B İ R H A S B İ H A L
Atila MORÇOL
İstanbul;04.12.2011
Kurtuluşa Erişmek Ancak Arınmayladır!
Sahip olma, mal ve mülk
sevgisi,biriktirilen servet; Allah’a yönelmede en büyük ayak bağıdır. Saptırma,
aldatma, bozma/bozulma vesilesidir. Bu nedenle Vahiy sadaka (sadakatten gelir)
ve infak üzerinde çokça durmaktadır. Zira kalpte mal (meyl edilen) sevgisi
hüküm sürdüğü sürece biriktirme/kenz ahlak olarak devam edecek, Allah’a yönelme
ise mümkün olmayacaktır. Yapılan ibadetlerden tad alınamamasının ve namazların
kişiyi düzeltememesinin temelinde; kalpte Allah’tan alıkoyan bir gayrimeşru saltanatın
hüküm sürmesi vardır. Zira kalplerdeki saltanat ancak İslam’a aittir.Ve ancak
kalplerin saltanatına “iman” layıktır.
“Yolunu gerektiği biçimde Allah ve Kitabıyla bulmaya
çalışanlar cehennem ateşinden uzak kalacaklardır. Onlar ki, mallarını ve öz
benliklerini arındırmak için başkaları için infak ederler. Böyleleri yaptıkları
iyiliğe karşılık kimseden karşılık beklemez. Verdiğini sadece Rabbinin rızasına
ermek için verir.İşte böyleleri zamanı geldiğinde,Allah’ın vereceği nimet ve ikramlardan fazlasıyla razı olacaklardır.”(92/18-21)
Çokça meyilli oldukları
ve tutkuyla sevdikleri mallarını, Allah’a yönelmek maksadıyla arınmak ve
arındırmak için harcayanlar, hoşnutluklar içinde Allah’ın ikramlarına mazhar
olacaklardır. Allah için infak (harcamak) öncelikle kişinin kendi saadeti ve
kurtuluşu için gerekli bir salihattır. Vererek ve harcayarak arınmak demek;
Allah’a yönelmede ayak bağı olan, kalbi ve kafayı meşgul eden ticaret, servet,
mal ve mülkün olması gereken konuma oturtulmasıdır. İnfak etmek; Kalpte hayrı
değerli ve sevgili kılar. Mala olan meyli ve tutkuyu ise engeller, nötr hale
getirir. Kalpte hayr değerli hale
gelince kişi hayr biriktirmeye başlar.Hayr değerli mal ve mülk değersizleşir.
Arınma ve yönelme budur. Aksi durumda kişi cimrileşir. Cimrilik
müstağnileşmektir. Allah’a güvenin azalması hatta kalmamasıdır. Artık Allah’ın vaat ettiğine aldırış edilmez.
Biriktirdiklerinin onu ölümsüzleştireceği zannı hakim olur. Bu nedenle İnfak,
sadaka; devlet otoritesi ile zorunlu bir ibadet olarak değil, gönüllü yapılan
bir salihat olarak istenmektedir. Gönüllü verilmeyen mal, kalpteki saltanatını
devam ettirir. Vermekle ve infakla; hayr değerli olur, mal ve mülkse
değersizleşir. Yani mal ve mülk hayr için harcanan bir araca dönüşür. Cimrilik,
mala muhabbeti ve bağlılığa sebep olur, mülk kişi için araç değil amaç haline gelir. Oysa Kişide
Allah’a yönelmeye engel olan mal sevgisi ve meyli yerini hayr sevgisine bıraktığında
ve bu durum ahlak haline geldiğinde, artık o kimse arınmıştır. Allah’a
yönelmekte maddi menfaat bağlarından azade olmuştur. Özgürleşmiştir. O kişinin
Kalbi, kendi için en değerli olan hayr hazinesi ile birliktedir. Hayr için
yarışanlar kervanına katılmıştır. Kişinin kalbi değer verdiği ile beraberdir.
Bu nedenle infak ve sadaka arınma ve yönelme için en önemli husustur. Sadece
zenginler için değil, zira mal ve mülk herkes için bir ayak bağıdır. Fakirlerin
çöp biriktirdiği malumdur. Zengin olma hayalleri ile bir ömrünü tüketen insan
az değildir.
“Siz
e gelince Ey müminler! Sevdiğiniz şeylerden Allah rızası için başkaları için harcamadıkça
gerçek erdemliliğe ve hayra ulaşamazsınız. Ve her ne harcamışsanız Allah
mutlaka onu bilir.” (3/92)
Egemenlik Kime Aittir?
Egemenlik
konusu tüm zamanların en çetrefil konusunu oluşturmaktadır ve insanlık tarihi
boyunca yönetenlerle yönetilenler arasında ki sorunların odağındaki konudur.
Dinlerin insan nezdinde ki önemine binaen siyasi egemenlik dinle ve tanrıyla
ilişkilendirilmiş ve tanrısal bir nitelik atfedilmiştir. Krallar ve sultanlar
ister Doğuda ister Batıda, ister Müslim, ister se de gayrimüslim olsun
Otoritelerini/Krallıklarını/sultalarını layüselleştirme/dokunulmazlaştırma adına
kendilerini “Tanrının yeryüzündeki gölgesi” olarak tanımlamışlardır. Hatırlanacak olursa Müslümanların tarihinde sultanlara
böylesi unvanlar verildiği malumdur. Tebarani’nin naklettiği bir rivayete
göre;”Sultan, yeryüzünde Allah(c.c.)’ın gölgesidir. Ona ikram eden ikram görür,
ona ihanet eden de ihanete maruz kalır.” Denilmektedir. Hıristiyanlıkta da kralları
Kilise kutsar kilise ise tanrının yeryüzündeki temsilciliğini yapar.
Dolayısıyla Krala karşı çıkan Tanrıya karşı çıkmış olur. Bu açıdan gerek
Hıristiyan dünyasındaki Kralların dini boyutu ve konumu ile İslam Dünyasındaki
sultan/halifelerin dini boyutu ve konumu arasında büyük benzerlik dikkat
çekicidir. Sultanlara muhalefette tıpkı Batıda olduğu gibi bağilik/asilik
olarak nitelendirilmiştir ve cezası hapisten, ölüme kadar varmaktadır.
Allah
bütün kâinatın yegâne Meliki, tek Rabbi, ortaksız İlahıdır. Yani kâinatın
egemenliği bizatihi Allah’ın elindedir. Allah’ın tüm insanlara gösterdiği
tolerans, özgürlük, adalet ve tüm insanlığın hizmetine sunduğu ve
yalanlanamayacak onca nimetleri karşısında, despot meliklerin Allah’ın Halkına
yaptığı zulmü mukayese ettiğimizde dehşetengiz zulumat daha iyi anlaşılacaktır.
Bundan dolayıdır ki, Kur’an da onca Fravuni
ve Nemrudi yönetimlerle ilgili anlatımlarda; azdı, tuğyan ve istikbar
etti gibi vurgulu tanımlamalarla mahkum
edilen yönetimlerden yani egemenliklerden bahsedilmesi bundandır. Fravuni ve
Nemrudi yönetimlerin Vahiyde anlatılan mahiyetlerini analiz ettiğimizde
karşımıza despotizm olgusu çıkar. Ki en belirgin yanı insan onurunu ezen, halkı
baskı altında köleleştiren, konuşmasına ve düşünmesine sınırlama ve yasaklar getiren,
haklarını gasp eden, halkı koyun sürüsü olarak gören, ne düşündüğünü ve
düşüneceğini umursamayan, adaletsiz, dayatmacı, acımasız bir yönetim oluşudur.
Allah
halkların yönetimini, egemenliğini halklara bırakmıştır. ‘Nasılsanız öyle
yönetilirsiniz. Nefislerinizdekini değiştirmedikçe halinizi değiştirmem’
buyurmaktadır. Allah mutlak hükümdarlığına rağmen; zor ve baskı kullanmadığı,
dayatma yapmadığı halde kim, hangi yetkiyle ve hakla, Allah adına halkı baskı
altına alabilir, terbiye etmeye çalışabilir?
Dedik ya,üzerinde daha çok kafa yorulması gereken bir konudur.
Kerbela Suriyedir,Hergün Aşura!
Her gün 20-30 masum
katlediliyor Baas Baltacılarınca! Masum insanlar “artık yeter “ dedikleri için
üniforma giydirilmiş Baltacılar tarafından işkenceye tabi tutuluyor ve bunlar
video ile kayıtlara alınıyor. Bu güne kadar resmi rakamlara göre 4 bin sivil katledilmiş,on binlerce insan
tutuklanmış, kendilerinden haber alınamıyor. Söz de “Direniş hattında” olunca,
her türlü zulmü işlemek mubah oluyor bu baylara göre! Tam bir şeyh mürid ilişkisi.
Tam da Huseyn ve yaranlarının şehadetinin 1369 ncu
yıldönümünün kutlandığı şu günlerde, Yezidi Rejimlerden en başta teberri etmesi
gerekenlerin, stratejik maslahatlar gereği de olsa, Yezidi rejimlerin, zulmün ve
zalimin yanında yer alması ne kadarda acı bir durumdur. Nerden nereye? Boşuna
dememişler büyük laf etme diye! Düştükleri acınası durumu görmek istemedikleri
gibi üstüne üstlük nasihat edenleri, Amerikancılıkla da suçlamazlarmı? Azıcık
izan lütfen! “Benim şeyhimdir ne yapsa
yeridir!” Afiyet olsun! Ne diyelim! Türkiye’deki bu Baas muhipliği, asabiyet
haline gelmiş tarafgirliğin dayanılmaz hafifliğidir.
“direnişin esenliği ve Siyonizme karşı süren savaşın zaferi” adına bir Müslüman; Müslümanların
katledilmesi pahasına Baas rejimiyle
ittifakını sürdürebilir mi? Hadi sürdürdü diyelim! Baas zulmüne karşı “artık
yeter” diye başkaldıran mü’min ve mazlum kardeşlerini töhmet altında bırakacak
karalamalarla suçlayabilir mi? Siyonizmle mücadeleyi kutsayarak,her yol ve
yöntem mübahtır da nerden çıkarılıyor? İslamın
adalet, şahitlik ilkeleri, zalime meyletmeme, mazlumun yanında olma hükümleri nasıl göz ardı edilebiliyor? Yoksa Baas rejimi Suriye halkının can u
gönülden memnun olduğu adil bir rejimde biz mi bilmiyoruz? Despotizme en çok
karşı olması gereken bir rejim nasıl oluyor da içerde despotizme ve istibdata
yöneliyor dışarıda ise Baas gibi bir rejimle işbirliği yapabiliyor?
Hele de Vahdeti;” velayeti fakihe”
beyatla özdeşleştiren “İrancı”
İslamcının şu sözlerine ne demeli!? “Biz aylar öncesinden, Suriye
konusunun, halkın özgürlük, onur ve adalet taleplerine dayalı rejim karşıtı
gösterilerinin ötesinde, en az beş yıl öncesinden bu yana "bölgesel
İslami direniş ekseni"ni yıkmaya yönelik kapsamlı bir projenin
uygulanmakta olduğunu vurgulayınca, bazı kardeşler de ısrarla, "direniş
ile Suriye ilişkisi"ni gündem dışı tutmaya çalıştı.”
Fesuphanallah! Bu kadarda kurnazca bir cümleyi ançak takiyyeci bir zihin kurabilirdi! Deyib geçelim…
Yani "direniş ile Suriye
ilişkisi" var diye Baas rejiminin tüm insanlık dışı eylemleri ve siyasetine
Suriyeli Müslümanlar göz yummalı “eyvallah” mı demeliydi. Türkiyeli ya da tüm İslam dünyasında Baas
rejiminin halk katliamları mazurmu görülmeliydi?” Bu nasıl bir anlayış böyle,
anlamak mümkün değildir. Tam bir akıl tutulması. Siyonizme düşman olda ne
olursan ol gel! İster sapık ol, ister müşrik ol, hergün onlarca masum insanı
katletmiş olsan da yine gel, gel bizim dergâhımız siyonizmle savaş dergâhıdır!”
anlayışı olan bu bakış açısı; dini değil ideolojik bir anlayıştır ve tek başına
sahibini ŞAHİTLİKTEN düşürmeye yeter de artar. Şam’da uzun yıllar yaşamış ve
halen orada bulunan Halid Meşal’in Suriye konusundaki duruşu ve politikası ile
kullandığı diplomatik dil dikkate şayandır. Nasrallah’ın ki ile mukayese
edildiğinde işin içine mezhebi hassasiyetlerin girdiğini apaçık görmek
mümkündür. Siyonizmle mücadele adına
siyonizmden daha çok Müslüman kanı akıtmış, daha büyük katliamlara imza atmış
bir rejimle işbirliğine dini ya da siyasi kılıf bulmaya çalışmak ve de islamla
bağdaştırmak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Zalimle dostluk (!)
budur. Allah zalimlere meyledenleri ise “ateşle” uyarmaktadır. Baas muhipliği
yapan çevreleri, Yezid Rejimi ile Baas rejimi arasında ne gibi farklar olduğu
ya da olmadığı üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Ve böylesi bir durum
mü’minlere yakışmaz, Allah’ta bundan hoşnut olmaz. Derdimiz budur.
Allah
akıl fikir versin!Basiret ve firaset (!) nasip etsin!
Arap Devrimleri ve Batı
Amerika
Savunma Bakanı Leon Panetta,
ABD'deki düşünce kuruluşu Brookings
Enstitüsü'nün Washington'da düzenlenen bir forumunda yaptığı konuşmada; önemli
tespitlerde bulunarak ulusalcı-mezhepçi çevrelerin, özelde Suriye genelde Arap
Devrimleriyle ilgili propagandalarının gerçekle alakası olmadığının ipuçlarını
verdi.
Bunlardan biri, Türkiye
ile başlayan Ankara-Telaviv arasındaki gerginliğin İsrail'in bölgede giderek
artan ''izolasyonuna'' ivme kazandırdığı endişesi. Panetta bu durumdan duyduğu
kaygıyı gizlemiyor.''Maalesef son bir yıl içinde İsrail'in bölgedeki geleneksel
güvenlik ortaklarından yalıtılımının büyüdüğünü ve kapsamlı bir Ortadoğu barışı
gayretinin fiilen beklemede olduğunu görüyoruz'' diyerek Davos’la başlayan
sürecin altında komplo arayanları tekzip etmektedir. Panetta, İsrail'in,
güvenlik için sadece güçlü bir orduya bel bağlamaması gerektiğini ayni zamanda
güçlü bir diplomasiye de ihtiyacı olduğunu dile getirmektedir. Konuşmasında
Türkiye-İsrail ilişkilerine de değinen Panetta, ''İki ülke ilişkilerinin
gidişatından çok derin kaygı duyuyorum'' diyerek, Türkiye’nin İsrail
politikasının bizim açımızdan olumlu olduğunu teyit etmektedir.
Arap Devrimiyle ilgili
olarak; “İsrail'in Arap dünyasındaki ayaklanmalardan duyduğu kaygıları da
hatırlatan Panetta, ''İsrail'in, 'şu anın barış için gayret gösterme zamanı
olmadığı, Arap uyanışının güvenli ve demokratik bir İsrail hayalini daha da
tehlikeye attığı' yönündeki görüşünü anlamakla birlikte, buna katılmıyorum'' sözleri, Arap Devrimlerinin Batılı bir proje
olmadığının açıkça ilanıdır.
Özetle, Orta doğudaki
Arap devrimleri ile statükonun sarsılması ve yıkılmaya yüz tutması Amerikanın
ve İsrail’in aleyhinedir. Zira bilindiği gibi Ortadoğu’daki bu “statüko” Amerika’nın ve İsrail’in onlarca yıldır mesai
harcayarak dizayn ettiği yağıdır ve bu ülkelerin menfaatine hizmet etmektedirler.
Buna Suriye’de ki Baas rejimi de dahildir. Hiç kimse hali hazırda kendi
çıkarlarına hizmet eden bir yapıyı değiştirme riskine girmek istemez. Hele de
halkların işin içine girerek siyasi gelişmelerin kontrolden çıkmasını aklından
bile geçirmez. Aksi söylemler; ideolojik propagandaya dayalı hiçbir bilimsel ve
siyasi yanı olmayan iddialardır. Elbette ki başta Amerika, İsrail ve Batılı
emperyalist ülkeler Arap uyanışını ve bu ülkelerdeki yeniden yapılanmaları
kendi lehlerine çevirmek için yoğun çaba içinde oldukları kesindir. Ama mevcut yapı
zaten Batının tanımladığını ve çıkarına olduğunu da görmek gerekir. Dolayısıyla
Arap Devrimleri Halkların, İslam’ın ve Müslümanların lehine olduğunu görmek
için azıcık feraset yeterlidir.
Amerika’nın bölgedeki
siyasetinin; artık mevcut despotik ve totaliter rejimlerle yürünemeyeceğini, bu
rejimlerin sonun başlangıcına geldiğini görebilmiş olması temelinde halklardan
yana tavır alarak yeni pozisyonlar kazanma çabası üzerine bina edildiğini,
görmekteyiz. Yarın en sadık müttefiki Suudi Arabistan’da önlenemez boyutta halk
ayaklanmaları çıktığında göreceğiz ki Amerika hemen Halkın yanında pozisyon alacaktır.
Batı’nın oynak politikası budur. Doğu despotizmi Rusya, Çin, İran gibi ülkelerde;
sistemlerin hantallığı, ideolojik devlet bürokrasisi, karar almadaki kaplumbağa
yavaşlığı, alışkanlıklara ve bağımlılıklara sadakat ve daha da önemlisi kamuoyuna
kulaklarını tıkamaları; bu ülkelerin uluslar arası politikada tutucu ve gerici
bir ilişkiyi inatla sürdürmesine, yeni açılımlar ve yeni politikalar üretmede
yetersiz kalmalarına neden olmaktadır. İran Suriye ile ilişkisinde büyük devlet
olma liyakatini gösterebilseydi, Suriye Baas rejimi bunca katliamı yapmaz,
halkın isteklerine cevap vererek uzlaşmaya zorlar, hem Baas rejimiyle
ittifakına halel getirmez hem de Suriye Halkının tamiri zor buğzuna neden olunmazdı.
Baas rejimi eninde sonunda gidecek ve Suriye Suriyelilerin (ki çoğunluğun Suriye İhvanın arkasında olduğu
malum.) ülkenin kaderine sahip çıktığında İran ile yeni Suriye arasındaki
ilişkiler uzun yıllar sorunlu olacağa benzemektedir.
O nedenle içerde ve dışarıda
ilkeli ve esnek siyaset, her zaman genel geçer akçedir. Ama bu despotik bir
yönetim anlayışıyla olacak bir iş değildir. Suriye Baas rejiminin arkasındaki
despot ülkelerde bunu göstermektedir.
Gizem Ablası İrem ile
Yoksulluğun Kurbanı Oldu!
Bütün TV kanallarında aylar önce yayınlanmış o video
görüntüsünde küçük Gizem şöyle şikayet ediyordu halini:”Ben fakirim diye
öğretmenim beni başkan yapmadı. Ben çok istiyordum…..Bakın benim ayağım altı
delik. Okula gelirken yağmurdan ıslanıyor.Babam inşaatın beşinci katından düştü
çalışamıyor.Bu sizin yaptığınız insanlığa sığarmı….” Çok geçmeden Gizem ve
kardeşi İrem şohbenle ısınan banyoda bu adaletsiz dünyadan göçüb kurtuldular. “Fakirim
diye ..” sınıf başkanı olamadığını düşünüyor Sevgili Gizem. Ne kadar acıdır bu!
İslam tam da böylesi bir oligarşik sınıfsallığı kaldırıp, kardeşliği ve paylaşmayı
toplumsallaştırmak için geldiğini öğrenmek ve gereğini yapmak için daha kaç
Gizem ve İremlerimizi kaybedeceğiz? Herkes Gizem’in çizmesinin altının delik
olmasına takıldı. Ve bir çokları da çizme alıp gönderdi. Oysa Gizemin ve
ailesinin çizmeye değil, yoksulluk fitnesinden kurtulacak bir vasata ihtiyacı
vardı. Bu yapılmayınca şohben gibi tehlikeli bir ihtiyaca mahkum bırakıldı.Ve
olanlar oldu.Fekku raqabe’nin bir boyunu özgürlüğe kavuşturmanın,yoksulluk
esaretinden insanları kurtarmanın sorumluluğuna ve bilincine vesile olması
dileği ile Selam sana küçük Gizem,Allah seni deden Eba Zer’le komşu kılsın.
Yorumlar
Yorum Gönder