B İ R H A S B İ H A L / 29.10.2011; İSTANBUL
 
Atilla Morçol/İstanbul/29.10.2011
    
"Rabbe teslimiyeti ve güveni; en sevileni Kurban ve adakla göstermektir ki sadakat beyan edilmiş olsun.! Allah sadakatleri görmeği diler!Sadakatini gösterenler ise Allah’ın hesapsız rızkına muhatap olur.Sadakat taqvayladır.Allah’a ulaşacak olanda odur. Kurbanı birde bu açıdan tefekkür ediniz. "
Van Depreminin Hatırlattıkları!
Van Depremi her büyük olay gibi birçok acı gerçeği açığa çıkardı. Çürük inşaat yapan müteahhitlerin ne denli aç gözlü ve kar, dünyalık için ihtirasla gözlerinin dönmüş olduğunu bir kez daha hatırlattı ve açığa çıkarttı. Bu konuda Meclisin acil ve etkin çözüm üretmesi şarttır.
Afet tanımlaması için Akut’a kulak vermek gerekir. Akut depremle ilgili eğitim çalışmalarında, “tabii afet”  yoktur, ihmal ve tedbirsizliklerden kaynaklanan afetler vardır tezi üzerinde durmaktadır ki doğru ve önemli şeyler söylemektedir. Deprem, sel ve yangın gibi  tabii doğal olaylar karşısında teknolojik olarak, tedbir ve organize olarak yeterli donanım ve örgütlenmeyi  yapamayan toplumlar elbette ki doğa olayları karşısında çaresiz durumda kalacaklardır ki tabii doğal olayların “afete” dönüşmesi  bu durumda söz konusu olmaktadır.
Başta AKUT olmak üzere tüm kurtarma ekiplerini tebrik etmek gerek!Gerçekten çok mübarek bir iş yapmaktadırlar. Kendilerini riske atarak insan hayatı kurtarmak için canla başla çalışıyorlar. Yaralı,kıskıvrak beton levhalar altında sıkışmış ölümün nefesini acı içinde enselerinde hisseden korku içindeki insanlara yardım etmek ve onları oradan çekip almak azim bir iştir.Ve takdire şayandır.Varolsun sağ olsun; OKUT nezdinde tüm kurtarma ekipleri!
Sosyolojik bir hatırlatmada, nankörlük konusunda. Bilindiği gibi nankörlük İslam’ın kötü ahlaklı kimselere mahsus bir tabiat olduğunu her fırsatta belirttiği bir olgudur. Maalesef dindar insanların en azından bazıları da bu çirkin huyu tabiat haline getirdiği, Van Depremi vesilesi ile ortaya çıkmıştır. Depremin ilk gününden itibaren başta Başbakan ve bakanlar depremzelerin yanında olmasına rağmen,ilk günden itibaren “çadırlar nerede!?”  feryadı bir koro halinde yükselmeye başladı. Oysa hükümet ve Halk Deprem Bölgesine hiçte azımsanmayacak bir yardımı ulaştırmak için canla başla gayret içinde olduğunu ilk günden itibaren göstermiştir.Hele de  Başbakan’ın güvenlik duvarının deprem nedeniyle  sıfırlandığı bir bölgede saatlerce dolaşması  başlı başına bir fedakarlıktır.Bunu özelliklede Müslüman Kürtlerin takdir etmemesi başlı başına bir ahlaki zafiyettir.
Siyasi olarak Dep ve Kçk nın kürt Halkının hayrını hiçte gözetmediği,varsa yoksa  halkın  “önderliği” ve “temsiliyeti” konusunu dava edindiği artık daha bir anlaşılmaktadır. Depremin  ardından üç gün geçmiş olmasına rağmen,Erdoğan’ın da belirttiği gibi, askere ve polise taş  ve  molotaf atmakta milletvekili ve militanlarıyla pek güzel ve hızla organize olabilen bdp, Van’da hiç ortada yoktur.

Ali Bulaç, Suriye Analizinde Israrcı!
Bir bildiği olmalı diye düşünmüyor değilim. Ancak  Ali Bulaç’ın elinde iki mektuptan başka bir şey yoktur. Bu mektupların içeriği ise kesif bir dezenformasyon kokuyor. Analitik bir akla sahip olduğunu bildiğim Ali Bulaç ısrarla  iki mektupla Suriye olaylarını açıklamaya çalışması  hele de Suriye Rejimini aklama eğilimi anlaşılır gibi değildir. İkinci mektupta anlatılan hikaye tam bir mizansen örneği. Bunu nasıl göremiyor hayret! ÇFP imzalı  mektuba göre Suriye’de tüm dünyanın Baas Rejimi aleyhtarı olarak bildiği protesto gösterileri aslında protesto değil Esed’e destek mitingleridir! Hele de bu kişinin Türkiye’de otururken merak edip atlıyor Suriye’ye gidiyor olması insanı gülümsetmeye yetiyor. Bir taksi kiralayıp tüm şehir ve kasabaları fellik fellik dolaşıyor arkadaş! Dolaşmakla da kalmıyor, sokaktaki insanlarla konuşuyor. Miting mitinglere katılıyor, gözlemler yapıyor. Hele bir tanesinde kendi ifadesiyle şöyle bir olay(!) cereyan ediyor:”...ve işbirlikçilerine protesto mitingine katılıyorlardı.Birinde Türkiye aleyhine atılan sloganlara daha fazla dayanamayıp, kalabalığı yararak, elinde megafonla düzeni sağlayan birinin yanına kadar gittim. Yüksekçe bir yerde durduğundan ayağına, elimle vurarak aşağı inmesini sağladım ve kendisine, ‘TÜRKİYE sizin düşmanınız değil. Burada ne olduğunu hiç kimse bilmiyor. Ben buraya kendi gözlerimle olanları görmeye ve doğuyu çevreme iletmeye geldim. Size benim ülkem aleyhinde bu şekilde slogan atmanıza izin veremem. Biz birbirimize lazımız’ dedim. Bunları dedikten sonra artık sakinlemiş ve yaptığımın delilik olduğunu düşünmeye başlamıştım ki, karşımdaki adam, önce benim elimi yakaladı ve sonra bana, orada olduğum ve kendilerini önemli bir konuda uyardığım için teşekkür etti. Yerine çıktı ve megafondan attığı sloganların ilkini ‘bir bir bir  Suriye, Türkiye bir’  olarak değiştirdi.” Müthiş bir senaryo. Eski Türk Filmlerindeki gibi tıpkı!
 Velev ki bu destek mitingleri doğru olsa bile Baas Rejiminin meşruiyetine yeter mi? Elbette ki her rejimin istinat ettiği bir halk kesimi olmuştur ve olacaktır. Fravunlar döneminde Firavnların  hiçmi  destekçisi bir kesim yoktu? Bunlara Vahiyde egemen mütref sınıf dendiğini zaten biliyoruz. Suriye’deki Mütref sınıfın on binlercesinin sokaklarda Baas Rejimine destek vermesi, Baas rejimini asla meşrulaştırmaya yetmez. Meşruiyet ölçüsü ve kıstası; adalet ve halkın tamamının memnuniyetidir. İlkelerimizi nede kolay unutuyoruz böyle!
Hep söylüyorum ve söylemeye de devam edeceği: Müslüman camia, aydınlarıda dahil çoğunlukla “nasıl bir İslam Siyasası” ve “ nasıl bir sosyo ekonomik yapı” konusunda kafa karışıklığı yaşamaktadır. Bu konu vuzuha kavuşmadığı sürece bu tartışmalar hep devam edeceğe benzemektedir. Halk düşmanı bir rejimin nesi tartışılır, nasıl ittifak edilir, nasıl birlikte hareket edilir? Akıl alır gibi değildir. “Biz Baas rejimini tasvib etmiyoruz ama, muhalefetin de hiçmi yanlışı yok!?” yada; “Muhalefet neden amerikaya ve israile karşı olduğunu söylemiyor!?” eleştirisi!Bir kere takılmış ya amerikaya ve israile; gerisi teferruat oluyor yani!
Üçbinden fazla kişi katledilmiş,onbinlercesi tutuklanmış ve yüzlerce video,tanık, 1980 Yılı Katliam Sürgünleri,parçalanmış aileler,biribirini 30 yıldır göremeyen babalar ve evladları, ayrı düşen eşler!Bunların hiç mi tanık olma değeri yoktur!?
Mazlumun kanı ve ahı bir gün son noktasına geldiğinde zalimler ve zalimlere meyledenler nasıl bir ınqılabla sarsılacaklarını göreceklerdir.
Ellerimizle yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz gibi yazdıklarımızla da hesaba çekileceğimizi unutmamak dileği ile.
Bedevilik Üzerine!
Ahzab süresi 50. Ayeti çelilesinde Yüce Rabbimiz Allah buyurur ki;” Ey peygamber, Biz, özellikle sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sahibi bulunduğun cariyeyi, amcanın kızlarından, halalarının kızlarından, dayının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları; birde inanan bir kadın eğer kendisini peygambere bağışlar da, peygamber de onunla evlenmek isterse onu, sadece sana, diğer mü'minlere değil. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neleri farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar, sana bir darlık olmaması içindir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. ” Bedeviliği aşamamış, Kur’anın inşasına kendini teslim edebilme liyakatından yoksun kimseler; bu ayette “size helal kındı” lafzından hareketle savaşta esir alınmış “cariyelerin” efendinin otomatikman haremine ait olduğuna delil olarak görürler. Gerçi tarihi seyre bu bedevi anlayışına uygun cereyan etmiştir. Oysa bu ayet tam tersini söylemektedir. Ayni Sürenin 52 ayeti kerimesindeki “sahibi bulunduğun cariye başka” buyrulurken, başka kimseyle artık evlenemezsin ancak sahibi bulunduğun cariye ile evlilik akdi yapabilirsin buyurulmaktadır. Amca ve dayıkızları nasıl ve ne şekilde helal ise cariyelerde o şekilde helaldir. Yani nikâh akdini kâmilen gerçekleştirmek kaydıyla. Aksi durumun zorla ve dayatmayla zina ve tecavüz olacağı ortadadır. Nasıl ki amca ve dayıkızları karşılıklı rıza ile nikâh akdi kıyılmak suretiyle eş olarak alınırsa, savaş esiri kadınlarda öylece eş edinilebilinir.
Bedevilik gerçekten Vahyi anlamada ve yaşamada zor bir engeldir. Vahiy bedevilik (Badiya a’rab) olgusunu çoğunlukla olumsuzlamıştır. Bunun karşıtı medeniliktir. Yani şehirli olmaktır. Gerçi nice şehirli vardır ki en koyu bedevilere taş çıkartır. Konu sadece şehirli ya da köylü olmakla da sınırlı değildir.Bedevilik ve medeniliğin İlim ve hikmetle temel bir bağı olduğu muhakkaktır.
97Bedeviler küfür ve nifak bakımından daha beterdirler; bununla beraber Allah'ın Resulüne indirdiği hükümlerin sınırlarını bilmemeye daha layıktırlar; Allah, bilendir, hikmet sahibidir.  98Bedevilerden kimi de vardır ki, verdiğini angarya sayar ve size zamanın türlü türlü belalarını gözetir. O kötü devir kendi başlarına olsun! Allah, herşeyi işiten, herşeyi bilendir.  99Yine bedevilerden öyleleri vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır; harcadığını Allah katında yakınlarına ve Peygamberin dualarına vesile sayar; gerçekten bu, onlar için bir yakınlıktır. İleride Allah, onları rahmeti içine koyacaktır; çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.(Tevbe Süresi) 
Bedevilik başlı başına bir nifak halidir. Vahyi anlamada, yaşamada ve teslimiyette zaaf ve illet halidir. Bu durumdan tek bir çıkış noktası vardır, Vahyin inşasına izin verilmesi ve hiçbir şey bilmediğini bilme şuurudur. Bedeviliğin meziyet zannedilmeside işin çabasıdır. Medeni olmak İslam’dan uzaklaşmak olduğu algılandığı sürece bedevilik varlığını sürdürecektir.
Hacc ve Kurban
Kurban farz olan bir ibadet olarak sayılmamış, Hanefi mezhebi vacib olarak görmüştür. Ancak gerek İbrahim Kıssasındaki anlatımlardan gerekse Habilin Rabbine sunduğundan anlıyoruz ki taqva ile alakalıdır.O nedenlede infakta olduğu gibi bir zorunlulukla ilişkilendirilmediği, kişinin gönlünden kopmasına bırakıldığı anlaşılmaktadır.Önemlidir zira dinin Haccla kemale erdiğini bildiğimiz Hacc’ın  temel rükünlerinden biridir.
“35Bir de İbrahim'in şöyle dediği vakti hatırla: "Rabbim, bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!  36Rabbim, çünkü onlar, insanlardan bir çoğunu şaşırttılar. Bundan böyle kim benim izimce gelirse, işte o bendendir; kim bana karşı gelirse artık Sen bağışlayan, merhamet edensin!  37Ey Rabbimiz, ben çocuklarımdan bir kısmım senin Beyti Haram'ının yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz, namaz kılsınlar diye; bundan böyle insanlardan bir kısminin gönüllerim onlara doğru akit ve ortan bazı ürünlerden rızıklarıdır; umulur ki şükrederler.  38Ey Rabbimiz, sen gizlediğimiz ve açığa vurduğumuz herşeyi muhakkak bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah.a karşı gizli kalmaz.  39Bana ihtiyarlık halimde İsmail ile İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun; şüphesiz ki Rabbim duayı işitiyor.  40-Rabbim, beni namazı devamlı kılanlardan eyle; soyumdan da; ey Rabbimiz duamı da kabul buyur! “ (Sürei İbrahim)
Neden İbrahim ailesini “ekin bitmez bir vadiye” yerleştirir. Ve orada onları yapayalnız bırakarak  döner geldiği yere?  İbrahim as eşini ve çocuğunu ki geçkin bir yaşta  sahib olduğu  evladını  bu ıssız ve ekin bitmez yere bırakıyor. Bununla Rabbine ne denli güçlü bir güven duyduğunu gösteriyor İbrahim as. İbrahim as yaptığı;tam bir teslimiyet ve gerektiği gibi bir güven duygusunun ıspatı olan bir eylemdir. Yani sadakatini göstermektedir. Tıpkı Meryemin sa  annesi Henne sa gibi. O da şöyle yakarmıştı Rabbine;” "İmran'ın karısı dedi ki: "Rabbim! Karnımda olanı... -dünyaya geldiği zaman Senin evinin hizmetkârı olması için -serbest bırakacağıma dair adakta bulunuyorum. O halde sen de bu adağı benden kabul ediver... Şüphe yok ki Sen işiten ve bilensin!” (Âl-i İmran, 35)
 Bunlar mukarreblerin, önde gidenlerin sadakatlerine örnek davranışlardır. Kurbanın köklerini, dindeki yerini buralarda aramak gerekir. Rabbe; sevgi ve aşkla yönelme, muhabbetle yaklaşma ve onun rızası, ilgisi ve alakası için feda olmanın şahididir kurban. O nedenle de kişi en güzelini seçerek kurban sunar Rabbine.
“125Ve o vakit Kabe'yi insanlar için dönüp varılacak sevap kazanma ve güvenilir bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından kendinize bir namazgah edinin! Ve İbrahim ile İsmail'e şöyle emir verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rüku ve secdeye varanlar için tertemiz bulundurun."  126Ve o vakit İbrahim: "Ya Rab, burasını güvenilir bir yer kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle rızıklandır!" dedi. Allah da: "İnkar edenleri de rızıklandırır, kısa bir zaman için hayattan nasip aldırırım. Sonra onları cehennem azabına girmek zorunda bırakırım ki, o ne yaman bir inkılaptır!" buyurdu.  127Ve o zaman ki, İbrahim Beyt'in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: "Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!  128Ey Rabbimiz, bizi yalnız senin için boyun eğen Müslüman kıl! Soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen Müslüman bir ümmet vücuda getir! Bizlere yapacağımız ibadetleri göster ve tövbe ettikçe üzerimize rahmetinle bak! Tövbeleri çok kabul eden, çok merhamet eden Sensin ancak Sen!  129Ey Rabbimiz! Onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, üzerlerine ayetlerini okusun, kendilerine Kitab'ı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapsın! Çünkü güç ve kuvvet sahibi, tam hikmet sahibi Sensin ancak Sen!"  130İbrahim'in milletinden, kendine kıyandan başka kim yüz çevirir? Gerçek şu ki, Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, ahirette de hiç şüphe yok ki o iyiler arasındadır.  131Rabbi ona: "Bana teslim ol!" emrini verince, o da: "Alemlerin Rabbine teslim oldum." dedi.  132Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet etti ve: "Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti, başka dinlerden sakının yalnız Müslüman olarak can verin! dedi.  133Yoksa ölüm Yakub'a geldiği vakit siz de orada mıydınız. O oğullarına: "Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?" dediği vakit onlar: "Senin Allah'ına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın Allah'ına, tek olan İlah'a ibadet ederiz, biz ancak O'na boyun eğen Müslümanlarız." dediler.  134Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandığınız; siz onların yaptıklarından sorulacak değilsiniz.  135Bir de: "yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız" dediler. De ki: "Hayır, biz bir tek Allah'a inanan İbrahim'in dinindeyiz ki, o hiç bir zaman Allah'a ortak koşanlardan olmadı."  136Ve deyin ki: "Biz Allah'a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa'ya, İsa'ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. O'nun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O'nun için boyun eğen Müslümanlarız. “(Süre-i Bakara)
Rabbe  teslimiyeti ve  güveni;  en sevileni  Kurban ve adakla  göstermektir ki sadakat beyan edilmiş olsun.! Allah sadakatleri görmeği diler!Sadakatini gösterenler ise  Allah’ın  hesapsız rızkına muhatap olur.Sadakat taqvayladır.Allah’a ulaşacak olanda  odur.  Kurbanı birde bu açıdan tefekkür ediniz.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası