ALİ BULAÇ
Müslüman'ın insan hakları/ Bir Reddiye
Atilla Morçol

“Modern dünyada Müslümanlar, kendi asli dinî kaynaklarına uygun bir toplumsal hayat yaşamak ister ve ulus devletlerin baskılarından kurtulmaya çalışırlarken, Batı Aydınlanması'nın vücud verdiği "insan hakları"nın kendileri için koruyucu şemsiye olabileceklerini düşündüler; bunun bir yanılgı olduğu anlaşılıyor.
Yanılgı şuydu ki; Müslümanlar, dinî hayatlarının bu kavramsal çerçevede yer alabileceğini ve Batılıların onları kendi dinî kimlikleriyle insanlık değerini paylaşan eşitler olarak kabul edeceklerini zannettiler.
Batı Aydınlanması'nın temel felsefi varsayımlarına göre tanımlanmış insan, hak ve özgürlük kavramları ile İslam'ın asli dinî kaynakları ve kelamının (ilahiyat) vücud verdiği hak ve özgürlükler birbirlerinden tamamen farklıdır. Şöyle ki:
1) Aklın rehberliğinde "Tanrı'ya ve Efendi'ye", yani dinî öğretiye, Kilise dogmalarına ve mutlakiyetçi idarelere meydan okuyarak tarih sahnesine giren Aydınlanma'nın kendisine hak ve özgürlükler tanıdığı insan "kendi felsefi varsayımları" doğrultusunda tanımladığı insandır. Başka bir ifadeyle, insan hakları ve özgürlüklerin formüle edildiği Batılı felsefi-kültürel iklim, genel anlamıyla dinî evrenin dışındadır, yerine göre dinî öğretiye karşıdır, insanı dinî öğretilerin yönlendirebileceği fikrini reddetmektedir. Bu açıdan bakıldığında insan haklarının kaynağı dinî kaynaklar -mesela İslami bakış açısından Kur'an ve Sünnet- değil, insan aklıdır. Aydınlanmanın yücelttiği veya referans aldığı akıl, insanın dinî öğretinin, mesela vahyin dışında olan akıldır, dolayısıyla hakları ve özgürlükleri olan insan da "din-dışı (laik ve seküler) insan"dır. Bu insanın hakkı dinî öğretiye uymak değil, onun dışına çıkabilmektir. Tercümesi şu ki, din içinde kalan insanın hak ve özgürlükleri yoktur.” 
       Batı’da olup biteni anlayabilmek yalın ve kuşbakışı bir temaşa ile anlaşılacak bir şey değil muhakkak. Batı grift bir medeniyet. Merhum Seyyid Kutup’un dediği gibi bir çırpıda ‘Batı medeniuyetinin idam fermanını vermek haksızlık olacaktır. Batının tecrübelerinden istifade edilecek çok konu olduğu muhakkak. Kaldıki; dünya görüşü, yaşam tarzı, hayat felsefesi açısından tek bir ‘Batı’ yok, tek bir ‘Doğu’ olmadığı gibi. Batı aydınlanmasına karakterini bidayetinde sekülerizm vurmuş olsada; ilahiyat,idealizm,din, insanlık Batıda varlığını hep sürdürmüştür.1945 lerden itibarende sekülerizmin ne büyük siyasi,kültürel felaketlere sebep olduğunu gören Batı, her türlü kararlarında  demokrasi ve insanhakları çerçevesinde Halkın inançlarına istinat etmeyi yeğlediği görülmüştür.Örneğin laikliğin fransız devrimi ile din karşıtı, bireyin dini atmosferden kurtulması olarak anlaşılırken, bu gün gelinen noktada din ve vicdan özgürlüğünün teminat altına alınmasının bir aracı olmuştur.
 “2) Eğer şu veya bu dini, aşkın, metafizik, mitolojik veya teolojik kaynakla değil de, salt insan aklı hak ve özgürlüklerin belirlenebileceği ve insanın hak sahibi olmaklığının ölçütü "insan olmanın değerinden türetilmesi" ise bunun da göstergesi "dinî bir vecibeye uyması gerekliliğinden" değil, "uymamasının gerekliliği"nden kaynaklanır. Bu durumda, hak ve özgürlükleri dinî hükümler tayin etmeyecek, anayasalar ve yasalar tayin edecektir. Anayasaları ve yasaları dinî kaynaklar değil, insanlar yapar, o halde neyin hak ve özgürlük olduğuna da karar veren Tanrı, peygamber veya kutsal kitap değil, (din dışı) laik insandır. Laik insan dün hak ve özgürlük saymadığı şeyi bugün hak ve özgürlük sayabilir; sınırlarını genişletebilir, daraltabilir, gerektiğinde ilavelerde bulunabilir. “
         “Bu durumda, hak ve özgürlükleri dinî hükümler tayin etmeyecek, anayasalar ve yasalar tayin edecektir. Anayasaları ve yasaları dinî kaynaklar değil, insanlar yapar, o halde neyin hak ve özgürlük olduğuna da karar veren Tanrı, peygamber veya kutsal kitap değil, (din dışı) laik insandır. Laik insan dün hak ve özgürlük saymadığı şeyi bugün hak ve özgürlük sayabilir; sınırlarını genişletebilir, daraltabilir, gerektiğinde ilavelerde bulunabilir.” (Ali Bulaç) Dinlerin ada Vahyi ve Peygamberi de yorumlayan, fiiliyata uygulayn insan olduğu unutulmamalıdır.Vahyin zulüm ve öldürmeyi ‘Büyük Günah’ addetip mahkum etmesine rağmen asırlardır bu cürümün yöneticiler tarafından nasıl siyasal bir araca dönüştüğüne ve bazı din bilginlerinin bu yapılanları onaylayıb meşrulaştırdığına şahid değilmiyiz.
