Adalet
 Halkın Seçmesiyle ve Denetimiyle Mümkündür!

 Atilla Morçol
Konya;17.07.2012


Rasulullah kendisinden sonra ümmetinin yönetimle ilgili ihtilaflara düşeceğini tahmin etmemiş olamazdı. Ehli Beyt’inin gözetilmesi için olsun daha bir çok konuda  ümmete tavsiyelerde bulunmasına karşın yönetim şekliyle ilgili olarak emir ve tavsiyelerinin olmaması,yönetim şeklinin İslamın genel ilkeleri çerçevesinde ümmete bırakıldığının açık delilidir.Gerek Sakife Olayı  gerekse Ehli Beyt’in bu konudaki farklı tavrı bunu teyit etmektedir. Zorlama tevillerle ve mevzuu haberlerle; Rasulullah’tan sonra İslamın yönetim şekli “imamettir” yada “hilafettir” demek hakikatle bağdaşmaz. Nitekim Rasulullah’tan sonra hilafet Halife Osman döneminin ortalarında çökmüş,ihtiyaca cevap veremez olmuş, fesadın sebebi olmuştur.Hala tek adam yönetimi olan Hilafette ya da İmamette ısrar etmek Ümmeti geriliğe mahkum etmekten başka bir işe yaramamış ve yaramamaktadır.Düşünün ki yasama,yürütme ve yargı Halife denilen bir kişinin uhdesinde olacak ve bir toplumun hatta koca bir ümmetin kaderi bu bir tek kişinin vicdanına,bilgisine,kabiliyetine bırakılacaktır. İşte İslam dünyasınının bu günkü zilletinin temelinde bu yanlış anlayış vardır ve Emeviler ile Abbasilerin yaklaşık 600 yıllık (Miladi 661-750 ve Miladi 750-1258)  saltanatları döneminde bu yanlış ve dindışı anlayışın; mevzularla ve zorlama tevillerle saray uleması tarafından inşa edildiği malumdur.
Halka ait bir konu olan halkın yönetilmesinde ilk ve son sözün halkın olmasından daha doğal ve daha adil ne olabilir? Halk kimi,neyi istiyorsa  kendi yönetiminde görevlendirebilme hakkına sahiptir. Nasılsanız öyle yönetilirsiniz yada her kavim layık olduğu ile yönetilmesi bunu ifade etmektedir. Dindar ve erdemli bir halk erdemli yöneticileri görevlendirecek, ayyaş ve ahlak düşkünü bir halkta;kendine uygun  yöneticileri başlarına getireceği tabiidir.
Allah insanlararasındaki ilişkilerde ve kamusal alanla ilgili toplumsal ilişkilerde adaleti,liyakatı ve ehliyeti gözetmeği dilemektedir.  Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa 4/58)  Toplumsal sorumluluk bilinci gereği Halkın yönetimi yetkisi olana emaneti, adalet, liyakat ve ehliyet kıstaslarını gözeterek yönetime getirilen mercie de itaat etmeği emretmektedir. Bu itaatin yönetime gelenlere ilanihaye, her hal ve şartta  devam etmesi anlamına gelmeyeceği açıktır. Halkın hoşnutluğunu gözettiği müddetçe meşruiyet söz konusudur ve itaatin  meşru olan bir yönetime yapılacağı açıktır. Halk i,le yöneticiler arasında bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda onu Allah( Vahye) ve Rasulüne (Rasulün örnekliğine) arz etmek istenmektedir. Ki bu arzı Halkın yapacağı anlaşılmaktadır. Elbetteki halkın yetki ve destek verdiği, meclis gibi kurumsal bir yapı olmalıdır bu. Yargı denetimine uymayan,hukukla  hizaya gelmeyen  iktidarı; halk adına azledecek yetki ve güce sahip bir meclis, halkın yönetme hakkının olmazsa olmaz şartıdır.
            Nisa Süresindeki (59)  “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” Ayetinde zikredilen “sizden olan emir sahipleri” tabiri kendinizi yönetme yetkisi verdiğiniz ve azletme yada yeniden görevlendirme hakkınızın olduğu bir sistem içindeki yöneticileri kapsar. Halkın hoşnutluğunu kaybetmiş bir yöneticinin “bizden” olması  vasfını kaybedeceği aşikardır.Dolayısıyla bir yönetim şeklinde yöneticilerin “sizden” olmasının şartı budur.Ve bu şart demokratik seçim sistemi ile mümkündür. Halen pratik tecrübe bunu göstermektedir. Türkiye seçimle iktidara gelen Erdoğan ve Gül’ün ve Mısırdaki seçimlerle iktidara gelen Masri’nin durumları bunu göstermektedir. Arabistan’daki krallığın ise “sizden olan emir sahipleri” ile hiçbir ilgisinin olmadığı herkesin malumudur.
Şura Süresinde Allah ve Rasulüne itaat yanında itaati emredilen  “Ulu l Emr” rin kimliği konusunda şia “masum imamlar” dır derken, Sünniler;”halifeler ve sultanlar” olarak tespitte bulunur.Ayet kıyamete kadar bizim için yol gösterici olduğuna göre ululemri 12 masum imama hasretmek ya ayetin kısmi olarak neshedilmesini gerektirir yada ayetin devamlılığı için “kayıb imam Mehdi” nazariyesi gibi bir üretimde bulunmağı gerekli kılar.Sünni anlayışın Halife ve sultan açıklaması ise yeterli değildir ve tarihi bağlamda görüldüğü üzere nice zalim halife ve sultanların bu kapsama alınmasını gerekli kıldığından doğru bir izah ve yaklaşım değildir.
             Bizim kanaatimize göre Allah bu ayetle siyasi,toplumsal bir düzenin  en önemli noktasına bir ilke getirmiştir. Allah’a itaat tamam,Allah’ın emri ile Rasulüne itaat noktasında anlaşılmayacak sorun yoktur.Lakin Ululemr konusu açıklamağa ve anlaşılmağa muhtaçtır. Burada bir işaret vardır. “Sizden olan” ulul emre itaat emredilmektedir. İtaat noktasında Allah’a ve Rasulü ile birlikte zikredildiğine göre bu ululemr’in adalet sahibi olması gerekiyor.Yanlışta ısrarcı olmaması gerekiyor.Aksi durumda zalim,güvenilmez,hafifmeşreb bir mercie Allah itaati emretmez. Burada Allah ve Rasulü ile birlikte zikredilen Ulul emr; zulme kayması, halk tarafından engellenen yada halkın azletmesi ile yönetim yetkisinden düşürülebilecek bir yönetim mekanizmasıdır.
Önceki ayette ise Allah cc ;emanetleri ehline vermekten ve adaletle hükmetmekten bahsetmektedir.Her iki  ayeti birlikte ele alırsak;Allah yönetim modelini Müslümanlara  bırakmış,ilkelerini ortaya koyarak bu ilkeler doğrultusunda akıl ve tecrübeden istifade ile bir yönetim şekli oluşturulmasını murat etmiştir. Halk yönetime getireceği kadroyu kendisi seçeçek,seçerkende ilkeli,erdemli davranarak ehliyet şartı arayacaktır. Yönetim mevkiine getirdiği yöneticilere ise itaat edecektir. Halkın rızasına uyduğu müddetçe de halk tabii olarak bu yöneticilere itaati dini bir gereklilik olacaktır. Ancak halkın hoşnutluğunu kaybeden,hata ve zulme kayan bir yönetim ise halk tarafından azledilecektir.Yönetime talib adaylar halkın önüne çıkacak,halkın beğenisini kazanan ekip/parti/kadro halk tarafından seçilerek iktidara getirilecektir.
  
Böyle bir yönetim şekli günümüzde;tek adam sultası olan halife,padişah,krallık yada totaliter,despot,istibdat rejimleri değil  demokratik yönetim şeklini akla getirmektedir. 
            Yine  meşru yönetimin rükünlerinden biri de  Şura Süresinde zikredilen “işleri aralarında şura iledir” diye buyurulan iştişare ve birlikte kurumsal bir karar alma,kanunla  ve hukukla icraatta bulunmadır. Böylece bir yönetim istişare ile icraatlarını belirleyib,yasaya bağlayarak bir proğram halinde uygulamaya soktuğunda yine halkın hoşnutluğundan başkası yapmamış olacak,sizden olan emir sahipleri niteliğini kazanacaktır. Ki bu istişarenin bu gün parlementer seçim sistemi ile oluşturulan Meclisle olacağı açıktır. Halkın hoşnutluğu insanlara adaletle hükmetmektedir. Meşruiyetin şartı da budur. Allah adaleti emreder,Halk adaletten haz duyar,mutlu ve hoşnut olur. Bir yönetimin başarı göstergesi,halkın hoşnutluğudur. Nisa süresinde (105);“Biz sana Kitab (Kur'ân)ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!” buyrulduğu gibi,hakkaniyetli bir davranış emredilmektedir.
Görüleceği gibi,meşruiyetle,adalet,adaletle halkın memnuniyeti ve hoşnutluğu,bununlada sizden olan emir sahiplerine itaat arasında  çok derin bir ilişki vardır. 
Toplumsal sorumluluk bilinci ile halkın tüm kesimlerinin örgütlenerek rekabetçi bir yarış içinde ortak akılla hareket ederek toplam kaliteye katkı sağlayarak,gelişmişlik  standardını yükseltmesi maruf olandır.Hakkın şahidi olmanın da bir gereğidir. İnsan hakları konusunda yerlerde sürünen bir ümmet mensubu olduğu bir dine yüktür. Dinin değerini bilmek gerektiği gibi çalışmayı,tertip ve disiplini,sosyal,kültürel,ekonomik alanda önde olmağı gerektirdiği açıktır. Bu gün Müslümanların hayatlarıyla ve dini pratikleri ile   Kur’an arasındaki o muazzam fark;dini anlayışta ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir. Yönetim konusundaki kafa karışıklığının da, bu sorunda önemli bir yeri olduğu kesindir.
Şura Süresindeki “işleri aralarında şura/istişare/danışma iledir” ayeti;sosyo politik toplumsal bir düzen için bir ilke vazetmektedir. Adalet ve hukuk ayakta tutulmalı,bunun içinde halkın egemenliğinde,yargı denetiminde,Meclis ve parlamento düzleminde şura/istişare/danışma fonksiyonu icrasıyla,kamuoyu baskısıyla halkın hoşnut olacağı bir yönetim,itaati gerekli olan meşru bir yönetim demektir. Günümüz dünyasında böyle bir yönetim şekline en yakın  demokratik yönetim şekli olduğu açıktır. İslam; ilkel,bireyci,kurumsal ve hukuksal olmayan tek adam  yönetimine mahkum göstermek vicdanla,ilim ve hikmetle bağdaşmaz. Halkın yönetimi Halife yada imamet adı altında tek adamın inisiyatifine ve vicdanına teslim edilemeyecek kadar ciddi ve hassas bir konudur. Toplumun şuurlanarak ve örgütlenerek kendi yönetimi konusunda herkesten daha çok yetki ve söz sahibi olmağa hakkı vardır. Çünkü yönetim halkın yönetilmesi ile ilgilidir. Dolayısıyla halkın kendisini alakadar eden konuda belirleyici ve yetkili olan halkın kendisi olmalıdır.Cahili Halklar içinde,Müslüman halklar içinde bu böyledir. Hak ve hukukun bunu gerektirdiği de açıktır. Siyasi elitlerin halkı sürü olarak görmesine, gütmesine, terbiye etmesine İslam izin vermez ve böyle bir yetkilendirmeyi de hiçbir kişi ve  zümreye de vermemiştir. Allah elçilerini bile sadece Davet için görevlendirmiştir.Eğer iktidar mevkiine gelirlerse de  nasıl davranacaklarının genel ilkelerini koymuştur. İslam halkın tekamülünü,kendi nefsindekinin hak olmasını,kamil bir toplumu murat etmektedir. Ve bunun da toplum tarafından özgür iradesiyle gönüllü olarak yapılmasını dilemektedir.
Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır. Allah'ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesine de imkan yoktur. Onlar için Allah'dan başka bir veli de bulunmaz.”(Rad 11)  
            Dolayısıyla,yaklaşık 6 asır hüküm süren Emevi-Abbasi iktidarlarında oluşturulmuş siyasi-dini hilafet modeli ile ve bu modele tepki olarak üretilen İmamet/velyeti fakih rejimi ile Müslüman halkların felaha ermesini beklemek hayaldir. Yapılacak iş,Vahyin ilkeleri,Rasulullah’ın örnekliği ile İnsanlığın bu güne kadarki tecrübelerinden hareketle,halkın inisiyatifinde ve belirleyiciliğinde siyasal bir model ortaya koyulabilmelidir.Bu model ile birlikte Halkın dini,ahlaki durumu sisteme rengini verecektir.Ama evrensel bir yönetim şekli olarak,Sünnetullahı (Rad 11)  dikkate alan bir siyasal sistem.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası