"O nedenle Fravunizm yani despotizm zulüm kavramı içinde değerlendirilmiş, tuğyan, istikbar, müstağni, zorba olarak olumsuzlanmıştır. Ademevladı; şeytanın la aldatmasına karşı uyanık olma yükümlülüğü kadar despot/fravunist rejimlerin tasallutuna karşı çıkmaklada yükümlüdür. Zira tüm despotik totaliteryen sistemler rengi ne olursa olsun şeytanidir. Allah zulmedenleri değil adalet sahibi olanları sever."


B   İ   R   H   A   S   B   İ   H   A   L/İstanbul;29.11.2011



Bir Akıl Tutulmasının Ortaya Çıkarttığı Gerçek
Başbakan Erdoğan’ın “Dersim”  atağı chp yi tam ortasından çatlattı. Bu fay hattı ileriki günlerde bu partide 10 şiddetinde bir depreme neden olacak bir potansiyel taşımaktadır.
12 Kasım 2009 da Meclis oturumunda hükümetin  “analar ağlamasın: Kürt açılımı” çözümüne kürsüden eleştirel  bir konuşma ile karşı çıkan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen;  bir anlık akıl tutulması ile;“Kurtuluş Savaşı’nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Kimse ‘analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım’ dedi mi?” deyiverdi birden. Dananın kuyruğu da o anda koptu. Alevilerin ağır topları “Dedeler”  suskunluklarını devam ettirirken, küçük gurupların Dedeleri ve dernekler Öymen’i topa tuttular. Chp Öymene sahip çıktı. Kılıçdaroğlu ilk günkü tepkisel tavrından u dönüşü ile tornistan etti. Ama o gün bu gün tartışmalar hep devam etti.
Dersim Katliamı ve sonrasında, Aleviler; tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kıyım, aşağılama, baskı ve asimilasyon yaşamışlardır. Bunu kendileri de sık sık dile getirmektedirler. Ancak bu insanlık suçu katliamın; kimin insiyaifinde, kimin emir ve direktifleri ile gerçekleştirildiği konusunda, Dedeler; garip ve anlaşılmaz bir şekilde topu taca atmayı yeğlemiştir. Onlara göre bu katliam “Sünniler” tarafından yapılmıştır. Bu ustalıklı ve stratejik bir yalandır ve bu katliamın sonuçlarından uzun vadede kurtulmaya ve devlet gücünü yanına alarak tarihi muarızını baskı altına almaya yönelik bir plana matuftur. Tıpkı  evire çevire milletin gözü önünde dayak yediği izbandutun arkasından kan revan haliyle, kendisine yardım etmeye korkan ancak acıyarak seyreden  kalabalığın içinden  en “zavallı”   birini gözüne kestirerek,kalkıp  “ne bakıyorsun ulan!?” diyerek adamın yakasına yapışması  gibi ironik bir durumdur Alevilerinkisi. Dersim katliamının emrini veren “tek adam” Mustafa Kemal’i  ve iktidardaki  “tek parti” chf sını görmezlikten gelerek, ikinci üçüncü figürler üzerinden  her hakları ellerinden alınmış, tam bir asimilasyona  uğratılan Müslümanlara saldırılması ve katliamın faturasının mazlumlara kesilmesi, ancak tilki kurnazlığı ile mukayese edilebilir. Tek tükte olsa bu gün Aleviler içinden herkesin gözü önünde işlenen katliamın herkesçe açıkça bilinen zanlılarının sorgulanması umut vericidir. Umut verici olması;  bu taifenin Sünni kininin hiç olmazsa geçte olsa yalanla örülen dayanağının ortadan kalkması belki bu iki kesim arasında kin ve nefretin ortadan kalkmasına vesile olunmasıdır. Dersimde beş yıllık hazırlıktan sonra balyoz harekâtı yapılmış ve bu harekatın hatırası olarak Dersime Ankara Rejiminin gücünü bölgeye çakmak yani Ankara’nın  “tunç eli” anlamına  “Tunçeli”  adı verildi. Şimdi Kılıçdaroğlu Başbakana;”Dersimden ekmek yiyemezsin!” derken Başbakanda birçok belgeyi kamuoyu ile paylaşacağını açıkladı. Erdoğan’ın bu güne kadar Dersim’den “ekmek” yediği yok, buna ihtiyacı da olmadı hiç! Ama bu güne kadar Dersimin ekmeğini yiyen sarhoş takımı siyaset ve mezhep bezirganı siyasetçiler,  ihanet ettikleri Dersimin tıksırıncaya kadar yedikleri Dersim ekmeğini ne zaman kursaklarından çıkartacaklar hep beraber göreceğiz. Alevi Dedelerinin ve Dersimli siyaset bezirganlarının; Türk Ulusalcılığı ve modernleşmesi adına bu kıyımın yapıldığı  aşikarane bir şekilde ortadayken, nasıl oluyor da aradan elli yıl geçmeden  resmi ideolojinin en popüler destekçisi ve militanı olabiliyor bunun açıklamasını yapmalıdırlar. Chf sından bir şey çıkmaz. Zira Bu fırka Devletin tek partisi olarak bu klatliamın komuta kademesini oluşturmuştur. Ve “derin chf”  partinin Dersim bakışına asla kimseyi dokundurtmaz. Bu fırka tasfiye oluncaya kadarda bu böylece sürüp gider. Dersim Halkı uyanmadıkça da bu Fırka tasfiye olmaz.
                Buradan Müslümanlar adına çıkartılacak ders şudur. Yalan ve dolan üzerine siyaset bina edilemez. Bir gün gelir 90 yılda geçmiş olsa, bu sorun karşımıza çıkar, hem de bir kriz olarak. O nedenle Müslüman siyasası adalet, hakkaniyet, açıklık ve berraklık üzerine bina edilmelidir. İnsanlara karşı şahitlik görevi olan mü’minlerin ise herkesten daha çok bu durumu göz önünde tutması gerekir. Aksi durumda İslam’a hizmet değil köstek olunmuş olunur. O nedenle değilmidir; aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun diye boşuna dememiş eskiler.
Devrim; Siyasi Değişimdir… Ve Süreklidir.
Hop demeyle ağaca çıkılması düşüncesi, ya da kendini değiştirme iradesizliği sergileyenlerin toplum mühendisliğine soyunması; “sünnettullah”  tan habersiz kişilerin sığ ve yanlış düşüncesi dir.Ve aynı zamanda  Dinin İlahi boyutuna ait olanın göz ardı edilmesidir. Yani “modern dini algı” yani; seküler bir yaklaşımdır.Orta doğuda halk hareketleriyle  ”Değişen ne?” diye soranlar hem toplumsal ilahi değişim yasalarını göz ardı ediyor hem de siyaset biliminden habersiz olduklarına açığa veriyorlar. “Ne değişti?”  Hem Arap dünyasında hem de bu devrime öncülük ve örneklik sunan Türkiye devrimiyle çok şeyin değiştiği her aklıselimin teslim ettiği bir gerçektir. Batı bu değişimin nerelere gidebileceğini anlayabilmekte ve bunun sonuçlarını en az zararla lehine devşirmek için yoğun çabalar ve planlamalar yaparken, ekâbir geçinen bir takım zevat bu muazzam uyanışı küçümsemekte, komplo teorileriyle bir takım lafazanlıklarla çarpıtmaya çalışmaktadır.  Ama biz bir örnekle değişenleri hatırlatalım. Mübarek döneminde insanlar ölüm, işkence ve zindan korkusundan; hak aramak için sokağa çıkmayı aklından dahi geçiremezken, şimdi hak aramak için ölümü göze alabilen yüz binler Tahrirde gösteri yapıyor, kaderlerine sahip çıkıyorlar. Bu aydınlık bir geleceğin müjdecisidir.
Devrim uzun süreli bir süreçtir Ve dünden bu güne olacak bir şey değildir. Arap dünyasındaki diktatoryal yapılar, anlayışlar ve ilişkiler ağı  kolay kolay bir toplumun siyasi, kültürel,sosyal kodlarından kazınıp atılacak bir şey değildir. Devrim ve karşı devrim süreklilik arz eden bir çelişki ve çatışmadır. Kah biri galib gelir diğeri uykuya çekilir, kah diğeri gevşer uykudaki uyanır ve mevzi kazanır. Ama bu çatışma ve toplumda ön alma yarışı biteviye devam eder.
Libya, Mısır, Tunus ve hatta Suriye’de ki diktatoryal despotik yapılar halkların şu ya da bu şekilde harekete geçmeleri ile birlikte yıkıldı yıkılacak. Ama kimse bu ülkelerde yeni nizamların beklentileri tam olarak karşılayacağını iddia edemez. Bu bir süreçtir, kimi ülkelerde 50 kimilerinde 100 yıl sürecek uzun soluklu bir değişimdir. Toplumun tüm enerjisini, potansiyelini ve kaynaklarını bloke eden bir rejimin tasfiye edilmesi elbette ki önemlidir. Ve bir devrimdir. Bu devrimin her yerde ve her dönemde olduğu gibi en önemli yanı; halkların, kendilerine ait olan “yönetimi” kendi ellerine alma yani kendi kaderlerine sahip çıkma olgusudur. Ve adalette budur.  Halkın yönetimini halkın rızasına bakılmaksızın bir gurubun, bir sınıfın ya da hizibin eline geçmesi ise zulümdür.  Halk tarafından belirlenmeyen ve halkın isteklerine, görüşlerine riayet etmeyen her yönetim baskıya ve istibdata yönelmek zorundadır. Bunun bir çaresi vardır o da;belli sürelerde  Halkın reyine müracaat edip,halkın çoğunluğunun reyini alan yönetim adayı siyaset in iktidara getirilmesi,kaybedenlerin de iktidarı hukuk gereği  kazananlara devretme usulüdür.
                Mısırda Tahrir Meydanı devrim ateşine sahne olmaya devam ediyor. Despotizm yanlıları özgürlük isteyen halka şiddet kullanıyor. Çok sayıda insan hayatını kaybederken yüzlerce yaralı olduğu söylenmektedir. İhvan bir bildiri ile olayları kınadı ve askeri yönetime  “sultayı halka bırakması” çağrısında bulundu ve seçimlerin ertelenmemesi için de uyarıda bulundu. Suriye’nin eli kanlı diktatörü Bşşar ise;  “ölünceye kadar savaşırım!”  diye tehditler savurmaktadır. Tıpkı Kaddafi ve oğlu Seyfulislam gibi. Halkla savaşılamayacağını kabul edemiyorlar. Çünkü Allah inançlarında sakatlık ve problem var. Allah’ın halkın yanında olduğunu görmüyorlar. Daha acı olanı ise, halk düşmanı eli kanlı gasıp diktatörlerin kimi dini gruplarca savunuluyor olmasıdır. Bu kesimler için halk güdülecek bir sürüdür ve tepesinden asla sopa eksik olmamalıdır. Bu kesimlerin despotizm muhipliğinin başka türlü izahı bulunmamaktadır. Hele de Filistin davası ileri sürülerek eli kanlı despot bir rejimle ittifakın savunuluyor olmasının ise ne dini nede insani hiçbir mazereti olamaz. Zira  İslam, amaca ulaşmak için her yol mubahtır demeğe cevaz vermez.
            Fravun ve Şeytan/İblis 
Kuranda şeytan/iblis ile ilgili anlatımlarda, bu yaratığın insanın amansız düşmanı olduğu ve bu düşmanlığın Ademin yaratılmasına denk geldiği bilinir. Allah Âdemi yaratıp meleklere ona tazim/selam etmelerini buyurunca tüm meleklerin aksine şeytan tuğyan etti ve ben âdemden üstünüm diyerek secde etmedi. Sonra Allah onu lanetledi. Allah’tan Mühlet istedi ve ademevladını saptıracağını ve onları itaat eder bulamayacaksın diyerek çekip gider. Fakat yine Kur’an anlatımlarından anlıyoruz ki Şeytan, adem evladına fahşayı zorla, baskıyla, şiddet kullanarak, dayatarak değil, aldatarak, güzel göstererek, yanıltarak, yasak olanı sevdirerek işletti. Bunda kişinin nefsi de ona yardımcı oldu. Şeytan’ın sapkınlıklarına bahane ve suçlu aradıkları bir günde o bedbahlara söyledikleri acı gerçekler çok manidardır:” Ve iş bitince şeytân onlara, “Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti, ben de size vaat ettim, hemen de caydım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım değilsiniz! Ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim” dedi. Kesinlikle zâlimler için acı bir azap vardır! (İbrâhîm/22) 
Fravun olgusu ise insanlara açıkça rablik iddiasında bulunan bir zorba/despot oligarşiyi anlatmaktadır. Fravun insanları aldatıp saptırmaktan daha öte zor ve güç kullanarak, saltanat ve sultasına güvenerek;” Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim."” İddiasında bulunmuş (Nazi’at 24) ve halkı mustazaflaştırmıştır. Kuranda onca Fravun,zalim,mütrefiyn anlatımları ile tuğyan,müstekbir,istikbar,kibir,şımarıklık anlatımlarının baskıcı,zalim,dayatmacı despotik,totaliteryan rejimlerle alakalı olduğu bilinmelidir.Despotizmin şeytani bir yönetim/rejim olduğu anlaşılmalıdır. Tek farkla şeytanın amaç ve hedeflerini despot rejimler zor ve tehditle halka dayatmakta, yasaklarla halka Rabliğini kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. O nedenle Fravunizm/Nemrutizm yani despotizm ile Şeytan arasındaki benzerlikler ve farklılıklar üzerinde durulmalıdır. Bu yapılmadan despotizmin ne menem bir şey olduğu noktasında kafalar netleşmez. İslam dünyası maalesef bu kafa karışıklığını yaşamaktadır. Zira 1400 Yıllık tarihin büyük çoğunluğu despotik yönetimlerin kutsanması tarihidir. Bu gün İslam ülkelerindeki egemen despotik ve totaliteryan rejimler elbetteki toplumsal, akidevi, ekonomik dayanakları vardır. Bu olmazsa zaten böylesi yapılar topluma rağmen 50 yıl ayakta kalamazlardı. Batı’da bu despot rejimleri İslam dünyasını kontrol altında tutmak için desteklemekte, demokrasinin bu ülkelerde neşvünema bulmasını asla istememektedir. Rad Süresi 11 ayet Halkların; sosyo ekonomik yapılarının, kültürel sevilerinin, siyasi görüşlerinin yönetimlerini belirleyeceğine dair işaretler vermektedir.” Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır. Allah'ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesine de imkân yoktur. Onlar için Allah'dan başka bir veli de bulunmaz.” Bir Kavmin kendini bozup değiştirmesini, dünya görüşünü, hayat tarzını tevhit, adalet, özgürlük, maruf, sevgi, saygı, dayanışma, yardımlaşma duygu, düşünce, fikir ve eylemlerden uzaklaşması anlamındadır. Böyle olunca o kavimin kötü yöneticilerin elinde esir olur. Hali perişan, iki yakası bir araya gelmeyen, güven den uzak, istismara açık, her gün dayak yiyen, aşağılanan bir duruma düşer. Mustazaflaşır, miskinleşir, tilkileşir. O nedenle Fravunizm yani despotizm zulüm kavramı içinde değerlendirilmiş, tuğyan, istikbar, müstağni, zorba olarak olumsuzlanmıştır. Ademevladı; şeytanın la aldatmasına karşı uyanık olma yükümlülüğü kadar despot/fravunist rejimlerin tasallutuna karşı çıkmaklada yükümlüdür. Zira tüm despotik totaliteryen sistemler rengi ne olursa olsun şeytanidir. Allah zulmedenleri değil adalet sahibi olanları sever.

Tarihin Gerisine Düşmek Ya da Yanlış Yerde Durmak.
İran’ın aşırı güvenlik endişeleri ile ürettiği baskı ve istibdat yönetimi içerde Devrimin önde gelenlerini “muhalif” konumuna iterken dışarıda Baas Rejiminin yanında konuşlanması tam bir gerici Arap rejimlerinin siyaseti görünümü vermektedir. Tevhit, adalet, özgürlük şiarları ile gerçekleşen bir Devrim, aradan 30 yıl geçmeden mülhid Baas rejiminin yanında daha doğrusu arkasında konuşlanıyor. Oysa bu Devrimin rahmetli Önderi;”Ey dünya mustazafları kalkın ve ayaklanın, ellerinizle ve tırnaklarınızla; gasıp, müstekbir ve despot yöneticilerinizden haklarınızı alın!” diye ünlü Vasiyetnamesinde sesleneli 30 yıl bile geçmemişken, O’nu izlediğini iddia edenlerin bir devrimi, bir ülkeyi ve bir halkı düşürdükleri konuma bir bakın! Bana bu durum, Rasulullah’ın olduğu bilinen “Takip edilmem 30 yıldır sonra ısırıcı meliklik dönemi başlar!” mealindeki sözünü hatırlatır. Gerçekten böyle bir “hadis” varmıdır Hadis ulemasının işidir, lakin gerçektende Rasulullah’tan sonra Tevhid, adalet, özgürlük Yolu fesada uğratılmış ve despotizme evrilmiştir. Bu tarihi bir süreçtir:Devrim ve Karşı devrim. Tüm peygamberler tarihi daha doğrusu Tevhid Akidesi Tarihi; Devrimler ve karşı devrimler tarihidir. Son İslam Inqılabının başına gelen de budur. Yoksa peygamberlerin gerçekleştirdiği Inqılablara Allah’ın tanımadığı imtiyazın İslam Inqılabına tanındığımı zannediliyor? Burada illa da “ihanet” aramağa gerek de yoktur. Çoğunlukla karşı devrim süreci iyi niyetli “işgüzarlıklar” tarafından kotarılır. “Daha iyi olur” diyerek, rivayetler uydurulur, iftiralar yapılır, masum insanlar sürülür ya da katledilir. Peygamberin “dostu” Eba Zer’in Rebeze sürgünü ile Humeyni ra “yaranı” ve Başbakanı Mir Huseyn’in kaderi arasındaki benzerliği görmemek mümkünmüdür? Tarih tekerrür ediyor ve Musavi Eba Zer olarak, eşi Rahnevard, Ümmü Gülsüm olarak ev hapsiyle karşımıza çıkıyor. Tıpkı öncülleri Eba Zer ve eşi gibi.
İslam’ın ilkelerine sadık kalınarak Davet ve Şahidlik ekseninde olması gereken mücadele hattı; tamamen devre dışı bırakılarak seküler bir zemine kaydırılarak “siyonizmle savaş” politikası gibi hamaset yüklü bir söyleme indirgenmiştir. Ve böyle bir mücadele başarısızlığa uğramaya mahkûmdur. Zira Siyonizm’le mücadele ancak ve kesinlikle Allah’ın yardımı olmadan kazanılamaz. Allah ise nefsini zulme ve zalimlere bulaştırmamış olanlara, dosdoğru olanlara yardım edeceği malumdur. Baas rejimi ile stratejik ortaklık avantaj değil zafiyetten başka bir anlama gelmeyeceği açıktır. Siyonist rejimin elinde yüzlerce atom bombası olduğu unutulmamalıdır. Ki İran’a askeri müdahale nedeni olarak gösterilen İran’ın nükleer faaliyetleri henüz bir atom bombası dahi üretmiş değilken İsrail’le savaş zannedildiği gibi kolay bir şey değildir. İran tarafı bu gerçeği “savaşı başlatan biz olmayacağız” diyerek dile getirmiştir. Yani “bize saldırmazsanız biz size saldıracak değiliz” demektir bu. Ki İsrail ve batı ile kontrolsüz bir savaşın getireceği yıkımı elbette ki herkesten çok İran genelkurmayı biliyordur. Kaldı ki İsrail müdahalesi örtülü savaş şeklinde zaten çoktan başlamış durumdadır. Tahran yakınlarındaki stratejik noktalardaki bir yıl geçmeden ikinci patlama, nükleer tesislerdeki virüs saldırısı, nükleer proğramın  önemli uzmanlarının suikastlerle imha edilmesi, general Ali Asgari’nin esir alınması bunu göstermektedir. İsrail Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Alon Liel geçenlerde NTV ye verdiği  bir demeçte; "Son iki üç yıldır İran'da çok garip şeyler oluyor. Bilgisayar sistemleri bozuluyor, bilim adamlarıyla ilgili şeyler oluyor. Bunlar İsrail'le ilgili olabilir. İsrail yönetimi İran'ın nükleer bombaya erişmesini engellemek için her şeyi yapmaya hazır. 100 uçak kaldırıp İran'a saldıracaklarını sanmıyorum ama bir yerler de bir şeyler olacaktır. Askeri ve istihbarat alanlarında mutlaka bir şeyler göreceğiz." Şeklinde bir değerlendirme yaparak, İran’a karşı örtülü bir savaşın birkaç senedir sürdüğünü anlatmaya çalışmaktadır.
Siyonizmle mücadele, hiç kimseye İslam’ın ilkelerini hiçe sayma imtiyazını vermez. Aksine siyonizmle mücadeleye ehemmiyet verenlerin; Allahın hudutlarını gözetmeyi, şahitlik ve Davet yükümlülüğünü hassasiyetle korumayı adet ve ahlak edinmesi gerekmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası