gün İsrai’e uluslar arası düzlemde en büyük darbe Türkiye’den gelmektedir. Türkiye İsrail Rejiminin meşruiyetini tehdit etmektedir.Burası  iyi anlaşılmalıdır.İsrail Rejimi de silah gücüyle değil, meşruiyet  sorunuyla ancak tasfiye sürecine girecektir. Tıpkı Güney Afrika’da  uluslar arası kamuoyunun inisiyatifi ile tasfiye edilen Aparthait Rejimi gibi.
Hamza Türkmen’in bu konudaki açıklaması önemli;” 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de reddedilmesinden ve Ortadoğu’da bu plan aleyhine olan gelişmelerden sonra BOP yürürlükten kaldırıldı. 1 Mart Tezkeresi’nin kabul edilmemesi Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri, BRİC ülkeleri hatta AB nezdinde itibarını artırdı. Kapitalist yolla da olsa ekonomik kalkınmayı yakalayan Hükümet, Türkiye’yi bir nevi bölgede bir istikrar ülkesi olarak algılanır hale getirdi. Türkiye hala bir NATO ülkesi ve Batı ile işbirliğini devam ettiriyor. Ama gerek Kemalist vesayeti geriletmesi, gerek ekonomik başarısı ve gerek dış itibarı dolayısıyla artık işbirliğini önceki hükümetler döneminde olduğu gibi emir alan pozisyonda değil, müzakere eder pozisyonda devam ettiriyor.”
Gerçekten de Türkiye 2001 den itibaren  yani Akp nin iktidarı devralması ile birlikte bölgede uyuşuk bir müttefik değil,dikleşmeden ama dik durarak öncelikle Türkiye’nin ve bölge halklarının menfaatlerini önceleyen ve bunun için sert müzakerelere girebilen bir partner olmuştur.
Birleşmiş Milletler Nükleer İzleme Örgütü, İran’ın Türkiye’nin de arabuluculuğu ile başlayan müzakerelerin İran’ın nükleer programına ilişkin görüşmelerin hayal kırıklığıyla sonuçlandığını açıkladı. Tamda Amerikan Savunma Bakanı İran’ın nükleer silah üretmesine izin verilmeyeceğini, öncelikle tercih edilen yolun siyasi uzlaşma olduğu ancak askeri seçeneğin masada olduğunu belirtmiştir. Onu İsrail genel Kurmay Başkanının  açıklaması takip etti. İsrail Genelkurmay Başkanı Benny Gantz, İsrail Parlamentosu Knesset’te yaptığı konuşmada, ”Askerlerim, İran nükleer reaktörlerini vurabilecek güçte. İran nükleer reaktörlerini vurmaya hazırız” dedi.
            İsrail basını, siyasetçilerin bu tür açıklamalarla toplumu gerdiğini ileri sürerek eleştirmekte ve  rahatsızlık duyduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle Gantz’in ”2018 yılında bugün karşımızda olan 3 farklı güçle birden savaşa hazır olacağız” şeklindeki açıklamasını çok ağır bulan ve eleştiren İsrail basını,bu tür açıklamaların toplumda gerginliğe neden olduğunu ileri sürmektedir.Gerçekten de zengin  Yahudilerin  savaş tehdidi altında  işgalin bir parçası olmayı daha fazla sürdüremeyeceği açıktır.
                Suriye  Olayı ise çok boyutlu bir siyasi kriz olarak gündemdeki yerini korumaktadır.İran ve Hızbullah İslam dünyasında tarihinde hiç olmadığı kadar yalnızlaştı son bir yılda. Amerika ve İsrail bunu  başaramamıştı onca gücüne rağmen. Bu Zalime meyletmemeği şiddetle öğütleyen Allah’a muhalefet in getirdiği bir musibettir. Suriye Krizi;  tarafları ve sonuçları ile tam bir Kördüğüm olmuştur. Türkiye’nin tavrı bu Kördüğüm’ü çözmeğe yakın en gerçekçi  yolu işaret etmektedir.
Yüz Kızartıcı bir Hikaye Örnek Gösteriliyor!
Müslümanların bir toplantısında konuşmacı kardeşlik ve yardımlaşma ile ilgili Medine’de Ensar ile Muhacirin kardeşliği sadedinde sözüm ona “örnek” bir davranışmış gibi  Ensâr'dan Sa'd b. Rabî'inin  Abdurrahman bin Avf’a teklifi  sıklıkla anlatılır durulur. Güya kardeşliğe,yardımlaşmaya,paylaşıma güzel bir örnekliktir! Söz konusu rivayet  (zaten bu ümmetin ve geçmiş ümmetlerin başına hangi musibetler geldiyse bu rivayet kültürünün çok büyük payı olduğuna inanırım. Vahyin önüne geçirilmiş bir rivayet kültürü; adeta Vahyi  ve Rasulullah’ı bile  tefsir ve tanımlamada kullanılmaktadır.) i bir hatırlayalım.
Abdurrahman b. Avf (r.a.) ilk müslümanlardan olmasından dolayı Kureyş'in zâlim tutumuna dayanamayan ashâb ile birlikte Habeşistan'a yapılan iki hicrete de katılmıştı. Nihayet Rasûlullah, ashâbı Medine'ye hicret etmeye teşvik edince, o da diğer ashâb ile birlikte hicret etmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Ensâr ile Muhâcirler arasında kardeşlikler ilân edince Abdurrahman b. Avf ile Ensâr'dan Sa'd b. Rabî'i kardeş ilân etmişti.Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Rabî' 'Din kardeşi' Abdurrahman'a şunları söylemişti;”Benim bir hayli malım vardır. Bunun yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki eşim vardır. Bunlardan birini boşayacağım, iddeti bitince onu nikâhlarsın.”  Bu büyük âlicenaplık karşısında Abdurrahman b. Avf kardeşine şunları söylüyordu;'Cenâb-ı Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranışına karşı Allah ecrini versin. Sen yalnız bana çarşının yolunu göster, benim için yeterlidir.”
1-Nikahlı iki eşten birinin boşanması,
2-Boşanan eşin Sadaka olarak bir başkasına nikâhlanması.
Hemen belirtmek isterim ki böyle bir teklif asla olmamıştır.Olamazda. Olmuşsa da  “örnek” bir davranış ve  meşru ve övülecek  bir “alicenaplık” değil, kökenleri cahiliye düşüncesinde ve cahili yaşam tarzının bir tezahürü olarak söz konusu olabilecek  bir davranıştır ki maruf bir davranış olarak dile getirilmesi bile bir cinayettir.
Bir defa “sadaka” için nikâhlı bir eşin boşanması gibi bir yol ne  meşrudur nede görülmüş  bir davranıştır. Böyle bir usul ve tavsiyede bulunmamaktadır. Boşamanın hangi şartlarda yapılabileceği fıkhın konusu olmakla birlikte “sadaka” için “eş” boşamanın meşruiyetini ne duydum nede gördüm!
Nikahlı eşi; bir köle,bir meta olarak gören cahili bir anlayışın tavrı olabilecek bir davranış,Müslümanlara örnek bir davranış olarak sunulması; rivayet kültürüne analitik bir akılla yaklaşmamanın Müslümanları nerelere savuracağının tipik bir örneğidir.Bu ayni zamanda başta ashabı ve tüm Müslümanları ,insanlık ve namus konusunda töhmet altında bırakacak bir davranıştır.Sadaka yapılacak  serveti varken,yada hiç serveti olmasa da, kadınını boşayıp başkasına nikahlamak tabii ahlaka da İslam ahlakına da sığmayacak bir davranıştır.Namus açısından  bu tavır kabul edilemezken,kadın hakları konusunda da hem İslam’la ve hem de insanlıkla bağdaşmayan bir tasarruf söz konusudur.
 Biz Ashabın böyle davranışlardan uzak olduğunu kabul ederek, bu tür rivayetlerin sahih olmadığı,Vahiyle,insanilik ve ahlakilikle çelişmesi nedeniyle dikkate bile alınmaması,kullanılmaması,insanlara anlatılmamasını tavsiye ederiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası