RİSALET RİSALESİ
RİSALET RİSALESİ
Tenvir İçin Qıraat Aksiyonu
DIE VORLESUNGEN des KORANS in BERLİN
BİR DEĞİŞİM PROJESİ
4
MUKADDİME
Bir Kollektif Sorumluluk
KAYSERİ ULUM el HİKME OKULU
İÇİNDEKİLER
Sunuş
HİRA BİLİNCİ
Giriş
Hirayı Yaşamak
Dönüşümlü Devrim Yasası
Allah'ın Konuşması
Toplumu Kim Değiştirir ya da Fakihlerin Velayeti
Tarihsel Arkaplan
Kitaba Dayalı Tahribkar Kültürler
Son Rasul'un Velayeti'nde Velayeti-Fahihler'in Yetiştirilmesi
(Mekke, Yesrib, Taif, Huneyn'in Medineleşmesi)
Kurmaylaşma
Fakihlerin Velayetinde Tenvir
Tenvir Vasatı
Mus'ablar ve Muazlar
("Allah'a İman Edin" Nidasının Münadileri)
Mus'ablar
-Tenvir İçin İstinbat
-Kitab'ın Anlaşılırlığı
-Ameli Okullarla İlgisi
Muazlar
-İçtihadın Asli Şartı
-İçtihadın Diğer Kaynakları
SUNUŞ
1983 Elazığ, 1985 Kayseri, 1987 İzmir, 1991-1996 Köln,1993-1999 Berlin anısına..
03-05 Kasım 1995 Ruhrberg/Almanya KAMP 95 Hafta Sonu Eğitim Programı’nda ‘ Qur'an'ın Aktuel Okunuşu -Köln Pratiği’ başlığı altında sunulan bu çalışmayı 1998 yaz sezonda Berlin Tilavet Cumaları’nın canlandırılması için yaptığım çağrıya bir hazırlık olarak yeniden takdim ettim.. 99 da tekrar TU Okumaları için gözden geçiriyorum.
Kıraat Halkaları için okuma mukaddimesi olan bu risale kollektif hilafet sorumluluğuna değinmektedir. Bunun mü’min ve mü’’mine bireylerdeki açılımı için tamamlatıcı iki Risaleyi tasarladım. ‘Ebu Zerr’ , ‘Hatice-Fatıma-Zeynep’
Giriş
1 Herşey Risalete iman ile başlamaktadır. Evreni vareden Kudret'in insanı yaratıp kaderini çizdikten sonra onu yalnız aklının rehberliğine, şehvetlerinin esaretine terketmediğine iman ile ... Varoluşu sorgulayan her insan, tarihle tanışma zorunluluğu duymuştur. Tarih de onu, kendilerini "Allah'ın Yeryüzü Elçisi" olarak tanımlayan, O'nun adına Bildirilerini okuyan insanlarla tanıştırmıştır. Hakikat araştırıcısı, hayatları birer efsane haline getirilen, gerçek kimlikleri , hatta yaşayıp yaşamadıkları hakkında kesin bilgilerden mahrum kaldığı bu insanlar içinden birisini istisna edebilir: Mekke'li Peygamber Muhammed ibnu Abdillah...
2 Hamidullah'ın dediği gibi, "insan Roma diye bir devletin varlığından, Napolyan diye bir kumandanın yaşamış olduğundan kuşku duyabilir belki, ama Muhammed'in tarihsel kişiliğinden kuşku duyamaz."[2]
3 O'nun sağlığında yazıya aktarılan Allah'ın Bildirileri , ondört yüzyıl sonrasına kadar tahribe maruz kalmadan gelebilmiştir. Bu bildirileri ilk kez okuyan Rasul Muhammed'in hayatı da,[3] Qur'an'ın [4] tevatür ayetleri ve onbinlerce ravinin tanıklığı ile, kesintisiz bir isnad zincirine bağlı olarak bize kadar ulaşmıştır.
4 Rasul'ün sağlığında iman esasları nasıl O'na inanmakla , O'nun Peygamberliğini tasdik etmekle başlıyorsa, bugün de Kitab'a iman, diğer iman ilkelerini açan bir anahtar durumunu almıştır. Kitab'a iman, Risalet'e imanı, Risalet'e iman Risalet'in mirası olan Kitaplara imanı, Kitapların haber verdiği bedensel ölüm ardında başlayacak olan Yargı'ya imanı doğurmaktadır. Kitab'ın okuyucusuna bütün bu iman ilkeleri, Allah'ın uluhiyette, rububiyette tekliğini anlatan satırlar arasında doğrulattırılmaktadır.
Hira'yı Yaşamak
5 Tanıştığı Kitab'ın tanıttığı Allah'a iman eden insan, biz buna " Hira'yı yaşayan insan" diyelim, bu derin tarih bilinci içinde Hira'dan çıkar, toplumunun arasına katılır. Kendisi ve toplumunun "Kurtuluş Reçetesi"ni almıştır. Qur'ani bildirilerin niçin Mekke sokaklarında dağıtıldığını, neden yüzyıllar önce dağıtılan bu bildirilerin bugüne kadar görünmez bir el tarafından taşındığını anlamıştır. Neden Mekke'de okunan bülten, bir Yesrib Merkezli Medine Uygarlığı’nı doğurmuştur, bunu bilmektedir. Neden Risalet Kapısı'nın kapanmışlığına karşın Kitab'ın korunması va'dolunmuştur, [5] anlamaktadır. Neden Kitab'ın, kendisi öncesinde tebliğ olunan Kitabların Halkı’nı çokca sorguladığını idrak etmiştir. Toplumun ümmi ve ulema tabakası arasındaki normalin dışındaki ilişkileri niçin yerdiğini daha iyi anlamaktadır.
Dönüşümlü Devrim Yasası
6 2/el-Baqara 257: "Allah iman edenlerin velisidir. Onları Zulumat'tan Nur'a çıkarır. Küfredenlerin velileri ise Tağut’tur. Onları Nur'dan Zulumat'a çıkarır. İşte onlar Ateş Topluluğu'dur."
7 Hira, Qur'an'ın zulumat diye ifade ettiği, Karanlıklar Çağı'nı yaşayan kavimler içinde, aydının kendi bireysel değişimini gerçekleştirdiği, Allah'ın Ruhu vahy ile toplumunu Nur'a hazırlamak için kendisini hazırladığı bis'et /diriliş öncesi mekanı, dünyasıdır.
Allah'ın Konuşması
8 Allah, kulları ile bir sessiz ayetleri -ki onlar bütün varlıkları ile kainattır- ve bir de sesli ayetleri - ki bunlar da kitaplar, sahifeler, rasullerdir- aracılığı ile konuşur. Ayetlerin kendisini Rabb'ine götürdüğü insan, artık gözleri ile görmekte, kulakları ile işitmekte, kalbi ile fıqhetmektedir.[6] Allah O' nun velisi olmuş, O'nu aydınlığa çıkarmıştır.
Toplumu Kim Değiştirir Ya da Fakihlerin Velayeti
9 Artık toplumlar, Allah'ı veli olarak tanıyan insanların eliyle, aydınlığa çıkarılabilirler.
11 Faqih, toplumun elinden tutup, onu, ayetleri okuyup anlar, onunla fıqheder bir düzeye çıkaran insandır. Allah bu çıkarma (ihrac-yuhricu) olayını bir ayette kendi üzerine alırken, diğer bir ayetinde bir özne olarak bir kulunu zikretmektedir. Bu iki ayrı ifade tarzı birbirinin açıklayıcı durumdadır. Musa'nın toplumunu karanlıktan aydınlığa çıkarması için gönderilmesi, bu çıkarmanın bir kul eliyle yapılması, Allah'ın hakiki çıkaran (hidayet eden ) oluşu ile çelişmez. 8/el-Enfal Suresi okuyucuları "Attığın zaman sen atmadın ey Rasul' ayetini [8] hatırlayacaklardır.
12 İhrac-yuhricu ameliyesi (devrim, değişim, dönuşüm) ilk insanın yeryüzüne indirilmesinden itibaren başlamış, Velayet-i Rasul, Velayet-i Faqihler[9] tarafından "Allahu veliyyüllezine amenu" ayeti [10] hep yürürlükte kılınmıştır. Tarihin çoğu periyodunu karanlıkların kaplamış olması, vahyin aydınlattığı değişim-dönüşüm olayları dışında pek az olaya tanıklık etmesi, bu gerçeği değiştirmez.
13 103/el-Asr suresinde "bütün insanlık tarihinin kayıplar içinde olduğu" vurgulanırken bu velayeti idrak eden bir gurup aydın insanın istisna edilmiş olduğunu görüyoruz. Onların, imanları ardından onu pratize edişleri, bireysel değişimlerini gerçekleştirmeleri ardından onu başkalarına salık verişleri, yani birbirleri üzerinde veli olarak Allah adına birbirlerini denetleyişleri, sonra bu onurlu yolda karşılaştıkları güçlüklere direnişi (sabrı) öğütlediklerini anlatır. İşte insanlık tarihi boyunca hüsran dışında kalanlar ancak bu taifedir, bu faqih taife.[11]
14 Faqih, tarihteki bütün bu dönüşüm çalışmalarında tekrarlanan tahvil ve tebdil edilemeyen bir yasanın ( sünnet) farkındadır.[12] Yükümlülükleri de bu yasa içinde olacaktır.
Tarihsel Arkaplan
15 Allah insanı yarattı ve O'nu cennette iskan etti. Bütün rızıklarını emrine amade kıldı. Yalnız bir tek bitkiye yaklaşmama emri verdi: "Bu ağaç" . İblis, varlıkları okuma, onları adlandırma, neden ve niçinini sorgulama bilgisi ile donatılmış Allah'ın bu sanatı (insan) önünde saygı kapanışına (secde) çağrılır. İblis, bu ilahi buyruğa riayeti onuruna yediremez. Allah'ın bu çağrısına olumsuz cevap verir. Bu tutum kulluk sınırını çiğnemedir. Allah'ın kendisine verdiği cezanın uygunsuzluğuna kanidir. "Eğer kendisi bu tuğyanına mukabil yokedilmez, belirli bir süre yaşamasına imkan tanınırsa, insanın da kendisi gibi sınırları çiğneyeceğini, tuğyan edeceğini"[13] söyler. Bu nedenle kendisinin O'nun önünde secdeye çağrılması, kendisi daha değerli bir hamurdan mamul iken abestir.
16 Melekler ise - Allah yeryüzünde bir halife varedeceğini söylediğinde, bu hilafet kelimesinden dolayı insanın, iradesi elinde bir varlık olacağını anlamışlardı. İblis, insanları yanıltabilme imkanının kendisine sağlanmasını istiyordu.
17 Allah İblis'i insan ile denediği[14] gibi, insanı da İblis ile denedi. İblis'in iddiası karşısında yarattığını en iyi bilen yaratıcı "Sen benim salih kullarım üzerimde sulta kuramayacaksın" buyurdu. İblis, insanın sağından, solundan, arkasından, önünden ona yaklaşacak, geçit yollarının üzerine oturacak, [15] her vesileyi deneyerek tuğyan etmesi için elinden geleni yapacaktı. O'nun vahyine kulak verip dinleyenler, yoldan ( Sırat el-Müstakim)[16] uzaklaşacaklardı. Hatta muhlisler bile O'nun iğvasından tamamen emin olmamakla beraber, İblis hiç bir zaman onun üzerinde kronikleşen bir sultaya sahip olamayacaktı. Onlar yanılgılarının ardından Rab'lerine iltica edip bağışlanma dileyecekler, Allah'ın çizgisinin kendileri ve toplumları üzerinde tezahürünü isteyeceklerdi.
18 İblis dediği yollardan Adem'e yaklaştı, sonsuzluk ağacı (Şecerei-Huld) olarak tavsif ettiği bitkiye yaklaşmasını, ondan tatmasını sağladı. Adem ve eşi için iyilikte bulunduğuna yemin etti. Allah Adem'e "buyruğu dışına niçin çıktığını" sorduğında O, işlediği cürmün vehametini kavramıştı. İblis'in Şecere-i Huld vadi altında yatan intikamını fıqhedememişti. Kimi bilginler bu yanılgının O'nun risalet öncesi hayatında vuku bulduğunu bu nedenle Rasullerin masumiyeti ilkesini delmediğini söylerler.[17]
19 Bu yanılgı, Rasuller'in de imtihan alanı içinde olduğunu bilen mü'minler nezdinde onların masumiyeti düşürmeyecektir. Masum olan Risalet Kurumunun kendisidir. Sonraki izleyicileri için birer usve olan Elçilerin hataları içtihadi dahi olsa düzeltilmeye muhtaçtır. Onlar da imtihan alanı içinde sınandılar. Biyografileri, yanlışlarının üzeri çizilip doğruları gösterilmiş olarak sonraki kuşaklara miras olarak bırakıldı. Allah Kitabı'nda kendilerine selam ettiği,[18] övgülerle bezediği bu salih kullarının yanılgılarını sukutla geçiştirerek aktarmadı. Çünkü yanılgı, bazen fıqhedememe insan/ kul olmanın bir tezahürü idi, düzeltilmişlikleri ise Rasul yönlerinin...
20 Qur'an okuyucusu Kitap'ta yer alan bu qıssanın ardından Allah'ın Risalet Kurumu hakkındaki ilanını bulur:
21 2/el-Baqara 38: " Dedik: İnin oradan hepiniz. Kime benden bir hüden [19] gelirse ve tabii olursa hudaya, artık onun için korku yoktur, hüzünlenme yoktur ona."
22 Ne zaman ve nasıl indirildiler bilmiyoruz. Yerküre bu yeni konukları ile içindeki diğer canlıları ile beraber tanıştı. İnsan eli toprağa şekil vermeye başladı. Bilgiyi eyleme dönüştürücü, bildiklerinden yola çıkarak genişletici bir güçle (esma) donatılmışlardı.[20]
23 Adem'in zürriyeti de cennetteki[21] sınavın benzerlerinden geçirildi. Allah'tan hudenler geldi ve insanların kimi ona ittiba etti, kimi de tuğyan ederek isyanı seçti . Şeytanın iğvasına takıldı, O'nu veli edindi.
24 Adem'in iki oğlu arasındaki kurban sunma olayı, bize aktarılan sınavların ilki durumundadır. Qıssa taşkın evladın, Huda'ya tabi olan kardeşinin kanına girmesi ile sona erer.[22]
25 Böylece meleklerin "Arzda bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?" şeklindeki endişelerini bildirir sorularının cevabı gerçekleşirken, "Sizin bilmediklerinizi ben bilirim" deyişindeki Allah'ın muradı da anlaşılmış olur.[23]
26 Adem'in muti evladı " Ben sana el kaldıramam" dedi. Bu itaatkar tutum, İblis'in sultasındaki taşkın evladı daha bir öfkelendirdi ve kardeşini öldürdü. Artık "Sen ve sana tabi olanlarla cehennemi dolduracağım" buyruğu gerçekleşmeye başlamıştı. Taşkın Adam Rabb'inden kelimeler alıp tevbeyi denemedi. Kendini ubudiyet dairesinin dışına attı. Allah'ın ayetlerine küfredenlerin ilki oldu Kabil. Tağutu veli edindi, kendi soyu için bu velayete selef oldu. Zürriyetinden taraftarlar buldu. İki kardeş arasında başlayan kutuplaşma o gün bu gündür sürüp gitmekte, "Şeytanın ahzabı"yla "Allah'ın hizbi" aldıkları vahy doğrultusunda pratik hayatlarını tanzim etmektedirler.
27 Habil teslimiyetin, Kabil ise tuğyanın sembolüdür. İkisi iki ayrı otoritenin/ dinin insanıdır. İki ayrı velayetin şemsiyesi altındadır. İblis'in yeryüzünde gölgesi olan, O'nu veli tanıyan muttebilerle aynı isimle anılır Qur'an'da: Şeytan. "Sinsi Vesvas ki cinden de olur nasdan da..." [24]
28 Bu iki kutup arasındaki kavga insanlık tarihi sürdükce sürecektir. Nur toplumunu arzda fesad çıkarmak isteyenlere karşı korumak ya da fesada uğramış arzda Allah'ın Nuru'na çağırmak şeklinde özetlenebilecek "tevhidi devrim" ya da "karşı devrimler", bu iki kutup arasında Rasuller eliyle, faqihlerin önderliğiyle hep süregelecektir.
29 28/el-Qasas 5: "Biz ülke mustaz'aflarına lutfedip onları Önderler yapmak, ülkeye yerleştirmekle Firavn, Haman ve her ikisinin ordularına yapmakta olduklarını göstermek istiyorduk."
30 Bu mesaj için Allah, sayıları yüzbinleri aşan elçilerini,[25] bir o kadar topluma bu inkılabın yönlendiricileri olarak gönderdi. Nefislerinin şehvetletine uyup, hevalarını ilah edinerek tuğyan edenleri tekfir edip Allah'ı bir olarak tanımak için görevlendirdi Hira'sını yaşıyanları... Biz onların pek azını tanıyoruz. Arzı dolaşıp da yıkılan harabeleri görenler, bu tarih bilinci içinde verilen mücadelelerin, ezilen insanların seslerini duyarlar, kulak verenler için hala mahzenlerden boğuk sesli aydınların feryadı duyulmaktadır.
31 Kabil'in toplumu, insanlığın kökenini, sosyal hayatın başlangıç dönemini araştırmak isteyen sosyologlar için temel bir yanıltıcı olmuştur. Allah'tan gelen Huda'yı, Qur'an'ın esprisi içinde ilk insanla başlatmak istemeyenler, Tanrıbilimi, insanlığın ürettiği medeniyetin bir parçası görenler için bir başka açıklama gerekiyordu. Geçmişi yeniden yorumladılar, yani tahrif ettiler. Gelecek zamanlar adına İblis'in klavazluğunda dinler/ ütopik ülke, ütopik otoriteler vazettiler.
32 Durkheim,(1858-1917)[26] Klan hurafesini üretti. "İlk toplum buydu. Totem, Mana ve Tabu, Klanın temeliydi." Madem ki, Muhammed ve varisleri ile kutsal kitaplar geçmişlerin esatirini anlatıyordu, Nadr ibnu Harisler'e de[27] iş düşecekti elbet.
33 Kitleler için geçmiş hala meraka değer bulunuyor ve sorguluyorsa ve sorgulayan insanlar, tarihte Rasuller ile onların dağıttığı ilahi bildirilerde bunlar için bir cevap buluyorsa, madem ki dinleyicisi olan bir alandır bu, o halde cazip masallar üretebilirlerdi. "Totem kutsal sayılan nesnelerdi. Mana herşeyde varolan iyilik ve kötülüğün nedeni olan güç. Tabu ise kutsal ve kutsal olmayanı ayırdedici kudret.."
34 "Hayır" dedi, Marks (1818-1883)[28] ve Engels(1820-1895). [29] "İlk toplum Komün'dür. Klandaki cinsel yasaklar yoktu komünde. Toplumsal adalet, mülkiyet ve cinsiyetin eşit olarak dağıtımına dayanıyordu."
35 Klan ve Komün Hurafeleri, vahyi açıklamaya alternatif olmak üzere geliştirildi. Oysa yaşaması mümkün olan bu toplumlar bir başlangıç değil, olsa olsa bir çözülüş, bir zulumat inkılabı ardından, bir karanlıklar çağı içinden bir panaroma olabilirdi. Kabil'le başlayan tuğyani yapılanmanın tezahürü... Nur'un Zulumat'a dönüşmesi. Allah'ın yeniden Huda'yı göndermesi, Peygamberi devrim öncesi, bis'et öncesi cahiliye sergilemeleridir bunlar. O, Adem'in toplumuna ardıl olan Habil'in kanı üzerine kurulmuştur. Fıtratı, komün olarak saptayan marazi kalbin klavazluğu Şeytan’ın iğvasının izdüşümü olabilirdi ancak.
36 Vahy, yani Allah'ın vahyi ile kurulan dinler, Marx'ın altını çizdiği kavramlardan olan "alisinasyon/ yabancılaştıran" bir ögeydi. Konfüçyus'un dediği gibi, "Toplumu değiştirmek için kavramlarını değiştirmek yeter." [30] Tespit sakat olunca sağıtımın nasıllığını sormaya ne gerek.
37 Şeytan’ın hizbi madem ki Allah'ın vahyini yadsımıştır, Risalet Kurumuna inanmamakta, hatta bir kısmınca Yaratıcı'nın varlığı bile sınırlı duyuların sınırlı verileri ışığı altında yok sayılmaktadır, o halde Şeytan’ın iğvası ile ubudiyetin dışına çıkıp insanlar üzerinde rabbleşmeye yeltenebilirdi. Onlar için "tanzimat"lar yaptılar. Kimi , siyasal iktidarı , eli ile Allah'ın vahyini tahrip ederek Zulumat karşı devrimini gerçekleştirdi.
38 Kabil'in toplumu, Kabil'in torunları, Tağut’un evliyasını kutsadılar. İblis'in Adem'i cennette aldatırken bir yılan kılığına büründüğü efsanesi pek tutuldu.[31] İnsan için ölümsüzlük ağacını gösteren İblis, bu hulul ettiği hayvanın bedeni içinde Sağlık Tanrıçası ilan edildi. Allah , Olympus Dağındaki Zeus' a[32] benzetildi. Promethus'da ateşi çaldı Zeus'dan... Promethus'un[33] bedeninde kutsandı bu kez İblis. İnsanlığın yolgöstericisi, kendi içlerinden bir ilah olarak tanındı, meşalesi temsilcilerince söndürülmemeye çalışıldı.
39 Kabil'in toplumu, Nur'un bünyesine girmiş bir mikrop misali, veli edinenlerini buldukca gelişti ve bir gün sağlıklı bünyenin tamamen ölümüne neden oldu.
40 Karanlığın, fesadın işçileri kuruyası ellerini [34] Allah'ın kulları üzerine koyduklarında, toplum varoluş bilgisinden uzaklara düşürüldüğünde, cehaletin, cahiliyenin örtüsü hepsini bürüdüğünde, Allah kendisine inanan, kendisinden gelen Hudaya tabi olan kullarını, konuşan ayetlerini gönderdi. Onları "Elçi" edindi. Kendisi'nin bildirilerini topluma okuyacak, onları Karanlıktan tekrar Aydınlığa çıkaracak bir mesaj ile ödevli olarak...
41 Elçiler üzerindeki örtüyü bırakarak,[35] gece yanlarını yataklarından ayırarak, insanların fıqhedemeyişleri karşısında nerede ise kendilerini üzüntüden helak edecek denli hüzünlenerek, boş kaldıkca yorularak,[36] her zorlukla beraber bir kolaylığın olduğunu bilerek,[37] gece kalkıp ağır ağır kendisine bırakılmış ağır bir sözü okuyarak,[38] lisanının açılması için Rabbine dua ederek[39] tebşire duracaklardı. Bu vahyi meşaleye yönelenler, bu Elçiler'in etrafında kenetlendiler. Kalbleri fıqhedemeyenler ise değişimin dışında kaldılar ve kendilerini yenilemesini bilen insanlara karşı adüv kesildiler.
42 Her Rasulle beraber tenvir yeniden başlamış ve Rasullerin ölümleri ile karanlığa çağıranlar belli bir süreç içinde kendilerini veli edinenlere yaslanarak fıqhedemeyenlerin yaygınlaşması, ortalığı cehaletin kaplaması sayesinde egemenliği ellerine geçirmişlerdir. Karanlıktan aydınlığa, aydınlıktan karanlığa bu reaksiyon reverzibl olarak hep tekrarlanmıştır.
43 Qur'an'da qıssaları sunulan, bir çok sureye ad olan Rasullerin, karanlığı parçalayan kıyamları bu nedenle Qur'an okuyucusuna anlatılmış, onların, tarihin tahrip ettiği çehreleri olanca açıklığı ile Arapça’nın özgün anlatımı içerisinde günyüzüne çıkarılmıştır. Nuh'un gizli açık didinmesi,[40] Lut'un hayasızlar önünde çaresiz kalışı,[41] İbrahim'in Melik'le ateşli tartışmaları,[42] Musa'nın tağutlaşan Firavn'ın sarayına yürümesi,[43] halkın gözünü boyayan Firavn saltanatını asası ile altüst etmesi, Yusuf'un Mısır zindanlarında arkadaşları için rububiyeti tavzih etmesi,[44] Yunus'un iki belde halkı arasındaki koşturması,[45] Davud'un zamanın Müslim Meliki'nin[46] kumandasında orduda başlayan aktif çalışmasını, Peygamber'lerinin ölümü ardında Allah'ın kendisini de Elçi seçmesinin,[47] sonra oğlu Süleyman'ın Risaleti'ne tanık olmasının anlatıldığı bölümler okuyucu için yer yer tekrar edilir.
Kitab'a Dayalı Tahribkar Kültürler
44 Kimi Rasuller kendilerinden sonraya kitaplar, sahifeler bıraktılar. Böylece toplumsal çözülmeyi önlemek için Kitab'ın okuyucuları, "Velayet-i Rasul'den sonra faqihlerin velayetinde, Peygamberî ınkılabı, sürekli devrimi ayakta tutmaya çalıştılar. Rasuller gibi bu kürsüye oturanlar da imtihan alanı dışında değillerdi. Onlar da toplumları ile beraber sınandılar.
45 Toplamlarının yeniden Cahileyye'yi yaşadığı dönemlerde Rasuller eliyle insanlara ulaştırılan Kitaplar da tahrip edildi. Qur'an kendilerini Kitab'a nisbet eden topluluklar için "Ehli Kitap" tabirini kullanır. Kitab'ın çevresinde oluşan kültür, aydın-ümmi diyalogu, Risaletin haleflerinin nasıl kendilerine Rububiyet makamından bir pay ayırdıklarını yerinde vurgularla, çarpıcı usluplarla anlatır.[48]
46 Rasullere varis olanlar, onların ardından kürsülerine oturanlar, Allah'ın sınırlarını kendi hevalarına göre değiştirdiler. Mahrem alanları hevalarına göre genişlettiler ya da daralttılar. Rasulleri gerçek kimlikleri tanınamaz bir hale soktular. Ya Allah'tan cüz’lük gibi bir ulviyet ya da sefil günahkar derekesi. Kitab'ı elleri ile yeniden yazdılar, ya da yorumları ile Onu tahrib ettiler. Sonra da 'Bu Allah'ın kitabıdır'[49] iddiasında bulundular. İbrahim'in, Musa'nın sahifeleri, [50] Davud'un Zebur'u[51] tahrip edildi, Mesih'in müjdesi dörtlendi. Yahudilik tanınamaz hale getirildi.
47 Daha İsa'nın kayboluşun baharıydı, İsa'nın bedenini değil, dinini çarmıha gerdiler.[52] Tevhid bağlıları sayısız zulümlere uğradı.[53] Dayanılmaz işkenceler izledi onları. Kayzerlere başkaldırının önderliğini yapan İsa'ya neler söyletmediler neler. Biyografistler O'nun ağzından "Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya, Sezar'ın[54] hakkını Sezar'a" verdirdiler.[55] İmp. Julianus (331-363)[56] görünüşte İsa'nın bağlılarından oldu, putperestlik bu maske altında yeniden canlandı. Papaz Bazarius'un elleri ikonoklastlarca yakılmıştı bir zamanlar. Aziz, Meryem, İsa tasvirleri yerle bir edilmişti. İkonları kırma eylemleri çok gerilerde kaldı.
48 İsa'nın vazını bugün orjinalinden tilavet etme imkanından mahrumuz. Bugün yayın dünyasının en çok satan kitapları arasında sayılan Bible Serisi kesinlikle Allah'ın vahyi olmaktan uzaktır. Bunlar, son Kitap, Allah'ın koruduğu ez-Zikr ile kesinlikle mukayese kabul etmez. Belki İslam kültürünün Hadis Mecmuaları'na benzetilebilirler.[57] İsa'nın nasıl öldüğünü, nasıl göğe kaldırıldığını, Azizlerin krallara yazdığı mektupları, çağrıları anlatan kitapların İsa'nın sağlığında varolduğu nasıl söylenebilir? Azizlerin mektupları ile, Matta, Markos, Lukas, ve Juhanna'nın kaleme aldığı dört siret (İsa biyografisi) ne sahiptir. Rivayetlerin İsa'ya dayandırıldığı bir isnad zincirinden mahrum olan bu kitapları bizdeki camii ve sünenler’in muadili sayamayız, hatta mevzuat hadislerinin bile.
49 Bu nedenle, nasslara itaat bayrağını açan Rönesans teologlarının toplum için Kurtuluş Reçetesi sunabilmeleri mümkün değildi. Tanrı’nın Kilisesi'ni kurma bayrağı açan M. Luther (1483-1546) ve J. Calvin (1509-1534)[58] Papa’dan aldıkları kulları, kısa sürede kendi kulları haline getirdiler. Çünkü ellerindeki Kitap "Kim ona tabi olursa onun için havf, hüzünlenme yok" dediği hudadan fersah fersah uzaktı. Bu mevzuat yığınını dillerine, kalemlerine dolayan, aklettiğini sanan Avrupa Aydını'nın trajik öyküsü de bir başka yara.
50 1517 de Wittenberg Kilisesi'nin kapısına 95 maddelik bir bildiri astı Luther. "Papaların sultasına son, İncil'e, kitaplara, nasslara dönüş" çağrısıydı bu.[59] Luther, "kilisesiz, papasız bir din" istiyordu. "Grek Felsefesi Şeytan’ın ta kendisiydi, Kilise skolastiği Aristoteles ( MÖ.384-322) felsefesi ile özdeşti." İsviçre'den Calvin, Luther'e el verdi. Diyorlardı ki: "Toplumsal adaletsizliği Tanrı yarattı, öyleyse öyle kalmalı’’ydı. Sevsinler Hristiyan faqihini. Kilise’nin sultasında burjuvazinin kucağına itildi halk. Aristoteles felsefesi yeniden yorumlandı. Luther de Calvin gibi "dünya düzdür." diyordu. Çünkü nassların zahiri idi bu. "Dünyanın altı varsa İsa dönünce O'nu alttakiler nasıl görecekti?"
51 Ya nassların rehberlğinden mahrum, şeytanın dürtülerini, selim aklın kabullerinden ayırt edemeyen düşünürler.. Platon (MÖ.427-347), Politea'sını yazdı. "Devlet adamlarına özel mülkiyeti yasakladı." Thomas More (1478-1585), [60] "yasağı tüm halka şamil" kıldı. Tommaso Campanella'nin ( 1568-1639)[61] Güneş Devleti'nde "ne mülkiyet vardı , ne de çocuklar. Cinsel buluşmalar bile devletin iznine bağlydı."
52 Niccolo Machiavelli (1469-1527)[62]"insana dayalı bir devlet" istiyordu. J. P. Sartre.(1905-1980) " Tanrı yoksa herşey mübahtır. Hiçbir şey yasak değil" diyor ve ekliyordu: "Madem ki insan kendi başına bırakılmıştır. Ne içinde dayanacak bir nesne, ne de dışında tutunacak bir dalı vardır. Artık hiçbir özür bulamayacaktır yaptıklarına. "Varoluşculuk bir hümanizmadır." diyordu. "İnsanın en yüce gayesi tanrılaşmak! Aslında tanrılaşma arzusu faydasız bir ihtirastır. İnsan bu arzunun luzumsuzluğuna kendini inandırmalıdır. Tanrı'ya ve ahlaka sığınmaya çalışmamalıdır (...)[63] Kendimi oyalamak için bu meseleyi düşünmemeye karar verdim fakat nazik bir şaşkınlıkla kendi kendime - Tanrı yok- dedim ve işin o anda bittiğine inandım." der.
53 Yüzlercesi için bu satırları teyid eden yüzlerce örnek verilebilir.. Kendi bireysel değişimlerini gerçekleştiremiyorlar, böylece reel olmayan dünyalarında bunalımlardan bunalımlara bir koşudalar. Tahrip ettikleri Kitaplar'ını Allah'a kaldırıp, O'nu kendilerine hulul ettirip insan-tanrı modeli oluşturan bu dinsel şahsiyetlerin, topluma velayet etmekten, O'nu evrenin uyumu içine çekici çözümleri yakalamaları imkansız.
Son Rasülün Velayetinde Velayeti Fakihlerin Yetişmesi
Mekke, Yesrib, Taif, Huneyn'in Medineleşmesi
54 Lekesiz hayatının kırkıncı yılında Cibril'den "Muhammed, ey Muhammed. Sen Allah'ın Rasülü'sün" çağrısını duydu. Allah, Adem'in yeryüzüne inişinin ardından Risalet Kurumu'nu vazederken buyurduğu "Kime benden bir huden gelirse ve o ona ittiba ederse, O'nun için hüzünlenme yoktur, korku yoktur" ayetini Muhammed a.ın eli ile hem O'nun çağı hem de O'ndan sonraki çağlar için bir kez daha vahyetti.[64]
55 Muhammed a.a gelen kitap " Bizi Sırat el-Müstakim'e hidayet et"[65] duası ile başlar ve 2. surede " Bu kitap -ki kendisinde hiçbir kuşku yoktur- ittika edenler için bir hudendir" [66] açıklaması ile devam eder. Kitap bütün ayetleri boyunca işte bu klavuzluğu yerine getirir. Olunmasını istediği insan tipini Rasul Muhammed'in şahsında oldurtur ve O'nda insanlar için bir usve[67] olduğunu" açıkladıktan sonra vahye kulak vermeleri, O'na ittibaya davet eder. Olunmasını istediği insan tipini O'nun eliyle oldurtur. Böylece dini ikmal ettirerek son Elçi'sini insanlar arasından katına kaldırır.[68]
56 Rasul Muhammed a.ın tenvir hareketinde ed-din kelimesi hareketin merhalelerine göre ayetlerde açılım gösterir. Rasul ve etbaı şu otorite/ dinlerden sırası ile geçerler...
57 Artık Muvahhidler için Nedve uğrağında Kureyş kodamanlarının önerileri ile şekillenen toplumsal yasalar bir anlam ifade etmeyecektir. Atalarının kültüründen gelen örfi yaptırımlar, toplum katında kabul görse de, Nedve Şeyhlerince onansa da Erkam'ın Evi'nden vize almadıkca mü'minler için bir bağlayıcılık taşımayacaktır. İlgili ayetteki " Benim otoritem beni bağlar" ifadesi varolan yaşanır bir realitenin dışa vurumudur. Legal otoritenin çözümleri ise ancak kendi etbaı için konuşma selahiyetindedir.
58 "Dinde zorlama yoktur. Er-Rüşd; el-Gay'den kesinlikle ayrılmıştır. Kim Tağutu tekfir edip Allah'a inanırsa, O kopmak bilmez bir kulpa tutunmuştur.."[70]
59 Mekke'de benim dinim denilen otorite, Yesrib Medinesi'nde bütün toplum katmanlarını kuşatınca, Tağut'u veli edinenleri bir bardak suda boğmamış, istediği otoriteye bağlı olmakta onları özgür bırakarak, Mekke'de kendilerine tanınmayan hürriyeti, kendilerine tanıyarak kendisine yakışır tavrı sergilemiştir. Baskıya gerek yoktur. Çünkü hak, batılla karıştırılamayacak denli açık bir şekilde insanlara ulaştırılabilmektedir. Artık sınav dünyasını, sınavın alanı dışına çıkarmaya Mü'minlerin hakkı yoktur.
60 İç politikada "din" ile bunlar anlaşılırken, Hak ile Batılın ayrımının yapılamadığı, bunun için fırsatların tanınmadığı başka Nedve Beyleri'nin sultasındaki alanlar için bir başka din ayeti vardır:
61 Ebu Leheb'lerin ellerinin uzandığı topraklarda insanların inanç özgürlüğü baskı altındadır. Rasul a.ın yönetimi için bu yerlerden insanların ellerini çektirme, "Yedullah'ı hakim kılma" savaşını verme prensibi getirildi Meliku'l-Hak tarafından. Nedve Ülkeleri’ndeki Erkam'ın Evleri desteklendi. Nur Inkılabı'nı gerçekleştirmek isteyenlere arka çıkıldı. Dönüşüm Ayeti'ndeki [72] ifadesini bulduğu üzere Nur Inkılabı'nı parçalamak isteyen Tağut'un velileri de boş durmadılar. Onlara içinde legal Mescid'i Nebi'ye karşı Zulumat karşı devrimini gerçekleştirici Mescidi-Dırar'ları inşa etmek düşecekti. Rasul'ün ölümü sonrasında çok geçmeden bu Mescidlerin amaçlarına nasıl ulaştığını bilmekteyiz.
62 Mekke'nin bireysel katılımlarını Yesrib Medine'sinde toplumsal katılımlar izledi. İnsanlar oluk oluk, Qur'an'ın değişiyle efvacen[73] Dinullah'a akın ettiler. Artık Rasul'e düşen hamd ile, istiğfar ile Rabb'ini tesbih etmekti.
63 Qur'an bu toplumsal katılımlar konusunda hareketin kurmaylarını uyardı. "Dilleriyle inandık diyenlerin çoğunun kalbine imanın henüz girmemiş olduğunu" belki "teslim olduk" demenin onlar için daha yakışık alacağına dikkat çekti.[74] Buradaki teslim olunan merciden kasıt Allah değil, islami yönetimdir. Teslimiyet Allah için kullanıldığında, İbrahim'in "alemlerin Rabbine teslim oluşu"[75] gibi iman etmekten daha üst bir makamı temsil eder. Zımmi kalma yerine teslim olmayı seçen, iman henüz kalblerine oturmamış, dinin gayesini, Rasul'ün verdiği kavganın gerçek nedenini tam anlamıyla fıqhedememiş insanların dillerindeki şehadeti islami yönetim, dışlamayı tercih etmedi. Belki onların kabullerini evetlerken gerçek durumlarına vakıf olarak onları iç eğitimle yetiştirmeyi denedi. Hatta yönetim, Muvahhidlerin rızıklarından ayırdıkları bir pay ile oluşturulan Beyt el-Mal'den onlar için belli bir pay da ayırdı.[76]
'Bugün dininizi ikmal ettim ve size din olarak islamı seçtim...."[77] "..Allah katında din islamdır..."[78]
64 Böylece Rasul a. dinin teori ve pratiğini, önce "karşı-devrimci", sonra "devrimci sünnetini" icra ederek, gelecek kuşaklara, faqihi ile ümmisi ile devlet yönetiminden aile yönetimine, onun tüm fertlerine kadar ümmeti için bir usve olarak hayatını tamamladı. O, "bütün insanların bir çoban olduğunu" söylemiştir. Herkesin sorumlu olduğu bir alan vardı ve herken o alandan sorumlu idi. Sorumlu insanlar bir araya geldiklerinde daha yüklü sorumlulukları omuzluyorlardı.[79] Çünkü onlar Yedullah'ın (Allah'ın Yönetimi) topluluk üzerinde olduğuna, olması gerektiğine inanıyorlardı. Allah toplumu salt bireyler olarak karşısına almıyor, onların tümünü kuşatan emirler de vazediyordu. Bu ise insanlar için bunyanen mersus[80] olmayı zorunlu kılmakta idi. Her salatın kıyamında[81] söyledikleri gibi kulluğu "E'budu" şeklinde değil, "Ne'budu" şeklinde[82] yerine getiriyorlardı.[83]
65 Rasul bis'etten sonra hem aldığı vahiyler ile hem de bunların esprisi içinde kendi içtihadlarıyla toplumuna önderlik etti. Elimizdeki Kitap O'nun sağlığında yazı ile koruma altına alındı. Erkam'ın evinde hareket'in Ebu Bekr'leri, Ammarlar'ı, Mus'ablar'ı yetiştirildi. Umerler'i nasıl kazanılır, tartışıldı. Habeş'in hükümdarı, Süperlerin savaşları müzakere edildi.[84] Bilal'lere efendilerinin yaptığı zulümler kınandı. Hareketin bu zayıf insanları, Ebu Bekr'lerce ekonomik hürriyetlerine kavuşturuldu. Ya kadınlar, annelerimiz...[85]
66 Fıqheden insanlar genci ile kadını ile, zencisi ile, yoksulu ile O'nun etrafında halkalandı. Bireysel değişimlerini gerçekleştiren insanlar, nefslerinin emmareliğine[86] levmederek kişisel doyuma/ mutmain nefse ulaşan insanlar,[87] diğer insanlardan ayrı bir hizbin, ümmetin ifadesi oldular. Allah toplumu teker teker ve bütün halinde çeşitli olaylarla denedi. Musibetler isabet ettiğinde fıqhederek, kendisinin ve toplumlarının leh ve aleyhine olanları[88] nasıl belirleyecekler, muhlis olanlar üzerinde şeytan sultasını, çengelini nasıl tutturamayacak onlara ispatlattı.
Kurmaylaşma:
67 "Hareket içinde, işlek bir zeka, engin bir basiret, net bir fiziki yapı, ifrat ve tefritten uzak mutedil bir görüş sahibi, içtihad etmeyi ve olguları değerlendirmeyi başaracak beceri sahipleri, mücadele azmi ve olumsuzluklardan etkilenmeme gibi üstün meziyetli kurmaylar"[89] kendilerini kısa sürede belirgin hale getirdiler. Rasul vahyin dışındaki alanlarda bu seçkin insanları ictihada teşvik etti. Muaz'ı Yemen'e gönderirken O'nun kendisini hoşnud eden cevabı konu ile ilgilenenlerce bilinmektedir.[90]
68 Rasuller de imtihan alanı içindedirler, Allah onların her yaptığını vahy ile yaptırmamış, iradelerini ellerinden alarak robotlar haline getirmemiştir. Abdülcelil İsa'nın da dediği gibi " Peygamberler çoğu zaman geçim ve mücadelelerinde ictihad ve akıl yürütmeye daha çok muhtaç idiler. Çünkü Peygamberler ve ıslahatcılar kuvvetli akla, üstün zekaya, iyi değerlendirmeye en çok muhtaç olan insanlardır. Zira karşılaştıkları hayat; sorunları ve zorlukları yenmek, sürati intikal ister. Çabuk karar vermede insanın yetenekli. aklının sağlıklı olması yeterli değildir. Çöllerde, dağ başlarında ve vadilerde yaşayan nice akıllı ve yetenekli insanlar vardır ki, akıl tembelliği ve sorunları çözmede tecrübesizlikleri onların işini bitirmiştir.[91] Akli tecrübe diğerlerinden çok Rasuller için gereklidir. Allah'ın risalet için seçmiş olduğu kimseler arasında zamanın pişirmediği, hadiselerin yontmadığı birisini bulamayız. Böylesi sağlam bünyeli, yüksek asaletli ve zorluklara sabrı, tehlikelere göğüs germeyi nefislerinde toplamışlardı."
69 Bu Rasul a.ın Allah'ın vahyini tahripten uzak olduğunu, vahy almadığı alanlarda heva ile değil, vahyin esprisine yakın bir çözümü içtihadı ile belirlediğine işarettir. Bu arayışta yanılması mümkündür, ama bu yanılgının düzeltilmemiş olması mümkün değildir. Bu usve olacak bir Elçi için masumiyet ilkesine terstir.
70 Mahkeme ettiği insanlar için yalan söylememelerini isteyen Rasul, kendisinin de bir insan olduğuna, şehadetlerin kendisini yanıltıcı bir faktör olabileceğine dikkat çekiyordu.
71 Siretin Mekke dönemini ya da Qur'an'ın son cüzünde Abese Suresi’ni nuzul nedeni ile birlikte okumuş olanlar sureye de adını veren Abese olayını bilirler. Tenviri Hareketin belki yeni Ömerler kazanabileceği bir tebliğ saatinde, boş vakitlerde, Erkam'ın evindeki muhabbet gecelerinde, Kur'an okuma gecelerinde kendisi ile bolca konuşma imkanı bulabilecek bir Ümmi Mektum'un Rasül.e sorduğu soruyu Peygamber zamanlama açısından yanlış bulmuş, soruya cevap vermeyerek başka bir uğraşısı olduğunu anlamasını istemişti. Ama tezekki öğrencisi sualini bir kaç kez yineleyince, Rasul, yüzünün ekşimesi, mimikleri ile O'nu, başka zaman sorması gerektiğine ikna etmek istedi.
72 Rasul'ün burada yaptığı, hareketin daha lehine olacak bir tavrı yakalama ictihadıdır. Ama vahy dilinde bu, yergi konusu oldu ve Rasul itap edilerek risaletin, "Mekki Tenvir"in ilerisi için okuyucularına kötü bir miras bırakması önlendi. Rasul bu yaşlı A'mayı her gördüğünde " Rabb'imin kendisi için beni itap ettiği kul" diyerek latifede bulunurdu.
73 Düzeltilme, tilavet olunmayan bir vahyle, Cibril ile Rasülün ayetler dışı buluşması türünde bir ikazla yapılmadı.[93] Tilavet olunan, mütevatiren, tahrip olmaksızın kıyamete kadar korunacak "ez-Zikr" içine alındı. Böylece Rasul'ün biyografisindeki düzeltme de, Yunus'un siretindeki düzeltme gibi, [94] Nuh'un, İbrahim'in siretindeki düzeltme gibi kitaplaştırıldı, söylentilerden, töhmetlerden kurtarılmış oldu.
74 "Yanındakileri kov, bizim için ayrı meclisler kur" gibi pazarlıklarla gelen Mekke eşrafının tekliflerine iltifat etmemekle uyarıldı Rasul. Uyarılmasa belki bu tür ictihadi hataya düşmesi, usve olacağı için sonraki "Mekki Inkılaplar" için bir yanlış miras bırakması mümkün olabilecekti.[95]"
75 Zulumat'ın yerle bir edildiği "Medine Inkılabı" ardında mü'minleri, insanları salat için Mescidi Nebi'ye nasıl çağıralım?" tartışması içinde buluyoruz. İbnu Umer'in nakline göre Hristiyanlar’ın çanını, Yahudiler’in borusunu teklif edenler olur. Umer'in teklifi ise "insan sesi ile çağrı"dır. Umer'in ictihadı Rasul tarafından da onaylanır ve Bilal Salat'a çağırması için görevlendirilir... "es- Salatu camiatun."
76 8/el-Enfal 67-68 ayetlerini okuyanlar [96] Bedir Savaşı’ndan sonra esirlere yapılacak muamele hakkındaki Rasul ve öğrencileri arasında geçen tartışmaları hatırlarlar. "Bir Rasul'e yeryüzünde ağır basmadıkca esir almak yaraşmazdı..." Müslüman çocukları okuma yazma konusunda eğiterek azad edilen tutsaklar..
77 Daha Bedir Savaşı için yer seçiminde başlamıştır Önder ile askerler arasındaki meşveret.. Su başına Kureyş'ten önce varmayı amaçlıyorlardı. Hubab ibnu Munzir "konaklanan yerin ileri ya da geri gitmeye müsait olmadığını" söylüyordu. Rasul'e bu kararın "ictihadi mi yoksa vahy mi?" olduğunu sorması ardından, Rasul'ün "kendi taktiği olduğunu" öğrenince "Burası uygun değildir. Orduya emredin de en yakın su başına kadar ilerleyelim. Bizim kuyudan başka bütün kuyuları imha ederiz, sonra da bir havuz yapar su ile doldururuz. Düşmanla savaşırken biz su çekeriz onlar içemezler" dedi. Ve Rasul'ün onayı ile öyle yapıldı.[97]
78 4/en-Nisa 59'da ki[98] ihtilaf edilen olayları, "Allah ve Rasulüne döndürme" emrini hatırlayanlar burada, fıqhetme kavşağına gelirler. Ayet herşeyden önce "Ulu'l-Emr" ile etbaının ihtilafını hayatın realitesinden görerek yermemiştir. Sonra ihtilafın askıda bırakılmasını değil çözümünü istemiştir. Çözüm için iki kaynağı göstermiştir. Peki ihtilaf, kaynağın ikincisi olan Rasul ile, O’nun Ulul-Emr'in başı olması yönü ile olusa, ki yukarıda ki olay böyledir, ne olacak?
79 Önce Rasul'ün uygulamasının "bir sünnet (vahy) mi yoksa içtihadi yani Ulu'l-Emr yönü mü" olduğu ayrılacaktır. İkinci yönü ise O'nun görüşleri de diğer içtihadlar gibi tarışmaya açık olacaktır. [99]
80 Hendek Savaşı’nda, Medine Kenti'nin nasıl savunulacağı sorunu vardır. Selman "Biz İran'da iken muhasaraya uğradığımız zaman şehrin etrafında hendek kazardık" demesi üzerine Rasul a. bunu uygun bularak hendeği kazdırtır, bizzat kendisi de bu kazı olayında çalışır. [100]
81 Enes'in anlattığına göre, Rasulullah Rumlara mektup yazmak isteyince, "Rumlar mühürsüz mektubu okumazlar" denildi. Bunun üzerine gümüşten bir mühür yapıldı. Enes anlatırken "parlaklığının hala gözleri önünde olduğunu" söyler. Üzerine "Muhammed Allah'ın Elçisi" ibaresi kazılır. Rasul faqihlerin bu içtihadını kabul eder.
82 Rasul'ün öğrencileri arasında ictihadi ayrılıklar, olayın Rasul'e döndürülmesi ile ilgili olarak da hayli çok sayıda örnekler vardır.[101]
83 Rasulullah buyurur: " Hiç kimse salatını Kurayza oğulları toprağı dışında kılmasın." Buyruk bu kadardır. Askerlerin bir kısmı oraya varmadan namazın vakti girer. Bir kısmı salatı Rasul'ün emri gereği kılmazken bir kısmı "Rasul'ün kastı bu değildir" diyerek salatlarını ikame ederler. İbnu Ömer, olayın Rasul'e aktarıldığında, Rasul a.ın "hiçbirini yanlış bulmadığını" anlatır.
84 Bu ve benzeri örneklerdeki ihtilaf, İslam tarihi boyunca iki ayrı eğilim halinde devam ettirilmiştir. Sünni dünyanın "Ehli Hadis-Ehli Rey" ayrımı, Şii dünyadaki "Ahbariler ile Usuliler" arasındaki ihtilafın en önemli nedeni bu nassları anlayıştaki ayrılıktır. Fakih için bir tarafın yanılmış olduğunu anlamak güç olmasa gerek. Ama yanılgılarındaki neden emrin lafzına itaattan kaynaklanmaktadır. Sonra Rasul'ün iki uygulamaya da ses çıkarmamasını, ihtilafları (insanların fıtratlarından kaynaklanan ihtilafları) yok saymak, ümmet için yalnız bir tek çözümü kanun haline getirmek isteyen zorbaların nazarına sunulur. Ama her ihtilafta durum böyle midir? Bazen nassın lafzına sadakat adına yapılan cürmler affedilmez boyuflara ulaşabiliyor.
85 Başı yarılan bir mücahid "cünüblükten dolayı yıkanmayıp yerine teyemmüm etmesi" konusunda fetva istemişti. Gözle görülen bu derin yaraya rağmen adama yıkanması için fetva vermediler. Yıkandı ve öldü. Olay Rasul'e intikal ettiğinde hiddetlendi "Allah da onları kahretsin. Adamı öldürmüşler. İlmin anahtarı sormadır, bilmiyorlarsa bilenlere sorsalardı "' demiştir.
86 Cevap veren adamı düşünün. O, ilimle, Qur'anla, hadisle cevap verdiğini sanıyordu. O'nun nazarında ilim nakilden ibarettir çünkü, üzerinde konuşmak, kastını, illetini anlamaya çalışmak, zahire muhalet etmek, reyle, istihsanla fetva vermek, heva ile amel etmektir! Oysa onların bu tutumu Rasul'ün dilinden cevabını almış, bir önceki örnekte olduğu gibi hoşgörü ile karşılanmamıştır.
87 Nassların zahirinde takılanların yanılgısı bu olunca, imamların kavillerinin zahirinde takılanların cevapları ne olur acaba? Arapca bilgilerini, köhnemiş Medrese eğitimlerini cehaletlerinin önüne bir perde gibi serip faqihlerin önünü tıkayanlar, Rasul ile ahirette karşılaştıklarında, Allah ile başbaşa kaldıklarında alacakları cevabın bundan çok farklı olduğunu mu sanırlar?
88 Ya hareket içinde yetkinleşmeyen insanlar için, Qur'an'a dönüşü sanki onun zahirini okumak, ayetlerin, arkaplanını, Rasul'ün faqih yönünü tanımamak yeterli imişcesine delil ile amele çağıranların bu kıssadan alacakları ders yok mudur? Zahirle amele rağmen, bu sığ ictihadlara rağmen "Aman efendim ictihada bile ne luzum var ortada nass varken?" yanılmış olmayacak mıdır? Taqlidin çirkin çağrışımlarını ön plana çıkarıp ihtisasa saygıyı, bilmediğini yetkin kişilerden sormayı çok görenlere ithaf olunur.
89 Bir seferde bulunan iki sahabe salatın vakti girince su bulamazlar, teyemmümle salatlarını eda ederler. Sonra vakit çıkmadan su bulurlar. Birisi abdest alarak namazı yeniden kılar, diğeri ise bana gerek olmadığını düşünür. Rasul ilk uygulamayı kendi sünnetine uygun bulur, ikincisi içinse "iki kez ecir alacağını "söyler ve her iki uygulamayı da meşru görmüş olur.
90 Amr ibnu As bir seferde cünüblükten teyemmüm ederek namaz kıldırır. Cemaat durumu Rasul'e arzeder. Amr'ın savuması: "Allah'ın kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın, buyurduğunu işittim" olur. Rasul de tebessüm eder.
91 Faqihlerin gerek ibadî dedikleri gerek muamelat içinde gördükleri hayatın değişik alanları ile ilgili ashab ve Rasul ictihadlarına sahibiz. Ashabın bütün bu değişik ictihad şekillerine rağmen fıtri ve ilk fıqhî çabalara sahne olan bu asır, yine de Subhi es Salih'in dediği gibi "bir vahiy asrı"dır. "Çünkü Allah Rasulü'nün bu içtihadlar karşısında iki tavrı oluyordu: Ya Allah'ın hükümlerine uygun düştüğü için tasvip ediyor ya da düzeltiyordu. Bu durumda Allah Rasulü'nün sözüne dönmekle ashab, aynı zamanda vahye de dönmüş oluyorlardı."
92 Rasul'e halk çeşitli olaylar hakkında sorular soruyorlardı. O da onlara cevaplar veriyordu. Huzuruna bir dava getirildiğinde O'nu hallediyordu, bütün bu olayların herbirinin görgü tanığı az ya da çok oluyor, kiminin şahid olduğuna bir diğeri şahid olamıyordu. Bu nedenle onun uygulamaları sonraki dönemlerde mü'minlerin ihtilaf nedenlerinden biri olacaktır.
93 Rasul abdest alır, sahabe O'nun abdest aldığını görür, bu sebebtir demekten gördükleri ile amel ederlerdi, diğer ibadetler için de buna benzer örnekler verilebilir, abdestin farzının dört olduğunu hiçbiri bilmezdi belki de, çünkü bunlar tartışma alanına girmemişti henüz. Aslolan sünneti ile farzı ile Rasul'ün yaptığını aynen yapmaktı, bu nedenle "ayakları ellerden önce yıkayınca, tertip bozuldu mu acaba?" gibisinden endişeleri onlar arasında görmüyoruz. Bunlara fıqfın matematiğe döküldüğü sonraki asılarda rastlayacağız. Kimi haklı ve yerinde olan nedenlerle, kimi de bizce pek anlan verilemeyen gerekcelerle...
Faqihlerin Velayeti'nde Tenvir
94 Fıqhın bir otoride ile ilişkisi hareketin başlangıcından beri vardır. Önce, hareketi daha iyi bir noktaya götürecek kişilerin seçiminde başlar bu sorun. Bu seçim Allah'a olan itaatin yanında seçilmiş olan öndere itaati de doğurur. Önder, iş konusunda muttebileri ile meşveret etme durumundadırlar. Bu nedenle ilimde Rasih önderin rehberliği, hareket ile başlar, Medine Yönetimi'ne dek uzanır.
95 Faqihler toplumsal ilişkilerinde konumlarını belirlemişlerdir.[102] Alıcısı olduğu konularla vericisi olduğu konuların ayrımını yapmıştır. Fıqheden kalbi onu "Ya eyyühellezine amenu" hitabına mazhar bir daire içerisine çekmiş, bu andan itibaren yüklendiği sorumluluklarını bireysel ve toplumsal hayatında yerine getirmekle ödevli bilmiştir kendini... Bu ödevin bir uzantısı da kitlelerin fıqhetme-fehmetmelerine yardımcı olma, klavuzluk etmedir.
96 "Faqih olma Peygambere benzeme eylemidir diyor." bir bilge. "Tek farkla ki ona vahy gelmez." Elinde sımsıkı tuttuğu bir Kitap vardır. O kitabı okur, Rasul'ün kürsüsünden halka onu tebliğ eder, tebyin eder. Kitab'la çözümlediği sorunlar içtihadi ise onları mutlaklaştırıp şablona dökmez. Kendi görüşleri ile Kitab'ın doğruları arasındaki farkı ortaya koyar. Aynı endişeleri paylaşan insanlara karşı yüreği açıktır.[103]
97 Hira'yı yaşayan insanlarla Hira'dan birlikte çıkmak ister, halkına kendini değil, Kitab'ı götürür. Toplumun taşkınlıklarını bertaraf ederek, onların yerine tuğyan kürsüsüne kurulmayı düşünmemektedir. Bütün işlerinde meşvereti ilke edinir. İnsanlara karşı, Mü'minlere karşı sorumluluğun bilincindedir. Topluma, geçmiş ve geleceği ile tarihe karşı sorumludur. Kendisini tarihsel süreçte sağlam bir temel üzerine oturtur. Qur'an'ı kirleten mirası, Qur'an üzerinden ayıklamayı, Qur'an'ı salt kendi anlayışından ibaret görme yanılgısından uzaklaşmayı, el veren, gönül verenlerle birlikte başarmak ister.
TENVİR VASATI
98 Faqih konumunu saptadıktan sonra merhaleler konusunda Allah'ın sosyal yasasından (sünnetullah) çıkarımlarda bulunur. Mekki-Medeni ayrımı zamansal/ düşey bir ayrımdır. "Darul-Harb" ve "Darul-İslam" tasnifi ise mekansal bir ayrım...
99 Mekki toplum, Mekke'de inen ayetlerin sınırladığı bir Qur'an'ın yürürlükte olduğu toplum anlamına gelmez. Her Rasul'ün, her tecdid hareketinin, her bis'et’in başlangıcında zamansal tasnif bakımından bir "Mekkilik" vardır. Ve bu Mekkilik, toplumlara, çağlara göre değişkenlik arzeder. Qur'an'ın bütününe muhatap olduğunun bilincinde olan tenvir yönlendiricileri kendi dışlarındaki arızalar nedeniyle kimi ayetlerle toplumlarının mükellef olmadığını, Allah'ın vus'atın üstünde kuluna bir şey yüklemediğini merhaleye uygun olarak açıklarlar. Bu, fıqıhcıların, "sıhhat şartları/ semavi arızalar" başlığında incelediği konulardır.
100 Evet, Tevhid’in Mekki tebliği demek, tevhidi tenvir için yalnız Mekki ayetleri varsaymak demek değildir. Bu bir tedricî eğitimdir, her Rasul'ün Mekke'si diğerinden ayrılık arzeder. Küfrün mahkum etmediği bütün ayetler, bütün yönleri ile yürürlüktedir.
101 Arzın herhangi bir yerinde Medine'sine ulaşan bir "Tenvir Hareketi", Rasul'ün Medine'si boyutunda olmasa da, kendi kültürel tecdidini Qur'an'la sağlamasını yapamasa da, kendi dışındaki Mekki hareketler için yeni bir konum belirlemeyi zorunlu hale getirir. Bu, hareketin "mekansal konum" belirleme zorunluluğudur. "Darus-Sulh" 'de Cahiliyye'den Nur'a geçiş çalışmaları, "Medinesi olan bir Mekke" bilinci içinde gerçekleştirilir.
102 Faqihin velayetinde fıqıh toplumunu oluşturmuştur. Faqih, İslam ulusunun tarihsel yazgısını, düşünce okullarını tanıma durumundadır. Hira'sında gerçeğe meftun olan faqihler için Rasullerin qıssaları bir ivme verir. Allah'ın uluhiyet ve rububiyetinin kendisini çektiği ubudiyet dairesi dışına taşmamakla gerçekleşeceğini anlamıştır, böylece tenvir kıyamı başlar. Önce kendisinin leh ve aleyhinin bilgisi ile donanır, sonra toplumun leh ve aleyhine olanları saptar.
103 Faqih, Tevhidi topluma götüren kişilerin "Peygamberlerin sorguya çekildikleri şeylerden sorguya çekileceklerinin" bilincindedir. Bu nedenle onun okuması, araştırması, tecessüsü kişisel tatmini için değildir. Allah'ın içinde yaktığı ateşi, ışığı levmedenlerin levminden çekinerek söndürüp karanlıkta yürümez. Rasulsüz dönemin fakihlerinin çalışmaları, çözümleri icmalen bilgisi altındadır.
104 Toplumsal değişim için çalışmanın, bireysel değişimin rükünlerinden olduğunu bilir. Aydın için fıqıh, kendi bireysel değişimi ile başlar, öncekilerin sünneti, başka coğrafya aydınlarının tecrübeleri hep masasının üzerinde olmakla beraber [104] kendi toplumunun leh ve aleyhinde olanların tesbitini hareket/ davet/ tenvir fıqhını toplumu ile başlatmıştır. Geçmiş ekoller, çağdaş hareket ekolleri ile çalışmasının barışık ve çelişik yönlerini saptar. Her Rasul'ün Mekke'sinin, her Müceddid'in çevresinin değişebilen yanları ile insan olmasından kaynaklanan değişmez kesin yanlarını bilir. Önceki örnek çözümlerde tercih yapması da bir nevi ictihad olduğu için, yeni konularda hareketin geleceğe özgün örnekler bırakıcı ictihadlarının olabileceğini, bu bakımdan geçmiş mirasdan yararlanma zorunluluğunu, onu tarihsel hizbiliğe götürme zorunluluğunu da tazammun etmediğini bilir.
105 Hira'yı yaşayan, önce herşeyi sıfırdan başlatan, tekerleği yeniden keşfeden değildir. Geçmişin zamana bağlı, örfe bağlı sorunlarını çözme de yöntem ve çözümlerini etüt etme gereği duyar.
106 Toplumsal değişimin faqihleri, yalnız bir sanatcı, filozof, akademisyen değildirler. Halk içinde, muvahhid bağlılarının ve zaafa uğrayan mazlumların yazgısına ortak, onların sorunlarına vakıf, Rabb' ine karşı içinde bir sorumluluk duyan, mahşerin yakıcı sıcağını, sorgulamanın dehşet verici ürpertisini içinde yaşayan insandır.
107 Fıqhın insanlar açısından konum saptaması da yapılma durumundadır. Konum tesbiti tebliğle birlikte gündeme gelir. Muhatabın "evet ya da hayır'ına göre..." Toplum önce "Ey insanlar" hitabı ile karşı karşıya getirilir. Hükümlerin vaz' sıralaması ise bu merhaleleri saptama da faqihlerin görevidir. Hira'yı yaşayan insan, konumunu, toplumunun konumunu saptamış insan demektir. Bireysel ve toplumsal değişimin yasaları konusunda Qur'an'ın açık ibareleri ona ihtiyaca mahal bırakmayacak denli bir "tenvir/nida fıqhı" kazandırmıştır, ona düşen dekorasyonun tedvini, iç düzenlemenin yapılmasıdır.
108 Yozlaşmış bir kültür içinde başlayan tenvirde, Hira'sını yaşayan aydın, bu mükteseb fıqhi kültür içinde harekete başlama durumundadır, onu ayıklamak zorundadır. Tecdid tamamlandığında harekette kendi fıqhını doğurmuş olacaktır. Bu nedenle fıqıh-toplum-velayet arasında sıkı korelasyonlar vardır.
109 Faqih insanlara Allah'ın dinini tanıtır, atalarının diniyle, mezhebiyle çatışsa bile, hakkı batıla karıştırarak sunmaktan, Allah'ın bakışlarını üzerinde hissettiği için utanç duyar. Onun için önemli olan insanlarca aklanma değildir. Allah'a vasıl olduğunda, ona toplumunu sorduğunda hesabını verebileceği ameli yapmış olmanın mutluluğunu, Rabbi'nin " Buyur gir ülkeme, gir cennetime" davetini işitmenin çıldırtıcı mutluluğunu, hazzını tatmak ister.
110 Kendisine ulaşan sahih senetli, Qur'an'a paralel Rasul'ün sözlerini baş tacı bilir. Bütün insanların ve kendi sözlerinin üzerinde bilir. O'nun sözleri, eylemleri, sırattaki işlaret levhalarıdır. Sünneti diriltmek, bid'atları iptal etmek yanlısıdır. En büyük sünnetin Allah'ın Qur'an'ı açıklamada gösterdiği sünnet olduğunu bilir.
111 Rasul'ün emanetini, tarihin kestiği yerden alıp üstlenir. Ali ile biten bir dönemin, bir sünnetin diriltilmesi yanlısıdır. Budur onun konumunu belirleyen.
112 Ya da "Ali ile biten bir dönem"in öncesini andırır konumu, artık Ali gibi, Ammar gibi kanının son damlasına kadar o emanetin korunması yolunda sünneti izler.
113 Topraklar emanetten soyunmuşsa, gasıplar ülkeyi talanda iseler, yalnız Allah'ı bir tanır, halkına yaslanır. Hüseyn gibi kanının son damlasına kadar o toplum sünnetinin diriltilmesine, taşkınlığın, kolonyalizmin ellerinin kırılmasına çalışır. Merkezi tuğyanın hareketi bölücü tekliflerini Ebu Hanife firaseti ile kavrar, içinde olmasa da Zeyd'e dua ve parasal yardımlarını ulaştırmaktan uzak kalmaz. Halkının taşkınların yanında olduğunu görürse, acıyı yüreğinde, yüreğinin ta derinliklerinde duyar, O'nu veli edinenlere karşı bir Mus'ab kesilir, Yesrib toprağında gibi, bir Cafer kesilir Habeş toprağında gibi, Gıfar'ın içine dalar Ebu Zerr gibi.[105] Ardına bir ordu katar da döner Devs'in delikanlısı Tuleyb gibi.
114 Hummalı bir çalışma içindedir. Küfrün darında Erkam'ın evlerini inşa eder. Harbin darında değilse eğer, Tevhidle tanışmaya muhtaç halkına karşı daha mülayimdir, toplumda "emin olarak kalma" sıfatlarını parçalayıcı hareketlere tevessül etmez.
115 Faqih toplumda salt Allah'ın sözlerinin ekber olmasının kavgasını veren insandır. Kavgasının yegane sebebi, Allah'ın sözlerine karşı yükseltilen sözleri zelil kılmadır. Toplumunu, çağını, coğrafyasını iyi etüt etmiştir. Kaldırdığı her münkerin yerine Ma'rufu koymakla ödevlidir. Maruf ya Allah'ın sözleridir ya da Allah'ın sözlerine istinad ettirilen faqihlerin sözleri...
116 Bilir ki faqih, Mekke tebliğinin önderini Allah seçmiştir. Ama Mekki toplumlarda, toplumsal dönüşümü başlatan hiç bir aydın liderlik konusunda Rasul a. gibi değildir. Aynı kavgayı veren değişik coğrafya aydınları ile biraraya gelme, Qur'an'a dönüşü onlarla birlikte gerçekleştirme, beşerin onun üzerindeki tahakkümünü birlikte kaldırma durumundadır.
117 el-Mevdudi '(ö.1979)nin altını çizdiği tecdid/ teceddüd ayrımının farkındadır. İçtihadı bir sululuk olarak anlayan, Mustafa Sıbai'nin (1915-1964) "Güneşi, ayı, ağacı reforme etmek isteyenler" esprisinde ifadesini bulan şaşkınlığın farkındadır.
118 Aydın her zorlukla beraber bir kolaylığın olduğunu bilir,[106] ümmetin önüne yeni ufuklar açar. Böylece içtihad ile İslam her çağda, çağların ilerisine sıçrar.
119 Bis'et, Hira’yı yaşayan insanla başlar, bu bakımdan başında faqihin bulunmadığı bir İslami hareket Kelim Sıddıki'nin (ö.1996) dikkat çektiği gibi mümkün değildir. Hareket kendi tabii gelişimi içinde sonraki nesilleri yönlendirir.
120 Tenvir bir yıkım ameliyesi değil, bir yapım ameliyesidir. İlgi sahasına âkil olan kitlenin bütün fertleri girmektedir. Her ferdin biyeysel değişiminde ona yardımcı olmayı, tenvirini görev bilir, onun elinden tutar, yolda ona eziyet veren şeyleri kaldırır.
121 Tenvir bütün bir kitleyi ilgi sahası içine aldığı için siz, onu ne bir Akademi çalışmasına benzetebilirsiniz ki yalnızca belirli puanları alamayan kişileri dışlayabilesiniz,[107] ne bir anonim şirket sözleşmesidir ki limit meblağa malik olmayanlara kapıyı kapayabilesiniz, ne bir sanat galerisidir ki estestik zevki olmayanlara vize vermeyesiniz, ne bir futbol takımıdır ki yaşlıları sahadan uzaklaştırasınız. Onun toplumun her kesimi için proğramı vardır, tenvir realiteye sır çevirmez.
Musablar ve Muazlar
'Allah'a İman Edin' Nida'sının Münadileri
122 Faqihlerin velayetinde tenvirin Mus'abları, Muazları yetiştirilir. Kitabı özümseyen, Kitab'ın satırlarını caddelere taşıran insanlarını, önceki tenvirlerin Mus'ab ve Muazların[108] misyonuyla yükleyerek yetiştirir. Faqih kitleleri yıllar boyu avutup kendi ayakları ile yürür duruma getiremez çalışmaların vehametini bilmektedir. Kendilerinden sonra ümmete velayet edecek Mus'ab[109] ve Muazları bir iç eğitimle, önceki ıslahatcıların, ınkılabcıların mirasından süzülerek yetiştirilme durumundadır.
123 Faqih ancak gücünün yettiğinden sorumludur. Hareketteki tecrübi ağırlığı Mus'ab ve Muazları yetiştirdikce faqih için dengelenmeye başlar.
124 Faqih, Mus'ab'ın Muaz'a dönüşümünde, onu sahasının yetkini kılma çalışmasında onun üzerinde titrer. Başkalarının görüşlerinden kendini müstağni kılacak hilkat garibelerinin yetişmesine izin vermez. Girift konularda terlemenin şartlığını, susmanın yerine göre kişinin faqihliğini gösterdiğini öğretir. Faqihin sadece haramları helal kılmada değil, helalleri haramlaştırmada da mesul olduğunu, bu nedenle ölçü ve dengeyi ayarlamayı öğrenmesi gerektiği üzerinde ısrarla durur.
Mus'ablar
125 Mus'ab ve Muaz, Rasul'ün denetimindeki harekette iki ayrı merhalenin faqihleri, müctehidleridir. Mus'ab, şeriatlerin tafsili olarak inmediği bir dönemde insanlar için öğretmenlikte bulundu. Bu nedenle biz onu "detayda uzmanlaşmayan, sadece akıde tebliğcisi durumundaki sonraki tenvir hareketi müntesipleri" için sembol bir isim olarak kullanabiliriz.
126 Fıqıh her insanı kuşatan bir mükellefiyettir. İnsandan önce akıdede fıqhetmesi istenir. Dinullah dairesine giren için, eylemlerinin kendisi için yarar ya da zarar yönlerini öğrenme sorumluluğu başlar. Mus'ablar Qur'an’la Tevhidî Hareket'in mantalitesini kavramlar. Qur'an okumaları, onları hareket içince silik bir kimlik olmaktan, aktif, geniş anlamlı ictihadlarıyla ona katkıda bulunan bir düzeye eriştirir.
127 Geçmiş mirasın çıkarımlarını öğretmenleri ile mukayeseli olarak tartışabilir, Rasullerin uygulamalarını müzakere eder. Arkaplanını bilmediği, alt yapısına vakıf olmadığı konuda sığ tartışmalara girmez. Hareket içinde yetiştikce, yetkinleştikce bu anlamlı suskunluğun anlamlı konuşmalara döneceğini anlamıştır.
128 Mus'ab bir dönüşüm işcisidir, Allah'ın ayetlerini topluma okuyan bir öğretmendir. Qur'an'ın mesajını kavramıştır. Rasullerin verdiği kavganın ne için olduğunu bilmektedir. Tevhidî Toplum'un ileri merhalesinin nasıllığı konusunda icmali bir bilgiye sahiptir. Allah'ın boyasından,[110] ümmetin vahdet etme gereğinden, rububiyet ve ubudiyet dairelerinin ayrımından, ölümden sonra dirilmenin her nefs için kaçınılmazlığından, büyük yargılamanın o gün olacağından haberdardır. Çalışmasının ne onurlu bir çalışma olduğunu, Mağara Delikanlıları gibi, [111] İsa'nın Havarileri gibi, Musa'nın Nakibleri gibi,[112] Yesrib'in Ensarı gibi insanlık tarihi kadar eski, doğruların yanlışlara verdiği onurlu savaşımın izleyici olma mutluluğunu duyar. Qur'an okuması ona bu bilgilendirmeyi kazandırmak için yeterli olmuştur. Artık toplumu da bu Kitap’la tanıştırması, onu sevdirmesi, onunla dirilmeyi öğretmesi gerektiğini idrak eder. Bu ilk aşamadır kendisi için. Arkadaşlarını, kardeşlerini, ebebeynini, akrabasını, tüm ilişki çevresini, iletişim kurabildiği bütün sahayı kuşatan bir faaliyet alanı belirler.
Tenvir İçin İstinbat
129 Bir çevirmenin aracılığı ile tanıdığı Allah'ın vahyine olan tanışıklığını daha bir derine indirme tutkusuna kapılır giderek. Bu nedenle kendisi üzerinde de özel bir yetiştirme, her günde bir öncekini aşma proğramları hazırlar. Allah'ın Kitabını vahyin orjinal dilinden tanımaya çalışır, Meal okuması onu bu tanışıklığı gerçekleştirmesinin şart olduğu sonucuna götürmüştür.
130 Qur'an'ı anlamada henüz Muaz gibi değildir . Hukuksal ictihad için elindeki ayetlerinin çevirisinin yeterli olmadığını bilmektedir. İngiliz, Fransız, Türk, Peştu dilinin Mus'abları ellerindeki Meal'in Allah'ın vahyini tanıtan bir çeviri olduğunu bilirler. Çeşitli anlamlara gelebilen, yerine göre bütün bu anlamları birlikte taşıyan kelimelerin karşılığı başka dillerde her zaman bulunmaz, dilin yapısından, ifadesinden kaynaklanan sorunlar ancak o dilin mantığı kavranarak çözülebilir. Bir başka dile bir metni olduğu gibi aktarmak her zaman mümkün olmaz. Çevirmen yetersiz kalabilir, hata edebilir, hatta kasıtlı olabilir. Kendi çağının etkisinde kalabilir. 80 sonrası Türkçe Meal hazırlayanlardan Bulaç'ın (d.1950) dediği gibi "nihayetinde çeviri bir içtihaddır, kelime seçim, karşılık bulma bir ictihaddır;" [113] çeviriye tabiyet ictihada tabiyettir.
Kitab'ın Anlaşılırlığı
131 Mus'ab bütün bunlara rağmen "Meal" ile Tevhidin dünya görüşünü kavramıştır, Allah'ın dini içinde bulmuştur kendisini, O'nun sevdalısı kesilmiştir, O'nun evrene, araştırmaya yönelten apaçık ayetlerini anlamıştır, Allah'ın emirlerini detaylara kadar inmese de genel hatları ile bilmektedir.
132 İbrahim'in Melik'le tartışmasını,[114] Musa'nın toplumunu çölden nasıl geçirdiğini, evren, doğa, insan, toplum hakkındaki Kitabın yargılarını Mealin insana kazandırmadığını hangi şaşkın iddia edebilir? Hangi şaşkın Arapça bilgisinin arkasına gizlenerek, senelerini verdiği Medrese eğitimine rağmen, bir lise delikanlısının Allah'ın vahyini Mealinden tilavet ederek kazandığı firaseti görünce bir cehdle kendini yenileme ihtiyacı duyacağına, "Bırak onu, Allah'ın Kitabını sen anlayamazsın" yollu Kitaba giden yolda vizeler oluşturabilir?
133 Mus'ab Qur'an sayesinde kendini ilahi iradeye teslim etmiştir, sorumluluğunu idrak etmiş, o büyük kültürün çağında hizmetcisi olmada yerini belirlemiştir. O lugat farelerinin kendilerini kurtaramadığı bilgilerden mahrum olmasına rağmen, onları çoktan geride bırakmıştır bile.
134 el-Mevdudi (ö.1979)"Bir İngilizce kanun metnini anlamak için bile onun dilini bilmeye gerek duyulurken, bir virgülün bile yerinin değiştirilmesi için kanunlar çıkartılırken, hukuki anlamdaki ictihad için Mealin yeterli olduğu" söylevinde bulunanlara taaccubla bakar, hukuksal ictihad için dil ve diğer şartları düşürmek isteyenlere sorar, "Söyleyin, hangi şartı düşürmek istersiniz? Hiçbirisini düşüremeyeceklerdir."[115]
Ameli Okullarla İlgisi
135 Mus'ab kendini tarihsel ekollerden birine bağlamada özgürdür, öğreticisine sorduğu suallere aldığı cevaplarla da hareket edebilir, dikey tercihlerde delil varsa ma'rufa itaatle yükümlüdür, ulul-emre itaati marufla sınırlıdır. Ümmetin birliği, hareket’in birliği için dikey tercihlere tabi olma durumu istismar edilmemelidir. Diğer alanlarda delili kavrama durumunda ancak bir başka ictihada tabi olabilir, delilsiz tercih, tercih değil, telfiktir ve Mus'ab için batıldır bu. Bağlı olduğu ekolün zayıf kavillerini, kuvvetli delillerin ışığında ayıklamayı öğrenecektir. Bir kentin medresesinin, bir tarihsel hizbin çözümlemelerinin tutsağı olmaz.
136 Toplumun geleneksel, süzülmemiş ilmihallerine tabi kesimi için sadece üzülür, bu ictihadi bağlılıkları, atalar dinine tabiyet olarak görme marazına yakalanmaz. Fıqıhtan kendisi ve organik bünyesinin leh ve aleyhinde olacakları bir iç disiplin içinde öğrenir, toplumun kültürel bağlılığını sürdürdüğü mezhebî ayrılıkları gerektiği kadarı ile öğrenir.
137 Girift ictihadi konuları, çalışma arkadaşları içinde uzmanlar ekibine havale eder, acil olanları ihtihadi kaydı ile cevaplar.
138 Tevhidî hareket bağlılarının herhangi bir fıkhî ekol seçimine engel olmaz, onun için öğreticisi, yaşayan bir alim, çağının ilmihal kitabıdır. O kendisi için gerekli olan fıkhî kültürden yeterince istifade eder. Bilmediği konuları hangi kaynaklardan öğreneceğini bilir ta ki sorulan sorulara cevap verebilir olsun. Tıpkı Rasullere, meleklerin kanatlı olup olmadığını, Zulkarneyn qıssasını, Hızır'ı sordukları gibi. [116]
139 Sorunlardan yola çıkarak, tebliğini onlara cevabı da içerir şekilde zenginleştirerek halka ulaştırır. Malumatı yoksa susma durumunda kalır, bu da ümmiler katında tebliğinin etkisini azaltır, yoksa bilenin yanında bilmediğini itiraf bir meziyettir."Allah ilmi, alimlerin kalbinden sökerek almaz, hafızalardan silip sökerek almaz. Belki alimleri çekip alarak ortadan kaldırır ve nihayet hiçbir alim kalmaz. O zaman insanlar cahilleri başlarına geçirerek onlardan sorarlar, onlar ise ilimsiz fetva verirler, hem sapar hem sapıtırlar."[117]
140 Evini boyayan adama boyacı denmez, bunun gibi kişinin bir konudaki ictihadı onu müctehid kılmaz. Elbetteki evleri yalnızca boyacılar boyamazlar, ama evini boyadı diye de adamda boyacılık sıfatı kalıcılık kazanmaz. Mus'ab bunu öğrenmiştir.
141 Qur'an'ın kendi dışındaki kaynaklara yaptığı göndermeler dikkatini çeker. Anahatları ile tanıdığı Rasul'ün hayatını daha bir ayrıntılı öğrenme arzusu duyar, Rasul'e ittibayı emreden ayetler, onu Rasul'ün sözlerini tetkike götürür. Zanna uymama buyruğu, Rasul'ün sözlerinin gerçekten O'na aid olduğunu tespitte titiz olması gerektiğini kavratmıştır. O'nun hayatında Rasul'ün Qur'an anlayışı, açıklayışı, çıkarımları kendisi için düzeltici bir faktör olacaktır.
142 Artık kendisine yol gösteren, kendisini yetiştiren öğretmenleri ile Allah'ın çizgilerini tespitte tartışabilir, tartışmalarda görürüz onu. Yerleşik tevhidî toplumun Muaz'ı olmaya hazırdır.
143 Şimdiye kadar ayetin bu yanına olan sadakati, şimdiden sonra hareket içinde piştikce sonraki bölümlere, o bölümlerin gereğini yerine getirmeye itmiştir onu.
" Eğer bir konuda çekişirseniz, onu Allah'a ve Rasulü'ne götürün. Bu daha güzel bir sonuçtur."
144 Bu ister yaşayan öğretmenleri olsun, ister toplumu besleyen tarihsel ekollerin önderleri olsun değişmez. O ihtisasa saygılıdır, eğer bu ihtisas hareket içinde ise. Akademisyenlerin çözümleri [119] ancak faqihlerin onayından geçerse, Mus'ab'ın cehdi ile kesişirse bir değer taşıyabilir. İhtisaslara olan saygısı, mütehassısların yanılgılarını gördüğünde, onu Qur'an ve ilk göndermesi olan kesin Rasul sözleri ışığında eleştiren, alternatif çözümler önermesinden alıkoymaz.
145 Mus'ab artık fıqhın "ayn" olan yönleri dışında, "kifaye" olan yönlerine kaydırmaya başlamıştır çalışmalarını, belki fıqhetmelerine vesile olduğu onlarca insanı Mus'ablaştırmış bir halde, onlara yerlerini terkederek, faqihlerin, kurmayların sofrasındadır.
Muaz'lar
İçtihadın Asli Şartı
146 Faqih, fıtraten hukuksal anlamda ictihada kabiliyetli gençlerin ümmete bu yönleri ile de kazandırılmalarına yardımcı olur. Muaz, ince idrak, zihni berraklık, basiret, kalp gözü işlerliği, zihin keskiniği ile temayüz etmiştir. Adil, salih, dürüst bir kişiliği vardır. Sıdk ve Adl sıfatlarına malik olmayan Nedve Evi'nden ücretlilerin velayetinden, basiret sahibi Muvahhidler uzak dururlar.
147 Onlar, bid'at sahipleri, tefekkür kudretleri ne denli yüksek olsa da, Arapça da ne kadar üstad olsalar da fıqhetmeden acizdirler. Muaz herşeyden önce ictihadın asli şartlarını haiz insandır. Hükümlerin amaçlarına nufuz ettiği için vahyin sukut ettiği alanlarda, Tevhidin esprisini anlamış bu insanların topluma klavuzluk etme hakları vardır. O, tevhidî maslahatların hakiki maslahatlar olduğunun, haddi zatında İbnu Kayyım'ın dediği gibi "şeriatın bütünüyle maslahattan ibaret olduğunun" farkındadır. Onu karartan, adaletten zulme, rahmetten meşakkate çeviren her çözüm, şeriattan uzaktır. Muaz'ın bu nufuzu onu, hevalarına kurban Müteceddidlerden ayırır.
İçtihadın Diğer Kaynakları
148 Muaz merhaleye göre toplumsal çözümlemeleri ayarlayabilme kıvraklığına haizdir. Allah'ın hükümlerinin illete bağlı olanlarının farkındadır, illetin devam etmediği alanlarda o da hükmün devamını keser.
149 İnsanların örflerini, aralarındaki ihtilaf nedenlerini, çağın başka ideolojilerinin önermelerini bilir. Bunlardan gereki olan kadarını tedris etmiştir. Mürsel Maslahat. Seddü’z-Zerayı, İstihzan, Kıyasın işlevini ve işleyişini bilmektedir. Zaman ve mekana bağımlı, niyetle taqyid olunmuş hükümlerin farkındadır. Bunları yetkin insanlar elinde bir iç eğitimle kazanır, böylece tevhidi, şeriatı topluma münkir ve müşrik şeriatların karşısında alternatifsiz tek şeriat olarak sunma imkanını kazandırır Tenvir hareketine...
150 Pratik hayatın proplemlerine derin bir vukufiyeti vardır, Tevhidi bütün benliği ile içine sindirmiş, Allah'ın emrine vermiştir aklını, Allah'ın, toplumun.
151 Qur'an'ın ihtiva ettiği ayetleri icmalen bilmektedir. Onu sayamayacağı kadar defalarca okumuş, sonra da orjinal dilinden tanıma fırsatı bulmuştur. el-Esnevi'nin dediği gibi Qur'an'ın hüküm bildiren ayetlerini bilme, onun bütününü bilmeye bağlıdır. Ali'nin " Noktayı bilmek, Qur'an'ı bilmek" deyişi gibi.
152 Ahqam ayetlerini 500 ile sınırlı bilmez. Tevhidî Hareket için Rasullerin qıssalarından çıkardığı onlarca ahqamın farkındadır. Qıssalar da onun için birer istinbat ayetidir.
153 Mümkün olduğu kadar ayetleri ezber altına almaya çalışır, ezbere bilmeme, ictihadına bir engel değilse de bilmenin kazandıracağı avantajların farkındadır. Surelerin anafikri, ayetlerin önce ve sonrası ile olan irtibatı, ayetlerdeki kavramların Qur'an'ın bütünlüğü içinde kazandığı anlamları, Qur'an İlimleri’ni öğrenirken üzerinde durduğu önemli bölümlerdir. Hüküm vereceği konudaki nasih ve mensuh olup olmadığını bilmeli der el-Gazali (ö.1111)[120]
154 Vahyin orjinal dilini öğrenme; Rasul'ün sözlerini öğrenme de, İslam kültürünü tanımada da gereklidir. Böylece nassların sarih, mücmel, has, amm, mutlak, muqayyed olanını anlayabilecektir. el-Gazali, Qur'an ve sünneti anlayacak kadar Arapca bilmeyi, bir lugatı elinin altında bulundurmayı şart koşar.[121]
155 O, Qur'an'dan doğrunun ne olduğunu çıkarmadan önce "doğru düşünmenin yollarını " çıkarmıştır.
156 Dinin ikmal edidiği[122], Kitap'da hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı'nı[123] bildiren ayetlerin ışığında Allah'ın dininde noksan bırakılmış alan olmadığını idrak eder. İbnu Kayyım'ın dediği gibi [124] farz, haram. ibahat yoluyla herşeyin hükmü neviler genel kurallar halinde vardır. Genel kuralın bir özel olayı sembol haline getirişine takılmamak gerekir. Kitap'da hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı ifadesi bu nevileri ayrıntılarda bulmanın ve bu buluşun dinden olmasının delilidir. İsterseniz buna kıyas deyin, hafi nass veya delil deyin, ihtilaf lafta kalacaktır. Herşeyin hükmü ya ismen, ya ictihaden onda vardır.
157 5/el-Maide l04[125], 43/ez-Zuhruf 22-23' [126] de Allah, taqlidi zemmeder. 4/en-Nisa 83[127] da ihtilafların nasıl istinbat edenlere yollanıp çözüleceğinden bahseder. 6/el-En'am 57[128], 12/Yusuf 40 da hükmün ancak Allah'ın olduğunu söyler. 9/et-Tevbe 16[129] da dinde yalnız Rasul'e uymayı emreder. 3/Ali İmran 103 de "Kitab'a sımsıkı sarılın" der. 9/et-Tevbe 31 de kişinin haram ve helal belirlemesini rableşme olarak tanır. 7/el-Araf 179 [130] da, 4/en-Nisa 65[131], 24/en-Nur 63[132], 33/el-Ahzab 36[133] da bu bağlamda gözden geçirilmesi gereken ayetlerdir.
158 9/et-Tevbe 122[134] de uzmanlaşma emrini buluruz. 16/en-Nahl 43[135] deki Ehli-Zikre sorma ayeti insanların cidden fıqhedici bir melekeye sahip olup olmadığını tesbit için test olarak kullanılabilir diye düşünüyorum. Çünkü ayetin muradından o kadar uzak anlamlar ondan çıkartılmıştır ki, insan hayretten kendini alamamaktadır. Zikr kelimesini tespitteki yanılgılarını mı dersiniz, sorulan soruyu genelleştirmedeki yanılgılarını mı? Ayetin öncesi ve sonrası arasındaki irtibatı mı? Doğru bir dava için böylesi zanni delile yapışma gayretlerini mi?
159 Her ne kadar ayetteki ez-Zikr, Tevrat ve İncil'se de, bu ayet bu konuda zikredilemezse de Hicr 9 da Qur'an için Zikr kelimesinin kullanıldığını düşünerek kıyasen Qur'an'da bu ayetin kapsamına sokulmak istenmiştir. Bu durumda Ehli Zikr olma, Qur'an'ın espirisini kavrama, yani rey melekesine haiz olma anlamına gelir. Yoksa teyemmüm ayetinin zahiri ile, yaralı adama "nasslarda yol bulamıyorum" diyerek guslettirip, öldürülen adam için Rasul'ün o " öldürüldü" tabirini kullanması, yetkin olmayan kişilerce nassları bilmenin, naslara ittiba ediyorum iddiası ile ne büyük yanılgılara düşülebileceğinin göstergesidir.
160 el-Kardavi (d.1926) ayakta su içen birini ille de kusturacağım diye mücadele eden bir prototip zahiri ile olan tartışmasını, değişik örneklerle zenginleştirerek hikaye eder. Adam, " el-Buhari'de okudum" diye diretir. Ama Rasul'ün ayakta su içtiğini gösteren hadislerin bilgisinden, hepsini birarada değerlendirme melekesinden, sonra bunun ictihadi bir tercihe kalacağının idrakinden yoksundur.[136] Bu insan Ehli-Zikr olabilir mi?
161 İslam’ın kitle dini olduğunu unutup Muaz hadisi ile içtihad için istinbatta bulunanlar, Muaz'ın nasslar dışında reyi ile de çözümler sunduğunu, ama halkın onun her çözümü ardından " Bu nass mı yoksa ictihadın mı?'" diye sormamış olduklarını görmek istemezler? Muaz nass bulamadığı konularda "bu konuda bir şey diyemem" diyerek halkı ictihad etmeye değil, kendi çözümleri ile onlara yol almaya çalışıyordu, ama Muaz'ın yanında yetkinleşen insanlar onunla konuları tartışabilir duruma getirilmişlerdir. İbnu Mes'ud'un (ö. h 32) Kufe'sinde de bu tedrici eğitimi, yetiştirmeyi buluruz.
162 Muaz bir yüzme öğretmenine benzetilebilir, yüzme tecrübesi olmayan kişiyi denize bırakıp çekilme değildir, öğretmenlik. Bir çocuğun aile büyüklerini taklidle başlayıp sonra rüşdüne erdikce bağımsız kişiliğini kazanması gibidir islamı tedris ictihad-taklid-ittiba ilişkisi..
163 Muaz, Rasul'un de önceki Rasuller gibi kitaplaşmamış vahy[137] aldığını bilir. O’na ulaşmasından kuşkulanmadığı sözleri nasslar katına yükseltir, eğer Rasul'den bir devlet adamı sıfatı ile, bir maslahat gereği ile, bir örfe tabiyet ile sadır olmamışsa... Bu nakli bilginin mütevatir, ahad olanını, sahih, zayıf olanını ayırtedebilecek bilgiye sahiptir.
164 Hadis alanındaki aşırı kutuplar arasında mutedil bir yol benimser. Ahmed ibnu Hanbel (ö.h 241) ve diğer selef imamlarının yüzbinlerce hadis bildikleri bilgisindeki İslam’a yapılan iftiranın farkındadır. Allah'ın dininin bir kısmının tarihin unutturmasına maruz kaldığı mı söylenmek istenmektedir? Hayır. Bu yüzbinler hadis değil , isnaddır. Örneğin amellerin niyetlere göre olduğunu söyleyen hadisin 700 ayrı isnadı bulunmaktadır ama ortada var olan tek hadistir. Bu nedenle bugün elimizdeki hadis mecmuaları istifade edilebilir halde araştırıcının imkanına vermek hadis kültürü için yeterli olacaktır.
165 Muaz icmaya saygılıdır ama üzerinde icma edilmiş kesin icmaya. İhtilafları da icma gibi öğrenme gereği duyar. Üzerlerinden asırlar geçti onları atmanın, hele hele bu üstün cehde hakaret etmenin insanı ne kadar küçülteceğini ve küçülttüğünü bilir. el-Mevdudi'nin dediği gibi, insan olana onları ciddiyetle incelemek, meziyetlerini görmek yaraşır.[138]
166 Kısaca Muaz olmanın üç özelliği vardır: Kitab’a vukufiyet, sünnetin eğitimimi almış olmak ve kuvvetli bir anlayış.
Hareketin fıqhı Muazların cehdleri ile faqihlerin velayetinde yoğrulur.
167 Muaz, İslam Medresesi’nin ürünlerini kritik etmiştir. Dört duvar arasında mahsur bir uygarlığın farkına varmış, onunla tanışmaktadır, nice faal beyinleri bulur orada, haraket dolu, duyarlı bir dinin insanları ile tanışır statikleri yanında.
168 Allah'ın Kitab'ı bütün zamanlarda bütün ayetleri ie muhkemdir. Onun ayetlerini Muaz'ın hevası değil, ancak küfrün hevası mahkum etmek isteyebilir.
169 İçtihad Şeriati'nin (ö.1977) dediği gibi "Tüm zaman kafilesinin kendisinden geçmek zorunda olduğu bir dinin, kültür ve ruh şehrinin tek kapısıdır. İçeriyi sürekli havalandıran kapısı. İslam'ın gündeme gelişi, sürekli devrim..." [139] Nasıl Rasul'ün son Peygamber oluşu Müslüman tarihin evrimi ile çelişmiyorsa ictihad ruhuyla da bir asrın kalıbında donmaz, tarihin bir aşamasında sabitleşmez. İctihad tarihte yol alırken zamanın gerisinde kalmamadır.
170 İctihadın şartlarını sıralayan el-Mevdudi'ye " O zaman dünyada bu şartları taşıyan 10-15" kişi kalır" diyen muterize el-Mevdudi "bunun İslam ümmetine yapılmış bir hakaret olacağı" şeklinde cevap verir ."[140] Milyonlarca ümmet içinde müctehidi yalnız bu kadar bir sayıya düşürür bu şartlar karşısında, "Biz düşmanlarımızın gözünde bile bu kadar küçülmedik" [141]der.
171 İctihadı İslam’ı yalnızca devlet olduğu aşamaya erteleyenler, hele bugün ictihad edilmesi şarttır diyenlerin "ictihad edilecek ne konu vardır?" yollu tuhaf soruları insanı cidden düşündürüyor.[142]
172 Selam sorumluluğunun bilinci içerisinde kul bir fakihliği seçmiş, kul bir Rasul'e tabi olan mü'minlerin üzerine olsun.
İlk Okuma
Kasım 1987, İzmir
[1] Bu Risale, 1988 yılında Sor Yayıncılık taratından "Soruşturma 3:Fıkıh/ İçtihat" başlığı altında yayınlandı. Risalenin bir çok paradigmasını yöneltilen sorular şekillendirdi. Bu düzenleme Risale'nin tebliğe yönelik paragraflarını içeriyor. (Haziran, Kasım 1995 Köln)
[2] "Meşhur Peygamberlerle fatihler arasında tarihi hayatı, Hz.Muhammed'in tarihi gibi, en ince teferruatına kadar en mevsuk şekilde kayıt ve zaptolunmuş bir kimse gösterilemez." (Davenport, John / Hz .Muhammed ve K.K. s.14)
Bak:Fitne, Broşür No:101
[17] Lakin Qur'an'ın sonraki qıssalarında bir takım Rasullerin hayatlarında bu türden yanılgılara işaret etmesi bir başka açıklamayı zorunlu kılmaktadır. Bu bir "ayakkaymasıdır" denilmiştir. "Normal insanlardan vukuu pek yadırganmazken, rasüllerde kabahat gibi dururlar." Lakin açık emirler karşısında yapılan hata ve ardından kendisine zulmettiğinin itirafı, kelimeler alıp tevbe etmesi düşündürücüdür. Bunu sadece Allah'a olan kurbetleri nedeniyle yaptıklarını söylemek pek tatmin edici olamaz. Bir başka yaklaşım olayı "ictihadi hata" olarak açıklar. "Adem emri vucub olarak değil, nedb olarak aldı. Yaklaşarak kerahat işlediğini sanmıştı." Bu açıklamaların her biri değişik olaylar için tercih edilebilir. Şöyle ya da böyle, bütün bu olaylarda kişinin leh ve aleyhine olanı fıkhedemeyişi vardır.
[23] Değil mi ki Allah'tan gelen Huda'da insanın hayat emniyeti vardı, meşru bir neden olmaksızın onun insanlar tarafından nihayete erdirilmesi mümkün değildi? Değil mi ki Allah'ın " Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dediği muhlis kulların ifadesi olabilme yarışıydı bu? Değil miydi ki babanın fıkhedemeyerek ağaca yaklaşması nasıl insanı cennetten alıkoymuşsa, zürriyeti için benzeri yaklaşımlar da öz yurduna dönebilmesini imkansız hale getirecekti.
[26] Emile Durkheim, Fransız Sosyolog. Yoksul bir Yahudi'nin oğluydu. Bordeaux Üniversitesi'nde 1887-1902 arasında toplum bilim dersleri verdi. Bak: Genel Düşünce Tarihi Ders Notları (GDT).
[29] Friedrich Engels, Alman Sosyolog. Sol Hegelist. 1842 de İngiltere'ye geçti. 1844 de Marks'la tanıştı. Kapital II,III. ciltlerini derledi. 1884 de "Aile'nin, Özel Mülkiyet'in ve Devlet'in Kökeni"ni yazdı. Genel Düşünce Tarihi Ders Notları (GDT).
[32] Grek Mitolojisi'nin en büyük tanrısı. Önceleri Atmosfer olayının tanrısıyken, kötülüğü yemen, dünyaya düzen veren, bilgelik ve adalete egemen olan gücün simgesi haline geldi. Antik Roma'da Jupiter'le bir tutuldu.
[33] Titanların soyundan geldiğine inanılır. Gökten çaldığı ateşi, insanların hizmetine verir. Zeus'da O’nu Kafkasya'da bir kayanın üzerinde zincire vurur. Bir kartal hiç durmadan yeniden büyüyen ciğerini kemirdi. Herakles bu kartalı öldürerek Promethus'un işkencesine son verdi.
[48] 9/ et-Tevbe 31: " Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu İsa'yı Rabbler edindiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka ilah yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir."
[56] Flavius Claudius,.Costantinus'dan sonra Roma imp.oldu. Hristiyanlığı reddetti. Yeni Platoncu politeizmi benimsedi. Perslerle yapılan savaşta öldü.
[58] 1534 de Paris'ten ayrılmak zorunda kaldı. 1541 de Cenova'ya yerleşti. 1536 da Hristiyan Dininin Kurumları'nı yazdı.
[60] Hukukcuydu .Kral 8.Henry O’nu Krallık şanşölyesi yaptı. Katolik kaldı.Kralı karısını boşadığı için suçladı. Tutuklanarak idam edildi.
[83] 88 baskısı:" Rasul’ün Mekke ve Medine hayatını anlama değildir bu yazının amacı, soruların içeriği içinde Mekki Medeni döneme. Velayeti Fakih'e, içtihad, rey, taklid, merhale, toplumun fıqhı doğurmasına işaret eden yönler üzerinde konuşmadır. Her biri üzerinde fıkheden insanların daha uzun boylu konuşacağını bildiğimiz bu örnekleri bu kısa yazıda ancak bir hatırlatarak ve altını çizerek, bazen sembolik anlatımlarla kalıcı ve tartışmaya sevkedici bir uslupla anlatma durumundayız.
et-Tirmizi/ K. Ahkam
ed-Darimi/ Muqaddime
İbnu Mace/ K. Menasik
İbnu Hanbel/ Musned
[91] Solingen'de Besteck Fabrikası'nın işcisine yeniden sorumluluklarını hatırlatan, İ.B.e teşekkürlerimle.
[95] Evet İbnu Hazm'ın dediği gibi, ibn Ümmü Mektum, Zeyneb olayları gibi hadiseleri Allah bu hali ile bırakamazdı ve bırakmadı da.
[96] 8.67-Hiç bir Nebi'ye yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah Ahiret'i istemektedir. Allah Aziz'dir, Hakim'dir.
8.68-Eğer Allah'ın geçmişte bir yazması olmasaydı aldıklarınıza karşılık size gerçekten büyük bir azab dokunurdu.
et-Taberi/et-Tarih
[98] 4.59-Ey iman edenler, Allah'a itaat edin Rasül'e itaat edin ve sizden olan emr sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz artık onu Allah'a ve Rasül'üne döndürün. Eğer Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman ediyorsanız. Bu hayırlı ve te'vil bakımından daha güzeldir.
[101] Usuli Fıqh’ın yeniden kuruluşunda herbirinden çıkarılacak hayli zengin kurallar manzumesi dikkat edenlerin dikkatinden kaçmayacaktır.
[104] Berlin 93 Kütüphanesi, Köln Kitap Klubu'nde "Okuma arkadaşlarım"ın Qıraat Halkalarının istifadesine sundukları Ülke Dosyaları takdire şayan.
[115] el-Mevdudi/İslami Kavramlar,1986, Pınar Yay.Ç.Süleyman Akyüz (29 Aralık 1957 ve 8 Ocak 1958'de Lahor'da yapılan 3 dinden ilim adamlarının katıldığı Dünya İslam Araştırmaları'nda yaptıpı "İslam'da Kanun Yapma ve İçtihad" adlı konuşmasından). s.175
Müslim/
[125] 5.104-Onlara "Allah'ın indirdiğene ve Rasul'e gelin" denildiğinde, "atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idiyseler.
[126] 43.22-Hayır, dediler : "Gerçek şu ki biz atalarımızı bir ümmet üzrende bulduk ve doğrusu biz onların izleri üstünde doıru olana yönelmişleriz.
43.23-İşte böyle. Senden önce de bir memlekete bir Elçi göndermiş olmayalım mutlaka onun refah içinde şımarıp önde gelenleri demişlerdir: "Gerçek şu ki Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izlerine uymuşlarız."
[127] 4.83-Kendilerine güven ve korku haberi geldiğinde onu yayarlar. Oysa bunu Rasül'e ve içlerinden olan emir sahiplerine götürselerdi onlardan sonuç çıkarabilenler onu bilirlerdi. Azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz.
[128] 6.57-De ki: "Ben, gerçekten Rabb'imden kesin bir belge üzerindeyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin kendisine acele ettiğiniz de yanımda değildir. Hüküm yalnızca Allah'ındır. O doğru haberi verir ve O ayırdedenlerin en hayırlısıdır."
[129] 9.16-Yoksa siz içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Elçisi'nden ve müminlerden başka sırdostu edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yapmakta olduklarınızdan Haberdar'dır.
[130] 7.179-Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi hazırladık. Kalpleri vardır bununla fıkhetmezler. Gözleri vardır bununla görmezler. Kulakları vardır bununla işitmezler. İşte bunlar sanki davarlar gibidirler. Belki onlar daha da şaşkın. İşte bunlar gafillerdir.
[131] 4.65-Hayır öyle değil. Rabb'ine andolsun aralarında çekiştikleri şeylerde Seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı bulunmaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkca iman etmiş olmazlar.
[132] 24.63-Elçi'nin çağırmasını, kendi aranızda bir kısmınızın bir kısmını çağırması gibi saymayın.Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları gerçekten bilir. Böylece O'nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acıklı bir azabın çarpmasından sakınsınlar.
[133] 33.36-Allah ve Elçi'si bir işe hükmettiği zaman mümin erkek ve mümin bir kadın için kendi işlerinde seçim hakları yoktur. Kim Allah'a ve Elçi'sine isyan ederse artık gerçekten o açık bir sapıklıkla sapıtmıştır.
[134] 9.122-Mü'minlerin tümünün öne fırlayıp çıkmaları gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir gurup, çıktığında, dinde derin kavrayış edinmek ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarmak için. Umulur ki anlar da kaçınıp sakınırlar.
[135] 16.43-Biz senden evvel kendilerine vahyettiğimiz adamlardan başka göndermedik. Eğer bilmiyorsanız Zikr Ehli'ne sorun.
16.44-Apaçık delliller ve Kitaplarla sana da Zik'i indirdik ki insanlara kendilerine indirileni açıklayasın. Onlar da iyice düşünsünler diye.
[136] el-Kardavi,Yusuf/ İslami Uyanışın Proplemleri,1986,Risale yay.Ç. Hasan Fehmi Ulus, s.79 " es-Sahvetu'l-İslamiyye beyne't- Tatarruf ve'l-İ'tidal"
[139] Şeriati,Ali/ Ne Yapmalı. Ç.Muhammed Hizbullah, 3.bas.1990, Bir yay. s.89. Hüseyniyeyi İrşad'ın Araştırma Ekibinin Hedef ve Proğramını anlatırken:" İçtihad; İslam inancının, görüşve biliminin, en araştırıcı ruhunun somut ifadesidir. İçtihad; İslam düşüncesinin, sabit kalıplar ve taşlaşmış zaman içinde kalmasını, dini hüküm ve kanunların kalıtımsal kulluklar, durgun gelenekler, ruhsuz boş tekrarlar biçiminde kalmasını, İslami kavrayışın donuklaşmasını, ekonomik ve toplumsal koşulların, yaşam ferek ve isteklerinin değişmesi ortamında İslam'ın hareketten, eylemden sakınmasını, kaçınmasını kabul etmeyen bir ruhtur. İçtihad; toplumun yer ve zaman itibariyle "modernleşme" adı altında asimile ve aline oluşuna göz yummaz. Belki içtihad her zaman yeni, gerekli ve ilerici İslam düşüncesinin yaşama etkeni olarak, tüm zamanların ilerisinde bir hareket ve olgunluk içerisinde olma gerektirir. İçtihad; zamandan geri kalmamadır. Belki, İslam toplumunu bilim, düşünce ve toplumsal ruhundaki durgunluk ve sabitlikten alakoyarak zamanı gerisinde bırakma eylemidir. "
[142] el-Kardavi'nin Zekat kitabı gibi bir abide onlar için iyi bir cevap olsa gerek. Kitab'ın girişine konulan metedoloji okunmaya değer.
Yorumlar
Yorum Gönder