ASYA-PASİFİK YÜZYILI

Asya-Pasifik, Dünyanın Yönlendiricisi Haline Geliyor

Dünyanın geleceğine Afganistan’da veya Irak’ta değil, bizzat Asya’da karar verilecek. Amerikan devletinin önümüzdeki on yıl için üstlendiği en önemli görevlerden biri de, Asya-Pasifik bölgesinde diplomatik, ekonomik, stratejik yatırımlarını önemli ölçüde artırmaya odaklanmak olacaktır. Bugün hızla değişen bölgenin karşılaştığı sorunlar ABD’nin coğrafi olarak daha iyi dağıtılmış, operasyonel olarak dirençli ve siyasi olarak sürdürülebilir bir güçlülük halini devam ettirmesini gerektirir. Amerika’nın geçmişte olduğu gibi bu yüzyılda da küresel liderliğininin sorgulanması anlamsız...

Hillary Clinton - ABD Dışişleri Bakanı
Tarım EmperyalizmiIrak’taki savaşın dozu giderek düşerken ve Amerika, Afganistan’daki askerlerini geri çekmeye başlamışken, ABD tarihi bir dönemeçte bulunuyor. Son 10 yıldır bu iki alana devasa kaynaklar ayırdık. Ancak önümüzdeki 10 yıl boyunca, zaman ve enerjimizi nereye yatıracağımız konusunda daha zekice ve sistematik davranmalıyız; çünkü ancak böylelikle liderliğimizi kalıcı kılmak, çıkarlarımızı güvence altına almak ve değerlerimizi ileri bir aşamaya taşımak üzere kendimizi çok daha avantajlı bir durumda buluruz. Amerikan devletinin önümüzdeki on yıl için üstlendiği en önemli görevlerden biri de, dolayısıyla, Asya-Pasifik bölgesinde diplomatik, ekonomik, stratejik ve diğer yatırımlarını önemli ölçüde artırmaya odaklanmak olacaktır.

Asya-Pasifik bölgesi, küresel politikanın önemli bir yönlendiricisi haline geliyor. Hindistan alt-kıtasından Amerika’nın batı kıyılarına dek uzanan söz konusu bölge, iki okyanusu kapsıyor: Pasifik ve Hint Okyanusu. Ve söz konusu okyanuslar, denizcilik ve strateji bağlamında birbirlerine giderek daha fazla bağlanıyorlar. Asya-Pasifik bölgesi, dünya nüfusunun neredeyse yarısını elinde bulundurmaktan gurur duyuyor. Bölge, küresel ekonominin kilit motorlarından çoğunun yanı sıra, en fazla seragazı salınımında bulunan ülkeleri içeriyor. Bu bölge, birçok kilit müttefikimize ve Çin, Hindistan, Endonezya gibi önemli yükselen ülkelere de ev sahipliği yapıyor.


Bölgenin istikrar ve refah yaratmak üzere çok daha olgun bir güvenlik ve ekonomi mimarisi inşa ettiği bir dönemde, Amerika’nın üstlendiği taahhüt oldukça önemli. Böylelikle, Amerika, söz konusu mimarinin inşasına yardım edecek ve tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurmayı üstlendiği kalıcı ve kapsamlı transatlantik kurumlar ve ilişkiler ağının sonraki dönemde çok önemli sonuçlar doğurması gibi, bu yüzyıl da sürecek olan liderliği açısından önemli katkılarda bulunacak ve bunu yapmayı sürdürecek. ABD’nin bir Pasifik gücü olarak benzeri yatırımlar yapma vakti geldi. Zaten bu hedef, Başkan Barack Obama’nın yönetiminin ilk dönemlerinden beri benimsediği stratejik bir yönelim idi ve bu yönelimin meyveleri daha şimdiden toplanıyor.

Irak ve Afganistan halen bir geçiş dönemi yaşarken ve ciddi ekonomik sorunlar içindeyken, Amerikan siyaset sahnesinde bizi ülkemize geri dönmeye davet edenler var. Ülke içindeki önceliklere ağırlık vermek üzere dışarıda üstlendiğimiz taahhütlerin önemini azaltmaya çabalıyorlar. Bu tür tepkiler anlaşılır; ancak insanı yanıltıyor. Artık dünyanın her bir yanına ulaşmaya gücümüzün yetmediğini söyleyenler, yüzlerini geleceğe değil geçmişe yöneltmiş bulunuyorlar –keza, aslında dünyanın her bir yanına “ulaşmamanın” sorumluluğunu alamayız. Amerikan iş çevresine yeni piyasalar açmaktan, nükleer silahlanmanın durdurulmasına, deniz hatlarını ticaret ve seyrüsefere açık tutmaya dek bizim ülke-dışında üstlendiğimiz çalışmalar, ülke içindeki refah ve güvenliğimizin de anahtarıdır. Altmış yıldan uzun süredir, ABD, “ülkeye geri dön” tarzı bu tartış maların çekimine kapılmamış, bu argümanların sıfır toplamlı mantığına direnmiştir. Ve böyle davranmayı da sürdürmeliyiz.

İnsanlar, sınırlarımızın ötesinde Amerika’nın niyetleri –yani, müdahil olarak kalma ve öncülük etme irademiz- konusunda da endişe içindeler. Asya’da gerçekten kalıp kalmayacağımız, yoksa başka bölgelerdeki olaylara mı dikkatimizi yoğunlaştıracağımızı merak ediyorlar; ayrıca inandırıcı ekonomik ve stratejik taahhütler üstlenip üstlenemeyeceğimiz ve bu taahhütleri kalıcı kılıp kılamayacağımız, eyleme dönüştürüp dönüştüremeyeceğimiz de ayrı bir merak konusu. Tüm bunların yanıtı ise: Evet yapabiliriz ve yapacağız. Asya’nın büyümesini ve dinamizmini kontrol altında tutmak, Amerika’nın ekonomik ve stratejik çıkarları için merkezi önem arz ederken, Başkan Obama açısından da kilit bir öncelik olmayı sürdürüyor.

Asya’daki açık piyasalar, Amerika’ya, yatırım, ticaret ve ileri teknolojiye erişim açısından eşi benzeri görülmemiş fırsatlar sağlıyor. Ülke içindeki ekonominin düzeltilmesi, Amerikan firmalarının Asya’daki geniş ve büyüyen tüketici temelini kullanma yeteneğine ve ihracata bağlı bulunuyor. Stratejik açıdan bakıldığında, Asya-Pasifik bölgesinde barış ve güvenliğin kalıcı kılınması, küresel ilerleme açısından da –Güney Çin Denizi’nde seyrüsefer özgürlüğünün savunulmasıyla, K. Kore’de nükleer silahların yaygınlaşmasını önleyerek veya bölgenin kilit oyuncularının askeri faaliyetlerinde saydamlık sağlayarak- giderek artan bir önem arz ediyor.

Tıpkı Asya’nın Amerika’nın geleceği açısından kritik önem arz etmesi gibi, sorumluluk yüklenen bir Amerika da, Asya’nın geleceği açısından asli öneme sahiptir. Bölge, bizim liderliğimizi ve ticari faaliyetlerimizi sabırsızlıkla bekliyor –hatta modern tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sabırsızlıkla. Bölgede güçlü ittifaklar ağına sahip olup, topraksal bir hedefi olmayan ve ortak iyilik sağlamak üzere sicili kuvvetli olan tek güç biziz. Müttefiklerimizle birlikte, bölgenin güvenliğini on yıllardır güvence altına alıyoruz; Asya’nın deniz hatlarında devriye geziyor, istikrarını koruyoruz. Bunun karşılığında ise, bölgenin büyümesi için gereken koşulları yaratıyoruz. Bölgedeki milyarlarca insanın küresel ekonomiye eklemlenmesine yardımcı olduk ve bunu ekonomik üretkenliği teşvik ederek, sosyal güçlenmeyi ve insanlar arası bağları artırmayı sağlayarak gerçekleştiriyoruz. Bölge açısından önemli bir ticaret ve yatırım ortağıyız; Pasifik’in her iki yakasında işçiler ve işadamlarının yararına olacak inovasyonlar için kaynak teşkil ediyoruz. Her yıl 350.000 kadar Asyalı öğrenciye ev sahipliği yapıyoruz. Serbest piyasaların şampiyonu, evrensel insan haklarının savunucusuyuz.

Başkan Obama, Pasifik’te yeri doldurulamaz rolümüzün hükümet düzeyinde tam olarak sahiplenilmesi amacıyla, çok-boyutlu ve kalıcı çabalara öncülük yapıyor. Bu çabaların çoğu, gazete manşetlerinden duyurulmadı; çünkü uzun dönemli yatırımlar, ivedi krizlerden daha az ilgi çekicidir ve dünyanın diğer bölgelerinde de aynı zamanda önemli gelişmeler yaşanıyor.

Dışişleri Bakanı olarak, bu geleneği kırdım ve Asya’ya ilk resmi denizaşırı seyahatimi gerçekleştirdim. Bu zamana dek gerçekleştirdiğim yedi ziyarette, bölgede vuku bulan hızlı dönüşümleri ilk elden görme ayrıcalığı edinmiş; Asya-Pasifik’in geleceğiyle Amerika’nın geleceğinin ne denli iç içe olduğuna tanık olmuştum. Bu bölgeye doğru stratejik bir yönelim ise, Amerika’nın küresel liderliğini güvence altına alıp kalıcı kılma yolunda dünya çapındaki çabayla mantıksal bir uyum içinde. Bu yönelimin başarısı, Asya-Pasifik bölgesinin ulusal çıkarlarımız açısından ne denli önemli olduğu konusunda iki parti arasında bir uzlaşı sağlamayı ve bu uzlaşıyı ileri noktalara götürmeyi gerektiriyor. Ayrıca, yaptığımız tercihlerin küresel etkilerini izah eden tutarlı ve bölgesel bir stratejiyi de zekice uygulamaya geçirmeliyiz.

Peki, bu bölgesel strateji neye benziyor? Konuya yeni başlayanlar için, “ileri konuşlandırılmış” diplomasi olarak adlandırdığım diplomasiye yönelik kalıcı bir taahhütte bulunmayı gerektiriyor. Yani, diplomatik varlıklarımızın tümünü, Asya-Pasifik bölgesindeki her ülkeye ve her noktaya aktarmayı sürdürmeliyiz –üst düzey yetkililerimiz, kalkınma uzmanlarımız, bakanlıklar-arası heyetlerimiz ve daimi varlıklarımız da buna dahil. Stratejimiz, Asya’da gerçekleşen hızlı ve çarpıcı değişimleri açıklayabilmeli ve bu değişimlere adapte olabilmeli. Bunu göz önünde bulundurursak, çabamız altı temel eylem çizgisi boyunca ilerleyecek:

- İkili güvenlik ittifaklarının güçlendirilmesi;
- Çin de dahil olmak üzere yükselen güçlerle temel ilişkilerimizin derinleştirilmesi;
- Bölgesel çok-taraflı kurumlarla temas kurulması;
- Ticaret ve yatırımın artırılması;
- Geniş temelli askeri bir varlık kurulması; ve
- Demokrasi ve insan haklarının ilerletilmesi.

Kendine özgü coğrafyamız gereği, Amerika hem bir Atlantik, hem de bir Pasifik gücü. Avrupa’daki ortaklarımızdan ve onların bize sağladıklarından gurur duyuyoruz. Şu anda önümüzde duran mesele ise, Amerika’nın çıkarları ve değerleriyle mümkün olduğunca tutarlı ve kalıcı olması kaydıyla, Pasifik’te bir ortaklıklar ve kurumlar ağı inşa etmek. Tıpkı, Atlantik’te kurduğumuz ağın bir benzerini kastediyorum. Böylelikle, bu bölgelerdeki çabalarımız için bir mihenk taşı sağlamış olacağız. Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipinler ve Tayland’da antlaşma temelli ittifaklarımız, Asya-Pasifik’e stratejik yönelimimiz açısından bir dayanak noktası teşkil ediyor. Söz konusu ittifaklar, bu bölgelerdeki barışı ve güvenliği yarım yüzyıldan uzun süredir sağlamaktalar ve bölgenin çarpıcı bir ekonomik yükseliş sağlaması için gereken ortamı şekillendiriyorlar. Bölgedeki varlığımızı güçlendirip, değişen güvenlik sorunlarının olduğu bir dönemde bölgede liderlik sergilememizi mümkün kılıyorlar.

Bu ittifaklar ne kadar başarılı olsalar da, sadece onları kalıcı kılmakla yetinemeyiz –değişen dünya karşısında onları da güncellememiz gerekiyor. Bu yönde bir çabayı sarf ederken, Obama yönetiminin önünde üç temel ilke bulunuyor:

1. İttifaklarımızın temel hedeflerine dair siyasi uzlaşıyı sürdürmemiz gerekiyor.

2. Yeni sorunlara yanıt vermeleri ve yeni fırsatları değerlendirmeleri için, ittifaklarımızın uyumlu ve atik olmaları gerekiyor.

3. Savunma yeteneklerimizin ve ittifaklarımızın iletişim altyapısının, birçok devlet ve devlet-dışı aktörden kaynaklanan provokasyonları önleyecek türden operasyonel ve materyal yetenekte olmasını güvence altına almalıyız.

Bölgede barış ve istikrar açısından bir köşe taşı olan Japonya ile ittifak, Obama yönetiminin bu ilkeleri ne denli hayata geçirdiğinin bir göstergesi. Seyrüsefer özgürlüğünden açık piyasalara ve adil rekabete dek net bir yol haritası eşliğinde istikrarlı bir bölgesel düzen kurmaya dair ortak bir vizyon paylaşıyoruz. Yeni bir anlaşmaya da onay verdik ve bu anlaşma kapsamında, Japon hükümetinden 5 milyar doların üzerinde bir katkı söz konusu. Bu katkının amacı ise, Japonya’daki Amerikan güçlerinin varlığının sürdürülmesi, bir yandan da bölgesel güvenliği tehdit eden sorunlara hızlı yanıt vermek ve bu sorunların yaşanmasını önlemek amacıyla ortak istihbarat, denetim ve keşif faaliyetlerinin yaygınlaştırılması ve siber tehditleri önleyecek istihbaratın paylaştırılması. Bir neticeye bağladığımız Açık Semalar Anlaşması ise, iş dünyasına ve insanlar arası bağlantılara erişimi güçlendirmeyi hedeflerken, Asya-Pasifik’te stratejik bir diyalogu da başlatmış bulunuyor. Bu anlaşmanın hazırlığı sırasında, Afganistan’a en fazla yardımda bulunan iki ülke olarak işbirliği içinde çalıştık.

Benzer şekilde, Güney Kore ile olan ittifakımız da giderek daha da güçleniyor ve operasyonel açıdan daha entegre bir hal alıyor. Ayrıca, Kuzey Kore’deki provokasyonları caydırmak ve yanıt vermek amacıyla birleşik yeteneklerimizi geliştirmeyi de sürdürüyoruz. Savaş zamanında operasyonel kontrolün başarılı bir şekilde el değiştirmesi ve Kore-Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın meclisten kolaylıkla geçmesi için bir plan üzerinde anlaştık. Ayrıca, ittifakımız, G-20’de ve Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde birlikte yaptığımız çalışmalar yoluyla küresel bir nitelik kazanıyor. Bunda, Haiti ve Afganistan’daki ortak çabalarımızın da rolü büyük.

Ayrıca, Avustralya ile olan ittifakımızı da Pasifik ortaklığından Hint-Pasifik ortaklığına, yani daha küresel bir ortaklığa doğru genişletmekteyiz. Siber güvenlikten Afganistan’a, Arap Uyanışı’na, Asya-Pasifik’teki bölgesel mimarinin güçlendirilmesine dek, Avustralya’nın üstlendiği taahhütler ve yol göstericiliği oldukça gerekliydi. Ve Güneydoğu Asya’da, Filipinler ve Tayland’la olan ittifaklarımızı yenileyip güçlendiriyoruz. Örneğin, Filipinler’e giden gemi sayısını artırıyoruz ve Mindanao’daki Ortak Özel Operasyonlar Görev Gücümüz aracılığıyla Filipinlerdeki terörle mücadele güçlerinin başarılı bir şekilde eğitimi için çalışıyoruz. Asya’daki en eski antlaşmayı imzaladığımız ortağımız olan Tayland’da ise, bölge çapında insancıl yardım ve afet sonrası kurtarma çabalarına yönelik bir merkez kurmak için uğraş veriyoruz. İttifaklarımızı yeni talepler doğrultusunda güncelledikçe, ortak sorunları çözmemize yardımcı olması için yeni ortaklıklar da kuruyoruz. Çin’e, Hindistan’a, Endonezya’ya, Singapur’a, Yeni Zelanda’ya, Malezya’ya, Moğolistan’a, Vietnam’da, Bruney’e ve Pasifik ada ülkelerine dek erişmemiz, bölgede Amerika’nın stratejisi ve taahhütlerine dair daha kapsamlı bir yaklaşım edinmek için geniş çaplı bir çabanın birer parçası. Bu yükselen güçlerden, kurallar-temelli bir bölgesel ve küresel düzeni şekillendirmede ve bu düzene katılmada yanımızda yer almalarını talep ediyoruz.

Yükselen ortaklar arasında önde gelenlerden biri de, elbette, Çin. Ondan önceki birçok diğer ülke gibi, Çin de, Amerika’nın inşasına yardım ettiği ve kalıcılığını sağlamak için birlikte çalıştığı açık ve kural-temelli bir sistemin parçası olarak belli bir refah düzeyine erişmiş bulunuyor. Çin, bugün, ABD açısından yepyeni bir ikili ilişki sistemini temsil ediyor. Bu, şu ana dek görülmüş en sorunlu ve azametli ilişki biçimlerinden biri. Dolayısıyla, dinamik, dikkatli ve tutarlı bir idareyi gerektiriyor. Çin’e yönelik yaklaşımımızın gerçekleri temel alması, sonuçlara odaklanması ve gerek ilkelerimiz gerekse çıkarlarımız açısından doğruluk payına sahip olması önemli.

Pasifik’in her iki yakasında bir takım korkular ve yanlış algıların mevcut olduğunu hepimiz biliyoruz. Ülkemizde kimileri Çin’in ilerleyişini ABD açısından bir tehdit olarak görürken, Çin’de kimi çevreler ise Amerika’nın Çin’in büyümesini engellemeye çalıştığını iddia ediyor. Biz her iki görüşü de reddediyoruz. Gerçek şu ki, güçlenen bir Amerika, Çin açısından iyi olduğu kadar, güçlenen bir Çin de Amerika açısından olumlu bir gelişme olarak addediliyor. Çatışmadansa işbirliğine yönelmek, her iki taraf açısından daha kazançlı görünüyor. Ancak, sadece niyet temelinde bir ilişki inşa edemezsiniz. Pozitif kelimeleri etkin bir işbirliğine tutarlı bir şekilde tercüme etmek ve öncelikle küresel düzlemde karşılıklı sorumluluklarımızı ve yükümlülüklerimizi yerine getirmek, her iki tarafın iradesine bağlı. Tüm bunlar, ilişkimizin önümüzdeki yıllarda potansiyelini ortaya koyup koyamayacağını belirleyecek. Ayrıca, farklılıklarımız konusunda da dürüst olmalıyız. Bu farklılıkları kararlı bir şekilde ele alacağız, keza birlikte yapmamız gereken ivedi çalışmaların peşini bırakmıyoruz.

Son iki buçuk yıldır önceliklerimden biri de, ortak çıkar alanlarını tespit edip, bunları yaygınlaştırmak, Çin ile karşılıklı bir güven ilişkisi tesis etmek ve küresel sorunların çözümünde Çin’in de aktif bir çaba sergilemesini teşvik etmek yönünde oldu. İşte tam da bu yüzden Hazine Müsteşarı Timothy Geithner ile birlikte, Stratejik ve Ekonomik Diyalogu başlattık. Böylelikle, hükümetler arasında bu zamana dek tesis edilmiş en yoğun ve kapsamlı görüşmeler için zemin hazırlandı; her iki taraftan da onlarca bakanlık bir araya getirilerek, ikili ilişkilerde en ivedi sorunlar (güvenlikten enerjiye, insan haklarına dek) görüşüldü.

Ayrıca, saydamlığı artırmak ve ordularımız arasındaki yanlış algıların riskini azaltmak için de çalışıyoruz. ABD ve uluslararası camia, Çin’in ordusunu modernize etme ve büyütme yönündeki çabalarını izledi; Çin’in bu çabalarına daha fazla açıklık getirmeye çalıştık. Her iki tarafın orduları arasında daha saydam, kalıcı ve kapsamlı bir ilişki tesis edilmesinden her iki taraf da yarar sağlayacak. Dolayısıyla, Pekin’in bizimle kalıcı bir askeri diyalog içine girmesinin yollarını araştırdık. Ayrıca, Stratejik Güvenlik Diyalogu’nu da güçlendirmek için birlikte çalışmamız gerekiyor; keza söz konusu diyalog, deniz güvenliği ve siber güvenlik gibi “hassas” konularda askeri ve sivil liderleri bir araya getiriyor. Aramızda güven tesis ettikçe, Çin ile kritik bölgesel ve küresel güvenlik meselelerini ele almak üzere daha fazla işbirliği kurmak istiyoruz. İşte bu yüzden de Çinli meslektaşlarımla, Devlet Müsteşarı Dai Bingguo ve Dışişleri Bakanı Yang Jiechi’yle –genellikle gayriresmi toplantılar çerçevesinde- son dönemde çok daha sık görüşmeye başladım. Bu görüşmelerde, Kuzey Kore, Afganistan, Pakistan, İran gibi önemli sorunları tartışmaya açarken, Güney Çin Denizi’ndeki gelişmeleri de mercek altına alıyoruz.

Ekonomik cephede ise, Amerika ve Çin’in, gelecekte güçlü, kalıcı ve dengeli bir küresel büyüme sağlanması için birlikte çalışması gerekiyor. Küresel mali krizin ardından, ABD ve Çin, G-20 çerçevesinde etkin bir çaba içine girdi; amaçları küresel ekonomiyi eski düzeyine geri getirmek idi. İşte bu tür bir işbirliğini inşa etmeliyiz. Amerikan firmaları, Çin’in büyüyen piyasalarına ihracat yapmak üzere kendilerine hakkaniyetli fırsatlar sunulmasını istiyorlar. Söz konusu ihracatlar, ABD’de önemli bir istihdam kaynağı olabilir; ayrıca 50 milyar dolarlık bir Amerikan sermayesinin Çin’e yatırılacağına dair verilen güvence, küresel rekabet gücünü de destekleyecek şekilde, yeni piyasa ve yatırım fırsatları için güçlü bir temel teşkil edecektir.

Aynı zamanda, Çinli şirketler de, ABD’den çok daha ileri teknoloji ürün satın alabilmek, buraya çok daha fazla yatırım yapmak ve piyasa ekonomilerinin faydalandığına benzer koşullarda piyasaya erişim imkanları edinmek istiyorlar. Bu hedefler doğrultusunda birlikte çalışabiliriz; ancak öncelikle Çin’in reform doğrultusunda önemli adımlar atması gerekiyor. ABD ve diğer yabancı şirketlere veya bu şirketlerin yenilikçi teknolojilerine karşı uyguladığı adaletsiz ayrımcılığı sona erdirmesi, ülkedeki kendi şirketlerine yönelik kayırmacı uygulamalarını kaldırması ve yabancı entelektüel mülkiyetin cesaretini kıran tedbirleri sonlandırması için Çin ile çalışıyoruz. Ayrıca, Çin’in dolar ve diğer büyük ticaret ortaklarının para birimi karşısında kendi parasına daha hızlı bir şekilde değer kazandırması için gereken adımları atmasını bekliyoruz. Bu tür reformlar, sadece her iki ülkenin yararına olmakla kalmayacak (çünkü Çin’in ülke-içi büyüme çağrısında bulunan beş yıllık planında yer alan hedefleri de desteklemiş olacak), küresel ekonomik denge, öngörülebilirlik ve refaha da katkı sağlayacak.

Elbette, insan hakları konusundaki ciddi endişelerimizi her fırsatta dile getiriyoruz. Avukatların, yazarların, sanatçıların ve tutuklu diğer kişilerin durumunu görünce, Amerika, insan haklarıyla ilgili endişelerini daha yüksek bir sesle ifade ediyor. Çinli meslektaşlarımıza şunu özellikle vurguluyoruz: Uluslararası hukuka derin bir saygı gösterilmesi ve çok daha açık bir siyasi sistemin tesis edilmesi, Çin’e, daha fazla istikrar ve büyüme için temel sağlayacak ve Çin’in ortaklarının güvenini artıracak. Keza bu ortaklar olmadığında, Çin, kendi kalkınmasının önüne gereksiz sınırlar koyuyor.

Gelişen Amerika-Çin ilişkileri için bir yol haritası bulunmuyor. Ancak çıtamız o denli yüksek ki, bu yolda hiçbir hata affedilmez. Çin ile ilişkimizi, bölge çapında güvenlik ittifakları, ekonomik ağlar ve sosyal bağlantılara dair daha geniş bir çerçevede geliştirmeyi sürdüreceğiz.

Tarım EmperyalizmiYakın işbirliği içinde çalışacağımız kilit yükselen güçler arasında Hindistan ve Endonezya bulunuyor. Bu iki ülke, Asya’nın en dinamik ve önemli demokratik güçleri arasında. Obama yönetimi, her iki ülkeyle, daha kapsamlı, daha derin ve daha anlamlı ilişkiler geliştirmeyi hedefliyor. Hint Okyanusu’ndan, Malakka Körfezi üzerinden Pasifik’e dek bu deniz sahası, dünyanın en canlı ticaret ve enerji güzergahlarını barındırıyor. Hindistan ve Endonezya, birlikte, dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturuyorlar. Küresel ekonominin kilit oyuncuları arasında yer alan bu iki ülke, ayrıca Amerika açısından da önemli ortaklar haline geldiler. Bölgedeki barış ve güvenliğe yaptıkları katkılar, giderek asli bir önem kazanıyor. Ve önemleri, önümüzdeki yıllarda daha da artacak.

Başkan Obama, geçtiğimiz yıl Hint parlamentosu önünde yaptığı konuşmada, Hindistan ve Amerika arasındaki ilişkinin, 21.yüzyılın en belirleyici ortaklıklardan biri olacağını söylemiş, bu ilişkinin ortak değerler ve çıkarlar temelinde inşa edileceğini belirtmişti. Ancak, her iki tarafın da çözümlemesi gereken bazı engeller mevcut; yine de Amerika, Hindistan’ın geleceği üzerinde stratejik bir bahis koymuş bulunuyor –Hindistan’ın gelecekte dünya sahnesinde daha büyük bir rol oynaması, barış ve güvenliği güçlendirecek; Hindistan piyasalarının dünyaya açılması, daha büyük bir bölgesel ve küresel istikrara temel oluşturacak; Hindistan’ın bilim ve teknoloji alanlarındaki ilerlemesi, insanların yaşamlarını iyileştirip, mevcut bilgileri ileri bir aşamaya taşıyacak; Hindistan’ın canlı ve çoğulcu demokrasisi ise, vatandaşları için somut sonuçlar ve iyileştirmeler doğururken, diğerlerini de benzeri bir açıklık ve hoşgörü ivmesi izlemeye yöneltecek, ilham kaynağı olacak. Dolayısıyla, Obama yönetimi, ikili ilişkimizi daha da geliştirdi; Hindistan’ın Doğu’ya Yönelim (“Look East”) çabalarını (ki bu kapsamda Hindistan ve Japonya ile yeni bir üçlü diyalog da söz konusu) aktif şekilde destekledi. Ve, ekonomik açıdan daha bütünlükçü ve siyasi açıdan istikrarlı bir Güney ve Orta Asya’ya yönelik yeni bir vizyonun çerçevesini çizdi. Bu vizyonun temel taşını ise, Hindistan oluşturuyor.

Ayrıca, dünyanın üçüncü en büyük demokrasisi olan Endonezya ile yeni bir ortaklığın temellerini atıyoruz. Endonezya, dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olup, ayrıca G-20 üyesi. Endonezya’nın özel kuvvetler birimleriyle ortak eğitimlerimizi sürdürüyoruz; ayrıca sağlık, eğitim değişimleri, bilim-teknoloji ve savunma alanlarında da bir dizi anlaşma imzaladık. Bu sene, Endonezya hükümetinin daveti üzerine, Başkan Obama, Doğu Asya Zirvesi’ne Amerika’nın katılımı için ilk adımı atmış olacak. Ancak, halen aşılması gereken bir dizi engel bulunuyor: bürokratik sorunların üstesinden gelmeli, tarihsel kuşkuları def etmeli ve birbirimizin perspektifleri ve çıkarlarına dair anlayışımızda mevcut boşlukları gidermeliyiz.

Bu ikili ilişkiyi güçlendirsek bile, bir yandan çok-taraflı işbirliğinin de önemini vurguluyoruz. Çünkü şuna inanıyoruz: Asya’nın bugün karşılaştığı türden karmaşık ulus-aşırı sorunları ele alırken, kolektif eylemi harekete geçirecek türden kurumlar kurulması gerekiyor. Asya’da daha sağlam ve tutarlı bir bölgesel mimari için, mevcut kurallar ve sorumluluklar sistemini yeniden güçlendirmeliyiz. Bunun için fikri mülkiyetin korunmasından, seyrüsefer özgürlüğüne dek birçok adımı atmalıyız. Tüm bunlar, etkin bir uluslararası düzenin temelini oluşturacak. Çok-taraflı çerçeveden bakıldığında ise, sorumluluk sahibi davranışlar, meşruiyet ve saygı ile ödüllendirilirler. Barışı, istikrarı ve refahı zedeleyen kişilerin hesap verebilir hale gelmeleri için birlikte çalışmalıyız. Dolayısıyla, Amerika, bölgenin çok-taraflı kurumsal yapılanmasını (ASEAN ve APEC forumu gibi) tesis etmeye müdahil olmaya yöneldi. Bunun ardındaki düşüncesi ise, bölgesel kurumların, ikili ilişkilerimizi gölgede bırakmadığı, tam tersine tamamladığı idi. Bu kurumların gündemini belirlemede Amerika’nın aktif bir rol oynayacağına dair bölgede bir talep söz konusu. Bu kurumların etkin ve duyarlı olmaları, bizim de çıkarımıza hizmet ediyor.

İşte Başkan Obama o yüzden Kasım ayında ilk kez Doğu Asya Zirvesi’ne katılacak. Buna giden yolu hazırlamak için ise, ABD, Cakarta’da ASEAN’a yönelik yeni bir Amerikan misyonunu başlattı ve ASEAN ile Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzaladı. Daha sonuç-odaklı bir gündem geliştirmeye odaklanmamız, Güney Çin Denizi’ndeki sorunları çözme çabalarımız açısından katkıda bulundu. 2010 yılında Hanoi’de düzenlenen ASEAN Bölgesel Forumu sırasında, Amerika, Güney Çin Denizi üzerinden kontrolsüz geçişleri ve erişimleri korumak üzere bölge çapında bir çabanın temellerinin atılmasına yardımcı oldu. Bu çabanın bir diğer amacı ise, Güney Çin Denizi’nin sularında topraksal iddiaların belirlenmesinde kilit uluslararası kuralların gözetilmesini sağlamak idi. Dünya üzerinde ticaret hacminin yarısının bu sular üzerinden geçtiği göz önüne alındığında, bu oldukça önemli bir girişim. Son bir yıldır, seyrüsefer istikrarı ve özgürlüğüne yönelik temel çıkarlarımızı korumak için bazı girişimlerde bulunduk ve Güney Çin Denizi üzerinde iddialarda bulunan taraflar arasında kalıcı bir çok-taraflı diplomasi sağlamak üzere gerekli zemini hazırladık; anlaşmazlıkların barışçıl yollardan ve yerleşik uluslararası hukuk ilkeleri gözeterek çözülmesine çalıştık.

Ayrıca, ekonomik entegrasyonun ve Pasifik’teki ticaret bağlantılarının ilerletilmesine odaklanan, liderler-düzeyinde ciddi bir kurum olarak APEC’i güçlendirmek için çalışmalarda bulunduk. Geçtiğimiz sene bu grubun Asya-Pasifik’te serbest ticaret alanı kurulmasına dair zekice çağrısının ardından, Başkan Obama, bu Kasım ayında Havai’de APEC Liderleri Toplantısı’na ev sahipliği yapacak. APEC’in Asya-Pasifik’in birinci bölgesel ekonomik kuruluşu olması, serbest ticaret ve yatırımı teşvik etmek üzere gelişmiş ve yükselen ekonomileri bir araya getiren bir ekonomik gündem belirlemesi ve kapasite inşa edip, düzenleyici rejimleri güçlendirmesi için desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. APEC ve yaptığı çalışmalar, Amerika’nın ihracatının artmasına; bir yandan ABD’de yüksek nitelikli istihdam yaratılıp desteklenmesine, bir yandan da bölgedeki büyümeyi güçlendirmeye katkı sağlıyor. APEC, aynı zamanda kadınların temsil ettiği ekonomik büyüme potansiyelini ortaya çıkaracak türden kapsamlı bir gündem belirlenmesinde de anahtar bir görev üstleniyor. Bu bağlamda, ABD, herkesin küresel piyasanın katılımcı ve değerli bir üyesi olduğu “Katılım Çağı”nın (Participation Age) gelişini hızlandıracak türden iddialı adımlar atılmasında ortaklarıyla birlikte çalışmaya kararlıdır.

Bu kapsamlı çoktaraflı kurumlara yönelik üstlendiğimiz taahhüde ek olarak, bir dizi “mini-taraflı” toplantı gerçekleştirmek için de yoğun bir çaba içindeyiz. Bu toplantılar, spesifik sorunları tartışmak üzere ilgili ülkelerden oluşan küçük topluluklar şeklinde yürütülecek. Örneğin Aşağı Mekong Girişimi gibi. Öte yandan, Kamboçya, Laos, Tayland ve Vietnam’da eğitim, sağlık ve çevre programlarına yönelik destek başlattık. Pasifik Adaları Forumu’nda ise, üye ülkelerin iklim değişikliğinden, aşırı avlanmaya, seyrüsefer özgürlüğüne dek karşılaştıkları birçok sorunu çözmelerinde kendilerine yardımlarımızı sunuyoruz. Ayrıca, Moğolistan, Endonezya, Japonya, Kazakistan ve Güney Kore gibi farklı ülkelerle de yeni üç-taraflı fırsatları takip etmeye başladık. Öte yandan, Asya-Pasifik’in üç devi –Çin, Hindistan ve ABD- arasında eşgüdümün ve taahhütlerin güçlendirilmesini de hedefliyoruz. Tüm bu farklı yollardan ilerleyerek, duyarlı, esnek ve etkin bir bölgesel mimari şekillendirmeye ve bu mimariye bizzat katılmaya çabalıyoruz. Ayrıca, bu mimarinin sadece uluslararası ticaret ve istikrarı korumakla yetinmeyip, aynı zamanda değerlerimizi de ileri bir aşamaya taşımasını da sağlayacak türden daha geniş bir küresel mimariyle de bağlantılı olmasına önem veriyoruz.

APEC’in ekonomik çabalarına dair yaptığımız vurgu, Amerika’nın dış politikasının bir boyutu olarak ekonomik ustalığı artırma yönündeki daha geniş çaplı taahhüdümüzü sürdürmeyi amaçlıyor. Ekonomik ilerleme giderek güçlü diplomatik bağlara sahip olunmasına bağlı hale geliyor. Diplomatik ilerleme ise, güçlü ekonomik bağları gerektiriyor. Ve doğal olarak Amerika’nın refahını artırmaya odaklanılması, Asya-Pasifik’teki ticaret ve ekonomik açıklığa daha fazla yönelmek anlamına geliyor. Bölge, daha şimdiden, küresel üretimin yarıdan fazlasını sağlarken, küresel ticaretin de neredeyse yarısı bu bölgeden kaynaklanıyor. Başkan Obama’nın ihracatı 2015 yılı itibariyle iki katına çıkarma hedefine uymaya çalışırken, bir yandan da Asya’da daha fazla iş yapabilme fırsatlarını araştırıyoruz. Geçtiğimiz sene Amerika’nın Pasifik Okyanusu’nu çevreleyen ülkelere yaptığı ihracatlar, toplam 320 milyar doları buldu; bu da 850.000 Amerikalıya iş imkanı sağladı. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz konumu yeniden belirlemek, bize düşündüğümüzden daha fazla katkıda bulunacaktır. Asyalı muadillerimle konuştuğumda, karşıma sürekli olarak şu konu çıkıyor: Bölgenin artan ticareti ve mali etkileşimlerinde Amerika’nın sorumluluk üstlenen ve yaratıcı bir ortak olmasını halen istiyorlar. Ayrıca, ABD’deki iş camiası önderleriyle konuşmalarım doğrultusunda, ABD açısından ihracatımızı ve yatırım fırsatlarımızı Asya’nın dinamik piyasalarına doğru yaygınlaştırmamızın ne kadar önemli olduğunun da farkındayım.

Geçtiğimiz Mart ayında Washington’da, Temmuz ayında da Hong Kong’da gerçekleşen APEC toplantılarında, sağlıklı bir ekonomik rekabeti belirlediğine inandığım dört özelliği sıralamıştım: açıklık, serbestlik, saydamlık ve adalet. Asya-Pasifik’te üstlendiğimiz sorumluluklar temelinde, bu ilkelere bir şekil vermeye ve bu ilkelerin değerini tüm dünyaya göstermeye yardımcı oluyoruz.

Adil rekabete yönelik standartları yükselten, ancak bir yandan da yeni piyasalara doğru bir açılım sağlayan, yeni ve en ileri ticaret anlaşmalarını gerçekleştiriyoruz. Örneğin, Kore-ABD Serbest Ticaret Anlaşması, beş yıl içinde Amerika’nın tüketici ve endüstriyel ürün ihracatlarının %95’ine uygulanan tarifelerin kaldırılmasını öngörüyor. Ayrıca, aynı anlaşma ile, yaklaşık 70.000 Amerikalıya yeni iş imkanı yaratılacak. Sadece tarife azaltımı bile, Amerikan mallarının ihracatını 10 milyar dolardan daha fazla artırabilir ve Güney Kore ekonomisinin %6 oranında büyümesini sağlayabilir. Ayrıca, Amerikan otomobil şirketleri ve çalışanlarına da yeni bir kapı açmış olur. Dolayısıyla, Amerikalı bir makine imalatçısı da olsanız, Güney Koreli bir kimyasal ihracatçısı da olsanız, söz konusu anlaşma, sizi yeni tüketicilere erişmekten mahrum bırakan engelleri azaltıyor.

Öte yandan, Pasifik’teki ekonomileri (gelişmişler ve gelişmekte olanlar) tek bir ticaret topluluğu altında bir araya getirecek bir Trans-Pasifik Ortaklığı konusunda ilerleme kaydediyoruz. Buradaki amacımız, sadece daha fazla gelişme değil, “daha iyi gelişme” sağlamak. Ticaret anlaşmalarının; çalışanlar, çevre, fikri mülkiyet ve yenilikçiğe yönelik güçlü korumalar içermesi gerektiğine inanıyoruz. Bu anlaşmalar, aynı zamanda, bilgi teknolojisinin serbest akışını, yeşil teknolojinin yayılmasını, düzenleyici sistemimizin tutarlılığını ve tedarik zincirlerinin etkinliğini sağlamalı. Son olarak, bu alandaki ilerlememiz, halkımızın yaşam kalitesiyle ölçülecek –bir kadın veya bir erkeğin uygun şartlarda çalışabilmesi, emeğine karşılık gelen bir ücret alması, sağlıklı ve eğitimli çocuklar yetiştirmesi ve kendi ve gelecek kuşakların zenginliğini artıran fırsatları kullanmaları, bu anlamda belirleyici olacak. Trans-Pasifik Ortaklığı anlaşmasının, içerdiği yüksek standartlarla, gelecek anlaşmalar için bir eşik değer sağlayabileceğine ve daha geniş bir bölgesel etkileşim için platform işlevi görüp, büyük olasılıkla Asya-Pasifik’te bir serbest ticaret alanı oluşturulmasına katkı sağlayacağına inanıyoruz.

Ticaret ilişkilerimizde denge sağlanması, iki yönlü bir taahhüdü gerektirir. Bu, “denge” denilen şeyin doğasında vardır –tek taraflı olarak empoze edilemez. Dolayısıyla, APEC, G-20 ve ikili ilişkilerimiz yoluyla, daha açık piyasaları, daha az ihracat kısıtlamalarını, daha fazla saydamlığı ve adalete yönelik daha büyük bir taahhüdü savunuyoruz. Amerikan iş çevresi ve çalışanlarının, eşit şartlar altında faaliyet gösterdiğinden, fikri mülkiyetten yerli inovasyona dek her konuda öngörülebilir kuralların geçerli olduğundan emin olması gerekir.

Asya’nın son on yılda kaydettiği önemli ekonomik büyüme ve gelecekte sürdürülebilir büyüme sağlama potansiyeli, Amerikan ordusu tarafından uzun zamandır güvence altında tutulan güvenlik ve istikrara bağlıdır. Japonya ve Güney Kore’de 50.000’den fazla Amerikalı askeri hizmet görevlisi faaliyet gösteriyor. Bugün hızla değişen bölgenin karşılaştığı sorunlar (topraksal ve deniz anlaşmazlıklarından seyrüsefer özgürlüğüne yönelik tehditlere, doğal afetlerin artan etkisine dek), ABD’nin coğrafi olarak daha iyi dağıtılmış, operasyonel olarak dirençli ve siyasi olarak sürdürülebilir bir güçlülük halini devam ettirmesini gerektirir.

Kuzeydoğu Asya’daki geleneksel müttefiklerimizle olan askeri üs düzenlemelerimizi, çağın gereklerine uygunlaştırıyoruz; Bir yandan da Güneydoğu Asya ve Hint Okyanusu’ndaki varlığımızı güçlendiriyoruz. Örneğin, ABD, Singapur’a kıyı muharip gemileri konuşlandıracağız ve iki ülkenin ordularının birlikte eğitim alması ve birlikte faaliyet göstermesi için fırsatları artırmanın yollarını araştırıyoruz. ABD ve Avustralya, bu sene, Avustralya’da Amerika’nın daha büyük bir askeri varlık sahibi olmasının yollarını araştırmaya karar verdiler. Bu kararın amacı ise, çok daha fazla ortak eğitim ve tatbikatta bulunmak için gereken fırsatların güçlendirilmesiydi. Ayrıca, Güneydoğu Asya ve Hint Okyanusu bölgesine operasyonel erişimimizi nasıl artıracağımızın ve gerek müttefiklerimiz gerekse ortaklarımızla temaslarımızı nasıl derinleştireceğimizin de yollarını araştırıyoruz.

Hint ve Pasifik okyanusları arasındaki artan bağlantılılığı operasyonel bir konsepte dönüştürmenin nasıl mümkün olacağı ise, bölgedeki yeni değişimlere ayak uydurmak istiyorsak cevaplandırmamız gereken bir sorudur. Bu çerçeve dahilinde, bölgede çok daha kapsamlı bir şekilde dağıtılmış askeri bir varlık, asli avantajlar sağlayacaktır. ABD, insancıl misyonları desteklemek için çok daha iyi bir konumdadır. Öte yandan, çok daha fazla müttefik ve ortakla çalışmak, bölgesel barış ve istikrarı zedeleyen tehditlere veya çabalara karşı çok daha sağlam bir “siper” sağlayacak. Askeri gücümüz veya ekonomimizin boyutlarını bir kenara koyarsak, bir ulus olarak elimizde bulunan en etkili varlık, “değerlerimizin gücü”dür –yani, demokrasi ve insan haklarına verdiğimiz koşulsuz destek. Bu da, bizim en derinlerimizde bulunan ulusal karakterimizi açıklar ve Asya-Pasifik bölgesine stratejik yönelimimiz de dahil olmak üzere dış politikamızın kalbini oluşturur.

Bu konularda hem fikir olmadığımız ortaklarımızla ilişkilerimizi derinleştirdikçe, bu ortakları, yönetişimi iyileştirecek, insan haklarını koruyacak ve siyasi özgürlükleri ileri bir aşamaya taşıyacak reformları benimsemeye daha fazla yönelteceğiz. Örneğin, Vietnam’a şunu açıkça belirttik: bu ülkeyle stratejik bir ortaklık geliştirme isteğimiz, insan haklarını daha fazla koruma altına alması ve siyasi özgürlükleri ileri bir aşamaya taşıması için atacağı adımlara bağlı. Veya, Burma’yı örnek olarak alalım. Bu ülkede, insan hakları ihlallerine yönelik hesap verilebilirliği sağlamaya kararlıyız. Nay Pyi Taw’daki gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Ayrıca, Aung San Suu Kyi ile hükümet liderleri arasındaki artan etkileşimler de dikkatimizden kaçmıyor. Hükümetin, siyasi mahkumları serbest bırakması, siyasi özgürlükleri ve insan haklarını geliştirmesi ve geçmişin politikalarından ayrı bir çizgi benimsemesi gerektiğini kalın harflerle vurguladık. Kuzey Kore’ye gelince, Pyongyang’daki rejim, insan haklarını hiçe saydığını sürekli olarak gözler önüne seriyor. Bu durumun bölgeye ve ötesine yönelik oluşturduğu tehditlere karşı, sesimizi var gücümüzle duyurmaya devam edeceğiz.

Diğer ülkelere kendi sistemimizi empoze etmek değil niyetimiz; zaten bunu yapamayız. Daha ziyade, bazı değerlerin “evrensel” olduğuna inanıyoruz: Asya’da dahil olmak üzere dünya üzerindeki her ulusta yaşayan halklar, bu evrensel değerlerden yararlanmayı hak ediyor. Ayrıca bu değerler, istikrarlı, barışçıl ve müreffeh ülkelerin vazgeçilmez birer parçası. Son olarak, kendi haklarının ve hedeflerinin peşine düşmek, Asya halklarının elinde. Zaten dünyanın diğer noktalarında da insanlar aynısını yapıyorlar. Son on yıldır, dış politikamız, Soğuk Savaş sonrası barış ortamını sağlamaktan, Irak ve Afganistan’daki taahhütlerimize doğru bir geçiş yaşadı. Bu savaşların önemi artık giderek azaldığı için, artık yeni küresel gerçekliklerin eksenindeki ilerleyişimizi hızlandırmalıyız. Bu yeni gerçekliklerin, yenilikçilik, rekabet ve yeni yollara öncülük etmeyi gerektirdiğinin farkındayız. Dünyadan elini eteğini çekmek yerine, ileri doğru adım atmalı ve liderliğimizi yenilemeliyiz. Kaynak kıtlığının olduğu bir dönemde, bu kaynakları yatıracağımız yerleri akıllıca seçmeli; en fazla geri dönüş sağlayacağımız noktalara odaklanmalıyız. İşte bu yüzden de, Asya-Pasifik, bizim için 21.yüzyılın gerçek fırsatı olarak nitelendirilmeyi hak ediyor.

Elbette diğer bölgeler de önemli. Geleneksel müttefiklerimizin çoğuna ev sahipliği yapan Avrupa, halen bizim birincil dereceden ortağımız olup, yerküreyi ilgilendiren hemen hemen tüm sorunlarda Avrupa ile birlikte çalışıyoruz ve ittifak yapılarımızı güncellemek üzere yatırımlarda bulunuyoruz. Orta Doğu ve Kuzey Afrika halkları ise, daha şimdiden derin küresel sonuçlar doğuran yeni bir ivmeye yöneliyor. ABD ise, bölge dönüştükçe, aktif ve kalıcı bir ortaklığın sorumluluğunu yükleniyor. Afrika, önümüzdeki yıllarda ekonomik ve siyasi gelişimini sağlamaya dönük, henüz atıl durumda devasa bir potansiyeli elinde bulunduruyor. Batı Yarımküre’deki komşularımız ise, sadece en büyük ihracat ortaklarımız olmakla kalmıyor, aynı zamanda küresel siyasi ve ekonomik meselelerde de artan bir rol ediniyor. Bu bölgelerin her biri, Amerika’nın sorumluluk ve liderlik yüklenmesini gerektiriyor.

Ve, öncülük üstlenmeye hazırız. Şimdi, dünyanın her bir yanında sürekli bir güç sergilememizi sorgulayanlar olacaktır; bunun farkındayım. Bu konuda daha önce de bir takım tartışmalar olduğunu işittim. Vietnam Savaşı sonunda, Amerika’nın geri çekildiği fikrini ön plana süren yorumcular adeta bir “endüstri” oluşturmuşlardı. Bu konu, her birkaç yılda bir kendini yineleyen bir konudur. Ancak, Amerika, ne zaman gerileme emareleri gösterse, “yeniden icat” ve “yenilikçilik” yoluyla bunun üstesinden geldik. Daha güçlü şekilde geri dönme kapasitemiz, modern tarihte eşi benzeri olmayan bir durumdur. Bu, serbest demokrasi ve serbest girişimcilik modelimizden kaynaklanır. Bu model, insanoğlunun bu zamana kadar gördüğü en güçlü refah ve ilerleme kaynağı olmaya devam ediyor. Dünyada gittiğim yerlerde hep aynı şeyi işittim: Dünya, halen ABD’nin liderlik üstlenmesini dört gözle bekliyor. Ordumuz, halen en güçlü ordu; ekonomimiz de dünya çapındaki en geniş ekonomi olmaya devam ediyor. İşçilerimiz halen en üretken işçiler. Üniversitelerimiz dünya çapında tanınmış üniversiteler. Dolaysıyla, Amerika’nın geçmişte olduğu gibi bu yüzyılda da küresel liderliğini güvence altına alma ve sürdürme kapasitesinin bulunduğundan şüphelenilmesi gereksiz.

Önümüzdeki 60 yıl boyunca Asya-Pasifik’te üstlendiğimiz sorumluluklarda ilerledikçe, son 60 yıldır üstlendiğimiz taahhütleri şekillendiren iki-parti vasiyetini göz önünde bulunduruyoruz. Liderliğimizi ülke dışında sürdürmek ve güvence altına almak için, ülke içinde attığımız adımlara –tasarruflarımızı artırmak, mali sistemlerimizi reforme etmek, daha az ödünç almak, partizan bölünmelerin üstesinden gelmek- odaklandık. Bu tür bir dayanak noktası tesis etmek, kolay iş değil; ancak geçtiğimiz iki buçuk yıl boyunca bunun için gereken zemini hazırlamış bulunuyoruz. Ve, bunun sonucunda da, zamanımızın en önemli diplomatik çabaları arasında, bu girişimlerimizi görmeye kararlıyız.

Doğu Batı Araştırmaları Enstitüsü
Topkapı Mahallesi,Topkapı Caddesi, No:55/2 Topkapı-İSTANBUL
Tel:0212 631 01 56

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası