Kapitalizmin krizi

John J. Neumaier / 05 Ağustos 2010 

İster batı tipi demokrasi olsun isterse totalitaryan diktatörlük, her yönetim kendi ideolojisini süslemekten beri durmaz. Farklı toplumlar, bu toplumların seçkinleri ve kurumları arasındaki/içerisindeki önemli farklılıkları asgariye indirmek değildir bu. Bilakis, beşeri toplumların kendilerini abartma vasfı olduğuna dair farkındalığımızı artırmaktır.
Vatanperver çoşkuda ve müesses sosyo ekonomik sistem artık her ne ise, onu göklere çıkararak yapılan tanımlamalarda bunu görebilirsiniz.
Bizimki gibi dinamik toplumlarda ekonomi, en çok da toplumdaki sınıf içi/sınıflar arası mücadeleden ileri gelen yasama faaliyetleri eliyle sürekli değişim yaşar. Kapitalist ekonomiler, bizimki dâhil, yeni icâtlar, daha ileri makine ve teknoloji, iş çevrimleri, iç ve dış politikalar, zenginlik ve hayat standardı uğruna yaşanan iç ve dış rekabet, tekelleşme ve küreselleşme gibi farklı ama birbirleriyle ilişkili etkenlerin de tesiri altındadır.
İleri Amerikan sanayi kapitalizmi döneminin en meşhur ve en yıkıcı ekonomik krizi gerçekte küresel çapta yaşanmış olan Büyük Buhran’dı. Büyük Buhran, 1930’larda Franklin Delano Roosevelt’in özellikle de Sosyal Güvenlik kanunuyla sosyal güvenlik ağını kayda değer ölçüde güçlendiren New Deal’ini (Yeni Anlaşma) davet etmiştir. Amerikan kapitalizminin bu ve diğer New Deal reformları elbette çekişmeli mevzulardır ve muhafazakar Cumhuriyetçiler bugün olduğu gibi o gün de şiddetle karşı çıkmışlardı. Gerçi, ötekiler Franklin Delano Roosevelt’i Amerikan kapitalizminin kurtarıcısı değilse de koruyucusu olarak görüyorlardı ama zenginler, kendi sınıfına ihanet eden bir kişi nazarıyla bakıyorlardı.
New Deal tipi reformlar üzerinde yaşanan sosyal ve ekonomik mücadeleler ortadan kaybolmadı. Kaybolmaktan çok uzak. Muhafazakarlar, şirketleri ve pazarı devlet düzenlemelerinden uzak tutmak için aslanlar gibi savaşmayı sürdürdü. Kısacası, büyük şirketlerin Amerikan ekonomisi ve politikasındaki - dolayısıyla da küreselleşen çokuluslu şirketlerin derinden nüfuz ettiği dünyadaki - devasa gücünü azaltacak her türlü yasama faaliyetine karşı etkili bir muhalefet var.
Diğer taraftan, örgütlü emeğin New Deal çerçevesinde hızla yükselişine karşı sadece birkaç eski Senatör ve Temsilciler Meclisi üyesi değil, şirket lobicilerinden müteşekkil dev bir ordu da dâhil iş dünyası yanlısı kuvvetler sürekli ve etkili bir şekilde savaş veriyorlar. Sendika karşıtı Taft-Harley Kanunu (1947) (zamanın işçi liderleri, köle-işçi kanunu olarak nitelendirmişlerdir) FDR’nin sosyal reformlarının ardından gelen emek karşıtı düzenlemelerin somut bir örneğidir. Sendikalara üye olan işçilerin sayısı birkaç on yılda çarpıcı şekilde azaldı.
16 Temmuz’da New York Times’ın kapak sayfasında yayınlanan bir makale, okuyucularına her iki siyasi partinin “asrın son diliminde” “finans şirketlerine daha fazla büyüme, daha az şeffaf olma ve daha çok kâr etme imkanı veren” bir dizi yasa çıkardıklarını hatırlatıyor. Devletin iş politikalarına müdahale etmediği bir iklimde faiz kanunları şurda dursun, “finans faaliyetlerinin büyük bir kısmı özel yatırım fonlarına, düzenlemeye tâbi tutulmayan borç verenlere ve türev ticareti gibi karaborsalara, paralel evrenlere yöneldi.
Medyanın “Büyük Durgunluk” dediği bugünkü krizimiz, ekonomistlerin, politikacıların ve bilginler zümresinin çok sayıda analiz ve yorumunun konusu oldu. Dow Jones düştüğünde ve en büyük şirket ve bankaların bazıları kurtarılma arayışına girdiğinde, ki hem George W. Bush hem de Obama yönetiminin ve de Kongre’nin onayıyla umduklarını bulmuşlardır, yorumcular olan biteni tanımlamak üzere kelime bulmak için dağarcıklarını yokluyorlardı. Eline kapitalizm kelimesi gelenlerin sayısı pek az.
Mevcut kapitalist kriz, Büyük Buhran’ın hemen ardından ikinci büyük ekonomik felâkettir; halkımızın geniş bir kesimini etkilemiş, fakirin, işsizin, orta sınıf mensuplarının ve hasssaten de çocukların daha fazla acı çekmesine yol açmıştır.
Bizdeki kapitalizm formunun - kısa vadede büyük kazançlar getirdiğinden dolayı da hız kazanmıştır - finansallaşması, büyük kazanç kaynağı olarak ABD imâlat sanayisini gitgide yerinden etmiştir.

Bir zamanların çok başarılı imâlat sektöründeki üretken ve yenilikçi teşebbüsler, uzun zaman önce Çin ve diğer sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan ülkelere devredildi.
Pek çok Amerikalı imâlatçı, geride bıraktıkları işçileri genelde dikkate almadan fabrikalarını yurtdışına taşıdılar. Finans sektörü, ipotek alıp satarak, türev paketleri hazırlayarak, spekülatif yatırımlar yaparak ve riskli kumarlar oynayarak 2008 krizinden önceki yıllarda muazzam kazançlar elde etti; muazzam maaş ve ikramiyeler verdi.
Bazı bağımsız sesler bunu “casino kapitalizmi” olarak adlandırdılar.

Bush’un Hazine Bakanı Henry Paulson (daha önce de Goldman Sachs CEO’suydu) ve Obama’nın Hazine Bakanı Timothy Geithner (New York Federal Merkez Bankası CEO’suydu) önde gelen kapitalist kurumları himaye amaçlı, vergi mükellefi garantili kurtarma operasyonları düzenlediler. Dahası, Obama’ya ekonomi danışmanlığı yapanların bazıları – mesela Lawrence Summers – bu krizi doğuran denetimsiz pazar rejiminin hırslı destekçileridir.
Ulusal borcun birikmesi hakkında geniş bir mutabakat varken (Cumhuriyetçiler bu konuda başı çekmektedirler) Bush’un zenginler lehine yaptığı dev vergi kesintilerinin, Irak ve Afganistan savaşlarının mâliyetinin ve hızla artan ekonomnik eşitsizliğin bu açığa büyük katkılar sunduğu hakkında çok az şey söylenmektedir. Eski Çalışma Bakanı Robert Reich’ın işaret ettiği gibi, Amerikalıların büyük bir çoğunluğu, ekonominin ürettiği malları satın alma gücünden mahrumdur (Inequality in America and What to do about it, The Nation, Temmuz 19-26). Bu durum beni medyada çıkan haberlerde, analizlerde, açık oturumlarda ve siyasi tartışmalarda sistemimizi “kapitalizm”, sistemdeki krizi “kapitalist kriz” olarak nitelemekten niçin uzak durulduğu sorusuna götürüyor. Hakikat, “mâli kriz” veya “ekonomik kriz” yahut sadece “sistem” terimleri kullanılmaktadır.
Çay Partisi’ndeki kimilerinin Obama’nın komünist olduğunu veya kapitalist sistemimizi otokratik bir sosyalist sisteme tahvil ettiğini düşünenler varsa da, şükür ki içinde bulunduğumuz ekonomik krizin feodalist veya sosyalist bir kriz olduğunu düşünen yok. (Bazı sağcı aşırıların, Obama’nın Stalin’den ilhamla Guantanamo’ya bir de gulag ilave etme planı yaptığını iddia edip etmeyecekleri merak konusudur.)
Ekonomik krize bu şekilde temkinli ifadelerle yaklaşılması, kurumsal medyayla sınırlı değil; politikacılar, merkez kurumlar ve Amerikan yönetimi de aynı şeyi yapıyor. Paradokstur, Avrupa, Amerika’yı “mâceracı kapitalizm” izlemekle eleştirdiğinde, Başkan Bush Amerikan kapitalizm formunu açıkça savunmuştu.
Merkez medya ve müesses nizam, “kapitalizm” terimini kullanmaktan çekiniyor çünkü bu kelimenin pek çok insanda olumsuz çağrışımlar yapmasından ve bir ekonomik kriz sırasında kullanılmasının kapitalizm hakkındaki mevcut ve/veya gizli şüpheleri güçlendireceğinden endişe ediyorlar.
Pek çok gazetecinin ve diğer alanlardaki profesyonellerin, kendilerini besleyen sistemi eleştirdikleri düşünülebilir diye kapitalizm kelimesini kullanmakta tereddüt etmeleri mümkündür.
Çoğu liberal, seçmenlerin çoğu gibi, içinde yetişip tahsil gördükleri kapitalist sisteme artık karşı çıkmıyorlar Olsa olsa daha âdil olacağına ve çok daha fazla sayıda insanın fayda göreceğine inandıkları daha ilerlemeci politikaları savunuyorlar.
Böylelikle, kapitalist sistemin ve onun Amerikan formunun eleştirel sohbetlere konu olmasından seçkinlerin korku duyduğu ortaya çıkmaktadır. Yüksek Mahkeme’nin (cumhuriyetçi demokrasimizde yapılan seçimleri etkilemek amacıyla dev mâli kaynakları kullanabilsinler diye şirketlere ifade özgürlüğü vererek) şirketlerin sözümona anayasal “kişilik” haklarını genişletmesine rağmen, gerçek şu ki muhafazakarlar, liberaller, tepkiciler ve radikaller dâhil halkın kapitalizmin meziyetlerini ve kusurlarını fikir pazarında ifade özgürlüğünü kurumsal seçkinler münasip görmüyor.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bangladeş Dosyası