        Kaldıki  Ali Bulac’ın bu yargısı; Batıda dini özgürlüklerin, dini düşünce teminatının İslam Ülkelerinin bir çoğundan daha fazla olduğu gerçeği ile çelişmektedir. Örneğin Başörtüsü yasağının uygulandığı Türkiye, Fas,Tunus,Mısır gibi Halkı müslüman ülkelerdeki dini yaşama özgürlüğü ile Suudi Arabistan, İran, Afkanistan ve Pakistan gibi ülkelerde dini düşünceye getirilen totaliter yasak ve baskıların hiç biri; Batılı Ülkelerde ‘İnsan hakları’ yada  ‘laiklik’  hassasiyeti nedeniyle bulunmamakta yada münferid ihlallerin bu hassasiyet nedeniyle mahkemelerde düzeltildiği bilinmektedir. 
  “3) Batılı demokrasiler, özelde AB müktesebatı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) altını çizdiği din ve vicdan özgürlüğü -ki Batılı değerlerin temelidir- Kilise-devlet ayrılığına, dinin kamusal alanı düzenleme iddialarından vazgeçmesi esasına ve giderek ana kültürel-politik sistem karşısında dinin kendini "marjinal, özel ve izafi bir alan"da varolmayı kabullenmesine dayanır. Böyle olunca dinin toplumsal hayatı düzenleme iddialarında bulunması AB ile somutlaşan Batılı değerler sisteminin dışında kalan taleplerdir.”
‘Dinin kamusal alanı düzenleme iddiası’ bir iddiadan öte bir vakıadır.Yeterki O dinin takipçileri, dini yaşama iradesi göstermiş olsun. Din tplumsal hayatı halkın yönelişindeki isteğin gücüne bağlı olarak her zaman toplumsal hayatı düzenlemiştir. Batı’da olan; Dinin düzenlediği ve dizayn ettiği bir siyasetin zulme dönüşmesidir. Kamusal alanın yani siyasetin ‘akılla’ düzenlenmesi ile son verilen şeyin din ile bir ilgisinin olmadığı, dini istismara dayalı despotizm olduğu bilinen bir gerçekliktir.  
 “Kaynağı dinî olan hak ve özgürlük talebi ile dinin toplumsal hayatta ve kamusal alandaki görünürlülüğü, bu sistematik içinde kendine yer bulamaz. AİHM'nin neredeyse dinî her talebi reddetmesinin gerisinde bu amil yatmaktadır. Başörtüsü, ikinci eşlerin ve çocuklarının hak talepleri, başörtülü kadınların kamusal görev yapması vb. davalar aleyhte sonuçlanmaktadır. Çünkü mesela başörtüsü takma isteği, "din dışı aklıyla tutum ve davranışlarını belirleyen insanın değeri"nden değil, İslami hükümlerin yönlendirdiği dinî vecibelerden ve bununla bağlantılı davranış normları sisteminden kaynaklanmaktadır. “
Batıdaki  insan hakları alanındaki uygulamaların Müslümanların talepleriyle uyuşmaması, insan hakları ve demokrasi  fenomeni için  asli bir nakıse  değil, arızi bir sorundur. İnsan hakları ve demokrasi ilke ve deneyiminden istifade edecek müslüman toplumların uygulamada bu arızi sorunları sürdürmesi diye  bir şart ve zorunlulukta yoktur. Halkın belirlediği bir toplumsal ve kamusal yapı elbetteki insani,ahlaki,meşru düzlemde hareket edecektir. Buda İslam’ın öngördüğüdür. 
“Batılı paradigmaya göre dinî kaynaklı hak ve özgürlük talepleri "insan hakları"ndan sayılmayınca, geriye bunların "hoşgörü (tolerans)" içinde ele alınması seçeneği kalır. Başörtüsü ve diğer hak talepleri bir "insan hakkı" değil de hoşgörü konusu olunca, o zaman talep sınırlı alanlarda ve laiklerin insafına bırakılmış olmaktadır.” 
         Batılı paradigma, toplumsal gelişmişlikten ve erdemden bağımsız değildir. Toplumda erdem ve olgunluk  geliştikçe, paradigmalarda buna bağlı olarak  değişecek,dönüşektir. Önemli olan insan merkezli ,Allah’ın insana alakası çerçevesinde toplumsalı ve kamusalı ele almaktır. Fıtri olana yönelmek ne amaçla olursa olsun olumlu ve makbuldür. Batının iradesi, en azından  yönetim,halk iradesi, özgürlükler,hukuk ve nizam, adalet ve insan hakları  alanında bu yöndedir. Elbetteki ideal anlamda değil, lakin karşısına bir alternatif örneklikte konulabilmiş değil!
        Türkiye’deki demokratikleşme ile vesayetçi/totaliter rejimin yerini, Halkın tüm kesimlerini rahatlatan, hak ve hukukunu gözeten, kaynak kullanımında sosyal adaleti gözeten bir yapıya bıraktığınına şahit olmaktayız. Bu değişim ve dönüşümün; Batıdan esen Demokratikleşme, hukuk ve insan hakları söyleminin dayznılmaz güc ve etkisini görmemek, en azından  siyasi körlük manasına geleceği bilinmelidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası