Demokrasi üzerine face tartışmaları


Atilla Morçol
Mustafa Atav
Ersoy Göveç

16.04.2011/Facebook






·  Mustafa Atav Tırnak içine aldığın da şimdi olan; peki, kendilerine hareket alanı açmak isteyen sivil toplum kuruluşları farklı mı? Merkeze kaymış ve sonra tamamen kendini korumaya kapnamış partilerle nereye kadar?
16 Nisan, 20:38 · 

Ersoy Göveç ‎*bazı stk lar çıkar ve lobi faaliyeti yapıyoruz vede yapmalıyız diyor. yani hani islami mücadeleydi(ilk kurulurken öyle iddiaları vardı bazılarını). bu kurumların(parti, dernek, sendikavs) sınırlılıkları ve imkanları malum.
*üyesinin çıkarını korumalı deniyor. tamamen sınırlı bir ilke. mesleki çıkar diğer insanlar ve toplum için adaletsizlikler içeriyorsa ne olacak?
16 Nisan, 20:52 ·

Ersoy Göveç demokrasiyi fazla da eleştirince faşistmisin diyorlar adama.
16 Nisan, 20:58 ·

Mustafa Atav demokrasi kutsal mı oluvermiş:)
16 Nisan, 23:22 ·

Ersoy Göveç herşey zıddıyla kaim..
17 Nisan, 09:56 ·

Atilla Morçol Mustafa Atav kardeşimizin demokrasi dışında önerdiği yönetim şekli nedir? Bildiğini biimlede paylaşabilirmi acaba?
17 Nisan, 18:28 ·


Böyle bir soruyu, gayr-i İslami, gayr-i vahyi kültürü içselleştirmiş ve geçmişten bu yana demokrasi için kafa yoran insanlar sorsa belki anlarım; ama onu önünde hazır buluvermiş ve kendi değerleriyle çelişmeyecek alternatif için hiç mi ...Devamını Gör

Pazartesi, 00:27 ·

Mustafa Atav Hakkı teslim edeyim, doğru, hiç bir şey bildiğim bir şey yok!
Pazartesi, 16:33 ·

Mustafa Atav Bilenlerin canı sağolsun:)
Pazartesi, 16:34 ·


‎"Böyle bir soruyu, gayr-i İslami, gayr-i vahyi kültürü içselleştirmiş ve geçmişten bu yana demokrasi için kafa yoran insanlar sorsa belki anlarım; ama onu önünde hazır buluvermiş ve kendi değerleriyle çelişmeyecek alternatif için hiç mi hiç kafa yormamış Müslüman kardeşlerimizi, kusura bakmayın hiç anlayamam..Hatta hatta Hz. Peygamber’in örnek mücadelesini Kur’an merkezli irdelemiş ve o örnekliğin bugüne taşınması gerektiğini bilenleri zaten anlamam mümkün değil.." ifadelerinizde kibir,küçümseme, aşağılama "Yoktur" diyorsanız haklısınız. Ama sizde bu ifadelerinizde karşı tarafı rahatsız edici bir yön görmüşsünüzki "kurura bakmayın" diyorsunuz zaten Mustafa Bey! Kaldıki ben yalın,açık,net bir soru yöneltmiştim.Buna yanlış anlamalara meydan vermeyecek yalın, net bir cevap verebilirdiniz. Hiç alakası olmayan eleştirilere girmeniz anlamsız. Nerden biliyorsunuz bu konulara "hiç kafa yormamış" olduğumu!? Size de selamlar!

Pazartesi, 17:01 ·


Demokrasi bir dindir
02.04.2011 11:55
Din Nedir?


Din’in yüzlerce tanımı yapılmıştır. Din genel olarak ceza, mükâfat, hüküm, hesap, itaat, teslimiyet, hizmet, ibadet, üstün gelme, hâkimiyet, zelil kılma, zorlama, âdet, yol, kanun, şeriat, millet, mezhep gibi kelimelerle tarif edilmiştir.[1]


Arapça din kelimesi, birini kahredip egemenliği altına almak, itaat ettirmek anlamına gelir.[2] ‘borç’ anlamındaki kökten türediği zannedilmektedir. Din, taat ve ceza anlamına gelir. Deyyân, boyun eğdiren demektir. Bunun dışında din, borç, ceza ve mükâfat, hesap, taat, âdet gibi anlamlara gelmektedir.[3]


Dinler tarihçilerinin tanımı biraz daha farklıdır. Onlardan kimileri dini, “kutsalın tecrübesi”;[4] “insanın kutsal saydığı şeylerle olan ilişkisi” ve “ruhî varlıklara inanç”[5] olarak tanımlamışlar; kimileri de, “mutlak itaat duygusu” (Schleiermacher); “melekelerimizin serbest olarak kullanılmasını engelleyen yasaklar bütünü” (Salmon Reinach); “inançlar, davranışlar ve sosyal hayatın muayyen şartlarına göre oluşturulmuş kurumlar sistemi” (Witold Tyloch)[6] diye tanımlamışlardır.


Abdurrahman Küçük ve Günay Tümer ‘genel olarak din’i şöyle tanımlamaktadırlar: “İnanış ve davranış şekilleriyle, insanlararası ilişkileri düzenleyen ve insanların iyi işler yapmasını, barış ve huzur içinde, bir arada yaşamasını sağlayan genel kurallar bütünüdür.”[7]


Muhammed İkbal’e göre din, tefekkür (sırf düşünce) ile amelin birlikteliği, insan-ı kâmil’in ifadesidir.[8]


Bu tanımlarda din’in iki özelliği öne çıkmaktadır: kutsalla ilişki ve hayatın düzenlenmesi. Fakat eğer dini, kutsalın tecrübesi (hüküm ve ceza ya da mükâfat için insana gösterilen iki yol) gibi ele alırsak, Budizm gibi, tapılacak ‘üstün bir varlık’ı olmayan, sadece insanın benliğini feda etmeyi öngören dinleri ‘din’ sayamayız.[9] Buradan, Amiran K. Bilgiseven’in işaret ettiği gibi, dinin her bir tanımının diğerinden belki daha da sorunlu olduğu gerçeğine ulaşıyoruz. Fakat en azından, dinin ‘dünya kurmak’ özelliğini[10] göz ardı etmemek gerekmektedir.


Din şu şekilde de tanımlanmıştır:


1.“Geniş anlamda, yaşam biçimi; hayatın nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda benimsenen düşünce, inanç, ilke ve değerler bütünü.” 2. “Dar anlamda evrendeki düzeni ve hayatı ancak yaratıcı bir tanrının varlığı ile anlamlandırarak insanlığı kurtuluşa davet eden çağrılardan her biri. İnsanlar tarafından konulan ilkeler çerçevesinde oluşturulan dine beşerî din; ilkeleri vahiy yoluyla peygamberler tarafından insanlara iletilen dine de semavî din denir. Bu çerçevede Mecusilik beşerî dinlere, İslam ise semavi dinlere birer örnek olarak verilebilir.”[11]


Bu tanımdaki “yaşam biçimi” ifadesine bilhassa rikkat edilmelidir. Bir de, demek ki din sadece ilahi olmamakta, beşeri dinlerden de bahsedilmektedir. Çünkü her ikisi de bir yaşam biçimi sunmakta, insanı mutlu etmeyi hedeflemektedir.


İlah-Din İlişkisi

Pazartesi, 18:09 · 

Mustafa Atav Bu yazı iktibas dergisini sitesinde yayımlanmıştır ve Sayın Mehmed Durmuş' aittir..İçeriğine katılıp katılmamak takdirlerinize:)
Pazartesi, 18:13 · 

Mustafa Atav bizim gençliğimizde demokrasiye gavurluk alameti olarak bakılırdı..
Pazartesi, 18:14 ·

Atilla Morçol Eyvallah Sevgili Mustafa Atav Bey! Okuyacağım!
Pazartesi, 18:15 · 

Ersoy Göveç hakimiyet Allahın, egemenlik milletindir diye bir tatışma vardı. tümcü yaklaşım yerine ara renklere de fırsat tanınırmı acaba.
Pazartesi, 18:16 · 

Mustafa Atav ama gariptir, şimdi müslümanların vazgeçilmezi oldu..nereye gidiyoruz sorusunu türlü şekillerde sormaya çalışanlar da üzgünüm "kibirli","lügat parçalayanlardan" vs.addedilir oldu..islami hassasiyetler bağlamında tartışmak niye böyle görülür bilinmez..bu gidişle İ.Özel muhibbi olacağım vesselam:)
Pazartesi, 18:19 ·


‎*salt çoğunluk(%51), azınlığa(%49) galebe çalması bir adaletsizlik. meşruiyetin ölçüsü tek başına bu olmamalı. bizim geleneğimizde ümmetin kahir ekseriyeti(icma) vahyin dışlamadığı alanda bir meşruiyet oluşturmuştur. seçim olgusuna ısınmalıyız bence. saltanatçı gelenekten çok çekmiş bu ümmet. hz ebubekiri seçmeyi becerenler, seçim olayını dışlamamalı.
*egemen güçler güdümlü bir demokrasi oyununu istiyor. kedi kendine içten barikatlar lurulmasını tercih ediyor. bunu zorlayanları da demokrasi düşmanı gösteriyorlar.
*eklektik kimlik olmasın hassasiyeti olmalı tabi. islamla sosyalizmi, liberalizmi, ulusalcılığı serbest piyasacılığı özdeşleştirmek yanlışsa demokrasiyle de aynıleştirmek yanlış olur. ama kestirip atınca da haytın dışına doğru itiliyorsunuz. üretim, alternatif ortaya koyma cılız kalınca bizim demokratlarımız da çoğalıyor

Pazartesi, 18:44


Esselamunaleykum! -1- Nasıl bir yönetim şekli olmalıdır? Kur’an da ve Rasulullah’ın sünnetinde etrafı çizilmiş,tanımlanmış bir yönetim modeli varmıdır? İslamın emrettiği yada yakışanı; Hilafet/Saltanat modelimi,totaliter/despotik vesayetçi bir yönetim şeklimi, halkın seçtiği,denetlediği ve azlettiği bir yönetetim şeklimidir? İslama yakışan nasıl bir yönetim şeklidir? Ben demokratik bir yönetim şeklinin İslama hali hazırda en uygun olduğu kanaatindeyim.


Çoğunlukla İslami bir yönetim şudur,şöyledir diye müşahhas bir yönetim şekli gösterilemediği gibi Müslümanlar için şu an bunu konuşmaya gerek yok. Ümmet oluştuğunda inşallah idarecilerini seçme şeklini adaletle belirler. Gibi hiçbir bilimsel ve pratik değeri olmayan değerlendirmeler yapılmaktadır.


Hilafeti yeniden kurmayı kendine dava edinen Hızbu Tahir,in hilafet modeli ise emevilerin ve abbasilerin ısırcı melikliğinden başkası değil. Yasama yetkisiyle donanmış tek adam ve yardımcılarından oluşan bir vesayetçi yönetim önerilmektedir.


Demokrasinin “din” olduğu iddiasının hiçbir dini ilmi delili bulunmamaktadır. İslam; Rasulullah (meşhur Cibril Hadisi) tarafından şöyle tarif edilmiştir; “İslam;ortak koşmadan Allah’a kulluk etmen,namaz kılman,zekat vermen,Ramazan Orucunu tutmandır.” Allah katında din İslam olduğuna ve “Bizde” müslim olduğumuza göre demokrasi ve din denildiğinde dinden kastın İslam Dini olduğu anlaşılmalıdır. Rasulullah’ın din tarifi ile Vahyin bu dinin öncelikleri olan Tevhid İnancının rüknü olan Rabliğin,Melikliğin ve İlahlığın; İnsanları yaratan , yaşatan ve öldürüp tekrar dirilttikten sonra hesaba çekerek mükafaatlandıracak yada cezalandıracak olan Allah’a has kılınması olan İslam ile, yönetim şekli olan demokrasi arasında; eşitler ve denkler arasında yapılabilen mukayeselerin, ilmi ve mantıklı bir yönünün olmadığı açıktır.

Pazartesi, 19:35 · 


‎-2- Batı; halkı müslüman olan ülkelerinde içinde olduğu “ üçüncü dünya “ olarak nitelendirdiği ülkelerden demokrasiyi ısrarla uzak tuttuğu ve bu ülkelerdeki totaliter,despotik cuntaları desteklediği bilinen bir gerçektir.


Kainatın egemenliği Allah’a aittir. Toplumların idaresiyle ilgili hakimiyyet siyasi bir anlamı olan bir kavramdır Halka aittir. Ancak Allah’ın uluhiyyet ve ubudiyyetini Kabul etmek kaydıyla meşrüiyete haizdir. Allah’ın Uluhiyyeti karşısında, tüm canlı ve cansız,şuurlu ve şuursuz tüm mahlukat isyerek yada istemiyerek te olsa O’nun boyun eğdiren egemenliği,hakimiyyeti karşısında acizdir. Toplumların yönetimi konusunda hakim kimdir? Allah adına hareket ettiğini iddia eden bir zümreyemi aittir bu hak yoksa halkın (Nas) ın kendi yönetimini kendisinin belirlemesimi haktır. Peygamber yönetici olduğunda sorun yoktur ve olmamıştır. Rasulullah’ın Medine dönemi yönetimine Asrı saadet denmesi bundandır. Zira (Süleyman as, Davud as. Ve Muhammed as) yönetici Peygamberler’ in denetimi bizzat Allah tarafından yapılmış olduğundan halkın denetimi gereksizdir. Zaten Risalet gerçeğinede uygun düşmezdi..Ama peygamber olmayan yöneticiler için sorun şudur?Kim seçecek,kim denetleyecek,kim azledecek. Halk yada halk adına hareket eden temsilciler eliyle bu yapıldığında sorun asgariye inmektedir. Batı bu sorunu demokratik parlementer seçim sistemiyle halletmiş.Demokratik yönetim şeklinin uygulanabilirliğinde toplumsal gelişmişliğin, bilgili, erdemli bir toplum olma ile de ilşgisi açıktır. Batılı ülke demokrasileri arasındaki farklarda burdan kaynaklanmaktadır. Müslüman toplumların bu yönetim şekline katacağı değerler düşünüldüğünde dünyanın en ileri demokrasilerinin Müslüman coğrfyasından çıkmaması için hiçbir neden görülmemektedir.

Pazartesi, 19:42 · 


Ne desem bilmem ki; dediklerimiz kabahat oluyor çünkü:) Demokrasinin felsefesi neden göz ardı edilir, yıllardır Müslümanlara o yönetim biçimi denilen şeyle zulüm yapıldığı gerçeği neden görmezden gelinir, gerçekten anlamakta zorlanıyorum..Öte yandan Hz. Muhammed’in devr-i zamanındaki yönetim anlayışını bugüne taşımak ve kendi kavramsal dünyamıza göre ad koymak neden kaçınılacak bir durum oldu, ona da şaşırıp duruyorum..Geçmişteki babadan oğula gelişen, güya hilafet örneklikleri, ısırıcı melikler dönemi, tek kişilik istibdat yönetimleri, imparatorluklar,şunlar bunlar nedense Müslümanların önüne bir pazarlık unsuru olarak konuluveriliyor..Ve Müslümanlar da özellikle 18 yy. başlayan bu tartışmalarla öğretilmiş algıyı sahiplenmekte hiç bir mahzur görmüyorlar..
Demokrasi sadece bir yönetim biçimi değildir ki; aynı zamanda profan,seküler algıyı insan zihniyeti üzerinde inşa etme aracıdır..Şu düşünülebilecek bir şey midir? Demokratik bir yapılanmada yürürlüğe konulacak kanunlarda vahyi izler olmasına razı olunur mu? Batıdaki din/kilise ve devlet ayrımı bizi düşündürmeli değil mi? İstenilen şey şu mudur? Din, aynen laiklikte olduğu gibi Allah’la kul arasında sıkıştırılacak, toplumsal, siyasal ve ekonomik vs. işleyişlerde ilkeler bazında faydalanılmayacak!
Demokrasi dinin hayattan çekilmesini isteyen bir felsefedir ki bunun göz ardı edilmesi için de her vasatta sadece yönetim biçimi olduğu tekrarlana gelmektedir.
Sadece bir yönetim biçimi ise Müslümanlar kendileri için bir başka yönetim modeli oluşturamayacak kadar basiretsiz ve çaresiz midirler de hazır önlerine konulmuş demokrasiyi kabul etmek zorunda kalıyorlar? Öte yandan Ortadoğu’da veya yine küresel güçlerin sömürüsü altında olan diğer coğrafyalarda yıllardır demokrasi olmamasına itiraz edilmemesi de meseleye delil olarak getirilecek şeyler değildir..Sömürebildikleri sürece niye oralara müdahale etsinler ki? Dikkat edilirse küresel güçler, malum coğrafyalardaki iç çalkantıların akabinde askeri güçlerini seferber etmektedirler..Aynen bugünkü Libya örneğinde olduğu gibi..Mısır, Tunus gibi yerlerde BM, AB, NATO vs.ye gibi güçlere bir takım sözler verilmiş olmalı ki oralara şekil seferler düzenlenmemiştir; zaten Libya’ya yapılan baskı onları korkutmak için yeter şartlardan biridir..
En garibi de şu: Müslümanlar tarafından asr-ı saadet ve Hulafa-i Raşidin dönemi artık tarihin sayfalarına mahkum edilmişlerdir!..Örnek alınacak hiçbir özellikleri kalmamıştır! Dün bazımız, bazılarımızı bu tür endişeler nedeniyle tarihselcilikle, mealcilikle, modernizmle filan suçlayıp dururken, bugün demokrasi bağlamında tarihselci, modernist ve mealci olmaktan hiç çekinmez olmuşlardır! Çünkü ne Kur’an’da ne de Hz.Hz.Muhammed kavillerinde bir yönetim biçim önerilmemektedir; o halde demokrasi meşrudur(!)..Halifeler dönemi ise zaten kaale alınacak değillerdir! Onların iktidar savaşları bizim için yüz kızartıcıdır çünkü! Ama batının asırlardır ve elan da uygulayageldiği zulüm ve istibdat daha ileri bir demokrasi arayışı içindir, gayet masum girişimlerdir; o yüzden halifeler döneminden söz edilmesi çağdışılığın karşılığıdır! Rabbimiz dilerim aklımıza mukayyet olur: ama biz istemeyince O’ ne yapsın ki!.

Pazartesi, 20:35 · 

Atilla Morçol Güzel fikirler ve analizler çıkıyor. Bunu dikkatlice okumam lazım, Sevgili Mustafa Atav.
Pazartesi, 20:41 · 

Ersoy Göveç islami kimlik ve değerleri savunmaya devam ederken toplumsal mücadelenin safhaları gözetme bilinciyle davranarak mevzi kazanma ve zalimlari geriletme saikiyle demokrasinin bazı unsurlarının değerlendirilmesi ise mesele bence mısırda ihvan bu yola girmiş gibi gözüküyor.
Pazartesi, 20:41 ·

Ersoy Göveç mustafa erdoğanın bir küçük kitapçığı vardı liberalizmle ilgili. faiz, had cezaları gibi emirlerin çeliştiğini ama tarihselci bir yorumla bunlarında sorun olmayabileceğini söylüyordu. temelde islamın liberal bir düzen öngördüğünü savunuyordu. ihsan eliaçık da sosyalist bir düzen çıkar islamdan diyor.
Pazartesi, 20:50 ·


Yazacaklarım Eliaçık'ı savunmak olarak ele alınmamalı Ersoy kardeşim..O doğrudan sosyalizm çağrısı yapmıyor,Kur'an'dan çıksa çıksa sosyalist kabuller çıkar diyor ve o dedi diye de söylenen herhalde meşru kılınmaz.Kendisi de zaten bu bir düşüncedir, kabul edersiniz etmezsiniz, size kalmış diyor..Mal/mülk, sosyal adalet, eşitlik, paylaşım gibi vurgular bugün müslümanların ihmal ettiklerindendir..Eliaçık, tepkisel olarak bu eksiklikleri dile getirmektedir ama benim doğrudan kabul etmem söz konusu değildir..Şunun altını çizmekte fayda var; Bizim alemde vuku bulan bu tür tartışmaların taraftarlarını "öteki" ilan etmek gibi bir derdin içinde değilim..Amaç tartışarak en doğru olanı yakalayabilmek..Bana göre eksik olan bir durum şu; biz vakıadan yola çıkıyoruz, güncelden hareketle yorumlar üretiyoruz.Yapalım bu işi elbette ama esas kaynaktan kopmadan ki yukarıda da dediim gibi ilk muhataplar dönemi maalesef tarihin derinliklerine mahkum edilmiştir..Buna dikkat çekmek suç sayılmamalı değil mi?:)

Pazartesi, 21:02 ·


Elbetteki islami kimlik ve değerlerin savunulması esastır. İstibdatı, baskıyı,zorbalığı,kanunsuzluğu,adaletsizliği, insan onurunu ezen bir yönetimin ve yönetim anlayışının İslamla hiçbir bağı olmaz. “Hz. Muhammed’in devr-i zamanındaki yönetim anlayışını bugüne taşımak” dediğiniz yönetimle alakalı ilkeler, kurallar,değerlerdir. Adaletle Hak ve halk için. Baskı ve istibdat uygulamadan,gönüllülük esası dahilinde. Savaşa katılmayanları yargılayıb mahkum etmek değil, “tavır” almak gibi, zekat vermeyenlerden fiili cezalandırmak yerine ondan zekat Kabul etmeyerek cezalandırmak gibi. Bir “model” olarak Rasulullahın yönetim şeklini bu güne taşımak zaten imkansız. Neden?Çünkü bir daha peygamber gelmeyecek. Rasulullahın modelini Bırakın bu güne taşımayı, Ebu Bekr dönminden itibaren sorunlar çıkmaya başladı ve Üçüncü Halife’nin katledilmesi ile bir faciaya dönüştü. Ya Cemel ve Sıffin!? Ya Muaviye ve Yezid dönemleri!? Tüm bu sorunları temelinde iktidarın halkın geniş katılımı ile seçilmemesi (Ki o dönemde dünyanın hiçbir yerinde böyle bir örneklik yoktu. Krallıklar ve sultanlıklar vardı ve bu yönetim şekli İslamın adalet,kurallar ve değerleri yüklenerek aynen uygulamaya sokulmuştu.) ve yöneticinin halk tarafından denetlenmemesi ve hepsinden önemliside halk tarafından azledilme usulünün olmaması idi. Yönetimi yargılayacak bir yargı sistemide kurulamayınca, tüm toplumun kaderi bir tek yöneticinin liyakatına ve insafına bırakılmış oldu. Sanki yöneticiler Allah tarafından denetleniyor,vahiyle yol gösterilip uyarılıyormuş gibi; yasama,yürütme ve ölünceye kadar hükümdar olma selahiyetine haiz olmasıydı.


Biz demokrasinin yönetim şeklini,yönetim mekanizmalarını konuşuyoruz. Özgürlük,insanhakları, hukukun üstünlüğü,Halkın seçimi, muhalefet ifade özgürlüğü, bağımsız yargı, partiler, parlemento, anayasal düzen, özgür basın v.s. Felsefesi (!?), ideolojisi ile ilgilendiğimiz falan yok.


Dinin hayattan çekilmesi demokrasinin değil, modernizmin marifetidir ve zorlama,baskı ile değil, zevklerle, nefsi arzuların teşvikiyle yapılmaktadır. Öyle olsa bile revize etmek ve kendi toplumsal yapımıza uydurmak elimizde.


Batılı demokratik ülkelerin demokrasisini değerlendirirken kendi halkları ile yönetim ilşikilerini, insan hakları, ifade ve muhalefet özgürlüğünü, anayasal düzeni,hukuk devletini, sosyal devlet ilkesini,parlemento ve seçimleri,çok partililiği ele almak gerek. Bu ülkelerin başka ülkelerle olan siyasi,ekonomik,askeri ilişkileri yönetim şekli ile ilgili bir husus değil, menfaat,emperyalizm,istikbarla ilgilidir.Elbetteki bu ülkelerin dış politikası Kabul edilebilir hiçbir meşruiyet barındırmamaktadır.

Pazartesi, 21:40 ·


‎"Bir “model” olarak Rasulullahın yönetim şeklini bu güne taşımak zaten imkansız. Neden?Çünkü bir daha peygamber gelmeyecek!”
Ben bu kabulü saatlerce tartışmaya hazırım ama “face” yeri değil! Usvet-ül hasene tabiri Müslümanlar için ne ifade ediyor? Onun yemesini, içmesini, oturup kalkmasını, ailesi, çocukları ve torunlarıyla olan ilişkisini, ashabıyla münasebetlerini; yani bir insan, bir peygamber olarak her şeyinin örnek alınmasını söyleyenlere; aksi bir iddiada bulunanları, daha önce de dediğim gibi tarihselcilikle, sünnet-i seniyyeyi inkâr etmekle, şu veya buyla etiketleyenlere hiç yabancı değiliz biz!
Bıraktık yeme içme gibi salt beşeri davranışlarını, Hz. Muhammed’in devlet adamlığı, yöneticiliği örnek alınmayacak da kiminki alınacak sayın dostum?
Zaten Peygamber gelmeyecek ve sonraki süreç de zaten suç ve kabahatlerle dolu, öyleyse 1400 yılı at gitsin çöpe ve şimdiye bakalım öyle mi? Dediklerinizden Eliaçık tabiriyle çıksa çıksa ancak bu çıkar!
Ve bize geçmişte ve elan da denildiği gibi mealcilik yakıştırmasına muhatap olmaktan kaçamazsınız!
***
Hz. Ebubekir’in halife seçimine, verilen örneklerden bahisle yönetim biçimine, Hz. Ömer’in uygulamalarına elbette ki eleştiri getirilebilir ve zaten o gün bu gündür yapılan da budur. Hz. Osman’a muhalefet edenler de sahabe, bugün en çok dile getirileni Ebu Zer ve o zamanki siyasi, ekonomik ama özünde İslam algısına yönelik tartışmalar da yerden yere vurulabilir..Keza Hz. Ali ve Hz. Ayşe arasında geçen olaylar ve dahi sonrası da..
Ama bu demek değildir ki onların uygulamalarından özgün bir yönetim biçimi çıkarılamaz. Mademki tarih, geçmişte yaşananlar ders almak içindir, buyurun o zaman ki uygulamayı Kur’an merkezli, Hz. Muhammed kavilli ıslah ederek bugüne taşıyın! Ama yapamayız! Çünkü onlar mürteci, karanlık çağ söylemlerine kurban ve mahkum edilmişlerdir..Batı aydınlanması, modernizm, insan hakları şu bu varken ne diye karanlık bir tarihten çıkarımlar yapmaya çalışalım ki?
Hani bahis mevzuu olan konu geniş istişareli zaman ve mekanlarda Müslüman birey ve cemaatler bağlamında kritik edilse ve sonrasında kabul edilse anlayacağım ama vakıa öyle değil ki..Savaşlarla, darbelerle, entirikalarla(şimdinin Ergenekon’u gibi) yani öcülerle korkuta korkuta içselleştirilmiş bir durumu yaşıyoruz biz..Dikkat edilirse biteviye ileri demokrasiden bahsediliyor ama nereye kadar ileriden kastedilen?
Demokrasi henüz kendini iyi edememişse- ki MÖ piyasaya sürülmüş bir kavramdan bahsediyoruz ve biteviye gelecek bahara erteleniyorsa daha ilerisi, niye kendi geçmişimizdeki olaylara mazoşistçe takılıyor ve kendi tarihimizle utanır bir pozisyon sergiliyoruz ki biz? Dikkat edelim, geçmiş tartışmalar Kur’an’ın farklı yorumlanması ile alakalı..Münafıklar, zalimler her zaman olacaktır.Onlar var ve nizaya sebep olmuşlardır diye ilk nesil örnek alınmaktan vaz mı geçilecek ki örneklik Kur’ani ilkelerin hayata geçirilişi ile alakalıdır. Yoksa birilerinin dediği gibi onların sakalı, giydiği elbiseler, kullandığı eşyalar vs.ile alakalı değildir..
“Dinin hayattan çekilmesi demokrasinin değil, modernizmin marifetidir ve zorlama, baskı ile değil, zevklerle, nefsi arzuların teşvikiyle yapılmaktadır. “ Bu sözler için de âcizane M.Önal Mengüşoğlu ile Nida dergisinde yapılan bir söyleyişi okumanızı öneririm. Modernizm,Müslümanların kendi kabahatlerini yüklemek için sarıldıkları bir kavramdır açıkçası..
“Batılı demokratik ülkelerin demokrasisini değerlendirirken kendi halkları ile yönetim ilişkilerini...” diye devam eden sözler de bana göre kabul edilir değildir..Ne demek kendi halklarına iyi ama dışarıya karşı kötü? İnsan hakları evrensel beyannamesi bunu mu gerektiriyor? Kaldı ki o da uyduruk bir şeydir; illizyonist Batının kendine rağmen olan toplulukları kandırmak için kullandığı sihirli addedilen değneğidir!Hülasa, bu tartışma bitmez ama benim demokrasiye hayranlık duymak, öykünmek gibi bir lüksüm yok..Olması gereken kendi tarihimizdeki iyileri almak,yanlışlardan ders çıkarmak ve yine kendi literatürümüzden bir kavramı ad koyarak yönetim biçimini oluşturmaktır..İstişare, seçim, danışma, sosyal adalet; yani Kur’an’ın önerdiği insana, Müslümana özgü ne varsa kendi tarihimizde uygulanmıştır ama eksiktir o başka; kötülük bu boş durmaz ki!

Pazartesi, 23:28 · 

Atilla Morçol Tırnak içinde “model” dedim Mustafa Kardeşim. Takdir edersinki “modelle” “örnek” arasında ince fakat önemli bir fark vardır. Elbetteki Rasulullahın siyasi, dini, toplumsal,bireysel her davranışı,yaklaşımı bizim için örneklik teşkil etmektedir. 1400 Yıllık muktesabatın maruf olanını ve Vahiyle çatışmayanını “çöpe atmak” zulüm olur. Söylediklerim anladığınız manaya geliyorsa düzeltmiş oldum.
Ama bu demek değildir ki onların uygulamalarından özgün bir yönetim biçimi çıkarılamaz.” Diyorsunuz. Tamda  benim dediğim bu Mustafa Kardeşim. (Bu düşünce  birçok müslüman düşünür,alim,aydın  şahsiyetler tarafından  neredeyse bir asırlık bir zaman diliminde gündeme getirilmiş,lakin müslüman halkların  durumu dikkate alınarak  detaylandırlımadığı ve öncelikli konular arasına alınmadığı kanaatindeyim)

Kur’an’ın ilke ve emirlerinden, Rasulullah’ın  sünnetinden,(Ki bu ikisi temel değişmezlerdir)  Raşid Halifelerin uygulamalarından, İslam Tarihindeki adil sultanların  siyasetlerinden  istifade ederek insanlığın  ortak aklının  ve deneyimleriyle  halklarını  Yönetim konusunda temel belirleyici kılan, halklarını  nispeten  müreffeh ve mutlu ederek hoşnutluğunu kazanan demokratik yönetim şeklini kendi dini milli dinamiklerimizle birleştirip “özgün” ve batıdaki örneklerinide aşan bir demokratik  yönetim şeklini oluşturabiliriz diyorum. Tarihte  mevcut yönetim şekillerinden  olan Krallık,sultanlık ve monarşilerin emsallerine göre en adillerini ortaya koymuş olabiliriz. Ama bu günün dünyasında Batılı demokrasiler karşısında Müslüman halkların ortaya koyduğu istibdat,despotizim,totaliterizmden  farklı bir şey değildir. Ve maalesef demokrasiye  manasız  hassasiyetler ve alınganlıklar, asabiyet ve şoven duygular nedeniyle mesafeli duran hatta “demokrasi şirktir/Puttur” diye  reddiyeler yapanların  ajandalarından istibdat ve diktatörlüklükten başka bir model çıkmıyor. Büyük umutlar beslediğimiz İran İslam Devrimi Velayeti Fakih ile sanki vahiy alıyormuş gibi ölünceye kadar Ülkenin tek yetkili otoritesi kabul ediliyor ve bu gün Tahmili Savaşta Başbakanlık yapan zat hiçbir yargı kararı olmadan iki aydır eşiyle birlikte ev hapsindedir.
            Batı’dan  İslamcılarımızın  bile almadığı  bir şey kalmamışken; değer yargıları, bakış açıları, yöntemler, teknoloji, bilim  v.s. gibi, Arap dünyasındaki “artık yeter”  devrimi ile  demokrasinin  nekadar  gerekli olduğunun anlaşıldığı bir vasatta hala  demokrasiye karşı bir refkles gösterilmesi çok manidardır. Bunun  arkasındaki sebebler araştırmaya değerdir. Demokrasi nin kökenleri mö  2 yy kadar gider. O nedenlede insanlığın ortak aklının ürünüdür diyoruz. Demokrasi laik,seküler bir vasattan ziyade İslam Peygamberlerinin  gönderildiği Kudüs-Mekke-Urfa  Hattında ortaya çıkmış ve oradan Grek ve Roma hattını takip ederek gelişme gösteren bir serüven izlemiştir. Yöneten ve yönetilenler, halk ve devlet bürokrasisi arasında  her dönem her zaman yaşanan sorunlar,çelişkiler oldukçada  bu sorunların  giderilmesi de sözkonusu olacağından gelişiminin durması beklenemez.
Halkın kendine hizmet edecek yöneticilerini  belirli bir süreliğine seçip, denetleyen (Halk adına meclis denetimi, Halk adına  Yargı denetimi) ve azleden (takip eden  seçimde iktidara devam yada başka bir ekibe iktidar yetkisi verme)  hukukun üstünlüğü, insan hakları ve onurunun  ve inanç özgürlüğünün  v.s. anayasal bir düzen  içinde teminat altına alındığı bir yönetim şekline ister demokrasi deyin ister başka bir ad farketmez  böyle bir yönetim şeklini ortaya çıkartıp  daha ileriye götürmek durumundayız. Bu yarışı neredeyse 200 yıldır İslam Dünyası olarak kaybetmiş durumdayız ve halen  bu böyle devam etmektedir.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası