İlim ve Hikmetle Kurulan Bir Hayat!
“Sana ilim ve hikmeti verdik!” İlahi kaynaklı ilim olan Vahiy; insanlığa sunulmuş bir Furkan, beyyine, hidayettir. Hikmetse insanın fıtratına yazılmış, ihtiyar,anlayış, düşünce,doğruyu kavrayış yeteneği ile içtihat kabiliyetidir. Vahiy değişmez sabitelere sahiptir. Ama hikmet değişkendir. O nedenle hikmetin; mü’minin yitik malı olması bu anlamdadır. Fıkıh hikmet temellidir. Şeriat’ta kesin vahyi hükümler dışında böyledir. Ekonomik,coğrafi, kültürel, siyasi şartlar, Şeriatin belirlenmesi ve şekillenmesinde önemli unsurlardır. Bu gözardı edileli beri, Rasulullah’ın “asrı saddet” i hep ütopya olarak kaldı. Oysa Rasulullah’ın dönemi bir ütopyaya dönüşmeli değil, O’nun yöntemi,usulü ve bakış açısı güzel bir örnek olmalıydı. Taklit ve gelenekcilik düşünceyi ve hikmeti öldürdü. Günün değişen şartlarına, insan beyninin ve düşüncesinin akıl almaz değişimi karşısında; hayatı hala daha Rasulullahın kendi dönemiyle alakalı sünneti ile okumaya çalışmak beyhude bir çabanın ötesine geçmeyecektir. Geçmiyorda! Rasulullahın sünnet tekniği,mantığı ve usulü keşfedilerek Vahyin emir,ilke ve kuralları hayatın anlaşılmasında, sorunların giderilmesinde, dinin uygulanmasında yol ve yön gösterici hikmetin inşaa edilmesi gerekmektedir. Rasulullah’ın örnekliği; O’nun muazzam uygulamaları kadar takvası, yaşantısı, ibadetleri, ahlakı ve hikmeti ve kullandığı yöntem ve bakış açısınıda kapsar. 1400 Yıllık bir boşluğu Hikmetle doldurmamız;Sünnetin hikmetle ihya edilmesiyla mümkün olacaktır. Aksi durumda gelinen nokta bellidir: Özgürlükçü Batı Dünya’ya egemendir. Bu sadece silah gücü ile sağlanmış bir egemenlik değildir. Müslüman Halkların Batı karşısına çıkarttığı anlayış ise, Afganistan Talibanıdır. Mahrum ve mustazaflara kurtuluş muştusu olan İslam; dinin ve şeriatın donuklaştırılması, hikmetin unutulması nedeniyle; umut ve muştu olmaktan çıkartılmıştır. Halkı Müslüman olan Ülkelerden ölüm pahasına Batılı Ülkelere göç ve sığınma ve mülteci akınının sebebi budur. Batı umut verirken, Doğu umutsuzluk vermektedir. Bunun tek bir çözümü vardır;Rasulullah’ın yaptığı gibi yapmak:Vahyin kılavuzluğunda hikmeti ihya ederek Dar’us Selamlar oluşturmak. Ancak böyle bir devrimle dünyanın ağırlık merkezi Batıdan Doğuya kayabilir. Allah böyle bir öze dönüşle “yevmullah”ı Bize nasip eder. Aksi durumda kim hayatı ve insanı iyi okursa “Yevmullah” onların üzerine doğacaktır.
Tevhid Toplumu Cahili Toplum
Allah’ ı insanlığın tek İlahı,tek Rabbı ve tek Meliki olarak kabul eden ve devlet ve toplum temellerinin; Vahye ve Vahiyeden neşet etmiş Sünnet/Hikmete istinat etmiş sosyal yapılara Tevhid Toplumları aksi olanlar da Cahili Toplumlardır.
İslam sosyo ekonomik yapı konusunda ilke,kavram ve yasaları ortaya koyar, bunun şeklini ictihada bırakır. Merhum Seyyid Kutup; cahiliye ile ilgili tanımlamalarını ve reddiyelerini tamı tamamına ortaya koyarken, İslam Toplumu ve Devleti ile ilgili tanımlamalara, olmayan bir şey üzerinde bu günden konuşmak faraziyeler üzerinde hüküm yürütmek gibi olacağından girmemiştir. Yani Müslümanlar ne zamanki devleti ve toplumu tanzim edecek fırsatı yakalar günün şartlarına göre Vahiyle ve hikmetle sistem kurulur, demektedir. Ancak bu böyle olmakla birlikte, İslamın toplum yapısı ve devlet sistemi kurumlar,hedefler ve amaçlar kapsamında ortaya konulmalıdır. Pratikte meydana gelecek sorunlar günün şartlarına uygun olarak Müslüman aklı tarafından çözlecektir. Örneğin yönetimin/İktidarın seçilmesi, denetlenmesi, muhalefet örgütlenmesi gibi konular şimdiden üzerinde akıl yürütülmesi ve düşünülmesi gereken konulardır. İslam günün şartları ve toplumun ihtiyaçlarını göz ardı etmemektedir. Tevhid akidesi, kıst,adalet ve özgürlük İslam yönetim anlayışının kırmızı hatlarıdır.
Halifeler döneminin başlangıcı başlı başına hikmetin yani müslüman aklının yaptığı ictihatlarının, devlet idaresinde birinci derecede belirleyici olduğunun bir göstergesi durumundadır. Ebu Bekr ve Ömer’in (Ra) Halife seçilmelerindeki yöntemin ne Kur’anda bir nas’a karşılığı vardır nede Rasulullahın sünnetinde bir karşılığı. Ehli hal ve’l akd/ meşvered, Beytül mal/Hazine, Mahkemeler/Yargı, eğitim/Medres/Cami uygulamaları, Halifeler döneminde , büyüyen ihtiyaçlar, değişen şartlar sonucunda fakat Tevhidi Dünya görüşü ve islam yaşam tarzının ortaya koyduğu uygulamalardır. Düzenli bir ordu’nun Rasulullahın sünneti ile bir ilgisi yoktur. Beytul male gelen bir dirhemin bile bir günden fazla bekletilmesi Rasulullah’ı nasıl endişelendirdiği herkesin malumudur. Ama bu günün şartları Hazinede devletin birkaç yıllık zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak değerlerin ‘stoklanması’ zaruriyetine meşruiyet verecek olan hikmet/ İctihattır.
Rasulullah; “Bilesiniz ki, ganimet olarak her ne ele geçirirseniz geçirin, bunun beşte biri Allah’a ve peygamberine, yakınlara, öksüzlere, yoksullara ve yolu kesilmiş olanlara aittir.” (Enfal 8/41) ayeti celilesi gereği savaşta ganimet olarak ele geçirilen her ne varsa beşte birini alıyor bunu ayette sayılan kesimlere harcıyordu. Ancak Rasulullah’tan sonra Ömer döneminde zorunluluk ve gereklilikten içtihat edildi ve ganimetlerden işlenen topraklar sahiplerinde bırakılarak onların gelirlerinden vergi alınarak beytül male (Hazineye) katıldı.( Belazüri. Futuhu’l-Buldan. S 375; Taberi. Tarih. IV 31-34 ) Böylece şartların değişmesi, zaruret ve gereklilik ile mahsurlar uygulamayı; hikmetle ve halkın yararına , düzenin dengeli işleyişi çerçevesinde değiştirilmesini gerektirmiştir. Lakin şuda bir gerçekki, bu tür değişimlere karşı olanlar da yok değildi. Rasulullah’ın uygulamalarından zerre kadar ayrılmayı Sünneti terk olarak görenlerde vardı. Ömer gibi içtihattan yana olanlarda. Ancak buradaki denge içtihad ehlinin aleyhine bozuldu. Özellikle Ümeyyeoğulları ve Abbasiler döneminde Dinin emir ve kuralları saltanat sahiplerinin olur olmaz müdahalelerine maruz kalması nedeniyle olsa gerek, din alimleri ve aydınları arasında içtihat kapısının kapatılması ve her konuda Sünnetin ne olduğu araştırılarak ona sıkı sıkıya bağlılık eğilimi artmaya ve kimsenin içtihat yapma cesareti gösteremediği bir zamana gelindi.
Anlaşılamayan ve göz ardı edilen temel konu; Rasulullah’ın gelecek nesillere uymaları,tatbik etmeleri ve korumaları gereken bir devlet modeli değil o günkü müslümanların, o günkü sosyal ve ekonomik şartlarda ihtiyaçlarını gideren bir model ortaya koymuştur. Rasulullah’ın bu konudaki uyulması gereken Sünneti; O’nun mantığı, bakış açısı ve yöntemidir. Bu yakalandığında aynen Hz. Ömer gibi ilim ve hikmetle yeni kurallar, yöntemler ve kurumlar ihdas edilebilir.
Devlet Hangi Kaide Üzerine Bina Edilmelidir?
Devleti ahlakmı tanımlamalı, fıkıh mı tanımlamalıdır. Devlet birey gibidir. Bireylerden oluşur. Birey güzel ahlakla el insana ulaşır. Fıkıhla değil. Fıkıh güzel ahlak sahibi elinde İslamın,adalet ve kıstın koruyucusu olur. Despotun elinde zulüm aracına dönüşür. Ahlakın tanımladığı ve yetki ve sınırlarını ahlakın belirlediği bir devlet Fazilet ve Adalet Devleti olarak tebarüz edecektir. Fıkhın belirlediği devlet, fıkıh ve iktidar kimin elindeyse onun sultasına dönüşen bir devlet anlamına gelmektedir. Böyle bir devlet iktidar eliti yaratır ve fıkıh bu elitin elinde halka ve muhaliflere baskı silahına dönüştürülür. Ahlak temelli devlet te din; toplumun ve yönetimin önemli bir referans kaynağıdır. Ahlak ile maruf olan yönetimin en önemli aracı halinegelir,hikmetle muamele devletin vazgeçilmez yöntemi olur.
İslam her dönemde ve her zaman despotizmin ve istibdatın karşısında olmuş, istismar ve istizafa uğratılan halkları savununarak onların yanında yer almıştır. Allah kendini Halkın Rabbi, Meliki ve İlahı olarak tanımlamıştır:Rabbin Nas, Melikin Nas, İlahin Nas! Halkla Allah arasına; terbiye eden, sahip olan ve hüküm koyan olarak kimsenin girmesine izin vermez. Aksi durum bir sapmadır. Bu durum ‘Şirk’ olarak olumsuzlanmıştır. Buna karşılık İslam; halka adil ve insani davranan yönetimlere yardımcı olmuş, şefkatli ve yol gösterici davranmıştır. Yusuf as hükümdara yaklaşımı ve yardımı böyle bir durumdur. Necaşi Yönetimi adalet ve halka dayalı olaması nedeniyle Rasulullah tarafından olumlu ve müsbet görülmüş, değer verilmiştir.
Hilafet sistemi gerek Raşit halifeler döneminde gerekse daha sonraki dönemlerde siyasi aktörlerin ictihatları,bakış açıları ve insiyatifleri ile şekillenmiştir. İslam da yönetimin olmazsa olmaz meşruiyet ölçüsü; adalet, eşitlik, özgürlük, emri bil ma’Ruf nehyi anil münker olarak eleştiri,tenkid ve teklif özgürlüğüdür. Bunlardan birinin kısıtlanması yada ortadan kaldırılması her toplumda ve her zaman despotizme ve istibdata yol açan sonuçlar verir.
Rasulullah’ın devlet başkanlarına Davet Mektupları bu konuda önemli ipuçlarına sahiptir. İslamın kabul edilmesi istenmektedir:Bu durumda mesele kalmamaktadır. Tabi olma istenmektedir;Bu durumda sadece vergi ödeme yeterlidir.
Yorumlar
Yorum Gönder