Ortadoğu, İsrail ve Türkiye 1

Ali Bulaç

Çarşamba, 16.06.2010 -ZAMAN
Türkiye-İsrail krizi konusunda açıklama yapan Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Mike Hammer, "Şu anki uygulamalar -yani ambargo- sürdürülemez ve mutlaka değişmeli." diyor.
Tony Blair, "Tüneller, kapatılan meşru ticari yolların alternatifidir." diyor. Norveç ordusu adına bir açıklama yapan askerî sözcü Heidi Langvik-Hansen, Savunma Bakanlığı'nın 5 Haziran'da yapılan bir seminer programında bir İsrailli askerî yetkilinin bulunmasına itiraz etmesi üzerine programın tamamen iptal edildiğini söyledi.
İngiltere ve AB cephesinden gelen sinyallere bakılırsa, Gazze'ye uygulanan ambargo kalkacak, en azından büyük ölçüde gevşeyecek. Mısır ilk adımı attı. İsrail kabinesi bile bu konuyu telaffuz ediyor.
Tabii ki mesele Gazze'ye uygulanan ambargodan ibaret değildir; bunun içine girdiğimiz "yeni bölgesel süreç"le de ilgili olduğunu gözden uzak tutmamalıyız. Yaptığımız anlatılardan anlaşıldığı üzere ABD'de inisiyatif sahibi bazı çevreler, İngiltere ve bir ölçüde AB ülkeleri de İsrail'in "iki devletli bir çözüm"ü artık masaya getirmesinin zamanı geldiğini düşünüyor, bu yönde mesajlar veriyorlar. Sebebi açık: İsrail'in göbeğinde olduğu bugünkü Ortadoğu düzeni sürdürülemez; İsrail'e verilen kayıtsız şartsız destek yüzünden Batı dünyası ahlaki bakımdan çürümekte, Afrika'dan Latin Amerika'ya kadar her gün biraz daha itibarı düşmektedir. Ve İslam dünyasında siyasi, ekonomik ve sosyal krizlerin derin sebepleri araştırıldığında bunların önemli bir bölümünün İsrail'in bölgedeki bu tarz varlığına dayandığı görülmektedir. Belirtmek gerekir ki, bu düzen böyle devam edecekse, bundan sonraki aşamada en büyük zararı doğrudan İsrail'e ve dünyadaki Yahudilere dokunacaktır. Bu gidişle İsrail, intihara doğru gitmektedir. Basiret sahibi Yahudiler bu tehdidi doğru olarak algıladıklarından her geçen gün artan oranlarda İsrail devletinin bu hukuk tanımaz politikalarını protesto ediyorlar.
İsrail ve Yahudi lobileri ne kadar güçlü olursa olsun, bu düzen sürdürülemez olduğu gibi, Batı'nın İsrail'e verdiği destek de sınırlarına gelip dayanmış bulunmaktadır:
1) Ortadoğu'daki mevcut sosyo-ekonomik düzen ve politik rejimler sürdürülemez;
2) İsrail'in inatla devam ettirip her aşamada biraz daha genişlettiği işgal politikaları sürdürülemez;
3) İsrailli yöneticilerin Filistinlilere reva gördüğü insanlık dışı-hak hukuk tanımaz zulüm ve haksızlıklar sürdürülemez;
4) Batı'nın gözü kapalı bu düzene ve katliamlara verdiği destekleyici tutumlar sürdürülemez;
5) Kamuoyunu paranoya ile provoke edip yönetime gelen ve kamuoyunun daha çok şiddet isteyip azdırdığı İsrail yönetimleriyle kurulacak meşru hiçbir ilişki sürdürülemez.
Hatırlanacağı üzere David Ben Gurion "İsrail'in sınırları sonsuza kadar belirlenmeyecektir" demişti. Bu yolda ilerleyen İsrailli yöneticiler, Ortadoğu'da kim barıştan söz ediyorsa, onu "Deccal'in avukatı" ilan ederler. Böyle bir yapı nasıl sürdürülebilir?
Bu gerçeği neredeyse oranı yüzde 20'lere varan İsrail vatandaşı dışında kritik mevkideki bazı sorumluların da gördüğünü tespit edebiliyoruz. Mossad Şefi Meir Dagan, "İsrail'in Amerika'ya yük olmaya başladığını" söylüyor. Dagan, Knesset'te yaptığı konuşmada şunları söylüyor: "İsrail, ABD için bir servet olmaktan yük olmaya doğru gidiyor."
Uzun zamandır özellikle İngilizlerin canibinden "iki devletli çözüm"ler seslendirilmeye başlandı. Yardım gemisine düzenlenen kanlı saldırıdan sonra hükümetin yetkili ağızlarından Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın da bunu dillendirmeleri eşzamanlı olarak bir kenara kaydedilmesi gereken önemli bir nottur: "Artık uluslararası çevrelerin yıllardır tartıştığı, bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının ve Ortadoğu'da tek çözüm olarak görülen 'iki devletli barış' formülünün hayata geçirilmesinin vakti gelmemiş midir?" (Zaman, 6 Haziran 2010)


Ortadoğu, İsrail ve Türkiye 2

Ali Bulaç

Cumartesi, 19.06.2010 -ZAMAN
İsrail'i "iki devletli çözüm"e ikna, gerekirse mecbur etme sürecinde İran'a doğrudan bir rol verilmeyeceği açıktır. Mısır buna hazır değildir; ama söz konusu "iki devletli çözüm dosyası"nın masaya getirilmesinde Türkiye etkin rol oynayabilir.
 Bunun o kadar çok somut işaretleri var ki, sonuncusunu, 3 Haziran 2010'da İstanbul'da konuşan Stratfor Başkanı George Friedman'ın sözlerinde bulduk. Amerika'nın Stratejik Öngörü düşünce kuruluşu başkanı Friedman, "Türkiye'nin bölgesinde yükselen güç olduğunu" söylüyor. Friedman'a göre sadece Amerika ve Türkiye hem ekonomik hem askerî güce sahip iki ülkedir, bu özelliği dolayısıyla Türkiye'nin, Amerika'nın boşalttığı bölgeye hakim olması gerekir. Doğu Akdeniz'de Mısır ve Yunanistan'ın gücü azaldı, Rusya Kafkaslar'dan çekiliyor, Amerika'nın Irak'tan çekilmesiyle bölgede 360 derecelik geniş bir vakum oluşacak, bu da zorunlu olarak yükselen Türkiye'yi içine çekecektir.
Friedman'ın şu sözleri çok anlamlı: "Türkiye'nin süper bir güç olması Türkleri gururlandırıyor. Türkiye'deki insanlar büyük güç olmaktan dolayı seviniyorlar. Fakat bilmeleri gerekir ki, büyük güç olduğunuz zaman çözdüğünüz sorunlar için teşekkür almaz, çözemediğiniz meselelerden dolayı da suçlanırsınız." Friedman, bir şey daha söylüyor: "İsrail kendi siyasetini değiştirmek zorunda kalacaktır, çünkü Amerika'yı saymazsak, İsrail'in kaybetmek istemeyeceği tek ülke Türkiye'dir." (Zaman, 4 Haziran 2010)
Türkiye, eksen kaymasına uğradı iddiası bir iç politika enstrümanıdır, ABD ve AB'nin etkili çevrelerinde böyle bir kaygı gözlenmiyor. Hıristiyan Demokratların AP Grup Başkanı ve eski Belçika Başbakanı Wilfried Martens, Türkiye'nin son dönemde izlediği dış politikada bir eksen kayması görmediğini söylüyor. AB genişlemeden sorumlu görevli Stefan Füle "Türkiye'nin takip ettiği komşularla sıfır ihtilaf politikası AB'ye aykırı değil" diyor.
Daha düşündürücü bir değerlendirmeyi Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre yaptı: "Türkiye'nin İsrail'e karşı uyguladığı ve Gazze'ye reva görülen izolasyonu aşmaya yönelik baskıyı destekliyor ve BM'nin Filistin'in bağımsızlığını tanıyan açıklamasının uygulamaya konulması gerektiğine inanıyorum. Türkiye, AB'den ve Batı'dan uzaklaşmıyor, yeni dış politikası ile ortak değerlerimizi ciddiye alan etkin bir dış politika sergiliyor."
Türkiye'nin bu yeni politikası AB'nin "sessiz düşüncesi"dir. Flautre'yi dinleyelim: "Türkiye, özünde AB'nin sessiz düşündüğü İran ve Filistin politikasını sesli ve aktif bir şekilde hayata geçiriyor. Bu tespit sadece AB kamuoyu için değil, AB'nin başkentleri ve Brüksel'de Türkiye politikasını yürüten kadroların da görüşüdür. Türkiye, bölgede sadece her bakımdan bir 'anti İran' değil, Filistin'de olası bir barışın önemli motorlarından biridir." (Zaman, 6 Haziran 2010) Şu sorular önemli:
1) ABD ve Avrupa neden kendileri İsrail'i terbiye etmiyorlar?
2) Savaş ihtimali olan böyle bir işe girişirken ABD ve Batılılara ne kadar güvenebiliriz? Aynı Batı, Saddam'ı İran'a kışkırtır ve Kuveyt'e girişini teşvik ederken benzer argümanları kullanıyordu. Saddam'ın Irak'ı durumuna düşme ihtimalimiz ne kadardır? İsrail'le girişilecek muhtemel bir savaşta Batı sonuna kadar bizi destekler mi, yoksa bir noktadan sonra 1967 ve 1973 savaşlarında Araplara yaptığı gibi bizi bırakıp İsrail'in arkasına mı geçer?
3) Diyelim ki, İsrail, "iki devletli bir çözüm"e ikna edildi. Bu, adil ve kalıcı bir çözüm olabilecek mi? Bölünmüş haliyle Filistinlilere verilecek belediye hükmündeki topraklar üzerinde nasıl bir devlet olacak? 2,5 milyon mülteci Filistinli ne olacak? Yerleşimciler Kudüs ve Batı Şeria'yı boşaltacak mı? Mescid-i Aksa yıkılmaktan kurtarılacak mı?
4) Başta İran ve Mısır ile diğer bölge ülkeleriyle tam mutabakat/birlik sağlamadan böyle bir rolü tek başımıza üstlenmemiz ne kadar doğru?
5) Türkiye, Ortadoğu'ya girerken, giriş tarzı, takip edeceği politikalar ve yöneldiği hedefler yeterince kamuoyunda tartışılıyor mu?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası