Hızbuttahrir ve Demokrasi
Atilla MORÇOL
07.03.2015/Konya
Hızbuttahrir’in
Kendi Görüşü İslam’ın Görüşü Olarak Pazarlanıyor:
Şöyle Buyuruyor Hızbuttahrir; “Demokrasi Hakkında
İslâm'ın Görüşü”
Hızbuttahrir;
“Demokrasi, halk için ve halk adına halkın hâkimiyetidir. Demokratik düzende
asıl olan iradeye, egemenliğe ve infaz hakkına sahip olan halktır. Kendi
kendisinin efendisi olduğundan iradesini yürütme kudretine sahip olan halktır.
Onun üzerinde hiç kimsenin egemenliği (üstünlüğü-efendiliği ya da hâkimiyeti)
yoktur. Bundan dolayı da yasa koyucu odur. Dilediği yasaları koyar, iptal
etmeyi, dilediği yasaları da ilga ve iptal eder. Buna bizzat kendisi güç yetiremeyeceğinden
kendi adına yasalar çıkarmak üzere vekiller seçer. Hakimiyetin ve yürütmenin
sahibi halktır. Yönetimi halkın bizzat kendisinin yürütmesi güç olduğundan,
halkın kendi koyduğu yasaları uygulamak için, halk kendi adına yöneticiler
seçer. Böylece halk, kapitalist batı düzeninde yönetim kuvvetlerinin kaynağı
olur. Efendi (hakim) olan, yöneten ve yasa koyan halktır.”
“İşte
bu demokratik düzen, bir küfür düzenidir. Beşerin uydurduğu bir düzendir ve
şerî hükümler de değildir. Bundan dolayı da bu düzenle yönetim küfürle
yönetimdir. Demokrasiye davet etmek bir küfür düzenine davet olduğundan, ona
davet etmek de veya onu herhangi bir haliyle almak da caiz değildir.”
“Ancak Yüce Allah sultayı, yani yönetim ve
yürütmeyi ümmete tahsis etmiş, kendi adına hüküm ve infazı gerçekleştirmek için
de yöneticinin nasbedilmesi ve seçilmesi hakkını ümmete vermiş ve Allah
yöneticinin nasb edilmesinin (belirlenmesinin) de muhakkak beyat yoluyla olmasını
emretmiştir. Sulta ve siyade-hakimiyet arasındaki fark işte böyle anlaşılır.
Hakimiyet Şeriat'ın, sulta ümmetindir.”
Hızbuttahrir;her
konuda olduğu gibi “Demokrasi” konusunda da kendi akli yorumunu İslam’ın görüşüymüş gibi lanse etmekte ve
pazarlamaktadır. Görüldüğü gibi bir yöntem olarak sapla saman biri birine
karıştırılmış, doğrularla yanlışlar köşe kapmaca oynamaktadır. Sondan
başlayacak olursak; sulta, hâkimiyet, egemenlik siyasi terimleridir ve hepsi de
ayni şeyi ifade etmektedir.
Otorite;Yaptırma,
yasak etme, emretme, itaat ettirme hakkı veya gücü, yetke, sulta, velayet,
Sulta;Otorite
,Yetki,egemenlik. ; egemen olma,yönetme gücü, anlamlarına haizdir.
Hakimiyyet;Egemenlik,hakim olma gücü.
Hakimiyyet;Egemenlik,hakim olma gücü.
Burada
“sulta ümmetindir” diyerek halife olarak ortaya çıkan birine “bey’at” yani
bağlılığın ikrarı kastediliyor ki buna ‘sulta ümmetindir’ denmez.”Hakimiyyet
Şeriatın,sulta ümmetindir” sözü demogojik bir slogandır ve hiçbir anlamı
yoktur.
Halka ait olan yönetimin bizzat halk tarafından icra edilmesinden daha adil ne olabilir?Taklidçiliği ideoloji haline getiren Hızbuttahrir;Halife adı verilen bir şahsa veriyor bu yetkiyi ve ölünceye kadar da Halk bu tek adama itaat etmek durumunda kalıyor.Üstelik buna da Emeviler döneminde Saray Mollalarınca üretilen fıkhı naslaştırarak dini bir kılıfa sokuyor.
Halka ait olan yönetimin bizzat halk tarafından icra edilmesinden daha adil ne olabilir?Taklidçiliği ideoloji haline getiren Hızbuttahrir;Halife adı verilen bir şahsa veriyor bu yetkiyi ve ölünceye kadar da Halk bu tek adama itaat etmek durumunda kalıyor.Üstelik buna da Emeviler döneminde Saray Mollalarınca üretilen fıkhı naslaştırarak dini bir kılıfa sokuyor.
Tarihin
hangi döneminde Ümmet Halifeyi seçmiştir de beğenmediğinde de azletmiştir? Asıl
sorun da budur zaten. Halkın seçmesi yetmez, bir süreliğine halk seçecek süre
dolduğunda tekrar halkın seçimine müracaat edilecektir. Ki sulta ümmetin olmuş
olsun! Güç Halkta olmalıdır.Buda Toplumun tüm kesimlerini ve tüm kurumlarını
(özel ve resmi) bağlayan Anayasa ile mümkündür. Halk birlik olduğunda hak ve
hukukunu korumasını bildiğinde doğacak büyük güç; halkın sultasının ilahi,
fıtri kaynağıdır. Her kavim/halk; nasılsa öyle idare edilecektir. Ama
kesinlikle bir azınlığın, elitist bir zümrenin, ideolojik bir partinin baskı ve
istibdadı ile değil, kendisinin seçtiği bir yönetici mekanizma tarafından
yönetilmelidir. Halkın güçsüz, örgütsüz olduğu tüm yönetim şekillerinde yönetim
halkı baskı altına alması mukadderdir. Menfaatler ve halkın siyaset
karşısındaki pasifliği; iyi niyetle iktidara gelmiş her faniyi istibdada
sürüklemiştir. Bunun tek çaresi; anayasal bir düzen, halkın yönetimi kısa bir
süreliğine belirleme, süre dolduğunda ya azletmesi ya da “devam” diyerek yetkilendirme
hakkının halka verildiği bir yönetim şeklidir. Halkı kötü idare etmek,
adaletsizlik yapmak büyük günahlardan sayıldığından bunun sorumluluğu bir
kişinin vicdanına terk edilemeyeceği aşikârdır. Yani ömür boyu seçilen Halife
vicdanının sesini dinlerse adaletle hükmeder ya dinlemezse zulümle iştigal
eder. Birde namazı kılmaya devam ederse halkın tepesinde zulme devam eder
gider! Böyle bir sisteme İslam denebilirmi? Bu nedenle Rasulullah kendinden
sonra yerine yönetici olarak kimseyi tayin etmemiş, tavsiyelerde bulunmuş ancak
yöneticiyi Halkın kendisinin seçmesi yolunu göstermiştir.
Hâkimiyet
halka ait olmayacak, kendi kendisinin efendisi olmayacakta kim olacak? Bir
insanın Allah adına hükmetme iddiası ile bir halkın başına geçmesi, yasama
yetkisine tek başına sahip olması, neyin İslam’a uygun neyin olmadığına karar
vermesi İslam la bağdaşır bir durum değildir. Bunun bir tek istisnası vardır Allah
Elçilerinin rehberiyeti ve yöneticiliğidir. Ki Peygamberler bizatihi Allah’ın
kontrolünde bu işi yaptıklarından asla zulme ve yanlışa düşmemişlerdir. Ve
Elçilerin tek başlarına yasama, yürütme ve yargı ergini elinde bulundurması
tabiidir ki risaletin bir gereğidir.Peygamberlerin yönetimdeki yetkisine haiz
bir Halife Vahiy almayacağına göre güc zehirlenmesine uğrayarak zulme kayması
muhakkaktır. Halife olarak toplumun tepesinde süper yetkilere sahip bir kişi,
halkın denetiminden de muaf ve eleştirilemez bir konumda olması; halkın kendi
kendisinin efendisi olmaktan daha iyi olabilirmi? Hele de buna dini bir kılıf
geçirilmesi durumunda eleştiri dahi “bağilik” olarak suçlanan bir yapı;
despotizme ve zulüme dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.
Hızbuttahrir;"Demokratik düzen küfür düzenidir " diyor. Gayri Müslim bir toplum tarafından uygulanan her yönetim kendine aittir.Teknolojik alet ve eşyada olduğu gibi. Bir gayri müslimin interneti kullanması ile bir mü'minin interneti kullanması nasıl farklı ise; egemenlik hakkını kullanan müslüman bir toplumun yönetimi ile gayri müslim bir toplumun yönetim şekli tabiiki farklı olacaktır.
Müslüman bir toplum demokrasiyi kendi dünya görüşüne ve yaşam tarzına göre yeniden yorumlayacak ve pratize edecektir. Bundan daha doğal ve gerekli ne olabilirki? Batılı toplumlarda bile demokratik uygulamalar bire bir ayni değildir.Örneğin Kürtaj bazı batılı ülkelerde serbestken bazılarında yasaktır.
İran’da Devrimin hemen akabinde başlayan Velayet-i Fakih tartışmalarında; bu kurumun dini bir mahiyeti nedeniyle “diktatörlüğe” kayacağı endişesi Devrimin en önemli aktörlerinden rahmetli Ayetullah Muntazari tarafında dile getirilmiş ve maalesef zaman onun haklılığını ispatlamıştır. Bu gün devrimin en zor döneminde 10 yıl başbakanlığını yapmış bir şahsiyet Mir Hüseyin Musavi ve diğer muhalif liderlerin, seçimlere bile katılmasına izin verilmemektedir. Halkın egemen olmadığı bir siyasi yapıda İstibdat ve despotizmin egemen olduğuna şahit olmaktayız. Bu her yerde, her zaman ve ideolojik, dini yapılarda dahi ayni sonucu vermektedir. Egemen olan halk değilse Halk baskı altına girmektedir. Bu bir toplumsal kaide olarak karşımızdadır. Bu durum halen ve şimdilik “demokrasi” ile, kısmen de olsa ya da bazı sorunlar yaşansa da aşılmış olduğu ve bu sistemin bu açıdan halihazırda yegane sitem olduğu görülmektedir. İran’da 30 yıldır hüküm süren rejim dini esaslar üzerine kurulmuş “Hilafet” benzeri bir rejim olmasına rağmen halkın memnuniyeti, beklentileri, mutluluğu açısından parlamenter demokratik sistemlere tercih edilebilir ne ahlaki, ne siyasi ne de ilkesel olarak bir pratik ortaya koyamadığı ortadadır. İran’daki sorunun kaynağı; çok partili parlamenter seçim sistemine sahip olmamasıdır.
Hızbuttahrir;"Demokratik düzen küfür düzenidir " diyor. Gayri Müslim bir toplum tarafından uygulanan her yönetim kendine aittir.Teknolojik alet ve eşyada olduğu gibi. Bir gayri müslimin interneti kullanması ile bir mü'minin interneti kullanması nasıl farklı ise; egemenlik hakkını kullanan müslüman bir toplumun yönetimi ile gayri müslim bir toplumun yönetim şekli tabiiki farklı olacaktır.
Müslüman bir toplum demokrasiyi kendi dünya görüşüne ve yaşam tarzına göre yeniden yorumlayacak ve pratize edecektir. Bundan daha doğal ve gerekli ne olabilirki? Batılı toplumlarda bile demokratik uygulamalar bire bir ayni değildir.Örneğin Kürtaj bazı batılı ülkelerde serbestken bazılarında yasaktır.
İran’da Devrimin hemen akabinde başlayan Velayet-i Fakih tartışmalarında; bu kurumun dini bir mahiyeti nedeniyle “diktatörlüğe” kayacağı endişesi Devrimin en önemli aktörlerinden rahmetli Ayetullah Muntazari tarafında dile getirilmiş ve maalesef zaman onun haklılığını ispatlamıştır. Bu gün devrimin en zor döneminde 10 yıl başbakanlığını yapmış bir şahsiyet Mir Hüseyin Musavi ve diğer muhalif liderlerin, seçimlere bile katılmasına izin verilmemektedir. Halkın egemen olmadığı bir siyasi yapıda İstibdat ve despotizmin egemen olduğuna şahit olmaktayız. Bu her yerde, her zaman ve ideolojik, dini yapılarda dahi ayni sonucu vermektedir. Egemen olan halk değilse Halk baskı altına girmektedir. Bu bir toplumsal kaide olarak karşımızdadır. Bu durum halen ve şimdilik “demokrasi” ile, kısmen de olsa ya da bazı sorunlar yaşansa da aşılmış olduğu ve bu sistemin bu açıdan halihazırda yegane sitem olduğu görülmektedir. İran’da 30 yıldır hüküm süren rejim dini esaslar üzerine kurulmuş “Hilafet” benzeri bir rejim olmasına rağmen halkın memnuniyeti, beklentileri, mutluluğu açısından parlamenter demokratik sistemlere tercih edilebilir ne ahlaki, ne siyasi ne de ilkesel olarak bir pratik ortaya koyamadığı ortadadır. İran’daki sorunun kaynağı; çok partili parlamenter seçim sistemine sahip olmamasıdır.
Müslüman bir halk demokrasi ile yönetilirken neden heva ve hevesine uygun
yasalar çıkartsın, neden Allah’ın emir ve nehiylerine aykırı davranılsın? İran
Meclisi yasama yetkisine haizdir ve çıkartığı hiçbir kanun İslam’a aykırı
olmamıştır. Zira Anayasada buna ilişkin hüküm vardır ve Yargı Mercii tarafından
bu açıdan denetlenmektedir. Batıdaki örnekler zaten Müslüman bir halkın
pratiğinden çıkmış örnekler değildir. Müslüman parlamento üyeleri Allah’ın
dinine aykırı yasaları neden çıkartsınlar? Böyle bir şey olabilirmi? Şu ifadelere
bakınız! “Çünkü, onun hakimiyet hakkı yoktur. Ümmetin iradesini yönlendiren
Şeriat'tır, zira hâkimiyetin sahibi Şeriat'tır. Böyle olduğu içindir ki ümmet
yasa koyma hakkına sahip değildir. Çünkü, Şeriat koyucu yalnız Allah'tır”
denilmektedir. Şeriat dinle ilgili hükümlerdir. Hayatla ilgili düzenlemeler
için gerekli kanunlar “şeriata” dâhil olan konular değildir. Burada dikkat
edilmesi gereken yasama yetkisine sahip parlamentonun toplumun dini inançlarına
aykırı yasa çıkartmamasıdır. Sanki Hilafet tarihi boyunca Vahiy’deki ilahi
buyruklar /şeriat dışında hiç kanun/Ferman/Buyruk çıkartılmamış gibi. Ya da
çıkartılmasına gerekte yokmuş gibi bir anlayış söz konusudur. Oysa durum hiç te
böyle değildir. Hz. Ömer döneminden itibaren Şeri hükümlerde bile değişiklik ve
tadilata gidildiğini görmekteyiz. Hilafet tarihi boyunca çıkartılan
kanun ve fermanları alt alta sıralarsak ortaya çıkacak Tablo kara bir Tablo
olacaktır. Birçoğu ne vahye uygundur ne Rasulullah’ın sünnetine ve nede halkın
rızasına. Geçmiş bunun şahitliği ile doludur. Demokrasi konusunda ki bu akli
yorumlar, zorlama teviller; daha da ileri gidilerek naslaştırılmakta dinin yeni
hükümleri haline getirilmekte ve “demokrasi” hakkında olumlu düşünen Müslüman
aydınlar, “oy” kullananlar bile tekfir edilir olduğu malumdur.
Sadece Hızbuttahrir değil ama Siyasal İslam anlayışı diyebileceğimiz yapılar;Yeryüzündeki olup bitenleri,hikmeti,gelişmişliği,nimetin insanlara musahhar kılınması ile yönetim arasındaki ilişkiyi,gelişmişlik-hikmet-yönetim-siyaset arasındaki bağı göremiyorlar ve 21.Yüzyılda 2 milyar nüfuslu bir İslam Ümmetini; Emevi ve Abbası saltanatlarının oluşturduğu siyasi paradigmalarına kurban ediyorlar.İnsanlığın terk ettiği,kimi geri kalmış toplumların dedelerinden tevarüs ettirdikleri krallık/sultanlık yönetimine dini bir elbise giydirilmiş şekli olan "Hilafeti" İslamın yönetim şekli olarak kutsuyor ve Müslümanların enerjisini boş yere tüketiyorlar.
Sadece Hızbuttahrir değil ama Siyasal İslam anlayışı diyebileceğimiz yapılar;Yeryüzündeki olup bitenleri,hikmeti,gelişmişliği,nimetin insanlara musahhar kılınması ile yönetim arasındaki ilişkiyi,gelişmişlik-hikmet-yönetim-siyaset arasındaki bağı göremiyorlar ve 21.Yüzyılda 2 milyar nüfuslu bir İslam Ümmetini; Emevi ve Abbası saltanatlarının oluşturduğu siyasi paradigmalarına kurban ediyorlar.İnsanlığın terk ettiği,kimi geri kalmış toplumların dedelerinden tevarüs ettirdikleri krallık/sultanlık yönetimine dini bir elbise giydirilmiş şekli olan "Hilafeti" İslamın yönetim şekli olarak kutsuyor ve Müslümanların enerjisini boş yere tüketiyorlar.
Başkalarını
Allah’ın hükmünü beğenmemekle suçlayanlar, kendi indi görüşlerini
naslaştırarak, insanları kendi hükümlerine göre İslam’ın dışına iteliyorlar yada farklı bir
şekilde kategorilere ayırma cür'etini göstererek, kendilerini "hüküm" mevkiine
koyduklarını anlayamıyorlar.
Yorumlar
Yorum Gönder