'ARAKAN'A ÇÖZÜM OLMAK


Arakan Raporu


Dr. Mehmet ÖZAY 
Malezya Teknoloji Üniversitesi -Universiti Teknologig Malaysia UTM- Öğretim Üyesi

DÜBAM


HAZİRAN 2012


İÇİNDEKİLER GİRİŞ……………………………………………………………………………………………..3


ARAKAN NERESİ - ARAKANLILAR KİM? ………………………………………….….…5


İÇ VE DIŞ GÜÇLERİN TARİHSEL MÜCADELESİ……………………………….…….…7


BUDİZMİN TOPLUMSAL BASKI ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ VEYA MERKEZİ YÖNETİMİN ETNİK TOPLULUKLARA BAKIŞI ………………………………..…….…10


ETNİK AYRIŞMAYA YOL AÇAN SÜREÇLER…………………………………...…….…12


Sömürge Dönemi Gelişmeleri: Değerler Manzumesi:


Bağımsızlık Öncesi Hazırlık Süreci ve Arakan’ın Dışlanması: Siyasal Örgütlenme:


Modern Ulus-Devlet Yapılanması:


MODERN DÖNEM ve ARAKANLILARA YÖNELİK BASKILAR……………..…..……17


SORUNUN ÇÖZÜMÜ…………………………………………………………………………19


a)Acil müdahale


b)orta vadeli müdahale ve c) haklar arayışı


i)Eşit vatandaşlık statüsünün verilmesi:


ii)Dini ve kültürel aidiyetlerin tanınması ve gündelik yaşamda pratiğe dökülmesinin önündeki engellerin kaldırılması;


iii)Eğitim olanaklarının hayata geçirilmesi;


iv)Ülke içinde serbest dolaşım ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi;


SON SÖZ……………………………………………………………………………….….……24


KAYNAKLAR……………………………………………………………………………….…26


2


GİRİŞ

Günümüzde  bir  buçuk  milyonu  Burma’nın1Arakan  Eyaleti’nde  bir  o kadarının  da  Bengaldeş,   Tayland  ve  Malezya  gibi  ülkelerde  mülteci sıfatıyla yaşayan toplam üç milyon Arakanlı  Müslümanın  insanlık dramı devam     etmektedir.               Tarihte           Arakan   adıyla     kurulmuş                  olan    İslam Sultanlığı’ndan bugüne kadar geçen süreçlerde Arakan Müslüman nüfusu defaatle kırılmalara maruz kalmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak bugün Arakan  adıyla  bilinen  toprakların  %88’inin  Budistlerden  teşekkül  ettiği bilinmektedir (Augn-Thwin 2012: 47).

Son   gelişmelerin  odağında   Arakan   Eyaleti  başkenti  Sittwe‘de   nüfus dağılımının  Arakanlıların  göçlerini  açıklayan  bir başka  göstergedir.  Öte yandan, Arakan Eyaleti’nin  güneyinde ise, tarihsel olarak varlık süren Maghların,  yani  Rakhine’lerin  (Rakhaings)  çoğunluğu   teşkil  etmesi kadar,  iç  göçlerle  yoğun  bir  Budist  nüfsunun  varlığı  dikkat  çeker. Bölgenin Burma merkezi yönetiminde Rakhine olarak adlandırılmasının bile, Arakanlı Müslümanların  bölgede  yeri olmadığını, bunun yerine bölgenin   bir                   diğer     etnik         unsuru    olan    Rakhine           ile        özdeşleştirilme çabasının sergilendiği ortaya çıkmaktadır.

Ülkede  Müslümanların  varlığı  Arakanlardan  ibaret  değildir.  Tarihin değişik evrelerinde Arakan’dan çıkartılarak Burma’nın değişik bölgelerine zorunlu  göçe  tabi  tutulanların  oluşturduğu  Müslüman  gruplar  kadar, Çin’deki            baskı               rejiminden          kaçan    Çinli           Müslümanlar   özellikle   de Yunnan’dan gelenler, Burma’nın kuzeyinde Shan Eyaleti’nde konuşlanmış olan Panthay adıyla anılan Müslüman grubu oluşturmaktadır (Henderson vd. 1971: 65).

Arakan sorunu, Güneydoğu Asya’da  çoğunluğunu Budist ve Hıristiyan toplumların  oluşturduğu  yapılar  içerisinde  var  olma  mücadelesi  veren  Tarihi referanslar bağlamında bugünü değerlendirirken,ülkenin adının Burma olarak zikredilmesi daha doğru olacaktır. Öyleki, Myanmar adının da,ülkede süregiden cunta rejiminin kendini meşrulaştırma girişimleri bağlamındaki politikaların ürünü olduğunu hatırda tutmakta fayda var.‘etnik  Müslüman’  azınlığın  sorunundan  bağımsız  ele  alınamaz.  Çünkü Güneydoğu  Asya  toplumlarının  antropolojik  ve  sosyolojik  özellikleri nazara dikkate alındığında, benzer süreçlere tabi oldukları dikkat çeker. Bu durum,                özellikle   de    ulus-devlet    yapılanması   bağlamında            zorunlu hiyerarşik yeniden yapılanmaya tabi tutulmalarında belirginlik kazanır.Bununla birlikte, Arakan sorunu, Burma toprakları içerisinde süregiden tarihi dönüşümlerin bir sonucu olarak neşet etmesiyle bu ülkedeki sorunlar yumağı içerisinde köklü bir nitelik taşır. Bu  topraklar üzerinde hüküm sürmüş yerli ve yabancı yönetimler, siyasi rejimler ve aktörler bugün var olan sorunda şu veya bu şekilde pay sahibidirler. Bu çerçevede Burma’yı bölge ülkelerinden ayıran  ve  kendine  has  kılan  niteliklere  göz  atmakta fayda var. Örneğin, 1824 yılından 1948’e kadar İngiliz  sömürgeciliğinde kalan               o                        dönemki            adıyla           Burma, İngiliz    Devletler               Topluluğu’na   üye olmamıştır (Holliday 2011: 41). Bir diğer husus, Japon işgali  döneminde İngilizlerle-Japonlar arasındaki çatışmalar önemli kayıplara neden olurken, özellikle Burma  Ordusu’nun önce Japonlar ardından İngilizlerle işbirliği yapması ülke içerisinde siyasi ayrımlara yol açmıştır. Bu nedenle, 4 Ocak

1948’de  bağımsızlığını  kazanan  Burma’da  etnik  azınlıklara  siyasi  karar süreçlerinde yer verme ve ülke içerisinde ‘birlik’ tesisi önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.

Bu sorun, Augn San’ın, ‚Hiç bir ulus, bir başkasının egemenliği altına alma hakkına  sahip  değildir.‛   yaklaşımında  çözüm  bulduğu  düşünülebilir. Modern Burma’nın kurucu babası olma sıfatını taşıması dolayısıyla San’ın sarfettiği bu ifade, günümüz Burma’sında yaşananlar ile yukarıda aktarılan görüş  arasındaki  tezat,  kuruluş  aşaması  ile aradan  geçen  elli  yılı aşkın sürede Burma’nın tecrübe ettiği siyasi gelişmeler ve uygulama arasındaki farka  dikkat  çekmesiyle  üzerinde  durulmayı  hak  ediyor.Bu  bağlamda, ülkede                       neler         yaşandığı     ve     bu              yaşananların       Arakanlı                       Müslümanların kaderini nasıl etkilediği konusuna aşağıda ayrıntılı bir şekilde değineceğiz.

Modern Burma’yı ve sorunlarını anlamaya çalışırken, ülkenin kurucu aktörlerinin ve akabinde  neler yaşandığı da önemlidir. Bu bağlamda, ülkenin                 kurucu   aktörü   olarak   öne   çıkan   Aung   San’ın   devletin temellerinin  ırk   önceliğine  değil,   demokratik  haklar  üzerine  inşa edilmesi  gerektiği  üzerinde  durması  o  dönem  için  dikkate  değer  bir gelişmeydi. Öyle ki, Sang, 23 Mayıs 1947 tarihinde, demokrasi konusunu ayrıntılı bir şekilde ele aldığı Rangoon’da yaptığı konuşmada, anayasa için nasıl bir siyasi çerçeve çizileceğinin ipuçlarını vererek,‚Sınıf, ırk, din veya cinsiyet farkı gözetmeyen, ancak ve ancak halkın çıkarlarını gözeten bir devletin  gerçek  demokrasiye  ulaşabileceğini‛(Silverstein  1993:  153,  154) ileri  sürüyordu.San,  azınlıklar  konusuna  da  eğildiği  bu  konuşmasında, devleti teşkil farklı etnik unsurların geleceklerini belirleme hakkına sahip olmalarına  güçlü  bir  atıfta  bulunması  (Silverstein  1993:  157)  ülkenin geleceği için umut ışığı olarak değerlendiriliyordu.Ancak sadece birkaç yıl sonra  ordunun  açıktan   açığa  1947  yılında  Aung  San’ın  önderliğinde oluşturulan  anayasa  çalışmasını  eleştirmesi  (Holliday  2011:  46),  ülkede ortaya  çıkan  aralarında  Arakanlı  Müslümanlarınınkinin  de  bulunduğu‘özgürlükçü hak arayışlarını’ yadsıyan dolaylı bir mesaj niteliği taşıyordu. Yukarıda                   özetlemeye   çalıştığımız   Burma’nın   kuruluşu    öncesi    ve sırasındaki gelişmeler elbette ülkedeki tüm etnik unsurlar kadar, belki de daha çok Arakanlı Müslümanların varlıklarını devamı  noktasında büyük önem taşıyordu.

ARAKAN NERESİ - ARAKANLILAR KİM?

Arakan  adı  verilen  topraklara  dair  tarihi  veriler  4.  yüzyıla  kadar  geri gitmektedir. O dönemde,  Arakan Krallığı’nı oluşturan insan unsurunun Hintli mi yoksa Tibet-Burma ırkına mı mensub olduğu konusunda bugüne kadar yapılan araştırmalarda kesin bir sonuç alınamamıştır (Henderson vd.

1971: 77).Bu belirsizlik, bölgenin bir yandan denizle öte yandan karadan

Çin sınırları  üzerinden  çeşitli  insan  topluluklarının  etkileşimine  konu olmasından kaynaklansa da, bölgede Hint tesirinin gözardı edilemeyecek boyutta                olması,   öte   yandan   tarih   boyunca   sürekli   çeşitli   ulusların etkileşimine  konu  olması  bakımından  Arakan  bölgesi  dikkat  çekici  bir öneme sahip olduğuna kuşku yok. Gerek Hint, gerek Moğol etkileşimleri çerçevesinde Arakanlıların antropolojik özellikleri itibarıyla Indo-Mongoloid sınıflamasına gireceğini söyleyebiliriz  (Collis 35, 37).  Bu erken dönemin ardından, Güneydoğu Asya İslamlaşma süreçlerinin benzerinin Arakan’da
da gerçekleştiği düşünülebilir. Bu sürece dair verileri yer ve isim adları gibi etimolojik bağlamda ortaya konulmaktadır.
Günümüzde hem belli bir coğrafyayı ve hem de bu bölgede yaşayan halkı tanımlamak için  kullanılan Arakan adı ise Rakhaing kelimesinin İngilizceleşmiş  halidir  (Aung-Thwin  2012:  41).  Arakan  veya  Rohingya adıyla halk                  ve             coğrafya  tarihte      Roang,   Rohang veya       Roshang olarak biliniyordu. Bununla birlikte, Rohingya’nın Arapça  Raham kelimesinden türediği  varsayılıyor.  Malay  dünyası  ve  uzantısı  olan  bölgelerle  ilgili coğrafi  terminolojinin  ve   anlatıların  yer             aldığı  Arap  tarihçilerine  ait eserlerin en meşhurlarının kaleme alındığı 9. ve 10.  yüzyıllara  ait kimi eserlerde  de              Arakan  bölgesine             atıflara    rastlanmaktadır.  Örneğin,             bu bağlamda  Jazirat-al-Rahmi  veya  Rahma’nın  Rohingya  ile  bağından  söz etmek mümkün (Yunus 1994: 7-8, 10, 12). Yukarıda zikrettiğimiz etimolojik veriden hareketle Arakan bölgesinin tarihin erken dönemlerinden itibaren Müslüman unsurların        çeşitli      vesilelerle                     bölgedeki          varlıklarına             işaret etmektedir.

Arakan   Müslümanlarının   etnik   nitelikleri    konusunda   bir    diğer antropolojik gerçek, sahip oldukları ana dilleridir. Yazılı bir dil olma özelliği  de  gösteren   Arakanca,  özellikle  1784  Budist  Burma  ilhâkı akabinde  de  1823  yılından  itibaren  başgösteren  İngiliz  sömürgeciliği dönemindeki sosyo-kültürel baskılar neticesinde bugün neredeyse yok olmaya yüz tutmuş bir dil hüviyetindedir (Yunus 1994: 14).
Arakan’ın  coğrafi  konumu  özellikle  Batı  Hindistan  sahilleri  ile  bugün Bengaldeş olarak bilinen topraklar üzerinden kültürel, sosyal ve ekonomik ilişkiler olduğunun belirgin göstergesidir. Bu çerçevede, 15 ve 17. yüzyıllar arasında  Hindistan’daki  Müslüman  unsurlarla  yakın  bağ  kurduğu  ileri sürülen Arakan Sultanlığı günümüzde Bengaldeş sınırları içinde yer alan Chittagong şehrine       kadar        hakimiyet  alanlarını  geliştirmiş  olması (Henderson vd. 1971: 77),  Arakan’da  kurulan devlet sisteminin siyasi ve teritoryal               hakimiyet                  sahasının    genişliğini                göstermesi  bakımından da önemlidir. Öyle ki, bugün yaşanan iltica olayları  neticesinde çok sayıda


Arakanlının Chittagong’da yaşayor olmasının böylesi bir tarihsel geçmişle de payı olduğu düşünülebilir.

Arakan’ın içinde yer aldığı coğrafya, Batılı araştırmacıların genelde dile getirdikleri  üzere   Hindistan  ve  Çin  gibi  iki  büyük  Asya  medeniyeti arasında  uzanan  bir  toprak  parçası  olduğu  görülür.  Oysa  bu  tanımın eksiklik  taşıdığını  söyleyebiliriz.  Hindistan  ve  Çin’e  ilâve  olarak  Hint- Çini’nden güneye ve Asya-Pasifik Adaları’nı kapsayacak şekilde genişleme gösteren coğrafya Malay dünyası olarak bu iki medeniyetin etkileşimlerine ortaklığı bağlamında Arakan üzerinde de şu veya bu şekilde nüfuzundan söz etmek mümkün. Bu argümanları mantıksal olarak destekleyecek bir diğer   husus  ise  bir  yandan  İslamiyetin  yayılma  evreleri  öte  yandan bölgenin İslam öncesi dönemden başlayarak deniz ticaret yolu üzerinde rol olması Arakan coğrafyasının tarihi süreçte nasıl bir gelişme seyri izlediğine dair bir fikir vermektedir. Bir yandan Arab Yarımadası ve Fars Körfezi çıkışlı  Batı  Asya  denizci  ve  ticaret  sınıfının  Hindistan’ın  doğu  ve  batı sahilleri  boyunca  kurdukları  sağlam  ticari  bağlar;  öte  yandan  Malaka Boğazı eksenli olarak gelişme kaydeden ve içerisinde Sumatra, Cava başta olmak  üzere  Pasifik’e  doğru  genişleyen  adalar  topluluğunda  yerleşik halkların oluşturdukları geniş ticari ve kültürel ağ, Bengal Körfezi boyunca uzanan sahil şeridi üzerinde güçlü bir kültürel, dini ve ekonomik bağlantı hatlarına olanak tanıdığını öngörmük güç değil.

Bu coğrafi özellikler içerisinde, Arakan bölgesinde yaşayan iki farklı etnik toplumsal gruptan bahsetmek mümkün. Birincisi Müslümanlar ve ikincisi ise Roang Maghs adıyla anılan Budist  Arakanlılar. Bugün bölgede etnik çatışma  şeklinde  ortaya  çıkan  gelişmelerde,  öncelikle  farklı  bir  etnik unsura   bağlı         olduğu               ifade   edilen    Roang           Budistlerinin,             Arakan Müslümanlarına               karşı          tarihsel sebeplerle                    cephe      almalarından kaynaklanmaktadır(Yunus  1994:  11-12,  131).Bununla  birlikte,  Arakanlı Müslümanlar, dil ve kültür benzerliğine rağmen, kendilerini farklı bir etnik unsur kabul etmektedirler.

İÇ VE DIŞ GÜÇLERİN TARİHSEL MÜCADELESİ


Arakan bölgesi, sahip olduğu jeopolitik özellikten ötürü sürekli kuzey ve güneydeki güçlerin kapışma  bölgesi olurken, 16. yüzyıldan itibaren sahil şeridlerinde önemli ticaret şehirlerini ele geçirme  mücadelesi veren Batılı sömürgeci  güçlerin  müdahalelerine  maruz  kalmıştır.  Bu  bağlamda,  bir dönem Pegu ve Burma Krallıkları’nın, ardından Hindistan’da yerleşik olan Moğolların ve Burma’nın  hakimiyet çabalarına, daha  sonra  da  Portekiz gemilerinin saldırılarınauğramıştır (Phayre 1998: 77, 79;  Yunus 1994: 50,

51).   İngilizlerin  Hindistan’a   yerleşmesiyle  doğuda   güvenlikli  bölge tesisinin         yanı          sıra,   Hindistan’ın  gıda   ihtiyacını  karşılamaya  yönelik yayılmacı politikaları sürecinde de Arakan bir kez daha yabancı istilasına maruz kalmıştır. 1784 tarihinde Budist  Burma Krallığı; akabinde 1824’de İngiliz sömürge yönetiminin işgaline uğradı (Yunus 1994: 13, 14).

Burma  Krallığı’nın  Arakan  topraklarını  ilhâk  girişiminin  ekonomik  ve kültürel nedenlere dayanır. Ekonomik nedeni, Güneydoğu Asya genelinde görüldüğü  üzere  kralların  varlığı  teritoryal  hakimiyetten  ziyade,  sahip oldukları  insan  gücüyle  doğru  orantılıdır.  Bu  bağlamda,  insan  kaybını telafi  Arakan  topraklarını  ilhak  girişiminin  bir  nedenini  oluşturur.  Öte yandan, Burma Krallığı  Arakan bölgesini tarihsel, kültürel  ve linguistik değerler  bağlamında  kendine  ait  bir  bölge  kabul   iddiasıyla  Arakan’ı merkeze entegre etme amacı taşıyordu (Augn Thwin, 2012: 179). Kırk yıl boyunca Burma işgaline konu olan Arakan toprakları ve halkı, bu süre zarfında herhangi bir maddi ve  toplumsal gelişme ile karşılaşmak bir yana,  var  olan  değerlerini  yitirmiş,  sözde  Burma  hakimiyeti  altında hiçbir  gelişmeye  taraf  olamamıştır.  Ayrıca,  barışın  ve  istikrarın  yerini tehdit ve  tehlikeye terk ettiği bu dönemde yaklaşık iki yüz bin Arakanlı Müslümanın özellikle Bengal’e göç  ettiği bilinmektedir. Ayrıca, zorunlu göçe tabi          tutulan           binlerce kişi     de   Burma’nın        değişik        bölgelerine yerleştirilmiş;           binlercesi         kutsal      tapınak      inşaatlarında köle   işçi  olarak çalıştırılmışlardır (Jailani 1999: 122, 124).

İngilizlerin  Arakan   bölgesine   nüfuzları   ise,   doğrudan   yayılmacılık politikasından ziyade, bölgede ortaya çıkan siyasi ve teritoryal gelişmeyle alâkalıdır. Bu bağlamda,  Burma güçleriyle çarpışan Arakanlıların bugün Bendaldeş  sınırında  bulunan  Chittagong  şehrine  kaçan  Arakanlıları  ele


geçirmek  amacıyla  harekete  geçen  Burmalıların  İngiliz sömürgeciliğinin doğu  sınırlarına  girmesiyle,  İnglizileri  harekete  geçmeye  sevk  etti.  Bu dönem, bir yandan sömürge sınırlarını  koruma  gayesi taşıyan İngilizler, ana vatanlarını Burma egemenliğinden kurtarma çabasındaki  Arakanlılar arasında  bir  tür  ittifakın  doğmasına  yol  açtığı  görülür.Bu  kısa  süreli çatışmalar ve  anlaşmazlıkların daha sonra 5 Mart 1824’de İngiliz-Burma savaşlarının ilkine yol açtı. (Aung-Thwin 2012: 178, 179; Holliday 2011: 26).

İngilizlerle-Arakanlılar arasındaki  bir   diğer   yakınlaşma,   II.   Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Arakanlı Müslümanları gerilla olarak kullanmasıyla ortaya çıktığı  söylenebilir.Arakanlıların bu birlikteliğe yanaşmalarının en önemli nedeninin, İngilizlerin Arakanlı Müslümanlar için otonom hakkını verme talebi olduğu düşünülebilir. Ancak savaş sonrasında bu  yönde  bir gelişme olmadı  (Steinberg                2006:      218).Bu       sürecin     akabinde,        Takhins örgütlenmesi  örneğinde  olduğu  gibi  Budist  Burmalıların  saldırıları  gibi nedenlerle  Bağımsızlık   öncesinde  1947  yılı  Kasım  ayında  Mujahidler2 adıyla silahlı birlikler kuruldu (Steinberg 2006: 218).  Bu oluşumun, 1942 yılında  Müslümanlara  karşı                      girişilen      büyük  kıyım  sürecinde  200.000

Arakanlılın varlarını yoklarını terk ederek göç etmek zorunda kalmalarının devamında  bir  ‚öz-savunma‛   düşüncesiyle  harekete  gündeme  geldiği unutulmamakla birlikte, özellikle 1948 yılı ortalarında, yani bağımsızlıktan sadece  birkaç  ay  sonra  tıpkı  Karen,  Kachin  ve  Mon  etnik  yapıları  gibi silahlı mücadeleye girişmelerinin Aung San’ın  ‘devlet’ modeli ile Burma milliyetçilerinin etnik çoğunluk unsuruna dayalı ulus-devletçi anlayışları arasındaki   farka                    dayandığına             kuşku   yok.   Bu   oluşumda  Pakistan’ın bağımsızlığı  kazanmasının  rolü  olduğu  düşünülebilir.  Budist  unsurlara karşı  girişilen  kimi   saldırılar  üzerine  Burma  Ordusu  1950’li  yıllarda Mujahid  hareketine  karşı  verdiği  mücadele  sonrasında  1961’de  hareket varlığına son verdi (Holliday 2011: 43; Yunus 1994: 136; Henderson vd.

1971: 78).

Her  ne  kadar,  1951-51, 1956  ve 1960  yılları ülkede  parlamenter sistemi uygulama noktasında önemli aşamalar olarak dikkat çekse de, merkezdeki Jafar Kawal adıyla da bilinen Mohammad Jafar’ın öncülüğünde kurulan bu hareket yozlaşma ve güvensizliğin yanı sıra, belki de daha çok ‘Burmalılaştırma’ politikası bir süre sonra etnik unsurlar arasındaki huzursuzluğun yeniden neşet etmesine yol açtı. Bu minvalde, Arakan başta olmak üzere Çin, Laos ve Tayland sınırı boyunca varlık süren etnik yapılar merkeze karşı otonom statü elde etme veya özgürlük mücadelelerine giriştiler (Holliday 2011: 44). Yabancı  gözlemcilerin  pek  de  ümitvâr  olmadıkları  ve  dağılmasının  an meselesi        varsayılan     Burma,      ülke                  içinde           yaşanan  kaos   ortamıyla mücadelede  bir  ordunun  bir  alternatif  olarak  ortaya  çıkmasında  Soğuk Savaş döneminin gerçeklerinin payı unutulmamalıdır. Bu çerçevede kapı komşusu  Çin’deki  komünist  devrime  karşı  ‘en  disiplinli’  kurum  olarak ortaya çıkan ordu (tatmadaw), bu  süreçte varlığını ülke birliğinin yegâne savunucusu  olarak pekiştirirken  (Holliday  2011: 44,  45),  aynı  zamanda, etnik unsurlar üzerindeki baskısını da meşrulaştırmış oluyordu.

BUDİZMİN  TOPLUMSAL  BASKI   ARACINA  DÖNÜŞTÜRÜLMESİ

VEYA MERKEZİ YÖNETİMİN ETNİK TOPLULUKLARA BAKIŞI

Toplam nüfusun %30’unu etnik azınlıklar olgusu (Henderson vd. 1971: 60), ülkede ‘birlik’ esasına dayalı bir toplumsal bir yapı oluşmasının önündeki en önemli engeli oluşturmuştur. Bu durum, siyasi  temsiliyet noktasında merkezde  siyasi,  askeri  ve  ekonomik  gücü  elinde  tutan  Budist  Burma (Barma)      çoğunluğunun        ülkenin           var                  olan                imkânlarını         etnik    gruplarla paylaşmak           istememesi     nedeniyle,       on yıllarca         süren   iç   çatışmalar, ayaklanmalar,  baskı  ve  zulümlere yol  açmıştır.  Birbiri  ardı  sıra  hüküm süren sivil ve özellikle de askeri yönetimler, azınlıklar içerisinde var olan - etnik           aidiyetlerine  rağmen,  dini   aidiyet  olarak Budist   olmalarından hareketle- unsurlardan teşekkül ettikleri askeri güçlerle azınlıklar üzerinde hakimiyet   kurmayı  tercih  etmişlerdir.  Örneğin,  Shan,  Mon,  Karen  ve Arakanlıların bir bölümü Budistken, Budist olmayan Burmalıların oranı ise sadece %15’tir.

Budist Burmalıların bu sayısal üstünlüğü, ülke politikalarının oluşumuna önemli bir etkisi olmuş ve olmaya devam etmektedir (Henderson vd. 1971:

60). Bu nedenledir ki, 1960’larda ‘Budizm’ devlet dini kabul edilmiştir. Bu politika   ile   azınlıklar  veya   etnik   unsurları   andıracak   veya   atıfta bulunduracak  herhangi  bir  terminolojinin  resmi  olarak  kullanımı  da yasaklanmıştır  (Gravers   1999:  56;  Henderson  vd.  1971:  75).  ‘Budizm’ olgusuna bu kadar vurgu yapılması ülkenin orta kesimlerinde varlık süren Barma  etnik  çoğunluğunun  tarihi  referansları  ile  açıklanmaktadır.  Bu nedenledir ki, modern Burma devletinin resmi ideolojisinde Budizm bir tür‘toplumsal    çimento’    olarak    işlev    görecek    şekilde   politika    aracı kılınmaktadır. Aradan geçen altmış yıllık dönemde Budizm, milliyetçilik, sosyalizm, cunta yönetimine eklemlenerek (Sakhong 2010: 48), bir anlamda farklı dinden olan azınlıklar üzerinde baskı aracına dönüştürülmüştür.

Ülke içerisinde etnik unsurlar arasında Budizm olgusunun sergilediği bu yapının  ötesinde,  Arakan  Eyaleti’nde  yaşayan  Müslümanlar  ile  Budist Maghların aynı ırk temelli varlığı, dini aidiyetleri ile bir anlamda farklılık kazandığı görülür.Arakan bölgesinde etnik yapının homojenliğine rağmen, dini aidiyet noktasında var olan ayrım bu bölgenin, çoğunluğu teşkil eden Burmalılar karşısında herhangi bir siyasi  birliktelik sergilemesi önündeki engeli teşkil eder. Din ayrımının toplumsal bütünlüğü gölgede  bıraktıran bu oluşumuna karşın, Budizme mensubiyet Maghları daha çok Burmalı çoğunluğa yaklaştırmaktadır. Bu özellik özellikle II. Dünya Savaşı sonrası doğan      siyasi             boşlukta       ‘bağımsızlık             mı?’     ‘mandacılık                    mı?’   sorusuna Maghların Budist Burma yönetimini tercihi ile ikincisini seçtikleri görülür (Yunus 1994: 108).

Aynı ırka mensup bu toplum arasında yaşananların bir tür ‘din savaşı’ olarak adlandırılmasını haklı kılacak önemli gelişme ise Thakin örgütünün Arakan’daki temsilciliğini yürüten liderler arasında U Pinnya Thiha adında Budist bir rahibin bulunması. Thiha, Japon İşgali döneminde, yani 28 Mart

1942  günü  başlayan  ve  bir  ayı  aşkın  süren  katliamda  100.000’i  aşkın Arakanlı Müslümanın katline, 500.000 kişinin evlerini terk etmelerine yol açan saldırıların emrini verenlerdendir (Yunus 1994: 108-111; Jailani 1999:166).  Çalışmanın  değişik  yerlerinde  değindiğimiz  Thakinsadlı  örgütsel yapının   kışkırtmaları   ve   desteğiyle   Maghların   gerçekleştirdikleri saldırıların yanı sıra, Arakan bölgesinin Japonlarla İngilizler arasında önemli  çatışmalara  konu  olması  Müslümanların  önemli  can  ve  mal kaybına  yol  açtığı  ve  geri  kalan  Müslümanların  önemli  bölümününArakan’ın  kuzeyine   göç   etmek   zorunda  kalmaları   gibi   nedenler Magh’ların  süreçte   Arakan’ın   güneyinde  çoğunluğu  oluşturmasına neden oldu (Jailani 1999: 137; Yunus 1994: 118; Henderson vd. 1971: 78).

Bugün  Arakan  topraklarında  Müslüman  çoğunluğun  sadece  kuzeyde yoğunlaşmasının temel nedeni özellikle II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan bu çatışmalardır. Bu gerçeğe tanıklık etmiş bir İngiliz subayının anılarında şunlar  yazar:  ‚Savaş  öncesi  dönemde  Arakan  Müslümanlar  ve  Maugh’ların yerleşik  olduğu bir bölgeydi. 1941 yılında iki toplumsal grup arasında başlayan çatışmalar  sonucu  Maughlar  bölgenin   güneyinde  Müslümanlar  da  kuzeyde çoğunluğu oluşturdu.‛ (Yunus 1994: 118).

ETNİK AYRIŞMAYA YOL AÇAN SÜREÇLER

Arakan’lıların vatandaşlık, eğitim ve serbest dolaşım haklarının olmaması, ülkede  özellikle  etnik  çatışmaların  odağında  olan  bir  ‘dışarlıklı  grup’ olarak dikkat çekiyor. Bunun en son örneklerinden biri, 2012 yılı Haziran ayı başlarında meydana gelen ‘ırza geçme’ fiilini işlemekle suçlananların Arakanlı  Müslümanlar  olmalarıydı.  Ancak  Gravers’ın  (1999:  86)  1997 yılında         yaşanan        benzer              bir  olaya          atıfta  bulunarak, olayın             faillerinin bilinmemesine rağmen, suçun Müslümanlara atılması konusunu gündeme getirmesi, tarihte benzer suçlar isnad edilerek Müslümanlara ve camilere saldırıların     meşruiyet              kazandırıldığına dair            örnekler    olduğu ortaya koyuyor. Bu durum, Arakanlıların diğer etnik unsurlar, özellikle de Budist Burmalılar  arasında  herhangi  bir  eşitlikli  ilişkiye  konu edilmediklerinin açık bir kanıtıdır.Burada, etnik çatışmaların tarihi köklerine dair unsurları maddeler halinde ele almakta fayda var.

Sömürge Dönemi Gelişmeleri: Güneydoğu Asya sömürge dönemi, bölge halkları  arasında  milliyetçilik  olgusunun  yaygınlaşması  ve  bu  bilincin gelişmesinin                       temel  nedenlerindendir. Sömürgeci  güçler,  özellikle  de İngilizler  hüküm  sürdükleri  topraklarda  işgücü  ihtiyacını  karşılamak için farklı coğrafyalardan göçleri bilinçli  olarak yönlendirmiştir. İngiliz


sömürgeciliğinin      olmazsa olmazlarından kabul     edilebilecek    sömürge yönetiminin  yeniden   yapılandırılmasında    önemli işlev   görece   insan gücünü teşkil eden dış göç, Burma topraklarına Hindistan ve Bengaldeş üzerinden  sağlandı  (Holliday   2011:  26;  Jessy  1985:  390).Böylece,  1824 yılından      itibaren                       Burma        topraklarına          giren    İngilizlerin   bir    dizi politikasıBudist  Burma  halkı  arasında  bir          tür          aşağılık   kompleksinin doğmasına neden oldu.

Hintli ve Bengalli göçmenlerin yanı sıra, İngilizlerin idari mekanizmadaki görevlendirmelerde  Karenleri Burmalılara tercih etmeleri gibi nedenlerle Karenlerin      Burma      topraklarında     orta      sınıfı      teşkil            etmesi hatırlanabilir(Gravers  1999:  27).  Buna  ilâve  olarak,  İngilizler  Arakan’ın kültürel                benzerliklerinden hareketle  Bengal  yönetimine  eş   değer  bir yapılanmayı  gündeme  getirmişler  ve  bu  anlamda  Burma  genelinden farklılığı ortaya  konmuştur (Augn-Thwin 2012: 181). Yukarıda zikredilen bu hususlar, daha sonra modern gelişmeler  çerçevesinde, özellikle de 20. yüzyıl başlarından  itibaren              Budist            Burmalılar           arasında   milliyetçilik ideolojisinin  gelişmesine  yol  açtığı  gibi,  Arakanlıların  ‘dışarlıklı’  kabul edilmesinin de nedenleri arasında sayılmıştır.

Bu dışarlıklı göç unsurları, orta sınıf yönetici ve ticaret hayatındaki işlevleri Budistler üzerinde unutulması mümkün olmayan bir sosyal baskı unsuru olarak gerçekliğini sürdürüyor. Bu anlamda,  bu  dışarlıklı unsurların bir yandan ırksal öte    yandan               dini     mevcudiyetleri,      Budistlerin          Arakanlı Müslümanları, belki de önyargıları sonucu aynı kefeye koymalarına neden oluyor. Yakın geçmişteki benzer etnik saldırılarda bunu görmek mümkün.

1930’larda Budist öğrencilerin kurdukları dernekler vasıtasıyla Hint-karşıtı gösteriler  ülke  geneline  yayılmış  ve  Arakanlı  Müslümanları  da  hedef almıştır (Yunus 1994: 103).

Değerler Manzumesi:

Asya değerler manzumesinin bir sonucu olarak Burma’da ‘bireysel’ veya ‘kollektif’  haklardan  bahsedilmesi  söz  konusu  değildir.  Bunun  yerine, bireylere      tahsis   edilen   ve   hiyearşik   olarak   sıralanan  ‘görevler’   ve ‘sorumluluklar’  dizgesinden  bahsedilebilir  (Sakhong  2010:  38).  Son  bin yıllık süreçte Burma topraklarında hüküm süren Barma etnik yapısı içinde doğan  ve  gelişen   monarşik  yapı,  modern  süreçte  diğer  etnik  yapılar üzerinde kurduğu siyasi egemenliği, tarihten  tevarüs eden bu hiyerarşik toplum düzeni üzerinden sürdürme çabasındadır. Bu olgu, tekil etnik yapı içerisinde yer alan bireyler bağlamında ‘haklar’ olgusunun olup olmaması kültürel anlamda  hazmedilebilir olsa da, etnik çoğulculuğun hakimiyeti altında yaşam sürmek zorunda kalan etnik  azınlıklar bağlamında kabul edilebilirliği söz konusu değildir. Dolayısıyla, bu tür toplumlarda insan hakları çerçevesinde bireysel ve toplumsal hakların uygulanamaması, ulus- devlet  yapılanmaları   bağlamında  aşılması  mümkün  olmayan  sorunlar yumağına dönüşmüştür.

Burma  toplumunda  sınıfsal  bir  yapılanmadan  değil,  olsa  olsa  etnik farklılıklara dayalı bir  toplum yapısından söz edilebilir. Her bir etnik yapı,  ‚toplumsal statü,  davranış  ve  değerler‛  bağlamında  birbirinden farklılık taşımaktadır. Bu farklılıklar, Burmalıları, etnik azınlıklardan; Budistleri  Budist                      olmayanlardan,                   rahipleri     sivillerden;    orduyu sivillerden ayırmaktadır  (Henderson vd. 1971: 58).  Bu değerler ayrımı, özellikle Budist Burmalıların diğer gruplara yönelik aşağılayıcı ve ayrımcı politikalarının temelini oluşturmaktadır (Henderson vd. 1971: 60).

Bağımsızlık Öncesi Hazırlık Süreci ve Arakan’ın Dışlanması:

Budist unsurların Arakanlılara karşı sergiledikleri bu ayrımcı ve baskıcı tutumun  İngiliz  sömürge   yönetimince  dolaylı  desteğini  almasıyla  da Arakanlıların durumu bağımsızlık öncesi süreçte, örneğin 27 Kasım 1931-12    Ocak    1932    tarihleri    arasında   Londra’da    düzenlenen    Burma
Konferansı’na  katılan  24  delegasyon  arasında  Arakanlı  Müslümanları temsilen                  kimse   bulunmuyordu.   Bununla   birlikte,   Arakan   (Rhakin) bölgesinden  etnik  unsur  olarak  Budist  Maghlardan  bir  heyetin  varlığı dikkat  çeker.  Konferans’ta  Burma’yı  temsil  eden  güçlerin  Arakanlılara karşı ayrımcı tutum takınan Thakins adı verilen kuruluş olduğu  dikkate alındığında, İngilizlerle Budist Burma elitleri arasında bir ortaklıktan söz etmek mümkün (Yunus 1994: 104).
Bu konferans sonrasında somut bir gelişme olarak 1937 yılında otonom hakkı  verilen  Burma’da   siyasi  yetkilerin  Thakins  örgütüne  verilmesi, bağımsızlık  sonrasında  dozu  giderek  artarak  devam   edecek  baskı  ve zulümler  için  nasıl  bir  siyasi  gerekçe  olduğunu  ortaya  koyar.  Öyle  ki, otonom hakkı kazanılmasından bir yıl sonra (1938) başgösteren Müslüman karşıtlığı bunun ilk nüvesi olmuştur (Yunus 1994: 104).

Siyasal Örgütlenme:

20. yüzyıl başlarından itibaren Burma milliyetçiliğinin başgöstermiş ve bu oluşumdevrimci milliyetçi  bir örgütlenme olan Thakins (Jessy 1985: 400) çatısı altında  giderek  yaygınlık  kazanmıştır.3II.  Dünya  Savaşı  öncesinde Thakins  örgütünün  kışkırtmaları  sonucu,  Arakan  bölgesinde  Müslüman Arakanlılarla                            Budist       Maghlar      arasında      sosyal      çözülmebaş göstermiştir.Burma  topraklarında  dört  farklı  yönetim  yapısı  teşkil  eden İngilizlerin çekilmesini  müteakip, Arakan’daki yönetim Budist Magh’lara devredilmesi Arakanlı Müslümanların bir kez daha görmezden gelindiğini ortaya koyuyor (Yunus 1994: 105).

Ancak   toplumsal    barışı    etkileyen  unsurların    salt    idarenin    el değiştirmesiyle   sınırlı   olmadığı   aşikardır.   Bunun   savaş   sürecinin doğurduğu               yeni         atmosferde  bölgeyi  terk   eden  İngilizlerden  kalan önemli sayıda silah ve mühimmatın Magh’ların eline geçmesiyle farklı bir  çehreye  bürünecektir.  Bu  süreçte,  Müslümanların olan bitenden  ne kadar haberdar oldukları şüphelidir. Öyle ki, Arakanlı Müslümanlar, ırksal olarak aynı çatı altında  toplandıkları Maghların bu kargaşa  döneminde yanlarında  olacaklarını  düşündükleri  ve  kendi  aralarında  herhangi  bir İslam birliği çabası içinde olmadıkları görülür (Yunus 1994: 106).

Ayrıca, bu  sürecin  bir  devamı  olarak,Japonlar  elinde  giderek  siyasi  ve askeri             gücü    giderek   artan   Thakins   örgütü,   zamanla   ülkede   idari mekanizmanın da  yürütücüsü mevkiine getirildi (Jessy 1985: 433).Japon İşgali’nin  sona  ermesi  ve  akabinde  İngilizlerin  bölgeden  çekilmesi  ile

3Japon işgalinin başladığı (Ocak 1942) dönemde Thakins örgütünün başkanlığını Aung San yürütüyordu (Bkz.: Jessy 1985: 433).


özellikle  Thakins  örgütü   marifetiyle  Arakan  bölgesindeki  Maghların silahlandırıldığı görülür.

Modern Ulus-Devlet Yapılanması:

Aung   San    önderliğinde    bağımsızlığa   giden         süreçte,      ulus-devlet yapılanması    yerine,  federatif   bir   oluşuma    akla    getirecek   ‘devlet’ yapılanması öngörülüyordu. Önce Japonlar, akabinde  İngilizler yanında yer alarak bir anlamda ulusal liderliği yürüten Aung San, Akyab’a (yeni adıyla  Arakan  Eyaleti’nin  başkenti  Sittwe’ye)  yaptığı  seyahat  sırasında Arakanlıların  siyasi  taleplerinin  karşılık  bulması,  diğer azınlıklarla  aynı siyasi  ve    toplumsal  düzeye      getirilmeden   gerçekleşmesinin    zorluğuna dikkat      çekmesi    üzerine     ‘Jamiat’ul            Ulama     Arakan’  adıyla      siyasi bir yapılanmaya      gidildi.    İngiliz       Lord   Atlee’nin     çabalarıyla birleşen  bu oluşumun çalışmaları sonunda Aung San, Arakan Müslümanları etnik ve siyasi    bir  kategori             olarak       kabul                    etmesi,  Arakanlıların gelecekten umutlanmalarına      yol          açsa            da,            bu     siyasi tanımlamanın        pratikteki yansımasının   gerçekleşmediği,            1947    yılındaki Panglong     Konferansı’na Müslümanlar yerine, aynı bölgede yaşayan Budist Maghların  liderlerinin davet edilmesinde ortaya çıkar (Steinberg 2006: 218; Jailani 1999: 166).

Bununla birlikte, yeni devletin anayasa hazırlıkları çerçevesinde gündeme gelen 1947 Panglong  Konferansı’nda kabul edilen etnik azınlıklara otonom hakkını  da  içeren  anayasa  taslağı  kabul  edildi   (Sakhong  2010:  71-2). Müslümanlar,                           Panglong’da    yer    almamakla   beraber,             söz   konusu konferansta karar verilen ‘etnik unsurların otonom hakları’ meselesi, Aung San’ın  bağımsızlıktan   kısa  bir  süre  önce  Burma  ultra-milliyetçilerinde katledilmesiyle                              rafa    kaldırılmıştır.   Böylece,    1948    yılında    gelen bağımsızlığın temelleri, ‚demokrasi, eşitlik ve otonom hakkına‛ (Sakhong

2010:  66)  dayanan  Panglong  Konferansı’ndaki  kararlar  muvacehesinde

yazılan  Anayasa’ya  değil,  ultra-milliyetçilerin  kaleme  aldığı  alternatif anayasaya   dayanmaktadır.  Bu    anayasa,   etnik   unsurların   varlığını tanımadığı  gibi,  ülkede   etnik  çoğunluğun  baskı  ve  zulmünün  ortaya çıkmasına      neden                   olmuştur.               Arakan  Eyaleti,  Müslümanların  varlığına rağmen,  bu  konferansa  davet  edilmemiş  (Steinberg  2006:  218),  onların yerine  Arakan’daki  Budist  Maghların  siyasi  temsiliyetine  devredilmiştir (Jailani 1999: 167).

Bu süreç önce devlet başkanlığına getirilen U-Nu liderliğindeki yönetici elitin  ulus-devlet  yapılanmasını  öngören  yeni  bir  anayasa  çerçevesinde ulusal entegrasyonun tesisi, bir başka deyişle  homojen bir toplum inşası amacıyla Budizmin devlet dini kabulünü öngörüyordu. Bu bağlamda, U- Nu’nun Myanmarlı olmak Budist olmaktır (Buddha Bata Lumyo) sloganına - ki Budizmi bir araç olarak kullanmayı yeğleyen bu politika 1961 yılından itibaren  yürürlüğe  girmiştir  (Sakhong  2010:  47-48);bir  sonraki  lider  Ne- Win’in  liderliğinde  ise,  ana  dil  eklenmesi  çoğulcu  etnik  yapıya  sahip Myanmar’da zorunlu olarak ‘tek ulus, tek dil, tek din’ (Burman, Myanmar- sa,     Budizm)  inşasını  sürecine  işaret  etmektedir  (Sakhong  2010:  46,  48); Henderson vd. 1971: 75).

MODERN DÖNEM ve ARAKANLILARA YÖNELİK BASKILAR

Bağımsızlığın ardından Burma, sahip olduğu ekonomik ve etnik çeşitliliğin doğuracağı avantajlarla gündemde önemli bir yer işgal edeceği konusunda yabancı                 gözlemcilerin   dikkatini   çekiyordu.    Ancak,    bu    dönemde merkezdeki  siyasi  elitin  ülkenin  ‘etnik  zenginliğinden’   istifade  etmek yerine, asimilasyon, baskı ve yıldırma politikaları ile ortadan kaldırmayı yeğlemesiyle  birbiri ardı sıra gelen kaoslara neden oldu ve bu anlamda ülke siyasal yaşamı krizlerle dolu bir sürece tanıklık etti. Kimi siyasetçiler sorunları        halletme      konusunda  çaba                 harcarken, merkezdeki       güçlerin engellemeleriyle karşılaşmaları, etnik unsurlarla ilgili bir devlet politikası geliştirilememesinin de nedenini oluşturur. Konu Arakan olduğunda ise merkezin duruşunda pek de  fazla bir değişmenin olmadığı görülür. Bu bağlamda, Burma Başbakanlarından U  Saw’ın,‚Arakanlıların Burma kanı taşıdıklarını kanıtlayıncaya kadar dışarlıklı olarak muamele görecekler‛ini dile getirmesi (Jilani 1999: 165), Burma rejiminin Arakanlı Müslümanlara yönelik bakışını ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.


Ulus-devlet inşası yönünde politikalar geliştirilmesine örnek olarak 1960 yılında  yapılan  seçimlerin  hazırlık  dönemindeki  söylem  bağımsızlıktan sonra geçen neredeyse on yılı aşkın sürede merkezin kafasının hala karışık olduğunu  ortaya  koyuyordu.  Bu  dönemde,  U  Nu  seçim  kampanyasını Budizmin  devlet  dini  olacağı  vaadi  üzerine  bina  etmesi,  ona  seçimi kazandırsa da, aynı zamanda, ülkede huzursuzlukların da kaynağını teşkil etti.  Anayasada  bu  yönde  yapılan  değişiklik  önce   Kaçin,  Chin  ve Karenler arasında gösterilere yol açarken; hükümet bu ayaklanmalara çözüm  olarak diğer dinlerin korunacağı yönünde  garanti vermesi, bu sefer Budist çoğunluğun tepkisini çekmiş ve Budist rahipler Rangoon’da bir         camiye        saldırmışlardır         (Henderson    vd.         1971:           53).       Seçim kampanyasında  Arakan  da  gündeme  gelmiş  ve  U  Nu,  Araka’na  yarı- otonom  hakkı  verileceğini  ilân  etmişti  (Henderson  vd.  1971:  53).   Bu gelişme, Arakanlı Müslümanların, bağımsızlık veya otonom eyalet statüsü talepleriyle  siyaset   mekanizmasını  zorlayarak  merkezi  hükümeti  ikna çabalarının  1960’lı  yılların  başında  ortaya  çıksasının  bir  sonucu  olarak değerlendirilebilri.Ancak aşağıda görüleceği üzere, 1962 yılı Mart ayında gerçekleşen   askeri   darbe   ile   bu    hakları   kendilerine   verilmemiştir (Henderson vd. 1971: 77).

Yeni hükümet, azınlık sorunları ile giderek daha yoğun bir şekilde karşı karşıya kalması üzerine 1962 yılı Şubat ayında Rangoon’da biraraya gelen eyalet temsilcileri toplantısından tıpkı bağımsızlık öncesinde yüksek sesle dillendirilen                        ‘federalizm’   yapılanması   çıksa   da,    iktidar   partisinde başgösteren kopmalar üzerine U Nu istifa etmek zorunda kaldı. Akabinde 2   Mart   1962   tarihinde   general   Ne   Win,   ülkede   yaşanan   ‘birlik’ probleminden ötürü ordunun yönetime el koyduğunu belirterek yönetimi sivillerden  devralması  (Henderson  vd.  1971:  54)  hükümet  kanadındaki kopuşların  hangi  güçlerin  müdahalesiyle  olduğu   konusunda  bir  fikir vermektedir.

1974 Anayasası’nda eyaletler yeniden tanımlanırken, Rohingya Vatansever Cephesi  adıyla  yeni  bir   siyasi   oluşum  kuruldu.  Ancak  bu  oluşumun varlığına, ordunun cevabı sert olunca, 1978 yılında sayıları 200.000’i bulan Arakanlı Müslüman topraklarını terk etmek zorunda kaldı (Holliday 2011:52;  Steinberg  2006:   218).   Benzer   bir   problemin  1991-92’de  yeniden nüksetmesi üzerine  210.000 ilâ 280.000 arasında Arakanlı’nın ülkeyi terk ettiği, bunlardan sadece 20.000’inin BM  güvencesiyle ülkelerine döndüğü biliniyor.       Arakanlılara       yönelik        baskı       ve  zulüm  sistemine   karşı Arakanlıların  -en         azından                bir     bölümünün-  alternatiflerin  tükenmesi üzerine  farklı           oluşumlara       kapı       araladıkları   görülür.    Bu     çerçevede 1990’larda iki silahlı oluşum dikkat çeker: a)Arakan Rohignya İslami Cephesi ve Rohingya Dayanışma Örgütü (Steinberg 2006: 218). Bu oluşumun hayata geçirilmesinde,  1990’lı  yıllarda  Güneydoğu  Asya’nın  diğer  bölgelerinde giderek  daha  çok  ses  getiren  ‘özgürlük’   hareketlerinden  etkilenmeler olduğu düşünülse de, ne kadar etkin oldukları şüphelidir.

Burma  içinde  bu   gelişmeler   olurken,   Güneydoğu  Asya  ülkelerinin Burma’daki etnik  azınlıklar sorununa, özellikle de Arakanlıların temel insani  haklardan  mahrumiyetleri  karşısında  seslerini  çıkaramamaları dikkat  çekicidir.  Bunun,  özellikle  Güneydoğu  Asya  toplumlarına  özgü çoğulcu etnik yapının diğer ülkelerde de varlık sürmesi olduğunu görmek zor değil.       Yani  başındaki       komşu  ülkede  süregiden  zulme     karşı  ses çıkarabilmek  için öncelikle            her   ülke merkezi  yönetimlerinin   veya çoğunluğu oluşturan etnik grubun temel siyasi ve kültürel hakları  kendi sınırları       içerisindeki     topluluklara             vermesi     gerekmektedir.         Konu  bu bağlamda ele alındığında, sorunun salt Hint-Çini’nin bir köşesinde ‘izole’ bir     sorundan       değil, bütün    bir      bölgeyi       içine alan  ancak    iç      ve     dış mülahazalarla                üzeri       sürekli       kapatılan  bir       insanlık dramından bahsedilebilir.

SORUNUN ÇÖZÜMÜ

Arakan sorununa, birbirinden kopuk ‘tekil’ yöntemlerle çözüm arayışları, ancak bu sorunun algılanmasındaki kısırlığı ortaya koyacağı gibi, dikkate alınabilecek potansiyel gelişmeler de, nitelik ve nicelik olarak daralmalara neden olacaktır. Bunun yerine, bölgeyi bütüncül bağlamda ele alacak geniş çerçeveli yaklaşımlara acilen ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın ortaya konması elbette  akademik  ve  siyasi  bir  bilinç  gerekmektedir.  Bir  diğer  husus, bölgeyi                 değerlendirmede               gerek                      Batılı    veya    dışarlıklı             Müslümanlar,19  akademisyen  ve  araştırmacılar  ile  kurum  ve  kuruluşların  tekeline  terk edilemeyecek  kadar   önemlidir.  Yani,  dışardan  herhangi  bir  nüfuzun bölgenin  asli  unsurları  olan  Müslüman  toplumların,  bu  konu  özelinde Arakanlıların                          sorunlarının    hakkıyla   ortaya    konmasının    önündeki karakteristik problemlerin birini oluştucağına kuşku yok. Bu nedenle, söz konusu bölgelerde, özellikle de Arakan’da temsiliyet kabiliyete sahip olan toplum liderlerinin katkıları birincil derecede önem arz etmektedir.

Chin, Kachin,  Karen  etnik  unsurları  arasında  önemli  sayıda  Hıristiyan nüfusun bulunması  (Sakhong 2010: 50), uluslararası arenada, özellikle bu grupların         haklarının gündeme      getirilmesine               ve    Batılı           kurum    ve kuruluşların bu etnik unsurlar özelinde çalışmalar yürütmelerine  neden olmaktadır. Bu çerçevede Arakanlı Müslümanların ulusal ve uluslararası arenada     yalnız                   bırakıldıkları                    açıkça     gözlenmektedir.               Arakanlı Müslümanlar özelinde yapılacak girişimleri

a)Acil müdahale; b)orta vadeli müdahale ve c) haklar arayışı olarak üç maddede ele almak mümkün.

a)Acil    müdahale   ile    Arakan   Eyaleti’nde   yaşayanların   yanı    sıra, Arakanlıların mülteci olarak bulundukları hem Bengaldeş’deki, Arakan- Bengaldeş sınırındaki, hem  de Tayland ve Malezya’da acil temel insani ihtiyaçlarının, yani gıda, sağlık, eğitim vb. giderilmesi  gerekmekte ve bu çerçevede insani yardım bağlamında kalıcı çözüm bulunması konusunda BM nezdinde acilen girişimler başlatılmalı; ulusal, bölgesel ve uluslararası kuruluşların  ‘insani  yardım’   odaklı  çalışmalarının  acilen  söz  konusu coğrafyalarda faaliyetlere başlamaları ve bu faaliyetleri  bölge  halklarının kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar devam ettirilmesi gerekmektedir.

Arakan Eyaleti’ne nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerin  duyarsız   kalmadığını  gösterecek  girişimlere,  orta  ve  uzun vadeli destek projelerine acilen ihtiyaç vardır. Bu mekanizmanın ortaya konulmasında söz konusu bu ülkeler arasında, günümüz koşulları dikkate alındığında;


a) Arakan  sorununun  uluslararası  arenaya  taşınmasında  Türkiye’nin öncülüğü azami önem taşımaktadır;

b) Güneydoğu Asya bölgesinde tarihsel ve kültürel yapı benzerliğinden ötürü Malezya ve Endonezya’nın sürece aktif katkısı zorunluluk arz etmektedir. Bu           bağlamda Malezya     eski        başbakanlarından              Dr. Mahathir           Muhammed’in     kurucusu       olduğu  Perdana   Global   Peace Foundation adlı kuruluşun 25 Haziran 2012 Pazartesi günü Arakan’ı konu  alan           açıklaması            kayda  değerdir.  Kurumun   müdürlüğünü yürüten Dr. Zulaiha Ismail, Arakan sorununun çok yönlü olarak ele alınması gerektiğini ileri sürüyordu (New Straits Times, s. 13)

c) Geçmişi  yüzyıllara  varan  ilişkiler  dolayısıyla  Bengaldeş’in  Arakan sorununun çözümünde ‘yapıcı’ rol alması gerekmektedir;

d) Açe  ile  Endonezya  merkezi  hükümeti  arasında  varılan  anlaşma süreçlerinde  aktif  rol  alan   Açeli  barış  görüşmecilerinin  Arakan sorununa               katkı   yapacaklarına   kuşku        yoktur.    Papua,    Moro- Mindanao’daki çatışmaların sonlandırılması süreçlerine aktif olarak katılan               Açeli   sivil    toplum    kurumlarının   Arakan   sorununun çözümünde rolleri göz ardı edilmemelidir.

b)Orta  vadeli  müdahale  ile  Arakanlı  Müslümanların  Burma  devletinin reform sürecinde hak ettikleri yeri almalarını sağlayacak ulusal, bölgesel ve uluslararası girişim ve inisiyatiflerin hayata geçirilmesi önem taşımaktadır. Özellikle  ülkede  demokrasinin  yerleşmesi  konusundaki  çabalarıyla  öne çıkan NLD’din lideri Suu Kyi ile Arakanlı Müslüman liderler arasında sıkı diyalogun  geliştirilmesi  ve  bu  diyalogun  hükümet  ile  NLD  arasındaki görüşmelere yansıyacak boyutlara taşınması gerekmektedir.

Myanmar’ın   son   bir   yıldır    sürdüregeldiği   ‘demokratikleşme’   ve ‘liberalleşme’     olitikaları     çerçevesinde    uluslararası     kurumların temsilcilikleri   giderek  artan  sayıda  varlık  göstermektedir.  Türk  ve Müslüman kurum ve kuruluşların bu süreçte Arakan bölgesine özel bir önem  vermeleri  ve            yerli        kurum        ve          kuruluşlarla         çeşitli   işbirlikleri

geliştirmeleri Arakanlı Müslümanların varlığının ulusal ve uluslararası arenada duyurulmasına katkı yapacaktır.

Arakan Eyaleti’nin Myanmar siyasi haritası içerisindeki mevkiinin diğer etnik        unsurlarla aynı statüde ele   alınması     noktasında      ASEAN,  BM nezdinde girişimler yapılmalı;  Myanmar’ın yükselen yıldızı Suu Kyi ile doğrudan temaslar kurularak Arakanlı Müslümanların yüzyılı bulan siyasi çözümsüzlüğünün                   ülke                politikalarında                 yer         verilmesi     üzerinde durulmalıdır.   Arakanlı       Müslümanların   üzerinde        yaşadıkları         vatan topraklarının geçirdiği dönüşüm aslında içinde yaşadıkları Budist toplumu ile        etkileşimlerini   yansıtması  bakımından   dikkat   çekicidir.   İngiliz sömürgeciliği döneminde 20.000km2’lik toprak  parçası modern Myanmar devletinin  kurulmasıyla  14.200km2’ye  düşmüştür  (Jilani  1999:  17).  Bu toprak kaybı, Budist Bamarların ve Maung’ların Arakanlı Müslümanlar üzerinde  uyguladıkları  baskı  ve  zulmün  maddi  ifadesinden  başka  bir anlama gelmiyor.

c)Haklar  arayışı  ile  salt  Arakanlı  Müslümanları  değil,  ülkenin  diğer etnik  unsurlarının  da  geleceğini  etkileyecek  şekilde  topyekûn  yasal haklar  silsilesinin  hayata  geçirilmesini   hedeflemelidir.  Bu  anlamda, Burma hükümeti                                nezdindeki girişimlerin; i)Japonya, Tayland, Malezya, ABD  gibi  tekil  ülkeler;  ii)  ASEAN  gibi  bölgesel  işbirlikleri;  iii)  Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş  Milletler (BM), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Dünya  Gıda  Programı,  Dünya  Sağlık  Örgütü   (WHO)gibi  uluslararası kurumların yönlendiriciliği ve yaptırım gücünün önemli rol oynayacağı düşünülebilir.

Bu   süreçlerde  halkının  çoğunluğu   Müslüman  olan  ülkelerin  Arakan meselesine azami ilgi göstermesi, tüm araç ve imkânları pratiğe dökmesi, siyasi,         ekonomik       ve  kültürel      işbirliklerinden    hareketle    önce            kendi aralarında, ardından uluslararası kurumlar ve örneğin ABD, Japonya gibi ‘öncü   devletler’   nezdinde  Burma  hükümetinin  azınlıkları  konu   alan yasama     süreçlerini     acilen     uygulamaya     geçirecek     güç     birliği sergilemelidirler. Burma devletinin yasama organlarında en kısa sürede yasalaşması ve uygulamaya geçirilmesi gereken konular ana başlıkları ile şöyledir:

i)Eşit vatandaşlık haklarının verilmesi;

ii)Dini  ve  kültürel  aidiyetlerin  tanınması  ve  gündelik  yaşamda  pratiğe dökülmesinin önündeki engellerin kaldırılması;

iii)Eğitim olanaklarının hayata geçirilmesi;

iv)Ülke içinde serbest dolaşım ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi.

Bu maddeleri tek tek ele almakta fayda var.

i)Eşit    vatandaşlık   statüsünün    verilmesi:   Arakanlı   Müslümanların vatandaşlık haklarının olmaması, temel insani haklardan mahrumiyetlerini de beraberinde getirmektedir. Örneğin, etnik saldırılar karşısında, mağdur tarafın ulusal veya uluslararası kurumlar bağlamında haklarını araması bu çerçevede      mümkün   gözükmemektedir.     Bu                  uygulamasıyla                   ‚Hiçkimse vatandaşlık  haklarından  mahrum  edilemez‛  diyen  Birleşmiş  Milletler İnsan Hakları  Deklarasyonu’nun 15. Maddesi’ni ihlâl eden Burma rejimi, vatandaşlık  haklarını  ‘gaspettiği’   Arakanlıları  yerlerinden  yurtlarından çıkarabildiği  gibi,  zorla  işçi  olarak  da  ülkenin  herhangi         bir   yerinde çalıştırabilmektedir (Jilani 1999: 410).

ii)Dini  ve  kültürel aidiyetlerin tanınması  ve gündelik yaşamda  pratiğe dökülmesinin   önündeki    engellerin    kaldırılması;    Arakanlıların   dini aidiyetlerinin  ülkedeki   Budist   çoğunluktan   farklılığı  ve    Hıristiyan unsurların                    uluslararası   Hıristiyan   kurumlarından  aldıkları          destekle kıyaslandığında  kendi  haline  terk  edilmişlikle  malul   olduğu  görülür. Dinlerinin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirme haklarından mahrum oldukları  kadar, dilleri, toplumsal yaşamın gerekleri olan evlilik ve aile kurumlarının kısıtlanması gibi  kültürel  haklarının görmezden gelinmesi karşısında       ilgili                    kurum            ve   kuruluşların  harekete   geçmelidir.Merkezi hükümetin uygulamakta olduğu dini ve kültürel assimilasyon politikasının acilen sona erdirilmelidir.

iii)Eğitim olanaklarının hayata geçirilmesi; Arakanlı Müslümanların her türlü eğitim hakkından  mahrumiyeti, ülkenin geleceği olan çocukların ve gençlerin mağduriyetine neden olmaktadır. Ailelerin ekonomik yoksulluk ve yoksunlukları kadar, Müslümanların                               sosyo kültürel yapılarına uygun eğitim  kurumlarının yokluğu Arakanlıları yaygın eğitim faaliyetlerinden dahi uzak tutulmalarına neden olmaktadır.

iv)Ülke içinde serbest dolaşım ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi;Bir köyden               diğerine,  bir   şehirden  diğerine  geçiş  hakkının  ve   seyahatin kısıtlanması                      örneklerinde olduğu   gibi,   ülke içerisinde      dolaşım özgürlüğünün  sınırlandırılması,  çocukların  gençlerin  eğitim  faaliyetlerin yararlanmalarının önündeki en büyük engellerden birini teşkil etmektedir. Eyaletin   ihtiyaçları  ve  kültürel  kodlarına  uygun  eğitim  alt  yapısının yenilenmesi,   ana             dilde               eğitim,     dini eğitim   kurumlarının       faaliyete geçirilmesi, yüksek               öğretim     hakkının verilmesi    bu    anlamda    önem taşımaktadır.

SON SÖZ

Arakan’da çözüm tek başına ele alınabilecek bir olgu olmadığını modern Myanmar tarihi ortaya  koymaktadır. Ülkenin tek etnik yapısı olmamakla birlikte, diğer etnik yapılardan ayrıldığı noktalar bulunmaktadır. Ancak bu noktalardır ki, merkezi Burma hükümeti nezdinde Arakan’ı diğerlerinden çok  daha  ‘ayrılıkçı’  bir  konuma  itmektedir.  Bu  da,  Arakanlıların  dini aidiyetleridir.   Her ne     kadar,                         Arakan’da           Budist         Arakanlıların               varlığı gerçekse de, tarihsel ve kültürel olarak Müslüman olan grup tek başına ele alınmalıdır.

Son birkaç yılda Myanmar cunta rejiminin destek verdiği sivil hükümetin reform  çabası  ülke  içerisinde  siyasi  bir  açılım  gerçekleştirmek  ve  etnik unsunlar arasında barışçıl bir gelişmeye kapı  aralamaktan ziyade, uzun yıllar Batılı devletlerin ekonomik ambargosunun neden olduğu çıkmaza bir çözüm bulmak amacıyla gündeme getirildiği kanısı yaygındır (Hlaing2003:  9).  Örneğin,  ülkede  önemli  sayıda  etnik  unsur  varlık  sürmekle birlikte, merkezi  yönetimin  barış  masasına  oturduğu  etnik  unsurlardan sadece Karenler  uluslararası medyada yer almaktadır. Bunun önemli bir nedeni,  Karenlerin  kahir  ekseriyetinin  Hıristiyan  unsurlardan  teşekkül etmesidir. Myanmar hükümeti reform çabalarında samimiyeti ülkenin dört bir tarafında yaşayan Budist Burma (Barma) dışındaki toplumsal grupların tümünü içine alacak bir  açılım paketiyle ulusal ve uluslararası sahnede çıkmasıdır.          Bunun                            dışındaki,                 söylemler     manipülatif   ve   göstermelik olmaktan öteye geçmeyecektir. Bu nedenledir ki, kimi Batılı sivil  toplum kuruluşları                             ve      gözlemciler,   Batılı   ülkelerin         Myanmar’a          ekonomik yaptırımları  tümüyle  kaldırmamaları,  reform  sürecinin  alacağı  yönelimi beklemelerini    ısrarla    vurgulamaktadırlar.       Bu ahvalde,    Arakanlı Müslümanların  sorunlarına  nasıl  sorun   bulunabilir  sorusunun  havada kalmaması da önem arz etmektedir. Çünkü Arakanlılar en azından  son yüzyıllık  tarihlerinde  sürekli  mağduriyete  uğrayan,  olmadık  işkencelere tabi tutulan, vatan  topraklarını terke zorlanan bir etnik unsurdur. Bunun yanı sıra, Arakanlı Müslümanların Güneydoğu Asya’nın çeşitli ülkelerinde devam eden Müslüman unsurların hak mücadelelerinde ne ulusal ne de uluslararası arenada sergiledikleri performansı sergileyememeleri maruz kaldıkları  bölünmüşlük  ve  parçalanmışlıkla  açıklanabilir.  Bu  bağlamda, ülke  genelinde  hissedilen  değişim  ortamını  kendi  gelişim  evresine  terk etmeden, Arakanlıların ülke içindeki muhalif siyasi oluşum ve ülke dışında da uluslararası kurumlar ve özellikle de halkı Müslüman olan ülkeler ve bu ülkelerin üyesi     oldukları  kurumların    acilen     harekete     geçmesi gerekmektedir.

Myanmar’da               cunta          rejiminin      gölgesinde                faaliyet     gösteren                      mevcut hükümetin  reform  çabalarının  Doğu  Asya,  Avrupa  Birliği,  Güneydoğu Asya birliklerine mensup ülkelerden ve de özellikle ABD’den olumlu yanıt almasının  şartları  olarak  sadece  Suu  Kyi  liderliğindeki  NLD’ye  siyasi kazanımlar  sağlayacak  girişimlerle  sınırlı  olmaması   gerekir.   Ancak gelişmelerin bu yönde olduğuna dair işaretler de yok değil. Örneğin, 1 Nisan   seçimlerinin  akabinde  Parlamento’da  Anayasa  üzerine   yemin etmeme   ‘kırmızı  çizgisini’  kaldıran  Suu   Kyi’nin  merkezi  hükümetle işbirliği  yapmaya  başladığının  açık  ve  somut  bir  kanıtı  olarak  dikkat çekiyor. Kaldı kı, ordu destekli sivil yönetimin reform çabasının ülkedeki halklara barış ve özgürlük getirecek köklü açılımlara yönelmediği, aksine cunta  rejiminin  varlığını  şu  veya  bu  şekilde  de  olsa  devam  ettirmesini sağlayacak kimi manipülatif reform göstergeleri neticesinde ülkeye akacak yatırımlardan     hasıl                            olacak  gelirle     ordunun modernizasyonunu gerçekleştireceği öngörüleri hiç de yeni değil (Hlaing 2003: 9).

Bu  çerçevede, Türkiye başta  olmak üzere halkı Müslüman olan ülkeler yukarıda  zikredilen  ülkeler  ve birlikler  özelinde  girişimlerde  bulunarak Myanmar’a  yapılacak  yaptırımların  ülkedeki  her  etnik  unsurun  sosyal, kültürel ve siyasal haklarına karşılık olması konusunda lobi faaliyetlerini acilen hayata geçirmelidirler. Güneydoğu Asya İşbirliği’nin önemli üyeleri konumundaki Endonezya ve Malezya’nın Myanmar üzerinde kayda değer bir nüfuzu olacağı düşünülebilir.



KAYNAKLAR

Augn-Thwin, Michael; Aung-Thwin Maitrii. (2012). A History of Myanmar since Ancient Times Traditions and Transformations, London: Reaktion Books.

Collis, M. S. ‚Arakan Place in the civilisation of the Bay‛, JBRS, Vol. II. Gravers, Mikael. (1999). Nationalism as Political Paranoia in Burma: An Essay

on the Historical Practice of Power, Surrey: Curzon.

Henderson, W. John; Heimann, Judith M.; Martindale, Kenneth W.; Shinn, Rinn-Sup;  Weaver,  John  O.;  White,  Eston  T.  (1971).  Area  Handbook  for Burma, Washington: US Government Printing Office.

Hlaing,  Kyaw  Yin.  (2003).  ‚Political  Impasse  in  Myanmar‛,  In  Political Development  in  Myanmar  and  Vietnam,  Singapore:  Institute  of  Southeast Asian Studies.

Holliday, Ian. (2011). Burma Redux: Global Justice and the Quest for Political

Reform in Myanmar, New York: Columbia University Press.

Jessy, Joginder Singh. (1985). History of Southeast Asia (1824-1965), Kedah: Penerbitan Darulaman.

Jilani, AFK. (1999). The Rohingyas of Arakan: Their Quest for Justice, Published By, Ahmed Jilani.

New Straits Times, ‚Give Refuge to Rohingya, Neighbors Told‛, 25 Haziran,2012.

Phayre, Arthur P. (1998). History of Burma: From the Earliest Time to the End of the First War With British India, Reprinted, Bangkok, Orchid Press.


Silverstein, Josef. (1993). The Political Legacy of Augn San, Revised Edition, Southeast                   Asia   Program Series   (SEAP),  No.   11,  New  York:  Cornell University.

Steinberg,  David  I.  (2006).  Turmoil  in  Burma:  Contested  Legitimacies  in

Myanmar, Norwalk: EastBridge.

Yunus, Muhammed. (1994). A History of Arakan: Past and Present, Magenta Colour.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası