Özgürlük Hareketlerinin Türkiye’ye Yansımaları

Atilla MORÇOL
Kayseri;01.04.2011


            İslam Ülkelerinde 2011 Ocağında başlayan  Özgürlük Hareketleri; despot zalim rejimler tarafından  köleleştirilmiş müslüman halkların kendi özgürlüklerine sahip çıkma hareketi olarak temayüz etmektedir. Kölelikten kendi kanları ile bedel ödeyerek kurtulmanın yolunu seçen müslüman halklar,bedeli ağırda  olsa Özgürlüklerine kavuşacaklardır.  İslam Ülkelerinin bir kaçı istisna edilebilsede neredeyse tamamı despot totaliter oligarşiler tarafından yönetilmektedir. Ülkelerin servetleri bir avuç oligarşi tarafından sömürülmekte, demir yumrukla yönetilen müslümanlar eğitim,sağlık,adalet,refah,özgürlük gibi nimetlerden mahrum bırakılarak adeta köleliğe mahkum edilmişlerdir.
            Sömürgeci güçlerin tasalludundan kurtulduktan sonra  neredeyse yarım asırdır hali hazırdaki yerli nemrudi yönetimlerin baskısı altında yaşama mücadelesi veren halklar,içten içede bu zalim yönetimlere hınç ve öfke  duydukları malumdur. Tunus’ta  bir seyyar mahrumun  hareketiyle başlayan  öfke boşalması, Kelebek Etkisi yaparak  peşinden Mısır’a oradan tüm Ortadoğu Halklarına  yayılma istidadı gösterdi. Hala bu etki  bütün şiddeti ile devam etmektedir.Özgürlük Hareketleriyle ilgili genel değerlendirmelerimiz "Ümmetin 2011  Ocak İntifadaları Darusselamları Müjdeliyor!" başlıklı yazımızda  ele alınmıştı. Burada üzerinde duracağımız konu özellikle Yemen, Bahreyn,Suriye  özgürlük hareketlerinin mezhebi kimliklerinin değerlendirmelerde ve taraf olmadaki yansımaları üzerinde duracağız.
             Orta Doğu ve Mağrib Ülkelerinde  cereyan eden Tarihin  Seyrini doğru okumak başlı başına bir  sorundur. Neredeyse 100 Yıldır totaliteryan  rejimlerin  engellemesi ile  Tarihin önüne  set çeken yapıların,  halkın  bir şekilde harekete geçerek  bu seti oluşturan yapılara karşı  sokağa inmesi olumludur. Halkın  ne şekilde  harekete geçtiğinin  önemi yoktur. Önemli olanın  Tarihi seyre uygun bir pratik sergilenmesidir.  Halklar Özgürlük,demokrasi, insan onuru,adalet  talebi ile sokaktaysa, muharrik  güc dışardan da olsa bir şey değiştirmez. Bölgede Tarihi dinamizmi sıkıştırarak durağanlaştıran  statükonun zayıflatılması yönündeki her çaba  bu anlamda olumludur ve bölge halklarının lehinedir."Artık Yeter" hareketlerinin arkasında Batılı Gücleri aramak; Oryantalist önyargıların beslediği bakış açıları ile olayları okumaktır. Bölge hakları  arkasında  Batılı Güçler olmadan bir şey yapamaz manasına gelen tüm analizler bu açıdan  oryantalist bakışın yansımalarıdır.Müslüman halkların tamamı,Batlıl Ülkelerin ulaştığı iyi yönetimleri  kurabilecek, işletebilecek potansiyele ve tarihi geçmişe sahiptir. Adalet,hukuk, halka dayanma, demokrasi,eşitlik,insan onuru; müslüman halkların yabancısı olduğu kavramlar ve değerler değildir.Unutulmaması gereken husus,Dünyanın her yerinde  halihazırdaki diktatöryel ve totaliteryen rejimlerin  halkları kuşatmış, tarihi dondurmuş, devasa bir komplo ile ülkelerin ve halkların kaderini gasp etmiş olmalarıdır. Bu büyük bir cürümdür ve bu durumun vaziyet ettiği halkların  söz konusu komplodan kurtuluş çabaları takdire şayandır. Biz  tüm bu gelişmeler karşısındaki  konumumuz sadece seyirci  olmaktır. Ve yaptığımızda  sadece yorumdur.             
            Tunustaki Nahta, İhvan ı Müslümiyn tüm ülkelerdeki Özgürlük Hareketlerine açık ve net bir destek vermiştir. Selefiler bir blok halinde Özgürlük Hareketlerini gayri meşru ilan etmişler, kargaşa çıkartan bağiler olarak nitelemişler. Libya’da,Yemen’de,Bahreyn ve Suriye’de despot rejimlerle açıktan destek ilişkilerine girmişlerdir. Tasavvufi gurubların ise Özgürlük Hareketleri ilgi alanlarıonın ötesinde olduğu malumdur.
            Devrimlerde Halkın gücü  daimi ve belirleyici bir faktör olmuştur. Dini siyasi önderlerin kılavuzluğu ve Halkın gücü birleşince devrim gerçekleşmiştir. Halkın desteğini alan  öncüler, halkı ciddiye aldıkları müddetçe devrim hep ileriye gitmiş, halktan yüz çevrildikçede devrimler akamete uğramıştır. Konumuz Özgürlük Hareketlerinin Türkiye Kamuoyuna yansımasıdır. Genel halk kesimleri  olup bitenler konusunda “aktüel haber” in ötesine geçememiştir. Bunun çokta önemi yoktur. Dini kesimlerin yaklaşımları doğal olarak  bölge genelinden farklı değildir. Hayatı mezhep penceresinden algılayan kesimlerin bir  cenahı  özellikle Bahreyn’deki özgürlük hareketini “mezhepçi bir fitne “olarak değerlendirirken, Suriye de  başgösteren özgürlük hareketine tam destek verdiği gözlemlenmektedir. Bir başka kesim  ise Bahreyndeki harekete tam destekle halkın (Şiilerin)  “Qıyam” ı olarak görürken, Suriye’deki özgürlük hareketini “israille” ilişkilendirmekte bir beis görmemektedir. Hele de Bahreyn,Yemen, Mısır,Tunus Devrimlerine çoşkuyla destek veren  Türkiye Şiilerinin İran daki Mir Hüseyin Musavi hareketini tıpkı istibdatçılar gibi “fitne” olarak nitelemesi  bir garabet örneğidir. Hele 10 Gün öncesine kadar Tahranda hergün  Bahreyn  Devrimine(!) destek mitinglerinin, Suriye  Halkının  özgürlük taleplerini görmemesi manidardır. Ayni şekilde Türkiye’deki İrancıların Suriye Despotizmine “artık yeter!” isyanını “siyonist komplo” olarak değerlendirmesi ise başlı başına bir faciadır.
            Bir başka islamcı  kesim cemaat niteliği olmasa da  Libya Muhalefetinin  Kaddafi güçlerinin  eline geçecek bir av konumunda iken,çoğunlukla  kitlesel katliamlar beklediğimiz bir aşamada  Batılı güçlerin Hava Saldırılarına takındıkları tavır ve can havliyle kurtuluşun sevincini yaşayan muhalifleri işbirlikçilikle suçlar tavırları ise  içten içe bir despotizm sempatisini açığa çıkartması bakımından önemliydi. Batıdaki “gavurlar” la didişmekten ve hala Haçlı Saldırılarının  anaforunda kalmışlığın sonucu  “yerli” Nemrudi ve Fravuni Rejimlerin müslüman halklara nedenli zarar verdikleri görülememektedir. Asabiyete dönüşmüş bu batı karşıtlığının,  içerdeki Fravuni Rejimlerin  verdiği maddi ve manevi zararın, Batının verdiği vereceği zarardan  onlarca kat fazla olduğu  gerçeğini örttüğü gerçeği iyi anlaşılmalıdır. Bu çevrelerin, despot rejimlerin  “insan onuru”nu vahşice nasıl çiğnediğini anlayamadığını, insan onuru ile ilgili kafa yormadığını, varsa yoksa içi boş bir  “antiemperyalizm”  peşinde  bu değerlerin telef edildiğini söylemek  abartı olmasa gerek!
             Anlaşılan o dur ki  Müslümanların demokrasi,özgürlük,eşitlik, despotizm,ayrımcılık,insan onuru,insan hakları konusunda kafası karışıktır ve Batı karşıtlığı, modernizm endişesi, islamcılığı kendi içine hapsetmekte, gerici  istibdatla yan yana düşürmektedir. Bunda  Rasulullah’ın  vefatından daha otuz yıl geçmeden  Emevilerin ve  peşinden Abbasilerin 800 yıl süren  istibdat  odaklı yönetimlerinin sünni  ve hatta şii düşüncesini bile etkilemiş olmasının, fıkhın ve dini anlayışın  asırlar süren bu istibdat altında  oluşturulmasının  büyük rolü olduğu bilinmelidir. Olayların değerlendirilmesinde  genel geçer ilkeler ve değer yargıları değil, asırlar boyunca  istibdat  yönetimleri tarafından yönlendirilen dini anlayışın mümessilleri olan  cemaatlerin  ve mezheplerin mülahazaları çerçevesindeki  bakış açıları  geçerli olmaktadır. Vahiy ve  sünnet eksenli bir düşünce sistematiği ve merkezi oluşturulamadığından, insanlar  saptırılmış bir dini anlayışın kuşatılmışlığında,  olayları değerlendirmekte ve dolayısıyla birbiriyle çelişen,çatışan ve hatta hasım olan yorumlar,fikirler, tavırlar   egemen olmaktadır.
            Aklın ve Düşüncenin Vahiyle inşaa edilerek, Vahiy merkezli  siyasi,sosyal,kültürel bir perspektifin hakim olduğu  bir çoğrafya, ancak böylece  İslam Dünyasına dönüşecek, Müslüman Halklar Ümmetleşecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası