Hızbuttahrir’in
Demokrasi,Özgürlük,Mülkiyet
Anlayışı ve
İstibdat Dayatmacılığı
İstibdat Dayatmacılığı
Atilla MORÇOL
Konya; 04.03.2015
Burada Hızbuttahrir’e atfedilen tırnak içindeki görüşler;Hızbutahrir’in
resmi Web Sitesinde (www
türkiyevilayeti.com) yayınlanmış “Hızbuttahririn Resmi Görüşü” nden
alınmıştır.
Tüm “Hilafetçi”tezlerde olduğu gibi Hızbuttahrir’in yönetim
ve siyaset tezleri;800 yıllık Emevi ve Abbasi Saltanatlarının zer ve zorla “Saray
Ulemasına” inşa ettirdiği siyaset paradigmasının eseridir.Ve soğuk savaş dönemi İslamcılığının;Batıya
ve kurulu seküler despot rejimlere tepkiselci yaklaşımın sonucu; söz konusu
Emevi/Abbasi paradigmasının oluşturduğu naslaştırılmış “Hilafet” sistemini olduğu gibi kabullendiği
anlaşılmaktadır.
Müslüman siyasetçinin ve aydınlarının tepkisel ve derinliksiz yaklaşımı;Demokrasiye,Kapitalizme
ve Sosyalizme karşı; özgün bir sosyo ekonomik yapı yerine, tabii olarak ta ortaya
Rasulullah Dönemi sonrasının o günkü Dünyada genel geçer yönetim şekli olan
Sultanlık sisteminin “müslümancası” olan
“Hilafet” ten başkası da ortaya koyamamıştır.
800 Yıllık bir paradigma ve 1400 Yıllık ezber;İslam
Dünyasında, Despot rejimlerin ağır baskılarının yarattığı travma ile kapsamlı sorgulanmaya
başlanmıştır. Türkiye ve Tunus’taki demokratik siyaset ve İslami Demokrasi
anlayışı yeni yeni konuşulmaya başlanıyordu.
Bu arada Malezya Demokrasisinin Türkiye’de neden gündeme getirilmemesi de üzerinde
durulması gereken manidar bir durumdur.
Hızbu-t Tahrir demokrasiyi reddetmekte ve
demokrasiyi,Batılıların bir “ideolojisi” olarak görmektedir.Demokrasinin halk
iradesine ve hakimiyyetine dayanmasını da “küfür” olarak nitelendirmektedir.
Tahrir; “Batılı
ülkelerin ve Amerika'nın ideolojisidir. Din'i, devletten ve hayattan ayıran bir
ideolojidir. "Kayser'in
hakkını Kayser'e, Allah'ın hakkını Allah'a bırak." ilkesine dayanır….Bu ideoloji,
İslâm'la çelişen küfür ideolojisidir.” Diyerek,
” Bunun için Müslümanların kapitalist ideolojiyi benimseyip
ona bağlanmaları ve onun fikirlerini, nizamlarını almaları haramdır. Çünkü
küfür ideolojisidir; fikirleri ve nizamları, İslâm'la çelişen küfür fikirleri
ve nizamlarıdır.”
Görüşündedir.
Hızbu-t Tahrir’in ve genel olarak ta Sünni siyasi
anlayışın; bireylerin özgürlüğü konusundaki tavrı; bireyin topluma kurban
edilmesinden farksızdır. Ve toplumun kölesi konumundadır. Toplum yani Ümmet
ise, Halifenin ömür boyu tebaası durumundadır. İnsanın hürriyetini reddeder..” inanç hürriyeti,
düşünce-kanaat hürriyeti, mülkiyet hürriyeti ve şahsî
hürriyetler”in kapitalizme ait fikirler ve ilkeler olduğu ve İslam
hükümleri ile çeliştiği inancındadır.
“Bu umumî dört temel
hürriyet, İslâm hükümleri ile çelişir. Zira müslüman akidesinde hür değildir. Eğer dininden dönerse
tevbe etmesi istenir, İslâm'a dönmeyecek olursa katledilir. Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurdu: "Kim
dinini değiştirirse onu öldürün." (Buhari, Cihad ve’s-Seyr, 2794)”
Bununla da yetinmez görüş ve anlayışlarında
müslümanın hür yani özgür olmadığını,İslam neyi ”görür” ve “gösterirse”
müslümanın buna uyması gerektiğine inanmaktadır.
“Müslüman görüşlerinde de hür değildir. İslâm neyi görür ve gösterirse,
müslümanın bu görüşü benimsemesi icabeder. Müslümanın İslâm'ın görüşünden başka
görüşünün bulunması caiz olmaz.”
Görülmektedir ki İslam’ın düşmana ihtiyacı yoktur.”Aptal” dostlar eliyle
İslam’ın müntesibini köleleştiren bir din olduğunu yaymak için İslam
karşıtlarının ve oryantalistlerin propaganda yapmasına gerek yoktur. Sapla
saman biri birine karıştırılmış, “demokrasi özgürlükler,kapitalizm” tuhaf bir
şekilde çorba haline getirilmiş ve hüküm verilmiştir: “..” inanç hürriyeti, düşünce-kanaat
hürriyeti, mülkiyet hürriyeti ve şahsî hürriyetler”in
kapitalizme ait fikirler ve ilkeler olduğu ve İslam hükümleri ile çeliştiği
inancındadır.
Yani Hızbuttahrir bu “inançtadır!” o
kadar! İslam’da ne inanç hürriyeti vardır, ne kanaat hürriyeti. Böyle bir
anlayışın bir topluma egemen olması durumunda ancak, koyu bir
despotizmden bahsetmekten başka bir seçeneğin olmayacağı açıktır. İyi ama
hangi görüşün İslam’ın görüşü olduğuna kim, nasıl karar verecek? Halk hangisine
uyacak? Halifeye yakın olanların görüşü; “İslam’ın görüşü” olarak topluma
dayatılacak ve buna da İslam’ın görüşü denecektir. Tarihte de böyle
olmamışmıdır? Mesela Halife kureyştendir rivayeti ile Halife olmanın en önemli
şartı Kureyş’ten olmak,daha sonraki dönemlerde terk edilmiş, Hızbuttahrir bile
artık bu “islamın görüşü” olarak iddia edilen görüşü diline bile almamaktadır.
Kişilerin özelliklede Halife’ye yakın çevrelerin görüşleri, anlayışları,
fetvaları resmi otorite tarafından “İslam’ın görüşü” olarak
değerlendirildiğinde muhalefet tarihte olduğu gibi “Allah’a isyan
etmekle,karşı çıkmakla” suçlanacaktır.Böyle bir tabloda halka düşen tam bir
teslimiyet içinde denilene ve dikte edilene boyun eğmek, akıl ve fikir
yürütmemek olacaktır.Despotizm de zaten
bundan başkası değildir. Her
halde böyle bir Rejimden en çok mağdur olacak olanlar da “İslamcı” kesimlerden
başkası olmayacaktır. Zira,İslamcı sayısı kadar görüş farklılığı içinde, biri
birleriyle bedelleşenler nasıl olacakta kendilerine “bu İslam’ın
görüşüdür,kabul edin!” denecektir de,İslamcılar bunu kabul edecektir?
Mülkiyyet konusundaki anlayış; Emeviler zamanında oluşmuş
bir mülkiyet anlayışıdır ve cahiliye anlayışından tek farkı, elde ediliş
şekline helal ve haram noktasında bir kısıtlamadan ibarettir. Bunun yanında
israf, gösteriş, lüks, meta-ı gurur, şatafat, ümmetin birliğini ve dirliğini
bozacak sınıfsallaşma konularına hiç değinilmediği görülmektedir. Sünni siyaset
anlayışı gibi Sünni mülkiyet anlayışının da sahiplenildiği ve bir proje olarak,
geçmişten iktibas edilerek sunulduğu anlaşılmaktadır.
Şöyle denmektedir; “Müslüman mülkiyette de serbest değildir. Ancak şerî mülk
edinme sebepleri uyarınca mülkiyete sahip olması sahihtir. Dilediğini, dilediği
gibi edinmekte serbest değil, bilâkis mülkiyet sebeplerine bağlıdır. Bu sebepler
dışındaki başka bir yolla mülk edinmesi mutlak olarak caiz değildir. Faizle,
ihtikârla, içki ve domuz satışı ile veya buna benzer şer'an yasak olan mülk
edinme yollarıyla mülk edinmesi sahih değildir. Bu yollardan herhangi biriyle
mülk edinmek caiz değildir.”
Yani haram yollarla değil ama meşru yollarla Karun
kadar mülk ve mülkiyet sahibi olunmayı meşru görmektedir. Bu tam Emevi ve
Abbasi anlayışıdır.
Hızbu-t Tahrir,Hürriyetler konusunda o kadar aşırıya
kaçmaktadır ki; Allah’ın özgür yarattığı,kendi dinini bile
dayatarak,zorlayarak,emrivaki yaparak davetine izin vermediği hür insanları
adeta köle olarak görmektedir.
“İslâm'da şahsî
hürriyet yoktur. Müslüman
şahsî olarak hür değildir. Aksine müslüman Şeriat'ın kendisine gösterdikleriyle
mukayyeddir. Meselâ, namaz kılmadığı veya oruç tutmadığı zaman cezalandırılır.
Sarhoş olduğu veya zina ettiği zaman cezalandırılır. Müslüman bir kadın
güzelliklerini ve zinetlerini ortaya çıkararak açık-saçık dışarıya çıkarsa
cezalandırılır. Bundan dolayıdır ki kapitalist batı düzeninde mevcut
hürriyetlerin İslâm'da yeri yoktur. Bunlar İslâm hükümleriyle tam bir tenakuzla
çelişirler.”
Öyle anlaşılıyor ki hürriyet konusunda Müslüman kesimlerin
neredeyse tamamında egemen olan kafa karışıklığı Tahrir’de de söz konusudur. Elbette
ki hürriyet anlayışı Batılılarda sınır tanımaz bir hal almıştır. Kaldı ki
Batıda da bu duruma ciddi eleştiriler yapılmaktadır. Birçok Batı
ülkesinde kürtaj yasaktır. Müstehcen neşriyata bir takım sınırlamalar söz
konudur.Bu örnekler çoğaltılabilir. Oysa İslam’ın insana verdiği özgürlük ve
hürriyet kavramı Vahyin nuzul dönemi şartlarında akıl almaz boyuttadır. Bu
hürriyet bizatihi Allah tarafından lütfedilmiştir insana; Allah’ın Dinine
girip girmemekte kendi özgür iradesini esas almıştır. Peygamberlerini sadece
davet için gönderdiğini ve davete icabette zorlama olmadığını Vahiy’le
belirtildiğini görmekteyiz. Namaz
ve oruç tutmayan Müslümanların cezalandırılması sadece Allah’a ait bir husus
iken Emeviler ve Abbasiler döneminde işgüzarca fetvalarla ve mevzu rivayet
fabrikası desteğinde oluşturulan fıkh ile insanlar bu dünyada da yani hesaba
çekilmeden cezalandırılma durumu ile karşı karşıya bırakılmıştır. İslam da ceza
uygulamasının dikkat edilirse zina ve içki ya da hırsızlık gibi olaylarda
olduğu gibi, kişi haklarına tecavüz ve zarar verme gibi fiiller de söz
konusudur. Namazı eda etmek yani huşu içinde kılmak önemlidir ve kişi bunu
kimseden korktuğu için değil sadece Rabbini hoşnut için gönülden yaparsa
sağlayabilir. Zorla kıldırılan namaza Allah’ın ihtiyacımı vardır? Böyle bir
namazın kişiye bir faydası mı olur? Allah taqvayı önerirken, dayatmayla ve
tehditle ibadete yönlendirmenin tarihi olduğu malumdur.
Hızbu- t Tahrir daha şimdiden “İslam’ın görüşü”
diyerek kendi görüşlerini İslam’la özdeşleştirerek baskı ve dayatmaya
başlamıştır. Ya bu çevrelerin “hilafet devletini” kurduklarını bir düşünün, her
konuda “İslam’ın görüşü” budur diyerek kendi dini anlayışını mutlak doğruymuş
gibi halka dayatacağını ve muhalefet edenleri de “Allah’a karşı gelme”
suçlaması ile hall edeceğini söylemek zor olmasa gerektir.
Boko Haram,DEAŞ yada Talibanizm mantık bağlamında benzerlik dikkat çekici ve ürküntü vericidir. Boko Haram,DAEŞ gibi terör örgütlerinin; Polpot Rejiminin
ölüm tarlalarını hatırlatan kanlı ve iğrenç cinayetlerini dikkate alarak; Ebu Bekir Şekau’nın ya da Bağdadi’nin
Halife olduğunu bir an düşünecek olursak; Müslümanların,gayrimüslimlerin içine
düşeceği siyasi vahamet açıkça görülecektir.
Boko Haram,DEAŞ yada Talibanizm mantık bağlamında benzerlik dikkat çekici ve ürküntü vericidir.
Halkın içinden çıkan insanların,halka ait bir konuyu yani
halkın yönetimini halkın insiyatifine değil de bir kişiye layık görmeleri başta
anlaşılır bir şey değildir. Böylesi bir akıl tutulmasının hiçbir tevili olamaz.
Rasulullah hayatının son günlerinde ümmetin başına geçecek olanın seçimini,
kendi uhdesinde görmekten imtina ederken ve bu işi doğru ve hakkaniyetli bir
tarzda halka bırakırken; Rasulullahı örnek aldığını söyleyenlerin halkın
iradesini görmezden gelmeleri yada önemsememelerinin İslam anlayışıyla
bağdaşmadığını anlamak için ne yapmak lazımdır? Rasulullah Ebu Bekir ra ve İmam
Ali ra işaret ettiğine dair rivayetler olmakla birlikte bunlar tamamen işaret
babından tavsiyelerdir. Örneğin vefatından önceki günlerde namaz
kıldırması için imameti Ebu Bekr ra tevdi etmesi gibi. Yada Ali’yi ra
Gadir-i Hum’da ümmete tavsiye ettiği rivayet gibi. Ama
bunlar sadece işaret ve tavsiye niteliğindedir. Eğer dinin bir emri söz konusu
olsaydı bu hiçbir tevile meydan verilmeyecek şekilde açıkça bu belirtilir hatta
Rasulullah’ın rahatsızlıklarından önce bir takım görevlendirilmelerle bu teyit
edilirdi. Oysa Rasulullah; Halkın yani Ümmetin kendisiyle alakalı bir işte
iradesine hiçbir sınırlama ve dayatma getirmeyerek bu konuya verdiği önemi
göstermiştir.
Yarın Tahrir’in ‘demokrasi
reddiyesiyle’ ilgili açıklamaları.
Yorumlar
Yorum Gönder