Kadim Bir Sorun: Halk ve Yönetenler Çelişki ve Çatışması -2-

Atilla Morço;Kayseri/25/06/2011 
 
Resulullah’ın Yönetimi; Örnekmi, Modelmi?


Önceki bölümde Allah, Nas ilişkisi üzerinde durmuş, “Mülk Allah’ındır” / “Hüküm Allah’ındır” / “Din Allah’ındır” hükümlerinin insanlığa, hayata ve yeryüzüne yansımasının özelde Ümmet, genelde Nas/Ademevladı/İnsanlık üzerinde tecelli ettiğini anlatmaya çalışmıştık. Allah’ın yeryüzündeki beşeriyet üzerindeki temsiliyeti; Resuller/elçiler vasıtasıyla olmaktayken, bu elçilerin Muhammed sav ile son bulmasıyla, “ümmet” ile devam etmeye başlamıştır.1 Zalim,zorba, despotik rejimler; Firavun ve Nemrud karakterleriyle mahkum edilmiş yönetim şekilleri üzerinde durulmuş; insani, adil,barışçıl,özgür rejimlerin ise (Necaşi’nin Habeşistanı gibi) meşruiyetine vurgu yapılmıştır. Ameller niyetlere göredir. Din Allah’a teslimiyyet, Allah’ın yanında durmak, yaşamın tüm safhalarında ve her olayda,her eylemde Allahtan sakınma şuuru içinde bulunmadır. Hasılı, Terim olarak din; Akıl sahibi insanları kendi irâde ve arzularıyla hayırlı olan şeylere sevk eden ilâhî bir kanundur. Din; peygamberlerin vahye dayalı yapmış oldukları tebliğdir. Din; Allah Teâlâ tarafından vahiy yoluyla indirilen, insanları dünya ve âhiret saâdetine çağıran i’tikadî ve amelî bir nizamdır. Din; İslâm, iman ve ihsandan oluşan hayat şeklidir.”2 Bu tarifin temelinde kişinin özgür iradesiyle Allah’a teslimiyyet ve yöneliş temelli bir kulluk niyeti ve bilincine sahip olma durumu göz ardı edilmemelidir.
Kuranda “yönetim,adalet,insanlar arasında ilişkiler,yönetilen/ yöneten sorunları bağlamında her hüküm ayetinin, sadece siyaset yada ülke yönetimi ile ilgili olduğunu zannetmek eksikliktir. Allah’ın hükümleri ile hükmetme gerekliliği, ülke yöneticilerini bağladığı gibi, aile reisini, şirket müdürünü, fabrika patronunu da bağladığını bilmek gerekir.

Kur’anda yönetim ve ilkeleri ile ilgili ayetlere toplu olarak bir bakalım:

-Nisa 004.58-“Hiç şüphesiz Allah Emanetler’i Ehli’ne Teslim etmenizi ve İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman Adalet’le hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah Size ne Güzel Emir veriyor. Doğrusu Allah İşiten'dir, Gören'dir.”
-Nahl 016.90-“Elbette Allah Adalet’i, İhsan’ı, Yakınlar’a vermeyi emreder. Fahşa’dan Münker’den ve Zorbalıklar’dan sakındırır. Size Öğüt vermektedir. Umulur ki Öğüt alıp düşünürsünüz.”
-A’raf 007.29-“ De ki: "Rabb'im Adalet’le davranmayı emretti. Her Mescid yanında Yüzleriniz’i doğrultun ve Din’de O'nun için Muhlisler olarak O'na Dua edin. İlkin Sizi yarattığı gibi döneceksiniz."
- Şura 042.15-  “ Şu halde Sen bundan dolayı Davet et ve emrolunduğun gibi İstikamet tuttur. Onların Hevaları’na uyma. Ve de ki: "Allah'ın indirdiği her Kitab'a inandım. Aralarınızda Adalet yapmakla emrolundum. Allah Bizim de Rabb'imiz Sizin de Rabb'inizdir. Bizim Amellerimiz bizim sizin Amelleriniz sizindir. Bizimle sizin aranızda bir Tartışma konusu yoktur. Allah bizi bir arada  toplayacak ve Dönüş O'nadır."
-Maide 005.42-“Onlar Yalan’a kulak tutanlardır. Haram Yiyiciler’dir. Sana gelirlerse aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüzçevirecek olursan Sana Hiçbir     Şey’le zarar veremezler. Aralarında hükmedersen de Adalat’le hükmet. Elbette Allah Adalet’le hükmedenleri sever.”
-Nisa 004.135-“Ey İman edenler, kendiniz, Anne-babanız ve Yakınlarınız aleyhinde bile olsa, Allah için Şahidler olarak Adalet’i Ayakta tutanlar olun. İster Zengin olsun, ister Fakir olsun, çünkü Allah Onlar’a daha Yakın’dır. Öyleyse Adalet’ten dönüp Hevanız’a uymayın. Eğer Diliniz’i eğip büker ya da yüzçevirirseniz, elbette Allah, yaptıklarınızdan Haberdar'dır.”
-Maide 005.08-“Ey İnananlar, Adalet’li Şahidler olarak Allah için Hakk’ı ayakta tutanlar olun. Bir Topluluğa olan Kininiz Sizi Adalet’ten alıkoymasın. Adalet yapın, bu Takva’ya daha yakın’dır. Allah'tan ittika edin. Elbette Allah yapmakta olduklarınızından haberdar'dır.”
-Sad 038.26-"Ey Dâvud, gerçek şu ki, Biz Seni Arz’da bir Halife kıldık. Öyleyse İnsanlar arasında Hakk ile hükmet, Heva’ya uyma. Sonra Seni Allah'ın Yolu’ndan saptırır. Elbette Allah'ın Yolu’ndan sapanlar, Hesap Günü'nü unutmalarından dolayı Onlar için Şiddetli bir Azab vardır." (dedik)”
-Enam 006.152- "Yetim’in Malı’na O Ergirlik Çağı’na erişinceye kadar o en güzel dışında yaklaşmayın. Ölçü’yü ve Tartı’yı Doğru olarak yapın. Hiçbir Nefs’e Gücü’nün kaldırabileceği dışında birşey yüklemeyin. Söylediğiniz zaman yakınınız dahi olsa  Adil olun. Allah'ın Ahdi’ne de vefa gösterin. İşte bunlarla Size tavsiye etti. Umulur ki Öğüt alırsınız."
-Furkan 025.19-"İşte Sizin söylediklerinizi yalanladılar, Artık  geri çevirmeye veya Yardım’a gücünüz yetmez. Siz’den Zulmedenler’e, Ona Büyük bir Azab taddıracağız."
-İsra 017.33-      Haklı bir neden olmaksızın Allah'ın haram kıldığı bir Kimse’yi öldürmeyin. Kim Mazlum olarak öldürülürse Onun Velisi’ne Yetki vermişizdir, O da Öldürme de Ölçü’yü taşırmasın. Çünkü, O gerçekten Yardım görmüştür.
017.34-      Erginlik Çağı’na erişinceye kadar, O da en Güzel bir Tarz olması dışında Yetim’in Malı’na yaklaşmayın. Ahd’e Vefa edin. Çünkü Ahid bir Sorumluluk’tur.
017.35-      Ölçtüğünüz zaman Ölçü’yü tam tutun ve Dosdoğru bir Tartı’yla tartın, bu, daha Hayırlı’dır ve Sonuç bakımından daha Güzel’dir.”
-Enfal 008.25- “Ve Sizler’den yalnızca Zulmedenler’e isabet etmekle kalmayan bir Fitne’den ittika edin. Bilin ki gerçekten Allah, Sonuçlandırması pek Şiddetli olan’dır.”
-Yunus 010.13-“ Andolsun, Siz’den önceki Kuşaklar’ı, Elçiler’i kendilerine Apaçık Belgeler getirdiği halde , Zulme saptıkları ve İman etmeyecek oldukları için Yıkım’a uğrattık.İşte Biz Suçlu bir Topluluğu böyle cezalandırırız.”
-Hud 011.113-   “Zulmedenler’e meyletmeyin, yoksa size Ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka Velileriniz  yoktur, sonra Yardım da göremezsiniz.”
-Şuara 026.227-“Ancak İnanan ve Salih Çalışmalar’da bulunanlar ve Allah'ı çokca zikredenler ile Zulm’e uğratıldıktan sonra Zafer kazananlar başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir Inkılabla/dönüşle devrileceklerini pek Yakında bileceklerdir.”

-Şura 042.39-  “Ve haklarına Tecavüz edildiğinde Birlik olup karşı koyanlar’dır.
042.40-      Kötülüğün Karşılığı Onun Misli olan Kötülük’tür. Ama kim affeder ve Islah ederse artık onun Ecr’i Allah'a aittir. Gerçekten O Zalimler’i sevmez.
042.41-      Kim de Zulme uğradıktan sonra Nusret bulacak olursa artık Onlar için aleyhlerinde bir Yol yok’tur.
042.42-      Yol ancak İnsanlar’a zulmeden ve Yeryüzü’nde Hakksız yere Tecavüz ve Hakksızlıkta bulunanlar’ın aleyhinedir. İşte bunlar için Acıklı bir Azab var’dır.”

-Müminun 023.27- “Böylelikle Biz O’na: "Gözetimimiz altında ve Vahyimiz’le Gemi yap. Nitekim bizim Emrimiz gelip de Tandır kızışınca, O’nun içine ikişer Çift ile, içlerinden aleyhlerine Söz geçmiş olan dışında Aile’ni al, Zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü Onlar boğulacaklardır" diye vahyettik.”
-Nisa 004.29-Ey İman edenler, Mallarınız’ı Siz’den karşılıklı Anlaşma’dan doğan bir Ticaret’ten başka Haksız neden ve Yollar’la yemeyin. Ve Nefisleriniz’i öldürmeyin. Şüphesiz Allah Size çok Esirgeyen'dir.
004.30-Kim Haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa Biz O’nu Ateş'e göndeririz. Bu Allah için pek Kolay’dır.
-Yunus 010.52- Sonra o Zulmedenler’e: "Sürekli Azab’ı tadın" denilecek. Kazanmakta olduklarınız dışında bir başka Şey’le mi cezalandırılacaksınız?"
010.53-      "Bu bir Gerçek mi?" diye Sen’den haber soracaklar.De ki: "Hem de , Rabb'ime andolsun ki, Elbette Gerçek’tir ve Sizler aciz bırakacak olanlar da değilsiniz." 
010.54-“Zulmeden her Kişi, Arz’dakilerin Tümü’ne Sahip olsa bunu elbette Fidye olarak verirdi. Onlar Azab’ı görünce Pişmanlıkları’nı gizlerler, oysa Onlar Haksızlığa uğratılmadan aralarında Adalet’le hükmedilmiştir.”

Görüldüğü gibi Kur’an; Müslüman yöneticilere ve İslami bir yönetime; uyması gereken ilkeleri, davranış ve ahlakı emretmekte ya da tavsiye etmektedir. Müslümanlara uygulamaları için bir model olarak yönetim şekli sunmamaktadır. Bunu, insanlığın ortak aklına ve insanlık tecrübesine bıraktığı anlaşılmaktadır. Ki bu Vahyin mucizevî yönüdür. Kur’an da bahsedilen ilkelerin başında Adalet gelmektedir.3 Emaneti ehline vermeyi emreder, (Emanete riayet)4 Fahşa’yı, Münkir’i ve Zorbalıkları yasaklar.5  Daveti emretmekte, zorlama ve çatışmayı değil gönüllülüğü esas almaktadır.6 Gayri Müslimlerin hevalarına uymamayı, onlardan yüz çevirmeyi, tavır takınmayı  salık verir.7 Adalet’li Şahidler olarak Allah için Hakk’ı ayakta tutmayı emreder, işlerini şura ile yapmayı düşman dahi olsa adaletsizlik yapmamayı, aşırı gitmemeyi emreder.8 Haksızca bir nefsi öldürmeyi yasaklar.9 Yetimi gözetmeyi, ölçü ve tartıya riayeti emreder.10 Zalimlere meyletmeyi yasaklamış, haksızlığa karşı hep birlikte karşı koymayı, mütecavize misliyle cevap vermeyi, aşırı gitmemeyi emreder.11 Her türlü istismar, haksız  mal yemeyi yasaklar.12 Yüz çevirenlerle cedelleşmeyi ve çatışmayı değil onları davet ederek serbest bırakmayı diler, dayatmayı değil.13

