Liberal demokrasi ve İslamcılar

Liberallerle İslamcılar arasındaki tartışmaların en ihtilaflı noktalardan biri, dinin devlet ve toplum içerisindeki rolünün ne olacağıdır. Mısırlı yazar İslam Hüseyin'in analizi:

Milat Gazetesi / 03 Kasım 2011 Perşembe

İslam Hüseyin *

Dini değerleri yasa zoruyla dayatmak ahlaki olarak çürümüş bir toplum doğuracaktır. Oysa ahlaki değerler, gönüllü olarak benimsendiğinde bir anlam ifade eder. Bu yüzden yasalar içinden çıktığı toplumun değerlerini yansıtmalıdır. Bu yasaların İslam’a uyumlu olmasını isteyen İslamcılar da, barışçıl bir yöntemle toplumu buna ikna etmeye çalışmalıdır.

Liberallerle İslamcılar arasındaki tartışmaların en ihtilaflı noktalardan biri, dinin devlet ve toplum içerisindeki rolünün ne olacağıdır. Bazı İslamcılar laik bir devletin toplumda ahlaksızlık ve yolsuzluğu yaygınlaştıracağını düşünüyor. Bazı liberallerde Mısır’da oluşacak bir din devletinin, İran’dakinden ya da Taliban döneminin Afganistan’ındakinden farklı olmayacağına inanıyor. Bence her iki tarafta yanılıyor.

Bu makalede, en saf haliyle din ve devletin birbirinden ayrı olması noktasındaki liberal görüşü temsil etmeye çalışacağım. Okurlar, toplumun şekillenmesinde dinin oynadığı önemli rolün farkına varmış olacaklar. Bu, Mısır’ın özgür ve demokratik bir toplum meydana getirmedeki kabiliyeti açısından kritik olan, İslamcılarla liberaller arsındaki anlaşma noktalarından birisini oluşturacaktır. Hepimizin aradığı da bu zaten.

Liberal bir rejimde hükümet

Bazı temel konulardan başlayalım önce. Devlet, toplumda bireylerin ve kurumların birbirleriyle etkileşimini düzenleyen bir varlıktır. Bu düzenleme hükümet eliyle yapılır. Demokratik bir sistemde seçmenler, hükümet üyelerini özgür ve adil seçimler vasıtasıyla seçerler. Tabi her demokraside değil sadece liberal demokrasilerde bu böyledir. Basit bir çoğunluk yönetimine karşı olan liberal demokraside, çoğunluk kamu alanlarındaki etkileşimleri yönetir ancak azınlıkların eşit haklarını da ihlal etmez. Liberal görüşteki en küçük azınlık bireydir. Bundan dolayı, liberal bir demokraside kişisel haklar tamamen koruma altındadır. Diğer bireylerin haklarına tecavüz etmediği müddetçe her birey özgürdür. Bir demokrasinin liberal olmasının yolu, anayasa vasıtasıyla devlet ve çoğunluğun, birey ve azınlıkların haklarını garanti altına almasıdır. Birey haklarının bu şekilde güvence altına alınması sağlıklı bir toplum için hayati öneme sahiptir. Bu isterse tamamen İslami bir toplum olsun. Bunun böyle olduğunu birazdan göstermeye çalışacağım.

Hükümetlerin üç tane kolu vardır: Yasama yürütme ve yargı. Yasama kolu doğrudan vatandaşların arzularını yansıtan yasalar yapar. Yürütme organı bu yasalar çerçevesinde yönetimini sürdürerek cumhurbaşkanını, kabinenin bakanlarını ve diğer memurları belirler. Yargı organı da toplumsal kurumların üyeleri arasındaki anlaşmazlıklara bakarak bunları yasama organı tarafından hazırlanan mevzuat çerçevesinde çözmeye çalışır. Yargı aynı zamanda yasama organının anayasaya riayet etmesini de denetler. Ve yine toplumdaki tüm kurumların haklarının devlet tarafından ihlal edilmemesi noktasında da denetleme görevini yapar. Özellikle de yürütme organı yasaları uygularken.

“İslami arka plana sahip” bir devlet


Liberalizmin neden din ve devletin birleştirilmesine karşı olduğunu açıklamak yerine, bazı İslamcıların istediği “İslami Devletin” bir anlam ifade etmediğini ve bunun bir önkoşul olarak ileri sürülmesi durumunda sadece topluma değil “İslami toplum” fikrine de zarar vereceğini göstereceğim.

Bir devletin “İslami” olması veya “İslami arka plana sahip olması” ne demek? Şimdi bunları ayrı ayrı ele alalım.

Yürütme organının İslami olması ne demek? Yürütme, yasama organı tarafından çıkarılan yasaların uygulayıcısından başka bir şey değildir. Bu yüzden onun İslami olmasını istemek tek başına bir anlam ifade etmez. Yürütmenin üyeleri dindar olabilirler veya olmayabilirler. Asıl mesele yasaları en iyi şekilde uygulayabilecek kişilerin işin başına gelmeleridir. (Adil ve özgür seçimler vasıtasıyla.)

Yargının İslami olması ne demek? Yine yargı, yasama organı tarafından çıkarılan kanunların tarafsız bir tercümanından başka bir şey değildir. Burada bir yargıcın yasama tarafından yapılan yasaları kendi kafasına göre yorumlamasına yer yoktur. (Eğer bir belirsizlik olursa bu kişi, çıkarılan yasaların amacından ve ruhundan sapmamalıdır).

Ve yine, Müslüman olup olmamasına veya dindar olup olmamasına bakmaksızın, yasaları en iyi şekilde okuyup uygulayan kişiler bu göreve getirilmelidir (doğrudan seçimle veya seçilmişlerin atamasıyla bu kişiler belirlenmelidir).

Yani yargı ve yürütmenin “İslami” olmasında buraya kadar bir anlam göremedik. Ancak hala yasama organını ele almış değiliz. Tüm yasaların İslam şeriatıyla uyumlu olmasını istemek akıllıca olur muydu? Hatta bunların İslami değerlerin yaygınlaştırılması meselesine yardımcı olmasını istemek doğru mu? Her iki sorunun cevabı da, birazdan göstereceğim gibi sağlam bir “Hayır”!

Toplumda “din değeri”

Yasama organı toplumdaki birey ve kurumların etkileşimini yönetecek olan yasaları yapar. Bu yüzden bunlar toplumdan gelmeli ve mümkün olduğu kadar doğru bir şekilde, o toplumun gerçek sosyal değerlerini yansıtmalıdır. Bütün yasaların Şeriatla uyumlu olmasını isteyerek dini değerleri yasa zoruyla dayatmak cazip gözüküyor olabilir.

Önceliklerin dayatılması toplumu gerçekten dindar yapacak mı? Yoksa dini ritüelleri sırf devletin yaptırımlarından kurtulmak için yerine getiren riyakar bir toplum mu yaratacaktır? Üyelerinin istemedikleri bir ahlaki kodu dayatmak, ahlaki olarak zayıf bir toplum ortaya çıkarmayacak mıdır? Bu bulanık, sisli ahlaki anlayışın ortasında, İslam’ı kendilerine dava edinenler nasıl olacakta bu sorumluluklarını yerine getirecekler?

Aslında İslam davalarının gereğini yapanlar açısından da, İslami olup olamamasına bakmaksızın yasaları toplumun değerlerini yansıtacak şekilde yapmak, işlerini daha kolaylaştırıcı bir işlev görecektir. Eğer yasalar İslam’la çelişiyorsa o zaman İslamcılar sosyal alandaki eksiklerini tespit ederek bunları giderme yoluna gidebilirler. Bu yasalar İslam davası için mücadele edenlere toplumun ahlaki seviyesini ölçme imkanı sunacaktır. O zaman çıkıp barışçıl bir şekilde davalarını vaaz ederek toplumun bünyesindeki bu yanlışları düzeltebilirler. Devletin güç kullanarak yasa zoruyla topluma müdahil olmasına muhalif olarak kendi argümanlarını savunabilirler. Yasaların Şeriatla uyumlu olmasını öncelemek, İslam’ın hakiki mesajının yayılmasına zarar verir.
Ve şunu da unutmayalım ki; her hangi bir ön koşuldan muaf olan bir yasama süreci, İslam’ın sunduğu çözümlerin ana hatlarının ve yararlarının bilinilirliğinin artmasını sağlayacaktır.

Şeriata uyumlu olmasını bir ön koşul olarak dayattığımız yasalar neticede ahlaki olarak çürümüş bir toplum doğuracaktır. Batı’da geçirdiğim zaman zarfında İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan sayısız İranlı ve Suudi ile tanıştım. Bazı kadınlar vatanlarından çıkar çıkmaz başörtü ve burkalarını çıkararak evlilik dışı ilişkilere giriyor, alkol alıyor vs. Yaşadıkları ülkelerdeki tüm o “muhafazakar toplum” iddialarına rağmen bu durum onların ahlaki değerlerinin ne kadar da zayıf olduğunun bir yansımasıdır. Bu insanların arkada bıraktıkları kişiler (ki bunların birçoğu sağlam temellere dayanan dini değerlere sahipler), İslami kanunları ihmal etmeyerek ceza alma korkusundan kurtuluyorlar.

Bu durum, gönüllü olarak sahip olunması gereken ahlaki değerlerin zorla dayatıldığı bir toplumun sonucudur. Böyle bir toplumun tamamı değil ama bir çoğu, ya riyakar ya da ahlaki olarak zayıf olmalarından dolayı dünyaya hiçbir değer sunamayacaklardır. Neticede yaşadıkları bu hayat kendilerinin seçtiğiğ bir hayat olmayacak, başkalarının onlar için seçip nasıl uygulamaları gerektiğini onlara söylediği bir hayat olacaktır. Tıpkı uysal koyunlar gibi olacakları için üretken veya yaratıcı olamayacaklardır. Ancak nasıl ve neye göre yaşayacaklarını kendileri seçenler üretken ve yaratıcı olacaklardır.

Bir Müslüman olarak ben, İslam’ın gücünün onun argümanlarının sağlamlığında yattığına inanıyorum. İslam, toplumun gerçeklerini dikkate almayarak dayatılan yasalardan çok daha iyi bir şeydir. İslam’ın yasa zoruyla dayatılmasını isteyenler kendi iman, argüman ve inandırıcılıklarındaki zayıflığı ifade etmiş oluyorlar.

Liberal bir toplumda dinin yeri


Liberal bir devlette inanlara ibadet hürriyeti tanınır. Yani kimsenin İslamcılara nasıl ve ne zaman ibadet etmeleri gerektiğini söyleme hakkı yoktur. İkinci olarak liberal bir devlette, bireyler barışçıl yollarla toplanma ve örgütlenme hakkına sahip olacaklardır. Bu İslami kuruluşların çalışmalarını yürütürken hiçbir kısıtlamaya maruz kalmayacakları anlamına geliyor. İslamcı siyasal partiler bu örgütlenme hürriyeti kapsamında, özgür seçimlere katılabilecekler, kamuda görev alabilecekler hatta bunları dini sloganları kullanarak bile yapabileceklerdir.

Bahsettiğim bu son husus bazı “liberaller” arasında son derece tartışmalı bir konudur. Dini partilerin kampanyalarını yürütürken dini sloganları kullanmalarının yasak olmasını savunan liberal dostlarıma katılmıyorum. Hatta bu görüşü liberalizme son derece aykırı buluyorum. İfade hürriyetinden dolayı, iktidar için yarışan siyasi partiler istedikleri ahlaki kodu seçip, ait oldukları platformun dilini kullanabilmelidirler. Eğer onların elinden bu hakkı alırsak nasıl liberalizmi savunduğumuzu iddia edebiliriz? Ben bunu liberalizme ihanet sayarım. Zaten bütün siyasi partiler bir takım ahlaki temeller üzerine inşa edilmiyor mu? Liberalizm de bazı ahlaki temeller üzerine kurulu değil mi? Bizimkisi oluyor da onların ki neden olmuyor?

İslamcılar için AKP örneği


Tabi bu İslami sloganların kullanılmasının akıllıca olduğu anlamına gelmiyor. Ben daha önceki bir makalemde Mısır’daki İslami partilerin kitlelerin desteğini ararken dini bir dil kullanmaktan sakınmaları gerektiğini belirtmiştim. Ancak onları buna zorlarsam iyi bir liberal olduğumu iddia edemem. Liberal okurlar için şunu da zikretmek istiyorum; yasaklamak işe yarar bir yöntem değil. Türkiye’nin İslami partileri siyasi hayattan men etmesi Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) iktidara gelmekten alı koyamadı.

Türkiye’yi yöneten AKP, İslamcıların üzerinde düşünmesi gereken harika bir örneklik teşkil ediyor: Türkiye’deki katı laik yapıda bile AKP barışçıl yöntemlerle iktidara gelebildi ve Türk toplumunu iyiye götürme noktasında çok önemli katkılar sundu. Bu liberalizm için olumlu bir belgedir.

Şunu da belirtmek gerekir ki; İslami bir araka plana sahip olan siyasi parti politik sürece dahil olunca diğer laik ve laik olmayan partilerin de özgür bir şekilde faaliyet göstermesine olanak sunmalıdır. Hukuk karşısında tüm siyasi partiler eşit olmalıdır. Buna ek olarak hiçbir parti de eleştiriden muaf olamamalıdır. Eğer biz ifade hürriyetini garanti edeceksek, başkalarını eleştirse bile o ifadenin serbestçe kullanılması gerektiğini savunmalıyız. Sizin dinden bahsediyor olmanız eleştiriden muaf olmanız anlamına gelmez. Eleştiri aslında ülke ve Tanrı sevgisi içindir.

Bir liberal olarak ben Kur’an’da olmayan hiçbir şeyi isteniyorum. Bireylerin özgürlüğünü onurlandırmanın bir parçası olarak inanç, düşünce ve vicdan hürriyetine saygılı olmak zorundayız. Bu Tanrı’nın insana tanıdığı iradesini kullanarak seçme hakkını garanti altına almak demektir. Başka bir ifadeyle bizim ihtiyacımız olan liberal bir demokrasi, çoğunluk demokrasisi değil.

Bu, erdemli bir topluma doğru giden yolu açacaktır. Böylece gerçekten inandıkları kanaatler üzerine hayatlarını bina eden şahıslar, yasaların korkusu olmaksızın veya kendi seçtikleri yerine, onlardan beklenin peşinde gözü kapalı bir şekilde gitmeksizin, dünya medeniyetine katkılarını sunacaklardır.

* Mısırlı bir liberal yazardır. libraliyya.org adındaki Arapça yayın yapan liberal bir bloğu yönetmektedir, Çeviri: Turgut Alp Boyraz, Mİlat gazetesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası