Onur Devrimlerinin Hatırlattıkları!


            Arap Dünyasındaki Onur Devrimleri; Batı’nın bölgedeki siyaset ve projelerinin yıkılması anlamına geliyor. Onlarca yıl Batı destekli otoriter,despotik rejimler, bölge halklarını aşağıladılar,sömürdüler ve baskı altında tuttular. Halkı Müslüman olan ülkelerde; Batı’dan 100 yıl sonra bile hala  özgün bir demokrasi örneğinin  görülememesinde;Batı işbirlikçisi elitist sınıfın ve iktidarlarının etkisi olduğu kadar,” demokrasi küfürdür!” sloganını dillerinden düşürmeyen “İslamcıların” bilim ve siyaset dışı  söylemlerininde rolünün olduğu yadsınamaz. Batıyı reddeden İslamcılar ne yazıkki; Batının özellikle  Müslüman Halklar için öngördüğü demokrasi dışı totaliter ve despot rejimleri, demokrasi karşıtlığı  tezleriyle desteklemiş oldular. Bunu bilerekte yapmadılar. Kuru bir Batı karşıtlığı ve tarihi vasattan beslenen şoven duygular bir komplekse dönüşerek demokrasiye karşı b,ir posisyona girildi ve despotik  yönetimler desteklenmiş oldu. Halklara daha iyisini sunamadıklarından İslamcılar hep halk desteğinden mahrum kaldılar. Batının bilgi ve demokrasi tekelini ellerinde bulundurma  hedefleri anlaşılamadı. Hele de demokrasiyle ilgili olarak; Batıdaki yaşam şekli ve yaşam felsefesi olarak algılanması sağlandı. Türkiye’deki Batı projelerinin mimarı kemalist laikçilerin;”Laiklik olmadan demokrasi olmaz!”  solganları, daha çok   tepkisel refkleslerle varlığını sürdüren İslamcılara zoka gibi yutturuldu. Türkiye’deki İslamcı gelenekten gelen  iktidardaki Politikacıların  iktidar deneyimi; “demokrasi şirktir” yada “sistem içi muhalefetle olmaz!”  yanılsamalarını kısa bir sürede yıktı. Sistem içi/sistem dışı muhalefet söylemlerinin aslı astarı olmadığı görüldü. Sistem içi muhalefetinde halkı ve sistemi, kısa sürede değiştirip dönüştürebileceği  anlaşıldı. Halkların daha bir İslama ve İslami hedeflere yönelebilecekleri tecrübe edildi. Mesela Türkiye’deki  “Gazze “ hassasiyeti ve İsrail karşıtlığındaki yükselme bunu göstermektedir.
            Tamda burada Raşid el Gannuşi’ye kulak vermenin zamanıdır: “İslâmcılar arasında demokrasiyi eleştiren ve onu küfür olarak değerlendirenlerin hiçbir düşünceleri yoktur. Bana göre onlar, anayasal ve hukuksal bir kültüre sahip olmayan insanlardır. Felsefi ve siyasal bir kültürleri olsa, onu kullanarak bir karar mekanizması olarak Demokrasi ile, Batı demokrasilerinin içeriğini birbirinden ayırabilirler, liberal felsefeyle materyalist felsefeyi ayrıştırabilirlerdi. Bunların, sürekli birlikte bulunmaları, şart değildir. Bu nedenledir ki, demokrasi denen karar aracını, diğer uygulamalarından bağımsız hale getirebiliriz. Demokrasi, çoğunluğun otoritesini tanıması, karar almada baskıcı bir azınlığa değil, çoğunluğun görüsüne itibar etmesi bakımından sağlıklı bir araçtır. Bu araç sayesinde, iktidarın kansız ve devrimsiz olarak el değiştirmesi mümkün olmaktadır. Bu aracı, materyalist felsefi içeriğinden soyutlayabilir ve iman değerleriyle donatırsak ve onda takvanın esas olmasını sağlayabilirsek, işte o zaman Demokrasinin aslında bize ait olan bir sermaye olduğunu söyleyebiliriz. Demokrasinin reddedilmesi, İslâm düşüncesi hakkında çok kötü bir imaj yaratmaktadır. Çünkü böyle bir tavır, bir şeye karşı olmanın onun karşısındakini kabullenme eğiliminin bulunduğunu çağrıştırması yüzünden, Müslümanların diktatörlük yanlıları olduğu gibi bir yanlış anlama gündeme gelmektedir. Oysa hiç kimse Müslümanlar kadar, diktatörlük ve istibdat düşmanı olamaz. Müslüman milletleri ezen ve öğüten demokrasi değil, diktatörlük ve totaliterizmdir. Beni şaşkına çeviren; diktatörlüklerden en çok çeken ve istibdat rejimlerinin baskıları altında kıvranan Müslümanlardan bazılarının, gerçek düşmanları olan diktatörlükle mücadele yerine, demokrasiyle didiştiklerini görmektir. Bu insanlar, sanki şöyle demektedirler: Ezilenler, baskıya uğrayanlar biziz. Ama fırsatını bulur ve iktidara gelirsek, biz de onları ezeceğiz.”  
            İstisnasız  tüm  Despotik ve totaliter rejimlerin; İslam ve Demokrasiyi hayati bir  tehdit olarak algıladığını görmemiz gerekir. Batı istikbarının neden kendileri dışında demokrasiyi istemedikleri ve bu ülkelerde zalimce iktidar süren despotları destekledikleri  doğru okunmalıdır. Müslümanların doğru okuması gereken hayati ehemmiyete haiz bir gerçekte, rengi ne olursa olsun, tüm despotik,totaliter, keyfi yönetimlerin seküler ve İslam dışı olduğu gerçeğidir. Zira  İslami bir yönetim için; halka dayalı ve adil olmak,meşruiyetinin olmazsa olmazıdır. Adil olmayan yani zulme ve keyfiliğe kayan her yönetim sekülerdir. Yani dini değildir. İslami bir yönetime talib olanların;”nasıl ezildikse öyle ezeceğiz!” deme lüksü yoktur,olamaz. Böyle düşünenlerin, Rasulullah’ın arkasında ganimet için savaşa gidenlerden farksız oldukları aşikardır. Mısırdaki "mübarek yanlısı" denilen polis ve asker dışı paramiliter milislerin; Tahrir Meydanındaki özgürlük yanlısı halka devlet destekli kanlı saldırıları ile Tahran'da oylarına sahip çıkan "nizam,özgürlük ve adalet" isteyen halka yine Azadi Meydanı'nda devlet destekli milislerin kanlı saldırıları arasındaki ilginç benzerlik, her aklı selimin göreceği ve ibret alacağı bir fenomendir. Ki nesnel gerçekliği; rengi ve ideolojisi ne olursa olsun her istibdat ve baskı rejimlerinin doğasından gelen refklesktir.Akıl ve bilimdışıdır.
            Tunus’tan Yemen’e uzanan  ve Türki Cumhuriyetlerde de etkisini göstereceği umulan “Onur Devrimleri”  despotizmin Hak ve Halk düşmanı hain yüzünü bir kez daha ortaya çıkartırken, yönetimin halk tarafından belirlendiği ve halk tarafından murakebe edildiği demokratik yönetimlerin üstünlüğünü bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası