B İ R H A S B İ H A L Konya / 01.02.2012
B İ R
H A S B İ
H A L
Konya / 01.02.2012
“İnfak
ile zekât ‘ı öncelikle biri birinden ayrılması gerekmektedir.Öyledir de. Bakara
Süresi 177 . ayette bunu açıkça görmekteyiz. “sevdiği maldan harcar,namazı
kılar,zekatı verir..” buyurularak infakla,zekatın farkı ortaya
koyulmaktadır. Her ne kadar zekât
infakın dâhilinde bir konuma sahip olsa da bu ikisini biri birinin alternatifi
ya da aynısı olarak görmek, tam da 1/40 la yetinmeyi daha doğrusu Rabbimizin
mü’minlerden beklediği ile müminlerin pratiği arasındaki bu muazzam uçuruma
kılıf hazırlanmış ve mevcut fasit yapı meşrulaştırılmış olacaktır. Çoğunlukla
olduğu gibi bu konuda da unutulan yada göz ardı edilen Rasulullah’ın sav
Rabbine kavuşacağı güne kadar; biriktirmediği,mal ve mülk sahibi olmayı
aklından bile geçirmediği,Allah’ın bahşettiği nimeti büyük bir isar örneği
göstererek sadaka, zekat ve infakla, muhtaçların ihtiyacını giderme amacında
olmasıdır.”
İnfak Üzerine Mülahazalar
İnfakla ilgili ayetler
ve bu ayetleri en güzel ve en doğru şekilde hayata geçiren Rasulullah’ın
örnekliği göstermektedir ki; bu gün Müslümanlara emanet edilen mülkle
ilişkileri ile Allah’ın Müslümanlardan istediği davranış arasında devasa bir
fark vardır. Yani Allah’ın istediği ile Müslümanların pratiği arasında ki
uçurum göründüğünden daha derindir.! Pratikle
Kitap arasındaki bu devasa fark; şu anlama geliyor; Müslümanlar insanlığa
şahitlik yapamıyor.(Hac 78)
İnfak
ile zekât ‘ı öncelikle biri birinden ayrılması gerekmektedir.Öyledir de. Bakara
Süresi 177 . ayette bunu açıkça görmekteyiz. “sevdiği maldan harcar,namazı
kılar,zekatı verir..” buyurularak infakla,zekatın farkı ortaya
koyulmaktadır. Her ne kadar zekât
infakın dâhilinde bir konuma sahip olsa da bu ikisini biri birinin alternatifi
ya da aynısı olarak görmek, tam da 1/40 la yetinmeyi daha doğrusu Rabbimizin
mü’minlerden beklediği ile müminlerin pratiği arasındaki bu muazzam uçuruma
kılıf hazırlanmış ve mevcut fasit yapı meşrulaştırılmış olacaktır. Çoğunlukla
olduğu gibi bu konuda da unutulan yada göz ardı edilen Rasulullah’ın sav
Rabbine kavuşacağı güne kadar; biriktirmediği,mal ve mülk sahibi olmayı
aklından bile geçirmediği,Allah’ın bahşettiği nimeti büyük bir isar örneği
göstererek sadaka, zekat ve infakla, muhtaçların ihtiyacını giderme amacında olmasıdır.
İnfakla ilgili hikmetin
anlaşılmasında kendinden çokça istifade ettiğim, saygı ve sevgi duyduğum bir
Hocaefendi infakla ilgili ortaya koyduğu
tarif ilginçtir. İlginçliği de; hem cimrilerin ve hem de cömertlerin, bu tarifte
kendilerine yer bulmasından kaynaklanmaktadır.
Bu Dost aynen şu değerlendirmelerde bulunuyor;”Kur’an tüm diğer
yükümlülüklerde olduğu gibi infak
konusunda da aşamalı (tedrici) bir yol takip etti. Fakat infak konusundaki
aşamalılık ilkesi,diğer konulardakinin tam tersi bir süreç
izledi.Namaz,oruç,cihad emirleri,içki ve faiz yasağı gibi bir çok yükümlülükte
azdan çoğa doğru bir seyir izleyen tedric süreci, infak konusunda tam trsine
çoktan aza doğru bir seyir izledi.Kanaatimizce bu İslam Cemaatinin ilk dönemlerindeki zaruret
durumuyla izah edilebilecek bir şeydi.Tabii ki buradan şu genel hükmü
çıkarmak hiçte yanlış
olmayacaktır.Şartların zorlaştığı benzer dönemlerde,infakta da zekatta olduğu gibi oranlı ve sınırlı bir
miktardan oransız ve sınırsız bir verme seferberliğine dönülebilir.Bu
söylediklerimizin delili ise Bakara
Süresinin 219. Ayetinde mevcuttur.Bakara Süresinin 3. Ayetinde iman ve namazın
hemen ardından zikredilen infak,mü’minlere yeni bir mükellefiyet yüklüyordu.Rabbimiz, ‘neden infak
edelim?’ diye soran mü’minlere;’Bağışlanabilen
her şeyden! (infak edin)’ buyurdu. Çoğunluk bu ayetteki (2/219) el-afv’ı
‘ihtiyaçtan artan’ ile tefsir ettiler.
Bu durumda infak emri ilk başlarda ihtiyaçtan arta kalanı vermek anlamına
geliyordu. Medine’deki İslam Cemaati güçlendikçe bu yükümlülük sınırlandırıldı.
İnfakın zorunlu olanı zekât adını aldı. Zekât miktarı Hz. Peygamber tarafından
zaman zaman yeniden düzenlendi. Hayvanlarda cinse göre adet üzerinden, para ve
ticari emtiada ise oran üzerinden tespit edildi. En sonunda 1/40 oranında
istikrar buldu.” Ayni ifadeler ve konuya bakışı Hocaefendi’nin Kuran
Çalışmasında da geçmektedir.
Bu açıklamalar; zekâtı
(1/40) verilmek kaydıyla her türlü kenz/biriktirmenin yolu açılmakta, infak
zekâta indirgenmek gibi anlamaya müsaittir. Zekâtını veren infakı yapsa da olur
yapmasa da olur manasına gelir mi bu açıklamalar?. Ama şu kesin ki Hoca efendi,
İnfak ve zekatla ilgili açıklamalarına Tevbe Süresi 34 ve 35 nci ayetlerini,
Nahl Süresi 71,Bakara Süresi 177 (Hem infak hemde zekat ayrı ayrı zikredilmektedir.)
Tekasür Süresi,Haşr Süresi 7 ayetlerini hiç dahil etmemiştir. Bu ayetler
olmaksızın infak üzerine söylenecek söz eksiktir, sorunludur.
Gerçekten Mekki Süre ve
ayetlerle, sahip olunanlardan infak edilmesi ve böylece gerçek kurtuluşa,
saadete erişebilineceği ikaz edilip müjdeler verilirken Medine döneminin ilk
yarısında kırkta bir zekâta mı dönüştü infak? Kırkta birlik bir fedakârlık o
muazzam arınmaya, temizlenmeye, dünyevi bağlardan kurtulmaya, dünyayı değil ahireti
tercihe yeter mi zannedilmektedir.
Böylemidir sahi!? İnfakla zekât ayni şey midir? Sınırsız ve hesapsız
infak salihatı azala azala 1/40 a mı inmiştir!? Yoksa farkında olmadan, daha
Rasulullah zamanında mü’minlerin mal ve mülkle imtihanı sonucu baş gösteren
sapma, Rasulullah’ın tasarrufu ile % 2,5
(1/40) olarak ve zekat adı altında asgari olarak devlet tarafından
toplanmaya başlandı. Hz.Ali ra kırkta bir için,cimrilerin zekatı demesi bundan
olsa gerektir. Öyle anlaşılıyor ki, zekâtın verilmesi ile ilgili bir çok ayet
vardır ve lakin şu ayetle zekât farz kılındığına dair bir ayet telaffuz
edilmemektedir. Hicri 2 yılda zekat yada infak konusundaki gevşeklik,kaçınma
nedeniyle olsa gerek infak zorunlu bir yapıya büründürülerek Zekat olarak
tanımlandı. İnfak ve zekatın nasıl uygulanacağı yada Müslümanların mal ve
mülkle işikisinin nasıl olması gerektiği konusundaki ideal örnek Rasulullah’ın
sünnetinin olacağı tartışmasızdır. Rasulullah sadece zekatla yetinmemiş,
Kendisi ve ehli beyti ve ashabından birçokları ömürleri boyunca tüm Müslümanlara
ve insanlığa zühtün,isarın,çömertliğin şahikalarını göstermişlerdir.
Nebiallah’ın; “bana bakmayın siz, ben peygamberim. Sizin için kırkta bir den
fazlası yoktur!’ manasına gelecek bir tavsiyesine rastlamaktayız. Bununla
birlikte bu uygulama infakla zekâtı
farklılaştırmıştır. Zekât infak içinde bir şubedir. Fıtr sadakası gibi. Zekât
bizzat Hazine tarafından, yani hz.Peygamberin sav tayin ettiği zekât amilleri
tarafından toplanıyordu. İnfakta ise böyle bir zorunluluk olmadığı malumdur.
İnfak daha çok zenginler tarafından bizzat yoksullara, kölelere, onların
ihtiyaçları ve özgürlüğü için harcanıyordu. Toplumsal tesanütün sağlanması,
kardeşlik ve dayanışma içinde ümmetleşmeyi sağlama gibi bir fonksiyonu olduğu
aşikârdır. Tıpkı Muhacir’lerin Ensar’la kardeş kılınmasında duygusal bir
kardeşlik değil ellerindeki nimeti kardeşçe bölüşmeyi isteyen bir kardeşlik
örneği sergilenmiştir..
İnfak, kişinin dünyevileşmesini
önleyen, israfa, lüks ve şatafata yönelmesine mani olan, dünya ile bağı olması
gereken noktaya çeken, ahrete özlemi ve yönelmeyi güçlendiren bir fonksiyona
sahip bir salihattır. Kişinin kalbinin hazinesiyle beraber olduğu gerçeğini
anlamadan infakı anlayamayız. İnfak fani olanı değersiz kılan bir ibadettir.
Ebedi âlemde gerekli olacak gerçek değer, hayr hazinesi biriktirmeye kişiyi
yönlendirmektedir.
İnfak öyle bir salihattır ki; kişinin tevhit akidesini
formatlayıp, istikamete soktuğu gibi, toplumsal tevhidi de ayni şekilde hizaya
çekip İslam toplumu oluşturmada önemli etkiye sahiptir. Hz. Ali ra;”Bir eve
yoksulluk bir kapıdan girerse iman öteki kapıdan çıkar!” sözü ile bu anlamda
infakın bu boyutuna dikkat çekmektedir. İnfak, İslam Davetini bile anlamlı ve
etkili kılan bir salihattır. O nedenle tedriciliği söz konusu değildir. Hele de
bu günün dünyasında 1/40 tan bahsetmek bile başlı başına bir cimrilik
göstergesidir. Davut as kıssasında ki, o bir koyun sahibi yoksulun 99 koyun
sahibi aç gözlü cimri “kardeşini”
şikâyetinde;(38 Sad /23” Biri: "İşte bu benim
kardeşim. Onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim ise bir tek dişi koyunum
var. Böyle iken: Onu da bana ver, dedi ve tartışmada beni yendi" diye
anlattı. İki kardeş arasındaki bu adaletsizlik, servet biriktiren,
tekasür sahiplerine bir atıf olduğunu düşünüyorum. Yani o
tekasürcü/kenzci/biriktiren cimrinin 99 koyunu olduğu halde hala iştiha ile
biriktirmeye devam etmesi, yoksulun elindeki o bir koyunun da elinden alınması
anlamına gelmektedir. Bura da zorla, gaspla bu işin yapılıp yapılmaması olayı
meşru yada gayrimeşru kılmayı gerektirmiyor,böyle bir bölüşümün varlığı ve bu
bölüşümü doğuran “yapı” bizatihi gayrimeşrudur.Yani, toplumda ve global dünya
da; ticareti,ticaret hukuku adaletsizlik,istismar ve sömürü üzerine kurarsanız hatta siz kurmasanız bile
hazır bulduğunuz bu “tezgah” üzerinde habire semirirken biriktirdiklerinizden
1/40 verseniz yada 40 da 30 verseniz ne
olur?. Eğer ki,40 da 10 sizin mütrefiyn (Şımarık zenginler, her zengin
şımarıktır. Zenginliğin şımarıklığından korunmanın tek yolu zühttür. Züht ve
isar üzere olanlar müstesna. Onlarda ne kadar azdır. Ve onlar ellerindeki
emanetten ihtiyaçları olanı tüketir, gerisini infak ederler.) sınıfına
girmenize yetiyorsa, gerektiği gibi infak etmemişsiniz demektir. İnfakla sadece
yoksulların karınlarının doyurulması yada kölelerin ve esirlerin özgürlüğüne
kavuşturulması değil (Bizim coğrafyamızda çok belirgin örnekleri olmasa da bir
çok İslam topraklarında yoksulluktan
kaynaklanan köleci ilişkiler hala vardır ve kız çocukları üretim aracı olarak görülür ve köle gibi
satılır ve alınır,köle gibi acımasızca çalıştırılır.) toplumun yoksul
kesimlerinin, yoksulluktan kurtulmasını esas alır.Nahl Süresi 71 bu anlama gelmektedir.”
Allah lütufta bulunarak, servette, bir kısmınızı diğerlerine üstün kıldı. Lütfa
lâyık görülerek üstün kılınanlar, sahip oldukları rızık ve servetten meşrû
şekilde sahip oldukları, üzerlerinde meşrû hakları ve otoriteleri, kendileriyle
düzgün insanî münasebetleri olan köle, cariye ve hizmetkârlara ve işyerlerinde
çalışan sözleşmeli işçilerine kâfi miktarda vermiyorlar. Verseler, o rızkın
kullanımında eşit hâle gelecekler. Eşit şekilde kullanmaları söz konusu iken,
bile bile Allah'ın ihsan ettiği nimeti inkâr mı ediyorlar? Nankörlük mü
ediyorlar?”(Ahmet Tekin meali) Yani
toplumda Müslümanların kardeşçe dayanışma içinde olması tevhid akidesinin
toplumsal boyutu için gereklidir. Hatta gayri Müslim olmasına bile bakılmadan
yoksulların yoksulluk boyunduruğundan kurtulması için maddi fedakârlığa, hayr
ve hasenata yönelme zarureti vardır. Aksi durumda yoksul kesimlere ki bu gün
yeryüzünde açlık sınırında 1,5 milyar insan vardır ve bunların büyük çoğunluğu
da müslümandır, dinin en önemli rüknü anlamını ve manasını yitirecek, Müslüman
yoksulların ise dinden soğumalarına ve uzaklaşmalarına neden olunacaktır. Bu
hesabı verilemeyecek bir vebaldir ve o nedenle de Allah cc; “Allahın nimetini
inkâr ediyorlar” buyurarak ikaz etmektedir. Bir kişinin hidayetine vesile
olmanın karşılığı bir vadi dolusu yüklü kızıl develerden ne kadar kıymetliyse;
bir kişinin yoksulluk nedeniyle inkâra sürüklenmesine duyarsız kalmakta o denli
hüsran demektir. Biriktirmenin (Kenz) ne anlama geldiği ve nasıl bir cezayı
gerektirdiği Tevbe Süresinde 34. “ Ey iman edenler! (Biliniz ki),
hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler
ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları
Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı
müjdele! 35. (Bu paralar) cehennem ateşinde
kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün
(onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir.
Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!" Böylece anlatılmaktadır.
Bu hükme “zekâtı
verilmek kaydıyla” diye getirilecek bir
yorum ve istisna; biriktirme/kenz/tekasür fiillerini meşrulaştırmaz. Söz konusu
ayetlerde zekâtı verilen ya da verilmeyen biriktirme değil “biriktirmenin”
kendisi mahkûm edilmektedir. Kaldı ki Yahudilerde de bir şekilde “zekât”
ibadeti olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla mevzubahis olan zekâtı verilip
verilmemesi değil, zekâtı verilse bile üzerinde durulan ve azaba müstahak olan
konu; biriktirilip, Allah’ın rızası doğrultusunda tasarruf edilmemesi, bilakis
biriktirilerek israf edilmesidir. Biriktirilenin Allah’a ait olduğunun
unutulması, Allah’ın olan bu biriktirilen mal ve mülkün, altın ve paranın;
Allah’ın yoksul ve muhtaç kullarına sarf edilmesini dilediğinin göz ardı
edilmesidir.
İnfak;nifakın, dünyaya meylin, cimriliğin,
ahireti unutma,dünyaya dalmanın daha doğrusu Yahudileşme ve
Hristiyanlaşmanın panzehiri olması
hasebiyle yani kirden,pasdan,masiyetten,heva ve heveslerden,kerahat ve günahlardan
arınma,temizlenme ve Allah’a yönelme,kalplerde Allah,rasulullah,ahiret ve hayr
sevgisi yerleştirmenin biricik yol ve yöntemi olarak bir salihattır.
Karşılığını Ahiret Yurdunda umarak ve Allah’a güvenerek vermenin,kalpte sadece
Ahiret sevgisi ve Hayr hazinesi biriktirmenin yolu infak salihatıyla mümkündür.
Bu açıdan infak, sadece yoksul ve muhtaçların ihtiyaçlarını karşılamak
değil,asıl muhtaçlığın idrak edilmesini ve ebedi kurtuluş için lazım olanın
elde edilmesinde en önemli ve etkili bir salihattır.
Failleri Yanlış Yerde Arayan
Sazanlar!
Gerçekten de bir plan dâhilinde, bir taraftan
Yargı üzerinden diğer taraftan ordu üzerinden iktidarın altı oyulmağa
çalışılıyor. Hirant Dink Davasının, akıl
almaz bir şekilde sonuçlanması dikkat çekici ve manidardır. Ayni şekilde ondan
önce de Türk Hava Kuvvetleri uçakları tarafından Uludere sınır ötesinde
kaçakçılık yapan ve hemen hepsi korucu ailelere mensup 35 gencin feci bir
şekilde bombalanarak katledilmesi ile harekete geçirilen kitlelerin kimliği,
sloganları ve yanlış adreste olayların müsebbiplerini arama aculluğu dikkate
alındığında bir bit yeniği olduğu açıkça görülmektedir. Tıpkı Susurluk Olayını
Erbakan Hükümetine fatura edilmesi gibi. Akşamları “bir dakika karanlık”
eylemleri Susurluk Skandalını yani devlet içindeki derin yasadışı
yapılanmaların deşifre edilmesi ve bu yapı olması gerekirken Erbakan Hükümeti
aleyhtarlığına döndürüldü. Bunda vesayetçi rejimin iradesi inkâr edilemez.
Askerden çok asker medya da buna alabildiğine destek vermişti.
Dink Davasını ve Karanlık
Uludere Olayını ordu içinde ve Yargıda yuvalanmış ve halen büyük davalarla
yargı aşamasında olan yasadışı yapının yani Ergenekon yapılanmasının artıkları
ve uzantıları tarafından ifa edildiği düşünülmesi gerekirken; hemencecik Devletin yasal ve tek meşru yüzü
olan iktidarı, başbakanı sorumlu ilan edilmesi bir “bityeniği”
şüphesini de başka açıdan uyandırmaktadır. Hele de bu kampanyanın; bir
araya gelmesi mümkün olmayan Türkçü, Kürtçü, vesayetçi, Ergenekoncu, laikçi,
Kemalist kesimler tarafından yürütülmesi, "Aydınlık İçin Bir
Dakika
Karanlık" eylemlerini hatırlatmaktadır. Nitekim 28 Şubat sürecinde bu
eylemlerin hatırı sayılır bir rolü olduğu herkesin malumudur. Devlet içinde
örgütlenen bir yasadışı yapı, Susurluk’ta ifşa olmuşken, Vesayetçi Yapı bu olayı
örtbas etmiş, doğan tepkileri, meşru Erbakan hükümeti aleyhtarlığına tahvil
etmiştir.Yani derin devlet karşıtı olarak başlayan bir eylem,bir “fasa fiso”
yada “mum söndü..” gibi talihsiz
beyanlar bahane edilerek Hükümet karşıtlığına manupüle edilmiş,onca “sazan” da
bu zokayı yutmuştur.
Kim
ne derse desin Uludere Olayı Kandil’in işine yaramıştır ve Kandil ve
vesayetindeki yapılar bu olayı alabildiğine istismar etmişlerdir. Oysa bu
olayda hayatlarını kaybeden gençler; pkk nın hedef tahtasındaki bir numaralı
düşman unsurlar olan “korucu” ailelerin
çocukları olduğu göz ardı edilmektedir. Nitekim bu Olayla birlikte güvenlik
güçlerinin bölgedeki operasyonlarında frene basıldığı malumdur.Ömrünü Kürt
sorununa vakfeden Kemal Burkay’da Uludere olayının tipik bir “derin devlet
operasyonu” olduğunu açıklamıştır. Dink Davası kararı ise, her şeyden önce
Ergenekon Davasını etkisizleştirmeğe matuf eylem ve söylemlere malzeme olacak
cinstendir. “Ergenekon’u bulsam gide cem üye ola cam!” diyen ana muhalefet
lideri ;”Parasız eğitim isteyen öğrencileri örgüt
üyesi yapanlar, Hrant Dink'i öldürenleri örgütsüz yargılıyorlar. Bu AKP'nin
adaletidir'' dedi. Yani “akp yargıyı ele geçirdi, muhaliflerini tutukluyor,
Ergenekon bahane!” demek istiyor. Bu süreçte,
Darbe gibi tüm medeni dünyada en iğrenç ve ağır suç sayılan bir eylemin
baş sanıklarının tutuksuz yargılanmaları için ne denli duygu sömürüsü
yaptıklarını hep birlikte gördük.
Demokratikleşme ve vesayetten kurtulma gayretleri, vesayetçi yapının (hem kürt vesayeti hem de
türk vesayetinin) ittifakı ile terör ve
Gladiovari operasyonlarla akamete
uğratılmak istenmektedir.Tıpkı Susurluk Olayında olduğu gibi, Ergenekon
işi eylem ve oluşumlar; Türkiyeyi
demokratikleştirme ve hukuk içine çekme iradesi gösteren ve bu yolda çok değerli
değişim ve dönüşüme imza atmış iktidarı yıpratma aracı olarak istismar
edilmektedir.Aman dikkat!
Ermeni
Sorunu Her Açıdan Tartışılmalıdır
Gerçektende
artık arşivleri açalım, tarihçiler araştırsın tezi anlamını iyice yitirdi.Hoş
bunun bir anlamı hiç olmadı ya neyse.Adnan Beyin dediği gibi büyük bir
"hata" diyelim,bir avuç ermeni çetelerin yaptıklarından dolayı tüm
Ermeni Halkını çocuk,yaşlı,kadın,hasta demeden,öz yurtlarından kopartıp sürgüne
göndermek aklın alabileceği,vicdanın kabul edeceği bir şey değil. Tek bir ULUS
yaratma projesinin ürünü bir facia. Tıpkı Dersim gibi, tıpkı Rum mübadelesi
gibi. Türkiye’de yaşayan herkes türktür ya da Türkiye Türklerindir anlayışı bu
projenin ürünüdür. Ulusçu, nasyonal sosyalist toplum mühendisliği
operasyonudur. İki boyutu vardır. Ermeni ayrılıkçı parti ve örgütlerin
başlattığı ve Türk tarafının karşılık verdiği karşılıklı katliamlar,ikincisi
ayrılıkçı parti ve örgütlerle hiç ilgisi olmayan Ermeni Halkın tehciri.
Geçmişi
kurcalamaktan ziyade bu gün ne yapılmalıdır? İktidar tıpkı kürt açılımında
olduğu gibi bir ermeni açılımı ile kamuoyunda bir tartışma ortamını
başlatmalıdır. Tabii öncelikle soykırım demese bile büyük bir facia olduğunu
kabul ederek. Ve sorumlularının yargılanması ve olayın her yönüyle açığa çıkartılması
için uluslararası bir mahkeme dâhil vatanlarından tehcir edilen bu insanlara
yeniden vatandaşlık hakkı verilmesi, mağduriyetlerinin giderilmesi için ilk
adımın daha fazla zaman geçirilmeden Türkiye tarafından atılması bir zarurettir.
Bu gün itibariyle 20 ye yakın ülke “soykırımı” tanımış durumdadır. Amerika bu
gün “katliam” dese de ileriki yıllarda
“soykırım” demeyeceğini kimse garanti edemez. Dolayısıyla Türkiye’yi zorla
masaya oturtulmasına fırsat verilmeden İktidar’ın acilen köhne,inatçı,hikmetsiz
tepkilerini terk etme zamanı gelmiştir.
Fransa’da ki Soykırımı inkar yasası; artık sona
gelindiğini anlamamız gerektiğini göstermektedir. Bunu iyi okumalıyız. İnatla inkâr
bir şeyi değiştirmiyor. Tarihi seyri değiştirmek Türkiyenin bu politikasıyla ve
tezleriyle mümkün değildir. Tarih; gerçekler ve hakkaniyetler ekseninde
akmaktadır. Türkiye “inkârla” öz vatanlarından koparılan Ermenilerin Dramını
görmek ve anlamak zorundadır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde bu sorun
geçilmez bir engel olarak durdukça,Medeni dünyada söz sahibi bir ülke hayal
olacaktır. “Tehcire” tabi tutulan Ermeni sayısı; Osmanlı arşivlerine dayanan
rakamlara göre; 413.067 Ermeni, ABD resmî kaynaklarına göre, 486.000, Catholic
Encyclopedia'ya göre, 600.000, Salahi Sonyel'e göre ise 700.000 olarak
geçmektedir. Karşılıklı mukateleler de
ölen Ermeni ve Türkler ise ayrı bir konudur.
Vakit geçirilmeden öncelikle Ermeni Diasporasını
muhatap olarak tanımalı, mağduriyetlerin maddi ve manevi olarak tazmini
noktasında Türkiye’ye yakışır bir çözüm paketi ortaya koyulmalıdır. Geçmişteki
kirli hesapların ve karanlık ilişkilerin, Ulusçu, tektipçi, dayatmacı, zalim
kıyımların savunması hem mümkün değildir hem bize yakışmaz.
Ey
Müslümanlar Müslüman Olun!
Nijerya'da şeriat
kurallarını uygulamak isteyen Boko Haram örgütü, ülkenin ikinci büyük kenti
Kano'da geçen cuma girişilen ve asıl olarak emniyet binalarını hedef alan bir
dizi saldırıda, en az 185 kişiyi öldürmüştü. Boko Haram örgütü; eğitim, silah
ve patlayıcı desteğini El Kaide örgütünden aldığı biliniyor. Düşünün ki bir
eylemde 185 insan katlediliyor. Masum ve suçlu ayırt etmeden! Kaldı ki kim kimi
suçlu addedecek? Buna kimin hakkı var?
Aşırılığın Müslümanlar
tarafından sorgulanma ve mahkûm edilme zamanı çoktan geldi ve geçmektedir.
Böylesi bir vahşet in İslam Diniyle bağdaşmadığı ortadadır. Bu münferit bir olay değil,çok yaygın olarak
özellikle aşırılığı ile maruf tekfirci neoselefi
grupların; şiddet ve terörü
dini/siyasi bir araç olarak uyguladığını görmekteyiz. Bu guruplar dini bir kisveye büründürdükleri şiddet ve
terörü;hem gayrimüslimlere,hemde şii müslümanlara ve sünni tarikatlara karşı acımasız bir şekilde
uygulamakta,çocuk,kadın,yaşlı demeden Allah’ın şiddetle yasakladığı öldürme fiilini pervasızca işlediklerine
şahid olmaktayız. Bu cinayetkarlığın bir yönüdür. Diğer bir yönü ise din adına
işlenen bu cinayetkarlıklara karşın;
İslam dünyasının dini mercilerinden,aydınlarından ve sivil toplum
kuruluşlarından hatırı sayılır bir tepki gelmemesidir. Yani , fetişleştirdikleri
Devletleşme amacı ve antiemperyalizm adına;aşırılığı,şiddet ve terörü dini bir
kılıfla siyasi/dini araç edinen
maceracı gurupların aziz İslam’ın hiçbir
ilkesiyle bağdaşmayan kanlı ve cinayetkar eylemlerine karşılık büyük bir
suskunluk ;İslamı ve müslümanları
beşeriyet karşısında mahkum
etmektedir. Müslümanların insanlara
hakkın şahidi olması yükümlülüğünü kendiliğinden iptal etmektdir.
Konuya ilgisine
binaen,soğuk savaş döneminin dış politika söylemi ile o döneme has çerek
asırlık şiddet,ötekileştirme, kin ve
düşmanlık içerikli sloganların hala revaçta tutulmasıda bu bağlamda İslam Daveti önüne kendi ellerimizle bir set
çektiğimizi anlamalıyız. Emperyalizmin
devasa savaş gücüne rağmen hedef
ülkelerde gerçekleştirdiği operasyonlar öncesi , meşruiyet arayışında olduğunu
ve barış,demokrasi,insan hakları ve hukuk adına bu operasyonlara giriştiğini dünya kamuoyuna
anlatma çabaları ilginçtir. Batıl bir ideolojik yapının imajı için gerekli hassasiyeti gösterdiği bir
dünya da müslümanların,İslami stk
ve müslüman siyasetçilerin
kimliklerini,daveti ve şahitliklerini söylemleriyle
etkisizleştirmeye,lekelemeye hakları yoktur,bilakis böyle davranışların zulüm olacağı açıktır.
Bu itibarla genç
müslüman aktivistlere tavsiyemiz,beğenmediklerini hiçte saklama gereği bile
duymadıkları “ağabeylerinin” soğuk savaş
döneminde 25-30 yıl önce ürettikleri
muhalefet tarzını,muhalefet dilini,
sloganları, protesto şekillerini
çağın gereklerine ve değerlerine göre yeniden üretmeleri gerekmektedir.
Artık meydanlarda bayrak yakmalar,kahrolsunlu sloganlar, öfkeyle bağırıp
çağırmaların geride kalma zamanı gelmiştir. Genç nesil; çağının
şartlarına,değerlerine ve gereklerine göre;sevgi,barış,özgürlük,insan
hakları temelinde muhalefeti ve davetini
ortaya koyma yollarını bulmalıdır.
Modası geçmiş,işlevini
yitirmiş,müslümanın ve islamın imajını nahoş gösteren usullerle Davet yapılmaz
ve İslama Hizmet edilmez!
Yorumlar
Yorum Gönder