Resulullah’ın davetin Mekke döneminde, devletle ilgili ya da devlet olma iddia ve amacında olduğuna dair tek bir sözü vaki değildir. Aksine bu dönemde; davetten vazgeçmesi halinde Mekke oligarşisinin kendisine krallık,emirlik gibi tekliflerine çok sert ve net reddiyeleri vardır.
Vahiy’de ise, devlet olma yükümlülüğü ile ilgili yalın bir ayet bulunmamaktadır. Veliyyül Emr konusu devlet otoritesi olmadan da Müslümanların oluşturacağı ve cemaat hayatında uygulayabilecekleri bir husustur. Kur’an da Medine döneminin ilk döneminden sonra gelen bazı hüküm ayetleri; siyasi bir otoriteyi gerekli kıldığı (Yani devlet erkini) şeklinde yorumlanabilmektedir. Bu doğrudur da. Zaten insanın yeme içme gibi fıtri ihtiyaçları gibi, toplumlarında düzen ve dirlik için gerekli devlet otoritesi ihtiyacı bir gerekliliktir. Rasulullah’ın insanları ve devlet ve Kabile başkanlarını Islama davet etmesiyle birlikte bir siyasi devlet, imparatorluk, birlik kurma amacına dönük en ufak bir işarete rastlanmaması manidardır ve bu durum bazı İslami çevrelerin illa da “devlet ve siyaset “ tutkusuyla çelişmektedir. İslam’ın bir kısım cezai müeyyideleri, medeni hukuk sahasına giren miras ve evlilik gibi anlaşmaları takip gibi devlet nizamını gerekli kılan uygulama vasatı bulunamaması durumunda Müslümanlık yaşanamamış mı sayılacaktır. Yani Mekke döneminde hayatını kaybetmiş bir Sümeyye ve eşi Yasir ra İslam Devleti altında yaşamamış olmalarının eksikliğini görecekleri düşünülebilirmi?! Yada 950 yıl cahili,müşrik kavmi içinde Davet ve şahitliğini sürdürmüş Hz. Nuh as ve takipçilerinin dini devlet ve siyaset söylemlerinin olmaması bir eksiklik midir? Bu durum onların ve bu gün Dünyanın her hangi bir yerinde Birre14 eren müminlerin durumuna, halel getireceği iddia edilebilirmi?! Devlet teşekkülü mü’min olmanın asli bir gereğimidir. Birre ulaşmak için İslam devleti bir gereklilik midir? Yada İslam devleti olmadan bir mü’min, mü’min olamaz, birre ulaşamaz mı? Hadleri uygulama vasatı oluşturamamak, mü’min olmaya engel bir durummudur? Öyleyse Vahiy süreci neden bir ay bir yılda değil de insan ömrünün neredeyse yarısına tekabül edecek 23 yıl gibi uzun bir zaman diliminde tamamlanmıştır? Yâda Nuh as uzun ömrü süresince kavmini davet etmiş, onlarla ayni toplumda yaşamıştır? Ahkâm ayetlerinin de çoğunlukla Medine’de nazil olması bu açıdan ne anlama gelmektedir? Bu sorulara akliselim ile verilecek cevap yada tefekkür bizi; İslamcı/Siyasi İslam ekolünün ‘İslam Devleti’ önceliğinin yada olmazsa olmazlığının ve halada Resulullah’tan sonraki uygulama ve anlayışların, Vahiy ve Nebevi Sünnetin önüne geçirildiği ve abartıldığı sonucuna götürecektir . Dini sadece “devlet olmak” tan ibaret ya da yönetim/siyaset olarak gören anlayışın Vahiyde neden “sistem/rejim”, devlet düzeni, yönetim şeklinin geçmediğini açıklaması lazımdır. Rabbimiz öncelikle kendi nefislerimizi düzeltmeyi, Müslim olmayı buyurmaktadır. Ey İnananlar, üzerinizdeki kendi Nefislerinizdir. Siz Doğru Yol’a erişirseniz, sapan size Zarar veremez. Tümünüzün Dönüşü Allah'adır. O Size Haber verecektir.”15 Din esas olarak insana hitap eder ve insanı ele alır. Tevhid akidesi ile çelişmemek kaydıyla, Mekke’de ve Medine’de ve diğer Vilayetlerde yerleşik sisteme, örfe,geleneğe Rasulullah’ın bir reddiyesi olmamıştır.

Bunun gibi Resulullahın vefat etmeden önce Kendisinin yerine geçecek bir Halifeyi seçmemesi ya da seçme yöntemini ve usulünü göstermemesi de ilginçtir. Bu konuda gerek Şia’nın ve gerekse Sünni ekolün imamet ve hilafet teorileri; Rasulullah’ın sav vefatından sonra oluşturulmuştur. Sakifedeki tartışmalar ve sonuçları; zannidir ve içtihadidir. Sakifedeki toplantı, Sünniler açısından Halife seçiminde en önemli referans olmakla birlikte, Halife Ali’den (ra) sonra tarihin hiçbir döneminde uygulama olanağı bulamamış ve halifelik hep babadan oğula ya da kardeşlere geçerek, siyasi miras konusu olmuştur. Bunun ise İslamla bir ilgisi olmadığı seküler bir model olduğu açıktır. Abbasiler döneminde ise ordu komutanlarının halifenin siyasi, askeri yetkilerini baskı ve güc ile devraldıkları, halifelerin sembolik bir konuma düştüğü bilinmektedir. Gerek Vahiyde ve gerekse Rasulullah’ın uygulamasıyla bu konuda bir saptama ve emir buyrulmaması, yönetim konusunu İslam’ın genel ilkeleri doğrultusunda, zamanın genel geçer modellerine göre ümmete bırakıldığını göstermektedir. Ümmet başlangıçta yönetim konusunu, İslam’ın bu konudaki ilkeleri, tecrübeler, hâlihazırdaki kavimlerin yönetim şeklini dikkate alarak kendi akıl ve tecrübeleri doğrultusunda, kendilerine en uygun olanı ancak İslam’ın genel ilkeleri bağlamında bir yol izleyerek yerine getirmiştir. Hatırlanacak olursa, Ebu Bekr’in Sakifedeki ilk beyat ve sonrasındaki Mesciddeki genel beyatın usul ve esasları ile ilgili Kur’an ve Sünnette hiçbir delil bulunmamaktadır. Konu tamamen zanni kıstaslar çerçevesinde cereyan etmiş, hatta aceleye getirilerek etraflıca bir tartışma ve istişareye bile girilememiştir. Nitekim Ebu Bekr’in Ridde Savaşlarından sonra Medinede mimbere çıkarak üç gün üst üste ümmete “beni azledin” diye müracaatının altında “acaba usulde bir yanlışlık yaptık mı?” endişesinin yattığı açıktır. Kur’an da bu konuda bir yol ve yöntem vaz edilmemiş olmasının temelinde ideal bir toplum ve ülke tasavvuru ( Ümmet ve Darusselam) murad eden Allah; ideal toplum ve ülke tasavvurunu da 23 yıllık vahiy süreci ile inşaa ettiği arınmış, mukarreb, ıbadurrahmanlara bırakmıştır. Kimin arınmış ve takvaya ermiş olduğunu da ancak Allah bilebilir. Birre ulaşmış mukarreblerden oluşmuş bir toplumda, aslında devlet ve yönetim mekanizmasına bile gerek bulunmamaktadır. Ancak toplum içinde herkesin ayni olgunlukta olması mümkün bulunmadığından eşitlik ve adalet, iyilik ve özgürlük, hukuk ve nizam gereği devlet aygıtına gereksinim duyulmuştur. Kuranda ve Nebevi Sünnette Devlet olmayla ilgili bir yükümlülükten ve hedeften bahsedilmemesinin sebebi de budur. Davet sürecinde artık devletleşme ihtiyacı baş göstermesi durumunda, bu ihtiyacın iki büyük emanet;16 Kur’an ve Itret ile zamanın icapları ve insanlığın ortak tecrübeleri ile oluşmuş bir pratikten istifade ile halledilmesi gerektiği aşikârdır. Yönetim ve devlet konusunda olup bitenlere, sünni aklın özelde Ehli Hadisin masumiyyet zırhı giydirerek; Ashabı Kiramın eleştirdiği, tanımadığı hatta kılıç çekerek savaştığı zanni ve içtihadi uygulamaları ‘Vahiy’ gibi algılama yanlışı17 İslam Ümmetinin hiçbir derdine çare olmamış, aksine meşru olmayan zalim yönetimlerin sözde meşruiyetine payanda olmaktan öte gitmemiştir. Çoğunlukla İslami Hareketlerde “devlet” söylemi, tarihi olan uygulamaların birebir bu güne getirilme çabalarından başka bir şey değildir.

Yönetimin Belirlenmesinde Halkın İnsiyatifi
ve
Yönetimin Denetlenmesi Sorunu

Doğaldır ki Peygamberlerin, ashabı ve tabiileri tarafından denetlenememesi ve sorgulanamaması, dini ve akidevi bir zorunluluktur. Risaletin ve masumiyetin bir gereğidir. Zira dini olan yani Vahiy’le ilgili herşey ki Resulullah’ta buna dahildir layüseldir ve her tabiinin buna kayıtsız şartsız uyması zorunluluğu vardır.”İman etmekte” budur zaten! Peygamberlerin bu durumu; “iktidar nimeti” verilmiş peygamberlerin yöneticiliğini de kapsamaktadır. Elbette ki peygamberler, yaptıkları işlerden dolayı eleştiriye, denetime doğal olarak tabi tutulamazlar ve O’nlara muhalefet edilemez, zira risalet sorgulanmış olur ki eşyanın tabiatına aykırı bir durumla karşı karşıya kalınmış olunur. Ancak Risalet makamının Allah’ın elçiliğinden kaynaklanan layüselliği,denetlenemezliği ve ömür boyu görev süresi gibi özel hususiyetleri, kendinden sonraki “halifelere” de tanındığından ciddi sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Halife Osman’ın (ra) muhaliflerinin eleştirilerine ve “istifa et “ baskılarına verdiği;”Kendini azlet sözünüze gelince; Allah’ın giydirdiği diğerlerinin arasından bana tahsis edip lütfettiği bir gömleği asla çıkarmam!”18 Şeklindeki cevabı ilginçtir ve daha sonra iktidarı ele geçiren ümeyyeoğullarının temel şiarı ve iktidarlarının ana dayanağı olacaktır: “Bizi Allah bu makama getirdi” anlayışı,Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ile birleşince “Halifeye” karşı gelmek yada muhalefet etmek Allah’a karşı gelmek ve muhalefet etmekle bir tutulmaya başlandı.Bu durumun,muhalefetin özgürlüğünü ve meşruiyetini ortadan kaldırdığı,yönetimi layüselleştirip despotlaştırdığı,istibdadın yolunu açtığı19 aşikardır..Nitekim Muaviye Sultan olup egemenliği ele geçirince, Kufe’de halka şöyle seslendi: ”Ey Küfeliler!Sizinle başınıza emir olmak, başınızı eğdirmek için savaştım!Gönlünüz olmasa da Allah bunu bana lutfetti!” Halka rağmen, Allah’ın lütfetmesi anlayışı Allah’ın Nas’ın yanındaki duruşunu tersyüz edip müstebitin yanında olduğunu iddia; İslam’ın yönetim anlayışını toz duman eden bir fay hattı niteliğinde olmuştur. Bu anlayışa göre, Nas; müstebit idareciler, sultanlar ve fravnlar için yaratılmıştır! Bunlar, halk istemese de halkın tepesinde istedikleri gibi vaziyet edeceklerdir. Oysa Allah bu durumu ortadan kaldırmak için, elçiler ve kitaplar göndermiştir. Tevhid elbisesine bürünmüş cahiliyenin bir çehresiyle karşı karşıya kalınan kapı böyle açılmıştır. Halka dayanmayan ve halkın denetiminde olmayan tüm rejimler İstibdadı araç edinmiş yönetimlerdir. Başlangıçta böyle olmasa bile zaman içinde, halkın vesayetinde olmayan tüm yönetimler, totalitarizme kayma, despotizmi ve istibdadı siyaset aracı olarak kullanma temayülündedir. Zira yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkinin tabiatı böyle bir eğilimi teşvik etmektedir. Dolayısıyla peygamber yöneticiler bizatihi Allah tarafından murakabe edilip Vahiyle düzeltilip, yol gösterilirken, beşeri yönetimler böyle bir ayrıcalıktan ve imkândan mahrum bulunmaktadırlar. Birde halkın, yönetimin vesayeti altında, haklarını arayamaz, itiraz edemez hale getirilmesi durumunda Allah’ın ve Halkın denetiminde olmayan yönetim şekli ile halk baş başa kalmış olacaktır. Böylesi denetimsiz ve frensiz bir yönetim şeklinin ne facialara yol açtığını hatırlamalıyız. Yezidin Ridde Vakasında Medine de 10.000 Müslümanı katletmesi, katledilenler içinde 80 sahabi olması ve bu kanlı katliamla Bedir Ashabının kökünün kazınması, Halife Osman dönemindeki kırılmanın nelere mal olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Emevi Sultanı Abdulmelik ve meşhur komutanı Zalim Haccac’ın otoriter siyasetine karşı Abdurrahman bin el Eş As, hicri 81 de Irak, Basra da halkın desteğini alarak ayaklandı. Kanlı bir şekilde bastırıldı ve sadece zindanlarda 120.000 Müslüman işkence altında katledildi. Burada şu soruyu sormak bir yükümlülüktür; Bu denli zulüm ve kanlı siyaseti yönetim aracının esası haline getirmiş bir hilafet anlayışı nasıl oluyor da Müslümanlar tarafından meşru görülebiliyor ve bu günün dünyasında müslüman halklara “islami bir model” olarak takdim edilebiliyor!? Adalet ve zulüm üzerine, hayatın her alanını kuşatan Kur’andaki onca ayete ve uyarıya rağmen, bu fay hattı öyle bir vasat ürettiki,Allah adına hükmettiklerini iddia eden sultanların hatta her sürü20 sahibi mükellefin halka ve ehline nasıl zulmettiği,zulmetmek için bahaneler uydurduğu vaka-i adiyeden sayılmıştır.
Oysa Resulullah’ın kendinden sonraki Halifeyi işaret ve tayin etmemesinin altında yatan hikmet anlaşılamadı. Yâda gerekli akli tecrübî siyasi düzenlemeler yapılamadı. Rasulullah’ın Vahyi ilkeler çerçevesinde halkın aklına bıraktığı yönetimle ilgili usul ve esaslar düzenlenemediği gibi Emevilerle birlikte “Hilafet teorisi” arkasındanda “imamet teorisi” üretilerek beşeri yönetim, dini, ilahi bir veche büründürüldü. Oysa Rasulullah’ın kendinden sonrası için bir belirleme yapmamasının altında; İlahi bir görevlendirme ile seçilmemiş her beşeri yönetim gibi Ümmetin yönetiminde halkın yani Ümmetin seçimine, denetimine/sorgulamasına ve azletmesine tabi olmasının yattığı görülemedi. Vahyin inşaa ettiği öncü simalar döneminde denetim ve eleştiri hatta muhalefet, kısmende olsa kendini göstermesine rağmen daha sonra önce kılıçla sonra da “hilafet teorisi” ile ortadan kaldırıldı. Yönetim eleştirilemez, itaatten yüz çevrilemez hale getirilerek layüselleştirildi. Allah dinde/kullukta zorlama yoktur buyururken, “halifelere“ zorla ya da zerle beyat, halka dayatılmış aksi durumda zindanla hatta Kerbela’da Peygamber Evladına yapıldığı gibi ölüm ya da beyat tercihinden birine zorlanmıştır. Yöneticilerin, yönetimi; halkın seçimi ile değilde “ele geçirme” yolu ile edinmesi ve bunu Allah’ın iradesine bağlamaları, yönetimin daha başlangıçta despotizme mahkum etmiştir. Zira Elçiler hariç kimse Allah’tan vahiy almadığına göre, yönetimin halk tarafından seçilmesi ve belirlenmesi, denetlenmesi ve azledilmesi olmadan her yönetimin istibdat potansiyeli taşıdığı ve istisnalar dışında öylede olduğu bilinmektedir. Bu denetiminde yolu kapanırsa denetimsiz bir yönetim güç ve kudret vehmi ile firavunlaşacaktır. Bu bozulma ve fitne potansiyeli hep göz ardı edilmiş gerekli tedbirler ve düzenlemeler yapılmamıştır. Siyasi gelişmeler Resulullah’tan sonraki ilk iki Halife dönemi hariç önderlik tarafından, halkın itaati, yönetimin denetlenmezliği ve sorgulanmazlığı, temelinde cereyan etti. Sünni anlayış tam bir itaat kültürüne doğru evrilirken, Şia muhalefet kültürünü yeğledi. Her iki yönelişin kendi referanslarını ‘mevzuu hadis’ fabrikasıyla ürettiği bilinmeyen bir konu değildir. Gerek Şia ve gerekse Sünni kaynaklardaki, özellikle de yönetim ve siyaset konusundaki onca mevzu rivayet bu maksatla üretildiği anlaşılmaktadır.
Rasulullah’ın buyurduğu;”Siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz!” sözü Siyaset ve yönetimin şekil, usul ve esaslarını ümmetin içtihatına bıraktığına bir işarettir ve akılla ve siyaset bilimiyle de uyum içindedir. Hadislerde ve Kur’an’da yönetimle ilgili olarak bir toplumu ‘a’dan ‘z’ ye yönetecek komple bir yönetim sistemi oluşturacak detaylar bulunmaması ve aksine bu konuda büyük bir boşluk olduğunu unutmamak gerekir. Rasulullah’ın Yemen’de daha mü’min bile olmamış eski Vali Bâzan’ı yerinde bırakması nasıl izah edilebilir. Böyle olması yani yönetimle ilgili olarak sadece ilkelerin vazedilmiş olması; Allah’ın Nas’a verdiği değeri göstermesi bakımından önemlidir. Yönetim şeklinin Nas’a yani halka bırakılması, Kur’an ve Sünnet (ki Sünnetin model değil de örnek olması dikkate alındığında) ile belirlenmeyen yönetim şekli ve esasları; zamana, tecrübe ye,şartlara,imkanlara göre içtihatla belirlenmesinin maslahata ve hayatın gerçeklerine daha uygun olduğu anlamına gelmektedir.Ki bu boşluk “Sünni Hilafer Teorisiyle” ve Şia’da da imamet ve velayeti fakih çerçevesinde akli,ictihadi,zanni verilerle doldurulmuştur.
Rasulullah’ın ömür boyu yönetici olması, Risaletin bir gereğidir. Lakin Halifenin görev süresine bir sınır getirilmemiş olması Resulullahın örnek değilde “model” alınmasına bir başka örnektir. Kur’an’da ve Nebevi Sünnet’te bununla ilgili bir nasta yoktur. Görev sürelerinin belirlenmemiş olması siyasi ve askeri zorunluluklar nedeniyle izah edilebilinir. Ancak bunun mahzurları büyük ve ciddidir. Belirli bir süreliğine Hilafet makamına getirilme usulü bulunup benimsenebilseydi,belkide tarihin seyri değişecekti. Helede Halifenin icraatlarını yargı denetimine sokacak bir mekanizma ihdas edilecek olsaydı; o yaşanan olumsuzlukların hiçbiri olmazdı. Hatırlanacak olursa, Halife Osman dönemi, Halifenin görev süresinin belirlenmemesinin ne denli olumsuzluklara neden olduğunu göstermesi bakımından ibret verici olaylarla doludur. Yaşlanmış bir Halifenin etrafındakiler tarafından istismara açık olduğu/Olacağı/olabileceği hiç düşünülmemiş,gerekli yasal ve kurumsal tedbir alınmamıştır.

Halife Osman’ın dediği gibi, beytül malın harcanması ve devlet görevlilerinin halkla ilişkileri, halkın istek ve arzuları, şikâyetleri dikkate alınacaksa; Halife ne işe yarardı!? Gerçekten böylemidir? Halife yani mü’minlerin emiri, mü’minlere arzuları doğrultusundamı hükmeder? Onların istek, arzu ve şikâyetlerine uyup uymamada muhayyermidir?21 Eğer böyleyse İslam dışı bir yönetimden farkı nedir? Öyle anlaşılıyor ki, Resulullah’tan sonraki olaylar ve gelişmeler; siyaset, yöneten ve yönetilen ilişkileri; bir imtihan vesilesi olarak ihtiyaçlara binaen insanların ortak aklına bırakılmış olmasından ve ortak aklın gerekli tedbirleri ve düzenlemeleri tam olarak alamamasından kaynaklanmıştır.
Bu güne gelindiğinde Ümmetin yönetimi ümmete ait bir konudur. Ümmet kendine ait olanı kendi içinde çıkan siyasi kadrolar içinden seçimle belirler. Halife,Velayeti Fakih,sultan,padişah v.b tek adam yönetimleri adalet,meşveret gibi İslamın önemli esaslarını karşılamaktan uzaktır. Ümmetin egemenlik hakkının icra edildiği Meclis, anayasa çerçevesinde halk adına yasama (Teşri) ve yürütme görevini ifa edecektir. Meclisin güven oyu alan Hükümet tüm icraatları meslis denetimine ve yargı denetimine tabi olarak görev yapacaktır. Hükümetin faaliyetleri kamuoyu tarafından da takip edilecek, anayasal güvenceye kavuşturulmuş basın yayın özgürlüğü sayesinde olup bitenler konusunda halk bilgi sahibi olacaktır. Dört yada beş yıl sonrada Meclis ve İktidar halkın önüne çıkacak halk beş yıllık icraatları değerlendirerek Meclise ve hükümete “devam” diyecek yada tamamen yada kısmen yenileyecek güvendiği başka kadrolara iktidar görevi verecektir. Sistemin bu minval üzere çalışması ve bu şeklin üstünlüğü; siyaset bilimi,tecrübe ve akıl açısından tartışılmazdır. Böyle bir yönetim modeline İslamın bakışı ancak olumlu olacaktır. Zira İslamın yönetim konusunda getirdiği ilkelerin tamamı bu yönetim şeklinde karşılanmıştır.


2 Ahmet Kalkan; Kavram Tefsiri.
3 Bkz. Kur’an-ı Kerim Bkz. 4/58,135; 5/8,42; 16/90; 38/26; 42/15

4 Bkz. 4/58
5 Bkz. 16/90
6 Bkz.42/15
7 Bkz. 5/42
8 Bkz. 5/42;4/135;42/38
9 Bkz.17/33
10 Bkz. 17/34,35
11 Bkz. 11/113; 42/39,40
12 Bkz.4/29
13 Bkz. 5/8-42 ve 42/15
14 Bkz. 2 Bakara 177
15 5/105
16 Sekaley Hadisi muteber şia ve sünni kaynaklarında mütevatir/sahih rivayet olarak geçer.”…Kur’an ve Sünnetimi en iyi bilen ıtretim!”
17 İcmaı Ümmetin ; Dinin kaynaklarından sayılması, tarihi ve zanni olanın naslaştırılmasıdır ki tüm tevhidi dinlerin asli mecrasından sapmasının başında gelen sebeblerden biridir.
18 Taberi;Tarihur-Rusulu ve’l – Muluk,2.cilt 488. sayfa.
19 Günümüz Şiasında ki Velayeti Fakihe, vahiy ve nebevi sünnette hiçbir işareti olmayan anlam yüklemelerinin, muhalefeti,eleştiriyi ortadan kaldırdığı, yönetime kulluğu beslediği ortadadır. Zamanın İmamı (!) ile görüşen,onunla iştişare eden bir Rehber’in hangi sözüne,hangi icraatına,hangi tavsiyesine ‘hayır’ denebilir? İrandaki sorunun kaynağı burada yatmaktadır. Osman’ın yaşlılığı döneminde başlayan süreç; sünni,şii ayırdetmeden yönetim/devlet olgusunu kutsallaştırmış, dokunulmazlık ve eleştirilmezlik zırhına sokmuş, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi konumuna getirilerek layüselleştirilmiştir.
20 “Unutmayın ki, hepiniz birer çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz: İnsanların başındaki idareci bir çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur. Erkek, ev halkının çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evi ve çocuklarının çobanıdır ve onlardan sorumludur. Köle, efendisinin malının çobanı olup o da onlardan sorumludur. Unutmayın, hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.” Buhârî, “Cum’a”, hadis no: 844; Müslim, “İmâre”, hadis no: 3408.,

21 Bilindiği gibi Halife Osman’la başkaldıranlar arasında şöyle bir diyalog geçmiştir: “Hangi hakkınız çiğnenmiştir? Allah’a yemin olsun ki, kendisi hak­kında ihtilafa düşmediğiniz selefinin (Hz.Ömer) seviyesi­ne ulaşma konusunda kusur etmedim. Mal artacağı kadar arttı, bu artan konusunda istediğimi yapma hakkına sahip değilsem, niçin halife oldum?” İsyancılar, onu ablukaya aldıklarında ona şöyle de­diler: “Fasık görevlilerini başımızdan uzaklaştır! Canımız ve malı­mız konusunda güveneceğimiz kimseleri tayin et! Ve haklarımızı bize geri ver!” Hz. Osman şöyle cevap verdi: “İstediklerinizi ta­yin edip istemediklerinizi görevden alacaksam ya ben kimim? O zaman her şey sizin elinizde demektir! “Allah’a yemin olsun ki, ya dediğimizi yapar, fasıkları görev­den alırsın ya da seni öldürürüz. Gerisini sen düşün.” Osman da, “Allah’ın bana giydirdiği bu gömleği asla çıkarmam”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası